I- 2247 SAYILI KANUN’UN 14. MADDESİ GEREĞİNCE
VERİLEN
(OLUMSUZ GÖREV UYUŞMAZLIĞI) KARARLAR
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
1-ESAS NO : 2014/1
KARAR NO : 2014/1
KARAR TR : 27.01.2014
(Ceza Bölümü)
ÖZET : Asker
kişi sanık hakkında “irtikap” suçuna uygun eylemleri nedeniyle açılan kamu
davasının, suçun askeri suç olmaması, askeri suça bağlı bulunmaması ve yargılama
aşamasında sanığın Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesiyle,
askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle
ADLİ YARGI yerinde görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
K.H.
Yakınan
: A.Ö.
Sanık :
Ü.N.
O L A Y
: Çakırsöğüt/Şırnak 1. Jandarma Komando Tugay Komutanlığı emrinde 2009
yılından itibaren birlik mal saymanı olarak, JGY: 59- 1(A) Mal
Saymanlıkları Yönergesi gereğince, ordu malının alınması, saklanması, mevcut
yasa, yönetmelik ve yönerge esaslarına göre dağıtımı ve harcanmasını
sağlamak ve sağlatmakla görevli sanık J.Ord.Bçvş. Ü.N.’nin, yakınan A.Ö.’in
ortağı olduğu Ö.İnşaat firmasının 2009 yılında açılan ihaleye iştirak
ederek, Çakırsöğüt Tugayında konuşlu 2’nci Jandarma Komando Tabur
Komutanlığına ait olan hizmet binası ve müştemilatının inşası ile ilgili
ihaleyi kazanarak, yapılan sözleşme sonrası, inşaat faaliyetine başlayarak,
işin devamı sırasında yapılan işe göre 02.11.2009 tarihli hak ediş raporu
karşılığında 997.231,99 TL tutarındaki hak ediş dosyasını birlik mal
saymanlığına teslim ettiği ve bir kaç gün geçtikten sonra firmanın hesabına
para yatmaması üzerine, yakınanın bu konunun akıbetini öğrenmek maksadıyla,
beraberinde firma çalışanı A.B. da olduğu halde Çakırsöğüt 1’inci Jandarma
Komando Tugay Komutanlığı Birlik Mal Saymanlığına gittiği ve makamında
konuyu görüştükleri sırada, yakınana “piyasaya 40.000 TL civarında
borçlandıklarını, bu konuda yardımcı olup olamayacağını” sorduğu, yakınanın
ise, “bu miktar parayı ödemesinin mümkün olmadığı, hesaplarını kontrol
ettikten sonra bir miktar yardım edebileceğini” söyleyerek, sanığın
talebini geçiştirmeye çalıştığı, sanığın bu sefer “ne kadar verebilirsin”
diye sorduğu, bu ısrar üzerine yakınanın “bilmiyorum” diye cevap vermesi
üzerine, sanığın, hak ediş dosyasını 45 gün bekletebileceğini, bu konuda
yetkisinin olduğunu beyan ettiği ve yakınanın cep telefonu numarasını
aldığı, bu görüşmeden sonra 3.12.2009 günü, Ö.inşaat firmasının, teslim
ettiği 997.231,99 TL tutarındaki hak ediş dosyasının kuruşlu belgesinin
(mal ve hizmetin teslim alındığını gösteren belge) düzenlendiği, sanığın
birkaç günde bir, yakınanı cep telefonundan arayarak “ne oldu, ne zaman
geleceksin, ne zaman ödeme yapacaksın” şeklinde konuşarak, rızası dışında
ödeme yapmaya zorladığı, bu ısrarlı tavırlar karşısında yakınanın, birliğin
borçları dolayısıyla sıkıntılarının olduğunu değerlendirerek, bu konuda
birliğe bir faydasının olması düşüncesi ile hem çalışanı hem de yeğeni olan
sivil şahıs H.Ö.vasıtasıyla sanığa 4.000 TL para verilmesini temin ettiği,
yapılan bu ödemeden sonra 17.12.2009 tarihinde Ö.İnşaat firması tarafından
533.468,31 TL tutarındaki ikinci hak ediş dosyasının birlik mal
saymanlığına teslim edildiği, teslim tarihinden sonra birkaç gün geçtiği
halde yine kuruşlu belgenin sanık tarafından tanzim olunmaması üzerine,
yakınanın çalışanı A.B.’ı konuyu araştırmak için birlik mal saymanlığına
gönderdiği, sanığın yakınanın kendisinin gelmesini söylediği ve sürekli
telefonundan arayarak yanına gelmesini istediği, 533.468,78 TL tutarındaki
kuruşlu belgenin 23.12.2009 tarihinde tanzim olunduğu, 19.01.2010 tarihinde
Ö.İnşaat firması tarafından 525.837,13 TL tutarındaki üçüncü hak ediş
dosyasının birlik mal saymanlığına teslim edilmesine rağmen, teslim
tarihinden itibaren 9-10 gün geçtiği halde kuruşlu belge düzenlenmemesi ve
sanığın sürekli telefonla araması üzerine, yakınanın sanığın makamına
giderek görüştüğünde, sanığın “talep ettiği paranın neden ödenmediğini, ne
zaman ödeyeceğini” sorduğu, yakınanın “müsait değilim” şeklinde cevap
vermesi üzerine, sanığın “her dosya teslim edildiğinde 45 gün bekletirim”
dediği, yakınanın da “hak ediş parası yattıktan sonra” diye söylediği ve bu
görüşmeden sonra talep edilen paranın birlik ihtiyacı için olmayıp, sanığın
kendisi için para talebinde bulunduğuna kanaat getirerek 01.03.2010
tarihinde 23’üncü Jandarma Sınır Tugay Komutanlığına müracaat ederek
şikayetçi olması üzerine, yapılan soruşturma sonunda, sanığın görevinin
sağladığı nüfuzu kötüye kullanarak, görevi gereği haklı olarak yerine getirmesi
gereken bir işin karşılığında kendisine menfaat temin etmeye yakınanı icbar
etmek suretiyle irtikap suçunu işlediği ileri sürülerek, eylemine uyan Türk
Ceza Kanunu’nun 250/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle 2. Hava
Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 25.3.2010 gün ve E:2010/877,
K:2010/615 sayılı iddianamesi ile kamu davası açılmıştır.
2. HAVA
KUVVET KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 2.11.2010 gün ve E:2010/1999,
K:2010/1895 sayıyla, sanığa yüklenen suçun askeri suç olmaması, askeri bir
suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşamasında sanığın Türk Silahlı
Kuvvetleri ile ilişiğinin kesilmesi nedeniyle, sanığı yargılama görevinin
adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş,
verilen kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay
2. Dairesi’nce, somut olayda irtikap suçunda aranan icbar unsurunun
gerçekleşmediği, bu nedenle eylemin görevi kötüye kullanmak suçunu
oluşturabileceği bu suçun da Askeri Ceza Kanunu’nun 144. maddesinde
düzenlenmesi nedeniyle askeri suç olduğundan, sanığı yargılama görevinin
askeri mahkemeye ait olduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiş,
Mahkemece, önceki kararda direnilmesine karar verilmesi üzerine, karar
sanık tarafından tekrar temyiz edilmiş, bu kez Askeri Yargıtay Daireler
Kurulu, sanığın askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak yüklenen
eylemi gerçekleştirdiği ve eylemin irtikap suçunu oluşturduğunu
açıklayarak, yargılama aşamasında Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiğinin
kesilmiş olması nedeniyle sanığı yargılama görevinin adli yargıya ait
olduğu gerekçesiyle hükmün onanmasına karar vermiş, bu şekilde kesinleşen
karar ve dava dosyası, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
ŞIRNAK
AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 6.3.2013 gün ve E:2013/82, K:2013/89 sayıyla, sanığa
yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nun 257/3. maddesinde düzenlenen suçu
oluşturabileceği bu suçun da Askeri Ceza Kanunu’nun 144. maddesinde
düzenlendiği ve askeri suç olduğu açıklanarak, sanığı yargılama görevinin
askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle, dosya üzerinde yapılan
inceleme sonucu görevsizlik kararı vermiş, dava dosyası, kendisine gelmekle
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize gönderilmiştir.
Mahkememize
gönderilen dava dosyasında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 1.7.2013 gün ve E:2013/20,
K:2013/23 sayılı karar ile adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı
kesinleşmeden dava dosyası Mahkememize gönderildiğinden, 2247 sayılı
Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1 ve 14.
maddesinde belirtilen koşullar oluşmadığından, aynı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca yöntemine uygun bulunmayan başvurunun reddine karar verilip
dosyanın Mahkemesine gönderilmesinden sonra, dosyadaki eksiklik giderilip,
adli yargı yerince verilen görevsizlik kararı kesinleştirilerek dava dosyası,
kendisine gelmekle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Mahkememize
gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Yavuz ÇOLAK,
Zafer YAĞLIOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME:
Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim
yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında
Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli
yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı
Mehmet YAYLA’nın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına
girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Anayasanın “askeri yargı” yı düzenleyen
145 nci maddesinde asker kişilerin “askeri mahallerde” işledikleri suçlara
bakmanın askeri mahkemelerin görevinde olduğu belirtilmişken; 12.9.2010
tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın
15. maddesi ile yapılan değişiklik ile maddenin birinci fıkrasında, “Askeri
yargı, askerî
mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler;
asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler
aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal
düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye
mahkemelerinde görülür.
Savaş hali haricinde, asker olmayan
kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmek suretiyle “askeri mahallerde” unsuru madde metninden
çıkarılmıştır.
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin
askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri
mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin
“….askeri mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve
28335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30,
K:2012/36 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Aynı
Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191
sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu
mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç
olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası
açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte
iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması
..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile
iptal edilmiştir.
Buna
göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha
önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini
değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça
bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup
olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Dosya
içinde bulunan, Jandarma Genel Komutanlığı’nın 6.10.2010 gün ve
PER:9170-1353384-10/Per.D.Em.İşl.Ş. sayılı yazısından, sanığın
disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle emekliye sevk edilerek Türk
Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiğinin bildirildiği ve ekinde
ilişik kesme belgesi suretinin gönderildiği anlaşılmıştır.
Olumsuz
görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen
görevsizlik kararında, sanığa yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nun 257/3.
maddesinde düzenlenen suçu oluşturabileceği, bu suçun da Askeri Ceza
Kanunu’nun 144. maddesinde düzenlendiği ve askeri suç olduğu açıklanarak,
sanığı yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer
verilmiş ise de, dosyanın incelenmesinde, askeri yargı yerince verilen
görevsizlik kararının gerekçesinde, iddianamede ve dosya içinde bulunan
mevcut bilgi ve belgelerden, sanığın, hak ediş dosyalarının kendisine
getirilmesini müteakip, birlik komutanlığının piyasaya borcu olduğunu
söyleyerek ve ödenmemesi halinde yakınanın ortağı olduğu firmanın hak
edişlerini 45 güne kadar bekletebileceğini söyleyerek ve her hak ediş
dosyasına yaklaşık 9-10 gün geç işlem yaparak yakınandan para istediği, her
hak ediş dosyasının tesliminden sonra yüz yüze iken veya telefonla sürekli
arayarak hatta yakınanın yanında çalışan personele de “kendisi gelecekti”
şeklinde bu hususta imada bulunarak, yakınan üzerinde hak ediş dosyalarını
gerçekten 45 güne kadar bekletebileceği izlenimi vermek için kasıtlı olarak
hak edişlere ilişkin ödeme belgelerini tanzimde yavaş davrandığı, sanığın
bu şekilde yaptığı hareketlerin bir bütün olarak değerlendirilmesinde, bu
davranışların yakınan üzerinde istenilen parayı vermemesi halinde hak
edişin zamanında ödenmeyeceği ve maddi olarak zarara uğrayacağı hissini
uyandırmaya elverişli olduğu ve yakınanın hak edişlere ilişkin tek
muhatabının sanık olması nedeniyle, yakınanın hak edişinin zamanında
ödenmeyeceği ve bu nedenle zarara uğrayacağı yönünde endişeye kapılarak,
hak edişinin zamanında ödenmesi için sanığa bir miktar parayı da verdiği,
dolayısıyla sanığın eylemlerinin icbar seviyesine ulaştığı, bu nedenle
yüklenen eylemin Türk Ceza Kanunu’nun 250. maddesinde düzenlenen suçu
oluşturabileceğinin değerlendirildiği gözetildiğinde, 2. Hava Kuvvet
Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararı hukuka uygun
bulun-muştur.
Bu
durumda, sanığa yüklenen eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda
düzenlenen “icbar suretiyle irtikap” suçu kapsamında kaldığı, Askeri Ceza
Kanunu’nda bu eyleme ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle “askeri
suç” olmadığı açıktır.
353
sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin
bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri
bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanık hakkında yukarıda
anlatıldığı şekilde Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen suç kapsamında
kalabileceği kabul edilen eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının 353
sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca adli yargı yerinde görülmesi ve Şırnak
Ağır Ceza Mahkemesi’nin görev-sizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Şırnak
Ağır Ceza Mahkemesi’nin 6.3.2013 gün ve E:2013/82, K:2013/89 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanlığından:
2-ESAS NO : 2014/3
KARAR NO : 2014/2
KARAR TR : 27.01.2014
(Ceza Bölümü)
ÖZET :
Asker kişi sanıklar hakkında “resmi belgede sahtecilik” suçuna uygun
eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının, suçun askeri suç olmaması,
askeri suça bağlı bulunmaması ve yargılama aşama-sında sanıkların Türk
Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesiyle, askeri mahkemede
yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmiş olması nedeniyle ADLİ YARGI
yerinde görülmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
K.H.
Sanıklar
: 1- S.U. 2- M.K.
O L A Y
: Bitlis/Tatvan 10. Motorlu Piyade Tugayı Maliye Şube Müdürlüğü emrinde
2006-2009 yılları arasında, özlük hakları gerçekleştirme astsubayı olarak
görevli sanık Mly.Bçvş. M.K. ile 2009-2010 yılları arasında, özlük hakları
gerçekleştirme astsubayı olarak görevli sanık Mly.Bçvş. S.U.’ın, görev
yaptıkları dönemlerde icmal tablosu ve ödeme emri belgelerinin düzenlenmesi
hususunda yetkilerinin bulunduğu, sanıkların, görev yaptıkları dönemlerde
er/erbaş harçlıkları ile operasyon tazminatlarına ilişkin belgeleri (ödeme
emirleri ile icmal tabloları) bilgisayar programı üzerinde hazırlarken
ödenecek miktarların detaylarını belirten icmal tablolarının genel toplam
hücresini formülize etmek yerine manuel olarak giriş yaptıktan sonra (hem
bilgisayar hem evrak üzerinde değişiklik yaparak kamu harcamalarında
gerçeğe aykırı miktarlar gösterilerek), ödeme emirleri ile birlikte
Bitlis/Tatvan Mal Müdürlüğüne teslim ettikleri, daha sonra 10. Motorlu
Piyade Tugay Komutanlığı mutemetlik hesabına aktarılan paraları çektikten
sonra, ödenmesi gereken gerçek tutarları hak sahiplerine ödeyip, arta kalan
fazla miktar parayı zimmetlerine geçirdikleri, bu durumun her iki sanığın
da görevli olduğu dönem boyunca devam ettiği, sanık S.U.’ın 06.06.2010
tarihinde çocuğunun rahatsızlığı nedeniyle izne ayrılması nedeniyle, onun
yerine geçici olarak görevlendirilen Sağ.Kd.Üçvş. T.S.’ın, birliklerden
gelen icmal listelerinin hazırlanması sırasında durumu fark etmesi üzerine,
yapılan detaylı araştırmada, sanıkların 2007-2010 döneminde uzun bir
süredir bu eylemleri yapmakta olduklarının tespit edildiği, olayda meydana
gelen hazine zararının 299.960,82 TL olduğu, bu zararın, sanıkların görev
yaptıkları dönemler ve imzalamış oldukları ödeme emirleri esas alınarak,
sanık M.K.’ın 193.744,45 TL tutarındaki kısmından, diğer sanık S.U.’ın
106.216,82 TL tutarındaki kısmından sorumlu oldukları açıklanarak,
sanıkların “ihtilasen zimmet” suçunu işledikleri ileri sürülerek,
eylemlerine uyan Askeri Ceza Kanunu’nun 131/1. maddesi ve Türk Ceza
Kanunu’nun 43/1. maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları, meydana
gelen hazine zararının 353 sayılı Kanun’un 16. maddesi uyarınca sanıkların
sorumlu oldukları miktarlar doğrultusunda kanuni faizi ile birlikte
sanıklara ödettirilmesi istemiyle Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı
Askeri Savcılığı’nın 14.12.2010 gün ve E:2010/1301, K:2010/1134 sayılı
iddianamesi ile kamu davası açılmıştır.
Jandarma
Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, sanıklara yüklenen eylemin
“zimmet” suçunu oluşturmayıp “resmi belgede sahtecilik” suçunu oluşturduğu
gerekçesiyle, sanıkların bu suçtan cezalandırılmalarına karar vermiş,
kararın sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay 4.
Dairesi’nce, hükmün, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişikleri
kesilmiş olduğundan görev yönünden hukuka aykırı bulunduğu gerekçesiyle
bozulmasına karar verilmiştir.
JANDARMA
ASAYİŞ KOLORDU KOMUTANLIĞI ASKERİ MAHKEMESİ: 20.3.2012 gün ve E:2012/289,
K:2012/60 sayıyla, zimmet veya ihtilâsen zimmet suçundan söz edebilmek
için, her şeyden önce, bu suçun faili olan memura görevi sebebiyle verilmiş
ve muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine
geçen evrak ve senetler ve diğer malların mevcut olması ve failin, bu para
veya para yerine geçen kıymetli evrakı veyahut diğer malları doğrudan veya
dairesini aldatacak surette hileli hareketlere başvurmak suretiyle
aşırması, mal edinmesi gerektiği, sanıkların özlük hakları gerçekleştirme
astsubayı olarak görevli oldukları dönem ve aylarda, görevlerinin
birliklerden gelen çizelge ve bordroları baz alarak icmal bordrosu
düzenlemek, bu bordrolara istinaden ödeme emri belgesi hazırlayıp özlük
hakları gerçekleştirme astsubayı olarak bu belgeleri onayladıktan sonra
belgeleri ödemeyi yapacak Tatvan Mal Müdürlüğü’ne göndermek ve hesaba yatan
parayı çekmek olup, somut olayda sanıklara memuriyetleri gereği önceden
tevdi ve teslim edilmiş, muhafaza, kontrol ve sorumluluğu altına verilmiş
bir paranın söz konusu olmayıp, görevleri gereği düzenlemeye yetkili
oldukları resmî belgeleri sahte olarak düzenleyip, sahte resmî belgeyi
kullandıklarının ileri sürüldüğü, bu durumda yüklenen eylemlerin resmi
belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu, bu suçun da askeri bir suç olmayıp,
askeri bir suça da bağlı bulunmadığı ve sanıkların yargılama aşamasında
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiklerinin kesildiği açıklanarak, yargılama
görevinin adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı
vermiş, kararın sanıklar tarafından temyiz edilmesi üzerine, Askeri
Yargıtay 4. Dairesi’nce, sanıkların icmal bordrolarının genel toplam
hanesinde oynama yaparak ve toplamı bilgisayarda manuel olarak girerek
gerçek rakamı yazmadıkları, genel toplam hanesini fazla para almak için
gerçek miktardan fazla olarak yazdıkları, suç konusu olan paranın sanıklara
görevlerinin gereği olarak tevdi edilmemiş olması, sanıkların sahtecilik
yaptıkları belgeleri kullanarak bankadan para çektiklerinin sabit oluşu
değerlendirildiğinde, sanıkların fiillerinin zimmet veya memuriyet görevini
kötüye kullanma suçlarını oluşturmayacağı, resmi belgede sahtecilik suçunu
oluşturduğu, bu suçun da askerî bir suç olmaması, askerî bir suça bağlı
bulunmaması ve asker kişiler tarafından askerî mahalde işlenen, fakat,
askerî suç olmayan, asker kişiye karşı veya askerlik hizmet ve görevleriyle
ilgili olarak işlenmemiş olan suçlarla ilgili yargılamanın askerî
mahkemelerde görülmesi olanağı kalmaması nedenleriyle, sanıkların askerî
yargıda yargılanmasını gerektiren ilginin kesildiği dikkate alındığında,
sanıklar hakkında yargılama görevinin adlî yargıya ait olduğu belirlendiğinden,
hukuka uygun bulunan görevsizlik kararlarının ayrı ayrı onanmasına karar
verilmiş, bu şekilde kesinleşen karar ve dava dosyası, Bitlis Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmiştir.
BİTLİS
AĞIR CEZA MAHKEMESİ: 18.4.2013 gün ve E:2013/71, K:2013/142 sayıyla, zimmet
suçunun Askeri Ceza Kanunu'nda düzenlenen ve varlığı devam eden bir suç
olduğu, sanıkların eylem tarihi itibariyle asker şahıs oldukları, operasyon
tazminatlarına ilişkin belgeleri hazırlamakla görevli oldukları ve hatta bu
paraları hak sahiplerine dağıtılmak üzere teslim almaya da yetkili
olduklarının dosya kapsamı ile sabit olduğu, sanıkların operasyon tazminatlarına
ilişkin belgeleri hazırlarken programı kullanmak yerine manuel olarak giriş
yaparak resmi belgeleri sahte olarak oluşturmak ve bu belgelere dayalı
olarak fazla aktarılan parayı da mal edinmek suretiyle suç işledikleri
iddia edildiğine ve mahkemenin kabulünün de bu doğrultuda olduğunun
anlaşılmasına göre, sanıkların ihtilasen zimmet suçundan yargılanmalarının
gerektiği, Askeri Ceza Kanunu'nda yaptırıma bağlanan bir eylem hakkında,
eylemi gerçekleştirdiği iddia olunan şahıslar hakkında ve yargılama
sırasında, askerlikle ilişkileri kesildiğinden bahisle görevsizlik kararı verilmesinin
mümkün olmadığı açıklanarak, sanıkları yargılama görevinin askeri yargı
yerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeyen
karar kesinleşerek dava dosyası, aynı Mahkemece, Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Ceza Bölümünün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler; Ahmet KARADAVUT, Davut TELLİ, Şuayip ŞEN, Haluk ZEYBEL, Mehmet
AVCIOĞLU, Yavuz ÇOLAK’ın katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü
toplantısında;
I-İLK İNCELEME:
Yapılan incelemede, usule ilişkin işlemlerde 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'da belirtilen süre ve biçim
yönünden bir eksiklik görülmediği, askeri ve adli yargı yerleri arasında
Yasa'nın 14. maddesinde öngörüldüğü biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı
doğduğu anlaşıldığından, esasın incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim G. Fatma BÜYÜKEREN’in, davanın çözümünde adli
yargı yerinin görevli olduğu yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Mehmet BAYHAN’ın adli yargı, Askeri Yargıtay Başsavcı Yardımcısı
Mehmet YAYLA’nın davanın çözümünün adli yargı yerinin görev alanına
girdiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Anayasanın “askeri yargı” yı düzenleyen
145 nci maddesinde asker kişilerin “askeri mahallerde” işledikleri suçlara
bakmanın askeri mahkemelerin görevinde olduğu belirtilmişken; 12.9.2010
tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilip, 23.9.2010 gün ve 27708
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Yasa’nın
15. maddesi ile yapılan değişiklik ile maddenin birinci fıkrasında, “Askeri
yargı, askerî
mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler;
asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler
aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri
suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene
ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye
mahkemelerinde görülür.
Savaş hali haricinde, asker olmayan
kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz” denilmek suretiyle “askeri mahallerde” unsuru madde metninden
çıkarılmıştır.
353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Askeri Mahkemelerin Görevleri" başlığı altında düzenlenen İkinci
Bölümünde yer alan "Genel Görev" başlıklı 9. maddesinde;
"Askeri Mahkemeler Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça asker kişilerin askeri
olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde
yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara
ait davalara bakmakla görevlidirler" denilmekte iken, maddenin
“….askeri mahallerde….” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 26.6.2012 tarih ve
28335 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 15.3.2012 gün ve E:2011/30,
K:2012/36 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
"Askeri
suç" ise, öğretide ve uygulamada;
a)
Unsurları ve cezalarının tamamı Askeri Ceza Kanunu'nda yazılı olan, başka
bir anlatımla, Askeri Ceza Kanunu dışında hiçbir ceza yasası ile
cezalandırılmayan suçlar,
b)
Unsurları kısmen Askeri Ceza Kanunu'nda kısmen diğer ceza yasalarında
gösterilen suçlar,
c) Türk
Ceza Kanunu'na atıf suretiyle askeri suç haline dönüştürülen suçlar, olmak
üzere üç grupta mütalaa edilmektedir.
Aynı
Yasa’nın 13.10.1996 gün ve 22786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4191
sayılı Yasa’yla değişik 17. maddesinde; “askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesi, daha önce işlenen suçlara ait davalara bu
mahkemelerin bakma görevini değiştirmez. Ancak suçun askeri bir suç
olmaması askeri bir suça bağlı bulunmaması ve sanık hakkında kamu davası
açılmamış olması halinde askeri mahkemenin görevi sona erer” denilmekte
iken, maddenin "... ve sanık hakkında kamu davası açılmamış olması
..." tümcesi Anayasa Mahkemesi'nin 11.3.2000 gün ve 23990 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 1.7.1998 gün ve E:1996/74, K:1998/45 sayılı kararı ile
iptal edilmiştir.
Buna
göre, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren ilginin kesilmesi, daha
önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin bakma görevini
değiştirmez. Ancak yüklenen suçun askeri bir suç olmaması, askeri bir suça
bağlı bulunmaması halinde, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
açıktır. İptal kararı nedeniyle, sanık hakkında kamu davasının açılmış olup
olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
Dosya
içinde bulunan bilgi ve belgelerden, sanıklar S.U.ile M.K.’ın 14.5.2011
tarihinde, disiplinsizlik nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden resen ilişiklerinin
kesildiği ve terhis belgelerinin suretlerinin gönderildiği anlaşılmıştır.
Olumsuz
görev uyuşmazlığına konu kamu davasında, adli yargı yerince verilen
görevsizlik kararında, sanıklara yüklenen eylemin ihtilasen zimmet suçunu
oluşturduğu, bu suçun da Askeri Ceza Kanunu'nda düzenlendiği, sanıkların
yargılama sırasında, askerlikle ilişkileri kesildiğinden bahisle
görevsizlik kararı verilmesinin mümkün olmadığı açıklanarak, sanıkları
yargılama görevinin askeri yargı yerine ait olduğu gerekçesine yer verilmiş
ise de, dosyanın incelenmesinde, askeri yargı yerince verilen görevsizlik
kararının gerekçesinde, sanıklara memuriyetleri gereği önceden tevdi ve
teslim edilmiş, muhafaza, kontrol ve sorumlulukları altına verilmiş bir
paranın söz konusu olmayıp, iddianamede anlatılan, yargı yerlerince de
kabul edilen ve dosya içinde bulunan mevcut bilgi ve belgelerden,
sanıkların görevleri gereği düzenlemeye yetkili oldukları icmal
bordrolarının genel toplam hanesinde oynama yaparak ve toplamı bilgisayarda
manuel olarak girerek gerçek rakamı yazmayıp, genel toplam hanesini fazla
para almak için gerçek miktardan fazla olarak yazıp, bu şekilde
düzenledikleri belgeleri kullanarak bankadan çektikleri paradan ödenmesi
gereken gerçek tutarları hak sahiplerine ödeyip, arta kalan fazla miktar
parayı mal edindiklerinin ileri sürüldüğü ve bu şekilde gerçekleştiği
anlaşılan eylemin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğunun
değerlendirildiği gözetildiğinde, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı
Askeri Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararı hukuka uygun bulunmuştur.
Bu
durumda, sanıklara yüklenen eylemin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda
düzenlenen “resmi belgede sahtecilik” suçu kapsamında kaldığı, Askeri Ceza
Kanunu’nda bu eyleme ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle
“askeri suç” olmadığı açıktır.
353
sayılı Yasa'nın 17. maddesinde, askeri mahkemelerde yargılanmayı gerektiren
ilginin kesilmesiyle daha önce işlenen suçlara ait davalara bu mahkemelerin
bakma görevinin değişmeyeceği, ancak suçun askeri bir suç olmaması askeri
bir suça bağlı bulunmaması durumunda, askeri mahkemelerde yargılanmayı
gerektiren ilginin kesilmesiyle, askeri mahkemenin görevinin sona ereceği
düzenlenmiş bulunduğundan ve somut olayda sanıklar hakkında yukarıda
anlatıldığı şekilde Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen suç kapsamında
kalabileceği kabul edilen eylemleri nedeniyle açılan kamu davasının 353
sayılı Yasa’nın 17. maddesi uyarınca adli yargı yerinde görülmesi ve Bitlis
Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGI yerinin görevli olduğuna, bu nedenle Bitlis
Ağır Ceza Mahkemesi’nin 18.4.2013 gün ve E:2013/71, K:2013/142 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
I-2247 SAYILI KANUN’UN 27. MADDESİ
GEREĞİNCE VERİLEN (BAŞVURU RED) KARARLAR
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
1-ESAS NO : 2013/1715
KARAR NO: 2014/3
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247
sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN,
aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A
R
Davacılar
: H.N.B. Mirasçıları; 1-E.B.,2-D.B.,3-A.M.B.,4-E.Ç.A.(B.), İ.E.S.Mirasçısı;
5- M.S.K.
Vekilleri
: Av. A.B.
Davalılar
: 1-İl Özel İdaresine İzafeten Ankara Valiliği
Vekili :
Av. S.K.
2-Keçiören Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. G.Y.
O L A Y : Davacılar vekili
dava dilekçesinde özetle; davacıların Ankara ili, Keçiören ilçesi,
Sancaktepe mevkii, 31523 ada, 1 parselin hisseli maliki oldukları,
taşınmazın yapılan imar düzenlemesi neticesinde 1991 yılında ilköğretim
okul alanı olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydı ile, şimdilik 1.000,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan
tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
Davalı Keçiören Belediye Başkanlığı vekili süresi
içerisinde verdiği cevap dilekçesinde görev itirazında bulunmuştur.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi süresi içerisinde verdiği
cevap dilekçesinde özetle; davanın zamanaşımı, husumet ve esastan reddine
karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
ANKARA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 13.06.2012 gün ve
E:2012/58 K:2012/170 sayılı kararında; el atmanın idari işlemden
kaynaklandığı yönündeki Uyuşmazlık Mahkemesinin yerleşik kararları
kapsamında dava dilekçesinin yargı yolu nedeniyle reddine karar vermiştir.
Mahkemece verilen görevsizlik kararı davacılar vekili
tarafından temyiz edilmiştir.
YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ: 10.12.2012 gün E:2012/18471,
K:2012/25674 sayılı ilamında özetle; taşınmazın aynına ilişkin davaya
bakmanın adli yargının görevi dahilinde olduğunu kabul edilerek,
davalılardan İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği hakkında açılan
davanın işin esasına girilerek kabulüne, Keçiören Belediye Başkanlığı
aleyhine açılan dava hakkında davanın reddine karar verilmesi gerektiği
gerekçesiyle bozulmasına karar vermiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi bozma ilamı sonrası
21.03.2013 tarihli yargılama oturumunda yargı yolu itirazında bulunmuştur.
ANKARA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ : 21.03.2013 gün ve
E:2013/75 sayılı kararı ile davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI: İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen
parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari
işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve
uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu
konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek,
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği
belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.01.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, 2247
sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği
yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanun’un 10. maddesinde, “Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari
ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev
itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili Başsavcı
veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte bulunabilmesi
için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda, ceza
mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı yerlerinde
de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve yargı
yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş bulunmaları
şarttır.
Görev itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik
kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince
incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya
uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanunsözcüsü, askeri ceza yargısı
yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri İdari Yargı
yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanunsözcüsüdür.
Görev itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun
açık bulunduğu ceza davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma
istenemez” denilmiş; 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık
çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre
açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri
sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Olayda, Ankara
1.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2013/75 sayılı dosyasında görülen davada, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasını
talep eden davalı Ankara İl Özel İdaresi vekilince 2247 sayılı Kanunun
10.maddesinde belirtildiği şekilde hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda
olacak şekilde yapılmış usulüne uygun bir görev itirazının bulunmadığı,
buna karşın Yargıtay bozma ilamından sonra 21.03.2013 oturumda beyaen görev
itirazında bulunulduğu, Ankara 1.Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 21.03.2013 gün,
E:2013/75 sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar verildiği,
sonrasında davalı Ankara İl Özel İdaresi
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda verdiği 22.03.2013 tarihli dilekçesi ile yapılan müracaat ile
olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması istenildiği anlaşılmıştır.
Hal böyle iken,
davalı Ankara İl Özel İdaresi vekili
tarafından, 13.06.2012 tarihli birinci oturumdan sonra yapılan görev
itirazının süresinde olduğunun kabulü mümkün değildir.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10.maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan başvurunun, anılan Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi
gerekmiştir.
SONUÇ:
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 27.01.2014 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
2-ESAS NO : 2013/1881
KARAR NO: 2014/25
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Adli
yargı yerince görevlilik kararı verilmeden önce idari yargı yerince verilmiş
ve kesinleşmiş bir görev yönünden red kararının mevcut olduğunun
anlaşılması karşısında, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma prosedürünün
işletilebilmesine hukuken imkan bulunmadığından; 2247 sayılı Yasa’nın 10.
maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27.
maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.
K A R A
R
Davacı :
A.T.
Vekili :
Av. N.K.
Davalı :
Ankara Valiliği (İl Emniyet Müdürlüğü)
Vekili :
Av. Dr. G.K.
Dahili
Davalılar : 1.M.Ç.
2.Opal Oto.Paz. San. A.Ş.
O L A Y : Davacı vekili dava
dilekçesinde özetle; müvekkili adına kayıtlı görülen 06….. plakalı aracın
müvekkiline ait olmadığını, M.Ç.isimli kişi tarafından müvekkilinin kimlik
bilgileri kullanılmak sureti ile usulsüz yoldan müvekkili adına tescil
edildiğini, M.Ç.hakkında Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sahtecilik
suçundan açılan davanın 2005/61 Esas sayılı dosyada devam ettiğini, Murat
Çakır’ın bu dosyadaki beyanında suçunu itiraf ettiğini, konu ile ilgili
olarak davalı kuruma verilen 09.09.2012 günlü dilekçe ile, davacının adına
tescilli görülen 06…... plakalı aracın tescilinin sicilden terkini ile
aracın görüldüğü yerde yakalanarak parka çekilmesi talebinde bulunulduğunu;
ancak, davalı tarafından olumlu bir cevap verilmemesi üzerine Ankara 3.
İdare Mahkemesi’nde dava açıldığını, Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 2012/687
Esas sayılı dosyasında verdiği karar ile, davada adli yargının görevli
olduğuna hükmettiğini belirterek; 06…… plakalı aracın davacıya ait
olmadığının tespiti ile davacı adına görülen tescilin sicilden terkinine
karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Ankara Valiliği vekili süresi içerisinde verdiği
cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi; 03.07.2013 gün ve
2012/631 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Ankara Valiliği vekilinin idari yargı yararına
olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği
dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; İdari yargı düzeninin, hukuk devletinde, hukuka
bağlı olması gereken kamu idaresinin işlem ve eylemlerinin hukuka
uygunluğunun yargısal yöntemlerle denetlenmesinin sağlanması amacıyla var
olan yargı düzeni olduğunu, bu yargı düzenindeki mahkemelerde açılacak
iptal davalarının konusu ise, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (a) bendinde, idari işlemler olarak
gösterildiğini; gerek uygulama, gerekse öğretide, idari işlemin tanımının;
idarenin kamu hizmetinin yürütümü amacıyla ve tek yanlı irade açıklamasıyla
tesis etmiş olduğu kesin ve yürütülmesi gerekli işlemler olarak
yapıldığını, bu tanıma göre, idari yargı yerlerinde iptal davasına konu
edilecek hukuksal işlemlerin; öncelikle, kamu idaresinin işlemi olması,
kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla tesis edilmiş bulunması, kamu
idaresinin tek yanlı irade açıklamasının ürünü olması ve nihayet kesin ve
icrai (yürütülmesinin gerekli) olması gerektiğini,
Dosyanın
incelenmesinden; davacının kimlik bilgileri kullanılarak 06…… plakalı
aracın adına kaydettirildiğinin, davacı tarafından Ankara II Emniyet
Müdürlüğü’ne yapılan 9.3.2012 tarihli başvuru ile söz konusu aracın vergi
borçları nedeniyle tarafına borç bildiriminin gönderildiği belirtilerek
adına kayıtlı görünen aracın tescilinin sicilden terkininin istenildiğinin,
bu başvurunun 27.3.2012 tarih ve 47724 sayılı işlemle reddi üzerine idare
Mahkemesinde dava açıldığının, Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 12.9.2012
tarih ve E:2012/687, K:2012/1317 sayılı kararıyla davanın görev yönünden
reddi üzerine adli yargıda bakılmakta olan davanın açıldığının
anlaşıldığını,
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20/d maddesine göre, trafiğe kayıtlı
araçların satış ve devrine ilişkin sözleşmelerin geçerli olabilmesi için,
noterce yapılmasının zorunlu olduğunu, yine bu maddeye göre, işlemi yapanın
noter, siciline işlenmek üzere en geç 15 gün içerisinde, satış işlemini
ilgili tescil kuruluşuna ve vergi dairesine bildirmekle yükümlü olduğunu,
noterin ilgili vergi dairesine yapacağı bildirimden sonra, önceki araç
malikinin vergi mükellefiyetine son verileceğini ve yeni malik adına vergi
mükellefiyetinin tesis edileceğini, anılan Kanunun 20/e maddesinde, trafiğe
tescilli araçları satın alanların, gerekli belgeleri sağlamak suretiyle,
ilgili tescil kuruluşundan bir ay içerisinde kendi adlarına tescil belgesi
almak zorunda olduklarının hükme bağlandığını,
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 5. maddesinin birinci fıkrasının ( a )
bendi, araçların plaka ve belgelerini vermek ve bu amaca yönelik hizmetleri
yürütmek üzere her ilde ve gerekli görülen ilçelerde tescil şube veya
bürolarının kurulacağının öngörüldüğünü, maddenin "Görev ve
yetkiler" başlıklı (b/7) bendinde ise; araçların tescil işlemlerini
yaparak belge ve plakalarını vermek, (b/9) bendinde ise ülke çapında
taşıtların ve sürücülerin sicillerini tutmak, teknik ve hukuki
değişikliklerini işlemek, istatistiki bilgileri toplamak ve değerlendirmek
görevlerinin trafik tescil şube ve bürolarına ait olduğunun belirtildiğini,
Bu
itibarla, davacının, kendi adına gözüken aracın tescilinin sicilden terkini
istemiyle açtığı davada, husumeti “terkin” veya “tescil” şeklinde idari
işlemi tesis edecek Ankara Valiliği’ne yöneltmesi nedeni ile uyuşmazlığın
idari işlemden kaynaklandığında kuşku bulunmadığını; davacı adına
kaydedilen aracın tescilinin sicilden terkini istemiyle açılan davanın
İdari Yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varıldığını belirterek;
2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar
vermiştir.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU, Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü
toplantısında: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi
Hakkında Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında, “Görev uyuşmazlığı
çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada
ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir”
hükmüne yer verilmiştir.
Anılan
Yasa hükmü ile, belirtilen yargı mercilerinden birinde açılmış olan bir
davanın görülmesi sırasında yapılan görev itirazının reddi üzerine, ilgili
Başsavcı tarafından, görevli bulunduğu kendi yargı düzeninin görev alanına
vaki müdahalenin önlenebilmesini sağlamak için konunun Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne götürülmesi suretiyle davanın henüz başlangıç safhasında iken
görev sorununun çözüme kavuşturulması amaçlanmıştır.
Nitekim,
2247 sayılı Yasa’nın 10. madde gerekçesinde, “Uyuşmazlık çıkarma,
yürürlükte bulunan kanunun getirdiği bir yeniliktir. Görülmekte olan bir
davanın görev uyuşmazlığını, bu safhada halletmek imkânını verir. Bu madde
ile uyuşmazlık çıkarma adli, idari ve askeri yargıya teşmil edilmiştir.
Bu
yetki, yargı merciince görev itirazının reddi üzerine, kanun yararına
olarak, uyuşmazlığın konusuna göre ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü
tarafından kullanılacaktır. Bu suretle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
kabul ettiği adli, idari ve askeri yargı mercilerinin ayrılığı prensibinin
ihlâli ve ayrı tanzimlere tabi tutulan adli, idari ve askeri yargı
mercilerinin yekdiğerinin görev hudutlarına tecavüzleri önlenmiş olacaktır”
denilmiştir.
Buna
göre, ortada henüz açılmış bir dava ve bu davada bir yargı merciince
verilmiş görevlilik kararı bulunması; diğer bir ifadeyle, yararına görev
itirazında bulunulan yargı merciince aynı davada görevsizlik kararı
verilmemiş olması gerekeceği açıktır.
Davacı
vekilinin dava dilekçesinde, aynı davalı aleyhine aynı istem ile Ankara 3.
İdare Mahkemesi’nde açılan davada adli yargı mahkemelerinin görevli
olduğundan bahisle görevsizlik kararı verildiğini beyan etmesi üzerine,
Ankara 3. İdare Mahkemesi’ne müzekkere yazılarak bahsi geçen dava dosyasının
istendiği ve gelen dosyada yapılan inceleme neticesinde; davacı A.T.
tarafından, davalı Ankara Valiliği aleyhine, 06…... plakalı aracın davacı
adına görülen sicil kaydının silinmesi istemi ile dava açıldığı, Ankara 3.
İdare Mahkemesi’nin, 12.09.2012 gün ve 2012/687 Esas, 2012/1317 Karar
sayılı kararı ile; davada adli yargı mahkemelerinin görevli olduğundan
bahisle görevsizlik kararı verildiği, kararın dava taraflarına tebliğ
edildiği ve bu şekilde temyiz edilmeksizin kesinleştiği tespit edilmiştir.
Olayda, uyuşmazlığa konu edilen Ankara 16. Asliye Hukuk
Mahkemesinin görevlilik kararından önce, Ankara 3. İdare Mahkemesi’nce
tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada verilmiş ve kesinleşmiş bir
görevsizlik kararının bulunması karşısında, adli yargı yerince idari
yargının görev alanına müdahalede bulunulduğundan söz etmek olanaksızdır.
Öte
yandan, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen olumsuz görev
uyuşmazlığının oluşabilmesi için tarafları, sebebi ve konusu aynı olan
davada en az iki yargı merciince kendilerini görevsiz görerek verilmiş ve
kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması; 17. maddesinde öngörülen
olumlu görev uyuşmazlığının doğabilmesi için ise, yine tarafları, konusu ve
sebebi aynı olan davada en az iki yargı merciince kendilerini görevli sayan
kararlar verilmesi; 19. maddeye göre yargı mercilerince Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne başvurulabilmesi için de, daha önce diğer yargı mercilerinden
birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine aynı davada
kendisinin de görevsiz bulunduğu ve görevsizlik kararı veren yargı
merciinin görevli olduğu kanısına varılması; 20. madde uyarınca görev
uyuşmazlığı çıkarılmasında, temyiz incelemesi yapan yüksek mahkeme
tarafından Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması gerekmekte olup, incelemeye
konu olan idari yargı yerinin görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince
aynı davada verilen görevlilik kararı nedeniyle, anılan maddelerde
düzenlenen görev uyuşmazlığı türlerinden biri de oluşmamıştır.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun
bulunmayan Danıştay Başsavcılığı başvurusunun, aynı Yasanın 27. maddesinde
yer alan “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler;
yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder”
kuralı uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen
yönteme uygun bulunmayan Danıştay Başsavcılığı BAŞVURUSUNUN, aynı Yasanın
27. maddesinde yer alan “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya
görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri
reddeder” kuralı uyarınca REDDİNE, 27.1.2014 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
3-ESAS NO : 2013/1874
KARAR NO: 2014/22
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- S.D., 2- S.D., 3- S.D., 4- N.D., 5- N.D., 3- S.D., 6- S.B.
Vekilleri
: Av. Ş.S.
Davalılar
: 1-Karayolları Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. E.Ç. & Av. T.Ö.
2-K.Ç.
Vekili :
Av. Y.R.
O L A Y :
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; davacılardan S.D.’un sevk ve
idaresindeki 18…… plakalı araç ile Ankara- Gerede istikametinde otoyolda
seyrederken, kazanın olduğu otoyolun etrafındaki tel örgülerin bir kısmının
doğa şartlarından dolayı çöktüğü ve hayvanların girebileceği şekilde
hasarlı olmasından dolayı aniden önüne çıkan ineğe çarpması nedeniyle
aracın takla attığını, kaza nedeniyle araçta bulunan davacıların
yaralandığını, meydana gelen olayda yolun bakım ve onarımından sorumlu
Karayollarının ve inek sahibinin kusurlu olduğunu ileri sürerek; araçta
oluşan hasar için 4.635 YTL, kaza sonucu yaralanan davacılar için ise
toplam 48.635 YTL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle
birlikte fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile davalılardan
müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
GEREDE
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 23.03.2010 gün ve E:2008/16 K:2010/71 sayı ile
davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş ve bu karar taraf
vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ: 15.11.2011 gün ve E:2010/9836 K:2011/11869 sayılı BOZMA
İLAMINDA özetle; hükmedilen manevi tazminat miktarının az olduğu, davacılar
yararına daha üst düzeyde manevi tazminata karar verilmesi gerektiği,
davalı Karayolları Genel Müdürlüğü yönünden davanın hizmet kusurundan kaynaklandığı
gerekçesiyle yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava
dilekçesinin reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kısmen kabul
kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yargılamaya devam
olunmuştur.
GEREDE
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 09.10.2012 gün ve E:2012/86 K:2012/460 sayılı
kararı ile davalılardan Karayolları Genel Müdürlüğü bakımından davanın
görev yönünden reddine karar vermiştir.
Dosyanın
incelenmesinden; kararın sadece davacı vekiline tebliği edildiği,
davalılara tebliğ edildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin
bulunmadığı; dolayısıyla Mahkeme kararının davalılar yönünden
kesinleşmediği anlaşılmıştır.
Davacı
bu kez aynı istemle Karayolları Genel Müdürlüğü aleyhine idari yargıda dava
açmıştır.
SAKARYA
1. İDARE MAHKEMESİ:07.01.2013 gün ve E:2012/1287 K:2013/3 sayılı kararı ile
2918 sayılı Yasanın 110/1 maddesi gereğince, otoyola ineğin çıkması nedeni
ile meydana gelen kazada oluşan maddi ve manevi zararın tazminine yönelik
bulunan davaya adli yargıda bakılması gerektiğini belirterek yargı yolu
uyuşmazlığı nedeni ile görev yönünden davanın reddine karar vermiştir.
İdare
Mahkemesince verilen görevsizlik kararına karşı davalı idare vekilinin
itirazı üzerine; görevsizlik kararı Sakarya Bölge İdare Mahkemesinin
15.05.2013 gün ve E:2013/710 K:2013/754 sayılı kararı ile onanmış ve karar
düzeltme talebi de aynı mahkemece reddedilmek suretiyle karar
kesinleşmiştir.
Davacı vekili tarafından, adli ve idari
yargı yerleri arasında oluştuğu ileri sürülen olumsuz görev uyuşmazlığının
giderilmesi için başvuruda bulunmuş; İdare Mahkemesince, idari yargı ile adli yargı dosyalarının
asılları, talep doğrultusunda Mahkememize gönderilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri Baydar, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.01.2014 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, 2247
sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği
yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca
görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay
Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dosya
üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14.
maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri
sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz
görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması
gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında
ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27.
maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev
uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir.
Davacı vekilinin
istemi üzerine, Mahkememize gönderilen Gerede Asliye Hukuk Mahkemesinin
dava dosyasının incelenmesinden; görevsizlik kararının, davacı vekiline
tebliğ edildiği; anılan kararın davalı tarafa tebliğ edildiğine ilişkin
evrakın dosyada bulunmadığı, bu nedenle; söz konusu kararın kesinleşmediği
anlaşılmıştır.
Bu
durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen kararlardan, Gerede Asliye Hukuk
Mahkemesi kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde
öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasa’nın 27. Maddesi
uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ:
2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 27.01.2014 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
4-ESAS NO : 2014/102
KARAR NO: 2014/61
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Adli
yargı yerince verilen ve davayı esastan sonuçlandıran, davanın reddine
ilişkin kararı onayan Yargıtay kararındaki onama gerekçesine itibarla, bu
kararı görev yönünden red kararı olarak kabul etmeye imkan olmadığından;
adli ve idari yargı yerleri arasında usulüne uygun biçimde doğmuş bir görev
ihtilafının yokluğu karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde
öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
V.D.
Vekili :
Av. M.M.Ö.
Adli
Yargıda
Davalılar
: 1. Akbank Tic. A.Ş.
2. M.G.
İdari
Yargıda
Davalı :
Üçkapılar Vergi Dairesi Müdürlüğü
Temsilci
: Vergi Dairesi Müdürü Ahmet Hacısalihoğlu
O L A Y
: Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle;müvekkilinin Antalya 10.İcra
Müdürlüğü’nün 2010/10203 Esas sayılı dosyasında yürütülen takip neticesi
ihaleye çıkartılan 3301 Ada 1 Parselde kayıtlı 3.Kat 11 nolu bağımsız
bölümü 115000,00 TL bedelle satın aldığını; uygulanacak vergi hususunda
tereddüte düşülmesi nedeni ile durumun İcra Müdürlüğü kanalı ile Vergi
Dairesi’nden sorulduğunu; Vergi Dairesi’nden gelen cevap doğrultusunda
müvekkilinden %18 KDV’ye tekabül eden, 20700,00 TL vergi tahsil edildiğini;
yapılan işlemin hukuka aykırı olduğunu, %1 oranında vergi kesintisi
yapılması gerektiğini belirterek; fazla ödenen 19550,00 TL ‘nin müvekkiline
iadesine karar verilmesi istemi ile adli yargı yerinde dava açmıştır.
Antalya
1. İcra Hukuk Mahkemesi; 09.05.2011 gün ve 2011/497 Esas, 2011/433 Karar
sayılı kararında özetle; maliyeden gelen yazı cevabı doğrultusunda ihale
sonucu gerçekleşen satış işleminden %18 oranında KDV kesilmesine ilişkin
hukuka uygun olduğu gerekçesi ile davanın esastan reddine karar vermiş;
davacı vekili kararı temyiz etmiştir.
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi; 16.12.2011 gün ve 2011/23906 Esas,2011/29053 Karar
sayılı kararı ile ; “İcra Müdürlüğü’nce yapılan, KDV’nin tarh ve tahakkuk
işlemlerinin, 48 seri no numaralı KDV Genel Tebliği’nin D bölümü gereğince,
anılan verginin mükellefi sıfatı ile yapıldığını, bu nedenle mahkemece
yargı yolu nedeni ile davanın reddine karar verilmesi gerektiğini; ancak,
sonuçta istem reddedildiğinden sonucu doğru mahkeme kararının onanması
gerektiğini” belirterek; temyiz isteminin reddine, mahkeme kararının
onanmasına karar vermiş, 1086 sayılı geçici 2 ve 6100 sayılı Yasa’nın
Geçici 3. Maddesi gereğince halen yürürlükte olan 1086 sayılı Yasa’nın 440.
Maddesi gereğince verilen karar kesinleşmiştir.
Davacı
vekili, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Antalya
1. Vergi Mahkemesi; 23.12.2012 gün ve 2012/273 Esas, 2012/1224 Karar sayılı
kararında özetle; ‘davacının davasının kabulüne, dava konusu katma değer
vergisi tahakkukunun %1 KDV oranını aşan 19550,00 TL tutarındaki KDV
kısmının iptaline ve bu kısmın tahsil tarihi olan 02.05.2011 tarihinden
itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya iadesine’ karar
vermiş, karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Antalya
Bölge İdare Mahkemesi; 16.05.2013 gün ve 2013/259 Esas,2013/1017 Karar
sayılı ilk kararı ile, Antalya 1. Vergi Mahkemesi kararının onanmasına
hükmetmiş; ancak, davalının karar düzeltme talebi üzerine yaptığı inceleme
neticesinde verdiği, 29.09.2013 gün ve 2013/2332 Esas, 2013/1979 Karar
sayılı ikinci kararı ile karar düzeltme talebini kabul etmiş; 2577 sayılı
Yasa’nın 45/4. Maddesi gereğince yaptığı yargılama neticesinde, icra müdürlüğünün
işlemine karşı şikayet olarak nitelendirilmesi gereken davada adli yargı
mahkemelerinin görevli olduğunu belirterek, davanın görev yönünden reddine
karar vermiş, verilen karar 2577 sayılı Yasa’nın 45/5 ve 54. maddeleri
gereğince kesinleşmiştir.
Davacı vekili adli ve
idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluşan
olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME
VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan
AKARSU, Mehmet AKBULUT ’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü
toplantısında; Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247
sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14.
maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri
sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az
ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri
ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu
uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın
taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına
ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine
uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına
yer verilmektedir.
Olayda,
adli ve idari yargı yerlerinde, Antalya 10.İcra Müdürlüğü’nün 2010/10203
Esas sayılı dosyasında yürütülen takip neticesi ihaleye çıkartılan 3301 Ada
1 Parselde kayıtlı bağımsız bölümün davacıya satımı sırasında %1 olarak
uygulanması gereken KDV’nin %18 oranında uygulanması nedeni ile davacı
tarafından fazla ödenen 19550,00 TL’nin davalıdan tahsili amacıyla dava
açıldığı; açılan davaların tarafları, konusu ve sebebinin aynı olduğu
tespit edilmiştir.
Dosya
üzerinde yapılan inceleme neticesinde, görev uyuşmazlığına konu Antalya 1.
İcra Hukuk Mahkemesi’nin 09.05.2011 gün ve 2011/497 Esas, 2011/433 Karar
sayılı kararında “maliyeden gelen yazı cevabı doğrultusunda ihale sonucu
gerçekleşen satış işleminden %18 oranında KDV kesilmesine ilişkin hukuka
uygun olduğu gerekçesi ile şikayetçinin, şikayetinin reddine” hükmedildiği
ve bu suretle davanın esastan karara bağlandığı; davacı vekilinin temyizi
üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 16.12.2011 gün ve 2011/23906
Esas,2011/29053 Karar sayılı kararı ile ; “İcra Müdürlüğü’nce yapılan,
KDV’nin tarh ve Tahakkuk işlemlerinin, 48 seri no numaralı KDV Genel Tebliği’nin
D bölümü gereğince, anılan verginin mükellefi sıfatı ile yapıldığını, bu
nedenle mahkemece yargı yolu nedeni ile davanın reddine karar verilmesi
gerektiğini; ancak, sonuçta istem reddedildiğinden sonucu doğru mahkeme
kararının onanması gerektiğini” belirterek, Antalya 1. İcra Hukuk Mahkemesi
kararını onadığı anlaşılmıştır.
Diğer
bir deyişle, Yargıtay 12.Hukuk Dairesi’nce onanan karar bir görevsizlik
kararı değil, esastan verilmiş ve davanın reddine ilişkin bir karar
mesabesinde olduğundan; onama kararındaki gerekçeye itibar edilerek ilk
derece mahkemesince verilen kararın 2247 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi
uyarınca verilmiş bir “görev yönünden red kararı” olarak
nitelendirilebilmesine hukuken imkan olmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, ortada olumsuz görev
uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde adli yargı yerince göreve
ilişkin olarak verilmiş bir karar bulunmamaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşuları taşımayan
başvurunun, anılan Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen
koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE,
27.1.2014 gününde üyelerden Nurdane TOPUZ ve Eyüp Sabri BAYDAR’ın KARŞI OYU
ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
2247 Sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin
Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanunun 14. maddesinde “Olumsuz Görev
Uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için Adli- İdari veya
Askeri Yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı
olan davada kendilerinin görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri
kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerektiği” öngörülmüştür.
Somut uyuşmazlıkta;
Antalya 1. İcra Hukuk Mahkemesinin
09.05.2011 gün ve 2011/497-433 sayılı davanın esastan reddine ilişkin
kararı, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 16.12.2011 gün 2011/23906- 29053
sayılı kararı ile “davanın yargı yolu nedeniyle reddi gerektiği, ancak
sonuçta dava reddedildiğinden sonucu itibariyle doğru olan kararın
onanmasına” karar verilmek suretiyle hükmün gerekçesi Yargıtayca
değiştirilmiş, karar bu gerekçeyle onanmıştır.
Yargıtay’ın gerekçesini değiştirmek
suretiyle onadığı karar artık “davanın Yargı yolu yönünden red” kararı niteliğindedir.
Bu aşamadan sonra davacının artık aynı
konuda Adli Yargı da dava açması kesin hüküm nedeniyle mümkün değildir.
Bu halde, Adli Yargı İlk Derece
Mahkemesince verilen kararında görevsizlik kararı niteliğinde olduğunun kabulü
ile 2247 sayılı yasanın 14. maddesindeki koşullar gerçekleştiğinden işin
esasının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde Adli Yargı kararını
“Görevsizlik kararı” niteliğinde görmeyerek olumsuz görev uyuşmazlığının
koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddeden sayın çoğunluk
görüşüne karşıyız.
Üye
Nurdane TOPUZ
|
Üye
Eyüp Sabri BAYDAR
|
—— • ——
II-2247 SAYILI KANUN’UN 10.
MADDESİ GEREĞİNCE VERİLEN
(OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI ÇIKARMA)
KARARLAR
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
1-ESAS NO : 2013/1550
KARAR NO: 2014/1
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Davacı kooperatife ait taşınmazdan imar uygulaması sırasında düzenleme
ortaklık payı olarak kesilen kısmın iadesi, bunun için kadastral parselin
ihdası, bu mümkün olmadığı takdirde düzenleme ortaklık payı olarak kesilen
miktarın bedelinin ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan ve idari
nitelikteki imar uygulaması işlemlerinden kaynaklanan davanın, İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A
R
Davacı : S.S.G. Konut Yapı Kooperatifi
Vekili :
Av. A.A.A.
Davalı :
Başakşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. E.K.A.
O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde; İstanbul İli,
Başakşehir İlçesi, Kayabaşı Mahallesi, Resneli Çiftliği yöresinde bulunan ve
tapunun 6-11 pafta, 1553 parsel no.sunda (kadastro) kayıtlı, 695.125,00 m2
yüzölçümlü taşınmazın 50.000/731125 payına karşılık gelen 47.538 m2.sinin,
müvekkili Kooperatif tarafından satın alındığını; satın alınan taşınmazın
12500/731125 paya karşılık gelen 11.884 m2.sinin; Belediyeye, imar
planlarının yapılması şartıyla bağışlandığını; şartlı bağışlanan paydan
geriye kalan 35.653 m2.lik
kısmın 1991 yılında imar gördüğünü, imar sonucunda yaklaşık 8.984,5 m2 düzenleme
ortaklık payı (DOP) olarak kesildikten sonra, 163 ada, 3,7, 8 ve 10 nolu
parsellerde toplam 26.671,5
m2.nin Kooperatife kaldığını; Belediyece yapılan
ıslah imar planlarının, 3194 sayılı İmar Kanununa aykırı olarak
yapıldıkları için, İstanbul Büyükşehir Belediyesince açılan dava sonucu
idari yargıca iptal edildiğini, imar planları idari yargıca iptal
edildiğinden, kooperatifin mülkiyetindeki imar parsellerinden yararlanma
olanağının kalmadığını; imar planları iptal edildiği için, bu planlara
dayanılarak kesilen DOP payının iadesi veya kooperatife bir başka yerden eş
değerde yer verilmesi veya bedelinin ödenmesi için davalı Belediyeye
30.07.2012 günlü noter ihtarnamesiyle durumun bildirildiğini; ihtarnamenin
08.08.2012 günü Belediyeye tebliğ edildiğini, 10 günlük sürenin dolmasına
ve bir hafta daha beklenilmesine karşın davalı belediyeden hiçbir olumlu
yanıt çıkmadığını; Belediyenin, bu iadeyi kendiliğinden yapması gerekirken
yapmayarak planların iptal edilmesinden dolayı mağdur olanları oyaladığını;
ayrıca, dava konusu taşınmazların bulunduğu yörenin Toplu Konut İdaresi
(TOKİ) tarafından gecekondu ıslah alanı olarak ayrıldığını; bu nedenle,
davacı kooperatifin, mülkiyetindeki taşınmazlarından yararlanma olanağının
kalmadığını; imar uygulamalarında, DOP kesilmesinin nedeninin, imar
düzenlemesinden doğan “Nimette ve külfette” eşitlik ilkesini sağlamak
olduğunu; müvekkili kooperatifin, tüm külfetlere katlandığını, ama imar
uygulamasının en küçük bir nimetinden yararlanamadığını, mağdur edildiğini;
bu durumda davacı kooperatifin taşınmazından kesilen 8.984,5 m2 lik
DOP’un iadesinin gerçekleşebilmesi, tapudaki miktarların düzeltilebilmesi
için işbu davanın açılmasının zorunluluk olduğunu; işbu dava konusu 1553
nolu kadastro parseline komşu 1555 nolu kadastro parseli üzerinden yapılan
şartlı bağışa ilişkin açılan şartlı bağıştan rücu davasında, Yargıtay 11.
Hukuk Dairesince verilen 25.12.2008 tarih ve E:2008/11487, K:2008/13259
sayılı karar ile, şartlı bağıştan rücu davasının kabulüne karar verilmesi
gerektiği, ancak kararın uygulanması için üzerinden şartlı bağış yapılan
kadastro parselinin yeniden ihdası gerektiğinin belirtildiği; bu nedenle,
işbu davalarında, imar uygulaması sırasında DOP kesintisi yapılan ve
kapatılan 1553 nolu kadastro parselinin de yeniden ihdasını istemenin bir
zorunluluk olduğunu; benzer bir olay nedeniyle Küçükçekmece 1. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin E:2004/833 sayılı dosyası üzerinden açılan bir dava
nedeniyle, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin verdiği 30.05.2006 E:2006/3693,
K:2006/6196 sayılı kararda, şartlı bağıştan rücu nedeniyle, açılan dava
sonucu üzerinden şartlı bağışın yapılan ve imar görmesi nedeniyle kapatılan
kadastro parselinin ihdasına da karar verilmesi gerektiğinin
belirtildiğini; yine bir örneği Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 29.03.2012 gün
ve E:2011/15502, K:2012/6320 sayılı kararının incelenmesinden de
anlaşılacağı üzere, işbu davalarının Başakşehir Belediyesi aleyhine
açılmasının mevzuata uygun olduğunu; ayrıca, söz konusu Yargıtay kararı
emsal alındığında; DOP olarak kesilen kısmın iadesinin, olmaz ise bedelinin
istenebileceğini ifade ederek; DOP olarak kesilen 8.984,5 m2’nin iadesine,
iadenin gerçekleşebilmesi için de imar uygulaması nedeniyle kapatılan 1553
nolu kadastro parselinin ihdasına; VEYA mahkemece, DOP olarak kesilen
8.984,5, m2’sinin iadesinin yapılabilmesi için 1553 nolu kadastro
parselinin ihdası mümkün değil (görülmez) ise, söz konusu 8.984,5 m2’ye
bilirkişilerce takdir edilecek bedelinin, ihtar tarihinden itibaren
işleyecek en yüksek ticari faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi
istemiyle, adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
belediye vekili, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının
görevli olduğunu ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur.
KÜÇÜKÇEKMECE 5.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 31.5.2013 gün ve
E:2012/31 sayı ile, davalı vekilinin idari yargının görevli olduğu
hususundaki itirazının, imar durumunun kesinleşmiş olması nedeniyle reddine
karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki dilekçesi
üzerine, dava dosyasının onaylı örneği Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara
Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanunun 3290 sayılı Kanun ile değişik 10.
maddesinin (c) bendinde, "İmar mevzuatına aykırı bina yapılmış,
hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar
adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız
arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve
tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve
parsellere ayırmaya, yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde
kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine
müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar
adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942
sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya
parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden
terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir.."hükmünün
yer aldığı; dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığa konu taşınmazın 47.538 m2'sinin
davacı kooperatif tarafından satın alındıktan sonra, 11.884 m2'sinin imar
planı yapılması koşuluyla belediyeye bağışlandığı, bölgede yapılan ıslah
imar planı uyarınca gerçekleştirilen parselasyon işlemi sonucunda
taşınmazdan 8.984,5
m2'nin düzenleme ortaklık payı olarak alındığı,
kalan 26.671,5 m2'ye
karşılık imar parsellerinden tahsis yapıldığı, imar planlarının idari yargı
yerince iptal edilmesinden sonra, davacı kooperatif tarafından açılan
şartlı bağıştan rücu davasında, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından,
davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğine karar verilmesi üzerine,
davacı tarafından, davalı belediyeye başvuru ile düzenleme ortaklık payı
olarak kesilen miktarın iadesi veya başka bir yerden yer verilmesi veya
bedelinin ödenmesinin istenildiği, başvuruya herhangi bir yanıt verilmemesi
üzerine de bakılmakta olan davanın açıldığının anlaşıldığı; davanın,
uyuşmazlığa konu taşınmaza ilişkin imar planının iptali sonucunda,
kadastral parsele dönülmesi istemine yönelik olarak açılmış olmakla
birlikte, olayda iadesi istenilen düzenleme ortaklık payının imar planı ile
değil, bu plan uyarınca 2981 sayılı Yasaya dayanılarak yapılan parselasyon
işlemi nedeniyle alındığı açık olduğundan, uyuşmazlığın temelini
parselasyon işlemi nedeniyle yapılan uygulamaların oluşturduğu; parselasyon
işleminin iptali istemiyle idare mahkemesinde açılmış olan bir davanın bulunmadığı,
dolayısıyla yapılan düzenlemenin halen geçerli olduğu anlaşıldığından,
düzenleme ortaklık payı olarak alınan miktarın iade edilerek kadastral
parsele dönülmesi, olmazsa tazmini istemine yönelik uyuşmazlığın çözümünün,
dayanağı olan parselasyon işleminin hukukilik denetiminin yapılmasına bağlı
olduğu; parselasyon işleminin ise, idarenin imar uygulaması kapsamında
re'sen ve tek yanlı tesis ettiği idari işlem niteliği taşıdığında kuşku
bulunmadığı; bu durumda, parselasyon işleminden kaynaklanan uyuşmazlığın, dayanağı
olan imar mevzuatı hükümlerine göre görüm ve çözümünün, idari yargı yerinin
görev alanına girdiği gerekçesiyle; olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına
ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3.
fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi
istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Danıştay Başsavcılığı tarafından, davalı istemine
uygun olarak, davaya konu işlemlerin 3194 sayılı imar Kanunu 18 vd.
maddeleri uyarınca arsa ve arazi düzenlemesine ilişkin imar
uygulamalarından kaynaklandığı, hibe şartının gerçekleşmemesi nedeniyle
eski hale iade işleminin de idari işlemlerden olduğu gerekçesi ile davanın
idari yargı yerinde görülmesi gerektiği ileri sürülmekte ise de; Borçlar
Kanunu'nun 244. maddesine göre bağışlayan, bağışlamayı takyit eden
mükellefiyeti icra etmeyen bağışlanandan, bağışlanan malı geri isteyebilir,
hükmünü taşıdığı; davaya konu hukuki olayın Borçlar Kanununda düzenlenen
Şarta bağlı bağış kapsamında değerlendirilmesinin gerektiği, hukuki
temelini özel hukuk alanında Borçlar Kanununda bulduğunun tartışmasız
olduğu; bağışlama sözleşmesinin, Borçlar Kanununun 234-247 maddeleri olmak
üzere, 13 maddede düzenlendiği; Özel Hukuk kurumu olan bağış sözleşmesi ve
bunun sonuçları ile ilgili davanın da adli yargı yerinde görülmesinin
gerektiği, bağış sebebe ve bunun sonucu, şartı yüklenen davalının şartı
yerine getirmesi için üstlendiği edimin imar düzenlemesi gerektirmesinin de
bu sonucu değiştirmeyeceği gerekçesiyle; Danıştay Başsavcılığının
başvurusunun reddi gerektiği yolunda yazılı
düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR,
Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un
katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca
10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından
ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın adli yargı, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün ise davada idari
yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacı kooperatife ait taşınmazdan imar uygulaması
sırasında düzenleme ortaklık payı olarak kesilen kısmın iadesi, bunun için
kadastral parselin ihdası, bu mümkün olmadığı takdirde düzenleme ortaklık
payı olarak kesilen miktarın bedelinin ödenmesine karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
24.2.1984 gün ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu
Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar
Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’un 22/5/1986 gün ve 3290 sayılı Kanun’un 4.
maddesi ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde, “İmar mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli
arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya
parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı veya binasız arsa ve
arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve parsellere
ayırmaya, yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları
yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya
hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil
ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel
sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin
ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir. Belediye veya
valiliklerin talebi halinde bu yetkiler kadastro müdürlüklerince de
kullanılır.
Bu gibi arazilerde hisse sahiplerinin malik olduğu hisse
üzerindeki temliki tasurruflar ve bunlarla ilgili takyitler 11/6/1945 tarih
ve 4753, 19/7/1943 tarih ve 4486 sayılı Kanunlar, 775 sayılı Gecekondu
Kanunundaki hükümler dahil, uygulamayı durdurmaz. Bu gibİ işlemlerde takyitler
hisse sahibine isabet edecek müstakil parsele aynen nakledilir ve yapılan
işlem Medeni Kanunun 927 nci maddesine göre hak sahibine bildirilir. Islah
imar planı ile düzenlemeye tabi tutulan arsa ve arazilerin yeni sahiplerine
verilmesinde valilik veya belediyelerce arsa ve arazilerin durumuna göre
düzenleme ortaklık payı alınabilir.
Bu gibi yerlere ait yapılmış olan özel parselasyon
planı, ıslah imar planı olabilecek nitelikte olduğu belediye veya
valiliklerce uygun görüldüğü takdirde aynen kabul edilerek tescil edilir.
Üzerinde yapılanma bulunan Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerler valiliğin talebi üzerine, belediye veya özel idareler
adına resen tapuya tescil edilir. Islah imar planlarında genel bütçeye
dahil dairelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrılan veya ayrılacak olan
veya bir kamu hizmeti için lüzumlu görülen arsa veya araziler eski sahibi
kamu idarelerine veya o işe tahsil edilmek üzere hazineye aynı şartlarla
geri verilir.
Islah imar planı yapılmış ve yapılacak bölgelerde bu
Kanun kapsamına giren ve tapu tahsis belgesi verilen hazine arsa ve
arazileri, iktisap tarihine bakılmaksızın aynı amaçta kullanılmak üzere
ilgili belediyelere devredilir.” hükmü;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari
dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan 2.
maddesinin 1. fıkrasında(Değişik: 10/6/1994 - 4001/1 md.) ise, “İdari dava
türleri şunlardır:
a) (İptal: Ana.Mah.nin 21/9/1995 tarih ve
E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 - 4577/5
md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c) (Değişik:
18/12/1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” hükmü yer almıştır.
Başakşehir Belediye Başkanlığı Plan ve Proje
Müdürlüğünün 5.10.2012 gün ve M.34.3.BAŞ.0.29.02.00-757(1577)-4228-r-451289
sayılı yazısının incelenmesinden; Kayabaşı Resneli Mevkii 1403,1553, 1404,
1352, 1397, 1555 parsellerde 2981/3290 sayılı yasalara göre işlem yapılması
ve söz konusu parsel hissedarlarının hisselerinin %25’nin Küçükçekmece
Belediyesi’ne hibe edilmesi ile ilgili parsel hissedarları ile Küçükçekmece
Belediyesi arasında 02/10/1990 tarihinde imzalanan protokol gereği,
Küçükçekmece Belediye Meclisinin 10/10/1990 tarih ve 108 sayılı kararı ile
kabul edilen, 22/11/1990 tarihinde Belediye Başkanınca onanan 1/1000
ölçekli Islah İmar Planı yapıldığı ve bu plana göre söz konusu bölgede
19/09/1991 tarih ve 3407 nolu karar ve 27/05/1991 tarih ve 1839 nolu
encümen kararları ile imar uygulamaları yapıldığı; İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından, 1/5000 Ölçekli nazım imar planları Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’nca onanmadan l/l000 Ölçekli planlar yapılamayacağı
gerekçesiyle, Küçükçekmece Belediye Meclisinin 10/10/1990 tarih ve 108
sayılı kararı ile kabul edilen 22/11/1990 tarihinde Küçükçekmece Belediye
Başkanlığınca onanan 1/1000 ölçekli Kayabaşı Islah İmar Planının iptaline
ilişkin Büyükşehir Belediye Başkanlığınca açılan dava sonucu söz konusu
22.11.1990 tasdik tarihli Kayabaşı Islah İmar Planının, İstanbul 2 no’lu
İdare Mahkemesinin 17.03.1993 tarih, 1992/424 esas ve 1993/325 nolu kararı
ile iptal edilmiş olduğu; Planın iptalinden sonra Küçükçekmece Belediyesi
tarafından planlama alanına 1371 ve 1372 sayılı parseller de ilave edilerek
hazırlanan ve 1371 parseli kapsayan alanın Islah imar planı, diğer parseli
kapsayan kısmın ise imar planı olarak değerlendirildiği 1/1000 ölçekli
planın, 18.03.1994 tarih ve 94/129 sayılı Küçükçekmece Belediye Meclisi
kararı ile uygun görüldüğü; bu arada Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca
hazırlanan ve Altınşehir’in tamamını, Kayabaşı’nın bir kısmını kapsayan
1/5000 Ölçekli nazım imar planının 28.03.1994 tarihinde onaylandığı;
Küçükçekmece Belediye Başkanlığı’nca 18.03.1994 tarih ve 94/129 sayılı
meclis kararı ile kabul edilen 1/1000 ölçekli Uygulama İmar planında ısrar
edilmesine dair 17.09.1997 tarih ve 97/175 sayılı Küçükçekmece Belediye
Meclisi kararının iptaline yönelik Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca
açılan dava sonucunda; bahse konu Islah imar planının ısrarı niteliğindeki
17.09.1997 tarih ve 97/175 sayılı meclis kararının, 5. İdare Mahkemesinin
24.09.1999 tarih 1997/1350 esas nolu, 1999/1158 sayılı kararı ile iptal
edildiği ve söz konusu iptal kararının Danıştay 6. Dairesinin 21.01.2003
tarih ve 2001/6114 esas, 2003/534 sayılı kararı ile kesinleştiği; söz
konusu ıslah imar planının onaylandığı 22.11.1990 tarihinden itibaren eski
1553 parseli kapsayan alanda hazırlanan 1/5000-1/1000 ölçekli planlar ile
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Bakanlar Kurulu ve Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurullarınca bu alanda alınan kararların şu şekilde
olduğu; 1553 ve 1555 parselin bir kısmını da kapsayan alanın 16.07.1991
tarih ve 2700 sayılı İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu Kararı ile 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan edildiği;
1555, 1553, 1403 parsellerin tamamını, 1397, 1352, 1404 parsellerin de bir
kısmını kapsayan alanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca hazırlanan
Altınşehir - Ispartakule Nazım İmar Planının 28.03.1994 tarihinde
onaylandığı; 1553 parselin tamamının söz konusu planda “Yanıcı, Parlayıcı
Emniyet Kuşağı” lejantında “Yapı Yasaklı Alanda” kaldığı; 1553 ve 1555
parsellerin bir kısmında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca
hazırlanan TEAŞ Kaptaj Koruma Sahası ve Ağaçlandırılacak Alana İlişkin
1/5000 Ölçekli Nazım İmar Planı Tadilatının 02.02.2001 tarihinde
onaylandığı; söz konusu planda 1553 parselin bir kısmının “Ağaçlandırılacak
Alan” lejantına alındığı; 1397, 1404, 1555,1553 sayılı parsellerin bir
kısmında 1403 parselin ise tamamını kapsayan alanda İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığınca hazırlanan 1/5000 ölçekli Altınşehir Revizyon Nazım
İmar Planının, 17.11.2006 tarihinde onaylandığı; 1553 parselin 17.11.2006
tt’li planda kalan kısmının; kısmen “Park Alanı”, “Konut Alanı”, “Sosyal ve
Kültürel Tesis Alanı”, “İlköğretim Tesis Alanı”, “Belediye Hizmet Alanı”,
“Ortaöğretim Tesis Alanı”, “Enerji Nakil Hattı” ve “Yol Alanı”
lejantlarında kaldığı; 1555, 1553, 1403 parselin bir kısmını kapsayan ve
İstanbul 1 Numaralı Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun
08.02.2007 gün ve 301 sayılı kararı ile uygun olduğu belirtilen 1/5000
ölçekli Altınşehir Revizyon Nazım İmar Planının 1. Derece “Arkeolojik Sit
Alanı”nda ve “Arkeolojik Park Alanında” kalan kısmının, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığınca ve 26.02.2007 tarihinde onaylandığı; 1553 parselin
26.02.2007 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli planda kalan kısmının; “1. Derece
Arkeolojik Sit Alanı” ve “Arkeolojik Park Alanı” lejantında kaldığı; 1397,
1404, 1555,1553 sayılı parsellerin bir kısmında 1403 parselin ise tamamını
kapsayan alanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca hazırlanan
1/5000 ölçekli Altınşehir Revizyon Nazım İmar Planının 14.03.2008 tarihinde
onaylandığı; 1553 parselin 14.3.2008 tarihinde onaylanan 1/5000 ölçekli
planda kalan kısmının; kısmen; “Park Alanı”, “Konut Alanı”, “İlköğretim
Tesis Alanı”, “Belediye Hizmet Alanı”, “Ortaöğretim Tesis Alanı”, “Yönetim
Alanı”, Sağlık Alanı” ve “Enerji Nakil Hattı” ve “Yol Alanı” lejantlarında
kaldığı; 1397, 1404, 1555, 1553 sayılı parsellerin bir kısmında 1403
parselin ise tamamını kapsayan alanda hazırlanan Altınşehir l.Etap 1/1000
Ölçekli Uygulama İmar Planın 28.08.2008 tarihinde Büyükşehir Belediye
Başkanlığınca onaylandığı; 1553 parselin 28.8.2008 tasdik tarihli 1/1000
ölçekli planda kalan kısmının; kısmen “Park Alanı”, “Konut Alanı”,
“İlköğretim Tesis Alanı”, “K.sel Hizmet Alanı”, “Ortaöğretim Tesis Alanı”,
“Resmi Kurum Alanı”, Sağlık Alanı”, “Spor Alanı” ve “Enerji Nakil Hattı” ve
“Yol Alanı” lejantlarında kaldığı; 1397, 1352, 1555, 1553 parselleri
tamamını ve 1404 parselin bir kısmını kapsayan alanın, Toplu Konut İdaresi
Başkanlığınca 14.01.2009 tarihli ve 268 sayılı Başkanlık Oluru ile 775
sayılı Gecekondu Kanununun 5.,7.,19. ve geçici 9. Maddeleri uyarınca
“Küçükçekmece Resneli Çiftliğine ait Gecekondu Önleme Bölgesi” ilan
edildiği; bu alanda 1/5000-1/1000 ölçekli plan yapma ve yaptırma
yetkisinin; 5162 sayılı kanun çerçevesinde Toplu Konut İdaresi
Başkanlığı’na ait bulunduğu; Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul II
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulunun 16.07.1991 tarih ve 2700
sayılı kararı ile belirlenen 1. Derece Arkeolojik Sit Sınırının, İstanbul
VII Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 25.05.2010 tarih ve
262 sayılı, 20.03.2012 tarih ve 132 sayılı kararları ile revize edildiği;
Parselin arkeolojik sit alanında ve arkeolojik park alanında kalan
kısımlarına ilişkin ise 1/1000 ölçekli koruma amaçlı uygulama imar planının
bulunmadığı; aynı zamanda 13.08.2012 tarih ve 2012/3573 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile 1553 parseli de kapsayan bölgenin; olası afet riskini
bertaraf etmek üzere yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amacıyla
“Proje Alanı” olarak ilan edilmiş olduğu; 644 sayılı Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
2’nci Maddesinin Birinci Fıkrasının (ç) bendi kapsamında; bölgeye ilişkin
etütleri, haritaları, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama
imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak,
yaptırmak, onaylamak v.b. işlemleri yapmaya Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının yetkilendirildiği; dolayısıyla söz konusu alanda bölgeye
ilişkin etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama
imar planları, parselasyon planları ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak,
onaylamak v.b. işlemlerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yetkisinde
bulunduğu belirtilmiştir.
Olayda;
uyuşmazlığa konu edilen taşınmazın 47.538 m2'sinin
davacı kooperatif tarafından satın alındıktan sonra, 11.884 m2'sinin imar
planı yapılması koşuluyla belediyeye bağışlandığı, bölgede yapılan ıslah
imar planı uyarınca gerçekleştirilen parselasyon işlemi sonucunda;
taşınmazdan 8.984,5
m2'nin düzenleme ortaklık payı olarak alındığı,
kalan 26.671,5 m2'ye
karşılık imar parsellerinden tahsis yapıldığı, imar planlarının idari yargı
yerince iptal edilmesinden sonra, davacı kooperatif tarafından, davalı
belediyeye başvuru yapılarak; düzenleme ortaklık payı olarak kesilen
miktarın iadesi veya başka bir yerden yer verilmesi veya bedelinin
ödenmesinin talep edildiği, başvuruya herhangi bir yanıt verilmemesi
üzerine; DOP olarak kesilen taşınmazın iadesine veya bedelinin, ihtar
tarihinden itibaren işleyecek en yüksek ticari faiziyle birlikte tahsiline
karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Buna
göre davanın, uyuşmazlığa konu taşınmaza ilişkin imar planının iptali
sonucunda, kadastral parsele dönülmesi istemine yönelik olarak açıldığı;
iadesi istenilen düzenleme ortaklık payının, imar planı ile değil, bu plan
uyarınca 2981 sayılı Yasaya dayanılarak yapılan parselasyon işlemi
nedeniyle alındığı; uyuşmazlığın temelini parselasyon işlemi nedeniyle
yapılan uygulamaların oluşturduğu; diğer taraftan, dava dosyasındaki bilgi
ve belgelerden; parselasyon işleminin iptali istemiyle idare mahkemesinde
açılmış olan bir davanın bulunmadığı, dolayısıyla yapılan düzenlemenin
halen geçerli olduğunun anlaşıldığı; bu bağlamda, düzenleme ortaklık payı
olarak alınan miktarın iade edilerek kadastral parsele dönülmesi veya
tazmini istemine yönelik uyuşmazlığın çözümünün, dayanağı olan parselasyon
işleminin hukukilik denetiminin yapılmasına bağlı olduğu; parselasyon
işleminin ise, idarenin imar uygulaması kapsamında re'sen ve tek yanlı
tesis ettiği idari işlem niteliği taşıdığı açıktır.
Bu
durumda, idarece kamu gücü kullanılarak, resen ve tek yanlı biçimde tesis
edilen uygulama işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlığın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesi kapsamında ve imar mevzuatı hükümleri
çerçevesinde idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Küçükçekmece 5.Asliye Hukuk Mahkemesince
reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Küçükçekmece 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.5.2013 gün ve
E:2012/31 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
2-ESAS NO : 2013/1551
KARAR NO: 2014/2
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Türk Telekom A.Ş.’de çalışırken davalı Karayolları Genel Müdürlüğüne atanan
davacıya ilişkin olarak düzenlenen maaş nakil belgesinden kaynaklanan
parasal hakların, faiziyle birlikte hesaplanarak ödenmesi istemiyle, bir
kamu kurumu olan Karayolları Genel Müdürlüğüne karşı açılan davanın, kamu
hukuku hükümlerine göre, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk
K A R A R
Davacı : A.Ç.
Vekil : Av. H.A.
Davalı : Karayolları Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. S.A.
O L A Y
: Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin T.TELEKOM A.Ş. bünyesinde
çalışmakta iken, 406 sayılı Kanunun ek 29. ve 4046 sayılı Kanunun 22.
maddesi çerçevesinde Karayolları Bölge Müdürlüğü emrine atandığını; 5473
sayılı kanun uyarınca Kamu personeline 01/01/2006 tarihinden itibaren
geçerli olmak üzere aylık 40TL., 01/07/2006 tarihinden itibaren geçerli
olmak üzere yine aynı şekilde ek ödeme yapılmasının öngörüldüğünü;
08/05/2006 tarih ve 2006/T-17 sayılı Yüksek Planlama Kurulu kararı ile kamu
iktisadi teşebbüslerinde çalışan tüm personelin anılan haklardan
yararlanmasına karar verildiğini; 15/09/2006 tarih ve 10791 sayılı Bakanlar
Kurulu kararı ile, 2006 yılının ilk 6 ayında oluşan enflasyon farkı olarak
01/07/2006 tarihinden itibaren kamu personelinin ücretlerinde 2,32 oranında
artış öngörüldüğünü; aynı şekilde 10/11/2006 tarih ve 2006/T-17 sayılı
Yüksek Planlama Kurulu kararı ile kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan tüm
personelin anılan haklardan yararlanmasına karar verildiğini; müvekkilinin
göreve atanmış bulunduğu davalı kuruma bildirilen maaş nakil ilmühaberinde
zikredilen artışların, DAVA DIŞI TELEKOM A.Ş TARAFINDAN bildirilmediğini,
eksik bildirim nedeniyle/ dolayısıyla müvekkiline eksik ödeme durumunun söz
konusu olduğunu; müvekkilinin, Türk Telekom A.Ş.ne başvurmuş ise de, yeni
maaş nakil ilmühaberinin gönderilemeyeceğinin bildirildiğini; taraflarından
Kayseri İdare Mahkemesine işlemin iptali için dava açıldığını; açılan
davada, Kayseri 2.İdare Mahkemesi tarafından Uyuşmazlık Mahkemesinin göreve
ilişkin kararına dayanılarak; E/K:2011/80-184 sayı ile görev nedeni davanın
reddine karar verildiğini; YARGITAY 9. HD.nin E:2012/4064 ve K:2012/4802
sayılı kararında, bu artışların müvekkiline nakledildiği tarihten itibaren
fark ücret alacaklarından yararlandırması gerektiğine karar verildiğini;
anılan Bakanlar Kurulu ve YPK kararları uyarınca müvekkilin maaş nakil
ilmühaberine eklenmesi gereken alacakların bilirkişi vasıtasıyla
hesaplanarak, davalı kuruma atandığı tarihten itibaren alması gereken fark
alacaklarının, tahsili için iş bu davayı açma zorunluluğu doğduğunu ifade
ederek; müvekkilinin ücretine 5473 sayılı Kanun uyarınca 01/01/2006
tarihinden itibaren aylık 40TL. ve 01/07/2006 tarihinden itibaren geçerli
olmak üzere aylık 40TL. ve 15.9.2006 tarih ve 10971 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile enflasyon farkı olarak 2,32 oranında öngörülen artışların nazara
alınarak; müvekkilinin davalı kuruma atandığı tarihten itibaren, bu
artışlar nedeniyle doğan ve ödenmeyen fark ücret alacaklarının,
müvekkilinin davalı kuruma atandığı tarihten sonra bu alacaklara da verilen
ücret zamları da dahil olmak üzere, fazlaya dair hakları saklı kalmak
kaydıyla, şimdilik 100,00.TL.sinin, talep ettikleri alacakların tahakkuk
ettiği tarihten itibaren mevduata uygulanan en yüksek faizi ile birlikte
davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle 21.12.2012 tarihinde adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın idari yargının görev
alanına girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
KAYSERİ
3.İŞ MAHKEMESİ: 27.6.2013 gün ve E:2012/699 sayı ile, davalı vekilinin
görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava
dosyasının onaylı örneği ile birlikte Danıştay Başsavcılığı’na
gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; 2577 sayılı İdare Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesinin
1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için
menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava
türleri arasında sayıldığı; 406 sayılı Yasa'nın 3.7.2005 tarih ve 5398
sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesinde; "Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekom'da Ek-22'nci maddenin (a) bendinin bu Kanun'la
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 günlü, 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk
Telekom'da çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet
Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. / Bu fıkrada
belirtilen süre içinde nakle tabi personelden Türk Telekom tarafından
hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten, kendi isteği
ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan
(yüzseksen günlük aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006
tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle) gün içinde Türk
Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilir ve bunların
aylıksız izinleri bu tarih itibariyle sona erer. Hizmetine ihtiyaç
duyulmayan personelin tespiti ve kendi isteği ile nakil talebinde bulunma
süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz." hükmünün
yer aldığı; aynı maddenin üçüncü fıkrasında, birinci fıkra kapsamına giren
personelden, sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı
personel statüsünde çalışanlar hakkında, 4046 sayılı Kanun'un 22'nci
maddesinin dördüncü ve beşinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasında, Devlet
Personel Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki unvanlar esas alınarak
Yönetim Kurulu'nca 15.4.2004 tarihi itibariyle bu unvana göre belirlenmiş
olan ücret ve diğer mali haklarına, bu tarihten Devlet Personel
Başkanlığı'na bildirildikleri tarihteki kadro ve pozisyonlarına ilişkin
olarak bildirim tarihine kadar geçen süre içinde kamu görevlilerine
yapılacak artış, oran ve/veya miktarları uygulanmak suretiyle bulunacak
tutarın dikkate alınacağının belirtilmiş bulunduğu; özelleştirme kapsamında
bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı hazineye ait bulunan
hisselerden %55'inin Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 günlü, 2005/9146 sayılı
kararı uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile
O.Telekomünikasyon A.Ş.'ye satıldığı, Türk Telekom A.Ş.'nin bu tarih itibariyle
kamu kuruluşu niteliğinin sona erdiğinin açık olduğu; ancak kanun koyucunun,
5398 sayılı Yasa ile 406 sayılı Yasa'da değişiklik yaparak yukarıda
getirdiği düzenlemelerle Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucunda,
nakle tabi personele ilişkin uygulamaların 4046 sayılı Kanun'un 22'nci
maddesi ile uyumlu olması amacıyla ve iletişim alanında ulusal ve
uluslararası düzeyde oluşabilecek telafisi imkansız aksaklıkların önlenmesi
için, işlevsel görevlerde bulunan ve ikamesi kısa sürede imkansız personelin
isteklerine bağlı olarak makul bir süre kamu görevlerinden aylıksız izinli
sayılarak çalışmalarına olanak sağladığı; Kanun koyucunun amacı göz önünde
bulundurulduğunda Ek 29'uncu maddede öngörülen süre içinde yürütülen
görevin bir kamu görevi olduğunun kabulünün gerektiği; öte yandan, 1.1.2006
tarihinden enflasyon oranında yapılan artıştan sonra, enflasyonun
beklenenden yüksek çıkması nedeniyle 2006 yılının ilk altı ayına ilişkin
olarak kamu personeline enflasyon oranında yapılan artış ile gerçekleşen enflasyon
oranı arasındaki %2,32'lik farkın esasen 1.1.2006 tarihinden itibaren
yapılan maaş artışı sırasında ödenmesi gereken bir ödeme olması karşısında,
Ocak ayında yapılması gereken söz konusu artışların, enflasyonun
başlangıçta yanlış hesaplanması ve idareden kaynaklı gecikme nedeniyle
davacının Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesinden sonra ödenmesinin,
maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi talebi tarihi itibariyle davacının
kamu görevi yürüten kişi olma statüsünü etkilemesinin söz konusu olmadığı;
ayrıca 40+40 YTL. denge tazminatının da 1.1.2006 tarihi itibariyle
ödenmesinin öngörülmüş olması karşısında, söz konusu ödemeler ile aynı
nitelikteki sonraki ödemelerin davacının Telekomda kamu görevini yürüttüğü
döneme ilişkin olduğunun kabulünü gerektirdiği; somut uyuşmazlıkta
davacının 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak Türk Telekom
A.Ş. Genel Müdürlüğünde sözleşmeli statüde çalışmakta iken yukarıda
belirtilen Ek-29'uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca Türk
Telekomünikasyon A.Ş. tarafından Devlet Personel Başkanlığı'na bildirildiği
ve 09.05.2006 tarihinde ilişiğini keserek, Karayolları 6.Bölge Müdürlüğü
emrine göreve başladığı, bu süre içinde bulunduğu statü ve yaptığı görev
itibariyle kamu görevi yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda 406 sayılı
Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik Ek-29'uncu maddesi uygulamasından
doğan bu uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesinin gerektiği; nitekim,
Danıştay Beşinci Dairesinin 17.7.2009 gün ve E:2009/3113, K:2009/4607
sayılı kararında da benzer nitelikteki uyuşmazlığın idari yargıda
çözümlenmesi gerektiğinden bahisle, davayı görev yönünden reddeden mahkeme
kararının bozulduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’ndan yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY
CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hâzineye ait bulunan hisselerden %
55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25/07/2005 tarih ve 2005/9146 sayılı Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)'nin % 55 oranındaki
Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın
Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli
Hisse Satış Sözleşmesi ile O.Telekomünikasyon A.Ş.'ne satılmış olduğu;
özelleştirme tarihinden sonra Telekomünikasyon şirketine karşı açılacak
davaların özel hukuk hükümlerine tabi olacağı ve davaların adli yargı
yerinde görüleceğinde tereddüt bulunmadığı; ancak davacı tarafından maaş ve
alacaklarının yeniden hesaplanmasına yönelik husumetin, davacının
özelleştirme tarihinden sonra 4046 sayılı yasanın 22 maddesi uyarınca
naklinin gerçekleştiği, kamu kurumu niteliğinde bulunan Karayolları Genel
Müdürlüğüne yöneltilmiş bulunduğu; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı"
başlıklı 2. maddesinin değişik 1 numaralı bendinde: / "a) (Değişik :
8.6.2000-4577/5md) idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri
için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, / b)
İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,/ c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.)
Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar
hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar."ın idari dava türleri olarak sayılmış olduğu; kural olarak,
idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara
bakılabileceği; dolayısıyla, davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu
kuruluşunun bulunması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğunun anlaşıldığı; belirtilen tüm bu
hususlara göre, davalı ile davalı kamu kurumu arasında maaş ve alacakların
yeniden belirlenmesine dair talebin reddine dair olan davacı ile davalı
idare arasındaki uyuşmazlık konusu davanın, kamu hukuku hükümlerine göre
görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle;
Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesi gereğince yapmış
olduğu başvurunun kabulü ile Kayseri 3. İş Mahkemesinin 2012/699 esas
sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği
yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk
Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR,
Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un
katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca,
10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından,
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
Türk Telekomünikasyon A.Ş. Kayseri İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta
iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22.
maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin yapılması için
adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve 9.5.2006 tarihinde
Karayolları 6. Bölge Müdürlüğü emrine atanmış olan davacının; ücretine 5473
sayılı Kanun uyarınca 01/01/2006 tarihinden itibaren aylık 40TL. ve
01/07/2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 40TL. ve 15.9.2006
tarih ve 10971 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile enflasyon farkı olarak
2,32 oranında öngörülen artışların nazara alınarak; davalı kuruma atandığı
tarihten itibaren, bu artışlar nedeniyle doğan ve ödenmeyen fark ücret
alacaklarının davalı kuruma atandığı tarihten sonra bu alacaklara da
verilen ücret zamları da dahil olmak üzere, fazlaya dair hakları saklı
kalmak kaydıyla, şimdilik 100,00.TL.sinin faizi ile birlikte davalı
Karayolları Genel Müdürlüğünden tahsili istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye Cumhuriyeti
Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406 sayılı
Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı Yasa’yla
değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine ilişkin
hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ), telekomünikasyon
hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Şirket)” tarafından
yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı
Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel
hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin %
55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir
İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca,
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle)
O.Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde
sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan
ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki
İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır.(Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda,
Türk Telekom A.Ş.nin hisse devir (14.11.2005) tarihinde, Kayseri İl Telekom
Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına
naklinin yapılması için adı Devlet Personel Başkanlığına bildirilen ve
9.5.2006 tarihinde Kayseri/Karayolları 6.Bölge Müdürlüğü emrine atanan
davacı tarafından; ilk olarak 5473 sayılı Kanun ile getirilen parasal
hakların maaş nakil ilmühaberine yansıtılmaması nedeniyle eksik ödemelerin
tazmini istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali, ek
ödemelerden doğan parasal haklarının, işleyecek yasal faizleriyle birlikte
tarafına ödenmesi istemiyle 2.4.2010 tarihinde Türk Telekomünikasyon A.Ş.ne
karşı idari yargı yerinde dava açıldığı, davalı vekilince davanın adli
yargının görev alanına girdiği öne sürülerek yapılan görev itirazın Kayseri
2. İdare Mahkemesince, 12.7.2010 gün ve E:2010/206 sayı ile reddedilmesi
üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılarak Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu; Mahkememizce, 3.10.2011
gün ve E: 2011/80, K: 2011/184 sayı ile, iptali istenilen işlemin tesis
edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında
açılmış bir idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden; uyuşmazlığın,
özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli
olduğu gerekçesiyle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü
ile İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılmasına karar verildiği;
bu defa davacı vekili tarafından; müvekkilinin ücretine 5473 sayılı Kanun
uyarınca 01/01/2006 tarihinden itibaren aylık 40TL. ve 01/07/2006
tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 40TL. ve 15.9.2006 tarih ve
10971 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile enflasyon farkı olarak 2,32
oranında öngörülen artışların nazara alınarak; Karayolları Genel
Müdürlüğüne atandığı tarihten itibaren, bu artışlar nedeniyle doğan ve
ödenmeyen fark ücret alacaklarının, atandığı tarihten sonra bu alacaklara
da verilen ücret zamları da dahil olmak üzere, fazlaya dair hakları saklı
kalmak kaydıyla, şimdilik 100,00.TL.sinin faizi ile birlikte tahsili
istemiyle Karayolları Genel Müdürlüğüne karşı 21.12.2012 tarihinde adli
yargı yerinde dava açıldığı anlaşılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik : 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma
ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşunun bulunması
karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava
bulunduğu anlaşılmaktadır.
Belirtilen
tüm bu hususlara göre, Türk Telekom A.Ş.’nde çalışırken, davalı Karayolları
Genel Müdürlüğüne atanan davacıya ilişkin olarak düzenlenen maaş nakil
belgesinden kaynaklanan parasal hakların, faiziyle birlikte hesaplanarak
ödenmesi istemiyle, bir kamu kurumu olan Karayolları Genel Müdürlüğüne
karşı açılan davanın, kamu hukuku hükümlerine göre görüm ve çözümünde idari
yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Kayseri 3.İş
Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı İdarenin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Kayseri 3.İş Mahkemesi’nin 27.6.2013 gün ve E:2012/699
sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
3-ESAS NO : 2013/1837
KARAR NO: 2014/6
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2547 sayılı Yasanın 35. maddesi uyarınca öğretim üyesi yetiştirilmek üzere
başka bir üniversitede görevlendirilen davacının, kefalet senedine göre,
yerine getirmesi gereken mecburi hizmet yükümlülüğünün iptali istemiyle
yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı
davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
R.B.T.
Vekili :
Av. M.B.
Davalı :
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili :
Av. H.K.
O L A Y
: Davacı vekili dava dilekçesinde, Yüzüncü Yıl Üniversitesinde araştırma
görevli olarak çalışan müvekkilinin, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanununun
35. maddesi uyarınca kefalet senedi imzalayarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi
adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Bilimleri Bölümünde
görevlendirildiğini; müvekkilinin, davalı üniversiteye 20.03.2013 tarihinde
vermiş olduğu dilekçesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa ek olarak
01.08.1996 tarihinde çıkarılan EK 35. Madde ile getirilen düzenlemeye göre
Mecburi Hizmet Yükümlülüğünün iptalini talep ettiğini ancak davalı
üniversite tarafından 27.03.2013 tarih 25130427/907- 99-2191 sayılı karar
ile reddedildiğini ifade ederek; müvekkilinin Yüzüncü Yıl Üniversitesi
adına Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı Kapsamında Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mühendislik Bilimleri Bölümünde araştırma
görevlisi olarak eğitim alması nedeniyle, davalı Yüzüncü Yıl Üniversitesi
ile imzalamış olduğu Erzurum 2. Noterliğinin 23.12.2005 tarih 26042 yevmiye
numaralı Kamu Personeline Mahsus Yüklenme Senedi ve Muteber İmzalı
Müteselsil Kefalet Senedine Göre, Yerine Getirmesi Gereken Mecburi Hizmet
Yükümlülüğünün iptali istemiyle yaptığı 20.03.2013 tarihli başvurusunun
reddine ilişkin 27.03.2013 tarih ve 25130427/907-99-2191 sayılı işlemin
iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare
vekilince birinci savunma dilekçesinde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kararları
doğrultusunda, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğunu ileri
sürerek, görev itirazında bulunulmuştur.
VAN 3. İDARE MAHKEMESİ; 19.6.2013 gün ve E:2013/557 sayı ile, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesinin 2'nci ve 3'üncü fıkralarında
düzenlenen bir üniversitede görev yapan öğretim elemanın kadrosunun başka
bir üniversiteye nakledilmesindeki amacın, ilgililerin akademik gelişimini
sağlamak olduğu, kurumların bu gelişimin maliyetlerini üstlenirken öğretim
elemanlarının gelişim sürecinde elde ettikleri bilgi ve tecrübelerinin, hizmet
götürdükleri üniversiteye veya üniversite öğrencilerine yansıtılmasını
gözetmek ve sağlamak durumunda oldukları dikkate alındığında, idarelerce bu
hizmet yansımasını ve kamu yararını gerçekleştirmek için başka bir kuramda
görevlendirdiği veya kadrosuyla naklettiği öğretim elemanlarının geri
dönüşünü sağlamak üzere önlemler alabileceği, bunun için ilgili
yönetmelikte kişilere mecburi hizmet yükümlülüğü veya taahhütname ve
kefalet senedi imzalatmak şeklinde yaptırımlar öngören düzenlemeler
yapılabileceğinin yargı kararlarıyla kabul edildiği; nitekim 2547 sayılı
Yasanın 35'inci maddesinde belirtilen kamusal yararın elde edilmesine
yönelik olmaları nedeniyle bu hükme dayanılarak çıkartılan Yönetmelikte
hukuka aykırılık bulunmadığı, ayrıca, taahhütname ve kefalet senedinin
ilgili idarelerce kamu gücüne dayalı, tek taraflı irade ile düzenlendiği ve
ilgililerine hizmet gereğinin bir koşulu olarak imzalattırıldığı hususlarının,
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 15.11.2002 günlü, E:2002/557,
K:2002/809 sayılı kararı ile hükme bağlandığı; bu durumda, 2547 sayılı
Yasanın 35'inci maddesi uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi
yetiştirme programı kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki
amaç göz önüne alındığında, davacının taahhüt ve kefalet senedini idare ile
eşit düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulü
mümkün olmadığı gibi, bu senedin ihtiva ettiği yaptırımların, kamu hukuku
düzenlemeleri ve hizmet gereklerine dayandığı gerçeği karşısında, senedin
icrası aşamasında ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlığın
varlığından söz etmeye olanak bulunmadığından, idarece kamu gücüne
dayanılarak ve tek yanlı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedinde yer
alan mali yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden
doğan uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna
ulaşıldığından, davalı vekilinin bu davanın adli yargıda çözümlenmesi
gerektiğini ileri sürerek yaptığı görev itirazının yerinde görülmediği
gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, uyuşmazlığı
çözümlemekle Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.
Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması yolunda süresi içerisinde verdiği dilekçesi üzerine dava
dosyasının onaylı örneği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na
gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCISI; konunun çözümü için uyuşmazlığın
temelini oluşturan işlemin incelenmesinin gerektiği; dava konusu
uyuşmazlığın, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle yüklenme
ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı; 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu'nun öğretim elemanı yetiştirmeye ilişkin 35.
maddesinde, “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve
kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve
dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun
belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler. (Ek
fıkra: 17/08/1983 - 2880/18 md.) Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla
üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora
çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca
geçici olarak tahsis edilebilir. Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık
veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla
birlikte kendi üniversitelerine dönerler. / (Ek fıkra: 17/08/1983 - 2880/18
md.) Yurt içi veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel
hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi
hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine
getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla
getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmünün yer
aldığı; olayda, davacının Orta Doğu Teknik Üniversitesinde görevlendirilmeden
önce Erzurum 2. Noterliğinin 23/12/2005 tarihli 28042 yevmiye nolu yüklenme
senedi ve kefalet senedi ile, mecburi hizmet süresi dolmadan hizmetinde
bulunduğu Yüksek Öğretim Kurumu ve mecburi hizmetinin devredildiği kurum
tarafından görevden çekilmiş sayıldığında mecburi hizmetine tekabül eden
ödemelerin tamamının ve % 50 fazlası ile ayrıca bu ödemelere ilişkin sarf
tarihinden itibaren hesaplanacak yasal vs. vergi ve kanuni ödemelerle birlikte
Üniversitesi emrine nakden ve defaten ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği; söz
konu yüklenme ve kefalet senedi ile, Üniversiteye karşı mecburi hizmet
yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle Üniversite
ile araştırma görevlisi arasında, tarafların karşılıklı hak ve
yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık olduğu;
dolayısıyla, uyuşmazlığın, taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir
ifadeyle yüklenme ve kefalet senedinde yer alan borçtan kaynaklandığı,
sözleşmede yer alan borçtan kaynaklanan uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine
göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle;
2247 sayılı Kanun'un 10. ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına
gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Danıştay Başsavcısının da yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.
maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare vekilinin anılan
Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Yüzüncü Yıl Üniversitesinde araştırma görevli
olarak çalışan davacının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun 35. maddesi
uyarınca kefalet senedi imzalayarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi adına Öğretim
Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi Mühendislik Bilimleri Bölümünde araştırma görevlisi
olarak eğitim alması nedeniyle, davalı Üniversite ile imzalamış olduğu
Erzurum 2. Noterliğinin 23.12.2005 tarih 26042 yevmiye numaralı Kamu
Personeline Mahsus Yüklenme Senedi ve Muteber İmzalı Müteselsil Kefalet
Senedine Göre, Yerine Getirmesi Gereken Mecburi Hizmet Yükümlülüğünün
iptali istemiyle yaptığı 20.03.2013 tarihli başvurusunun reddine ilişkin
27.03.2013 tarih ve 25130427/907-99-2191 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun, “Öğretim elemanı yetiştirme” başlıklı 35.
maddesinde “Yükseköğretim kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş
ve kurulacak diğer yükseköğretim kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve
dışında, kalkınma planı ilke ve hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun
belirteceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.
(Ek fıkralar: 17/8/1983-2880/18 md.)
Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi
kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir
üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu
şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar,
bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler.
Yurt içi
veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre
bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine
getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim
kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet
çalışmaları bu hüküm dışındadır.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, davacının Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde araştırma görevlisi
olarak görev yapmakta iken, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi
uyarınca davalı idare adına Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde lisansüstü
eğitim yapmak üzere görevlendirildiği, doktora öğrencisi olarak Ortadoğu
Teknik Üniversitesi'ne gönderilmesinden önce düzenlenen sözleşme uyarınca
mecburi hizmet yükümlülüğü getirildiği; 657 sayılı yasaya göre mecburi
hizmet yükümlülüğünün bulunmadığından bahisle; mecburi hizmet
yükümlülüğünün iptaline karar verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddi
üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu
duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek
taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında,
davacı tarafından mecburi hizmet yükümlülüğünün kaldırılması ve iptali
istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli
olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Van 3. İdare
Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı Rektörlük
vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Van 3.İdare Mahkemesinin
19.6.2013 gün ve E:2013/557 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA,
27.1.2014 gününde Üye Sıddık YILDIZ’ın KARŞI OYU VE OY ÇOKLUĞU İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
KARŞI
OY
Dava,
Davalı Üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmakta iken, 2547 sayılı
Yasanın 35. maddesi uyarınca öğretim üyesi yetiştirilmek üzere başka bir
üniversitede görevlendirilen davacının, kefalet senedine göre, yerine
getirmesi gereken mecburi hizmet yükümlülüğünün iptali istemiyle yaptığı
başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde, idari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.
2547 sayılı Yasa
uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı
kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önünde
bulundurulduğunda, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit
düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığından söz etmeye
olanak bulunmadığından, ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır.
İdarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı irade ile
kurulan taahhüt ve kefalet senedine ilişkin uyuşmazlığın 2577 sayılı
Yasanın 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve
çözümünde idari yargı görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca
yapılan başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, aksi yöndeki karara karşıyım.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
4-ESAS NO : 2013/1838
KARAR NO: 2014/7
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından kaynaklanan tazminat davasının,
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- H.D., 2- A.S., 3- A.Ç., 4- M.E.B., 5- H.Ö., 6- D.K., 7- H.Y., 8- Ü.I.,
9- M.U., 10- Ü.A., 11- N.Ö., 12- Y.Ö., 13- C.Ö., 14- Ş.E., 15- A.E., 16-
D.Y.
Vekilleri
: Av. Ö.F.Y. - Av. E.Ç.
Davalılar : 1-Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. B.C.
2-Sağlık Bakanlığı
Vekili :
Haz.Av. H.K.
O L A Y
: Davacılar vekili, müvekkillerinin hissedar olduğu, Ankara İli, Çankaya
ilçesi, Kırkkonaklar Mevkiinde kâin, 26374 ada, 5 parsel nolu taşınmaza,
davalı idare tarafından her hangi bir kamulaştırma İşlemi yapılmaksızın
kesinleşmiş imar planında Sağlık Alanı olarak ayrılmak suretiyle
fiilen/hukuken el atıldığını; söz konusu taşınmaz için Kamulaştırma Kanunun
Geçici 6. maddesine atıfta bulunan 6111 sayılı kanunun geçici 2. maddesi
uyarınca uzlaşma dilekçeleri verildiğini; davalıların, talebi sürüncemede
bırakmak ve bedel ödememek için muğlâk cevap yazılarını gönderdiğini,
müvekkillerinin uzlaşmak istemediğini; dava konusu taşınmazın imarlı
olduğunu, çevresi ticari ve çok katlı yapılaşmaya uğradığını, konumu
itibariyle Ankara’nın değerli bir bölgesinde bulunduğunu; Yargıtay 5.Hukuk
Dairesinin 21.03.2011 tarih, 2010/16894 E. 2011/4865 K. sayılı ilamında
aynen “Hukuk genel kurulunun benzer konudaki 15.12.2010 gün ve
2010/5-662/651 sayılı kararı uyarınca imar planında park, yol ve okul alanı
gibi kamu hizmetine ayrılmış bulunan yerlere, el atılmamış olsa dahi
bedeline hükmedileceğine ilişkin kararı da gözetilerek, 3194 sayılı imar
kanunun 10.maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli uygulama imar
planın kesinleştiği tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı belediyece,
ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve
malikin mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle
taşınmaz bedeli ödenmelidir.” denildiğini; açıklanan nedenle, iş bu davanın
açılması zorunluluğunun doğduğunu ifade ederek; söz konusu taşınmaza,
davalı idare tarafından kamulaştırma işlemi yapılmaksızın sağlık alanı
olarak ayrılmak suretiyle hukuken/fiilen el atılmış olması sebebiyle;
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davacılara eşit olmak üzere
şimdilik, 8.000 TL kamulaştırmasız el atma tazminatının, davalı idareden
tahsil edilerek müvekkillerine payları oranında ödenmesine karar verilmesi,
alacağa kamu alacakları için öngörülen en yüksek faizin yürütülmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Dava dosyasının örneği incelendiğinde; Ankara 17.Asliye
Hukuk Mahkemesinin; 7.2.2013 gün ve E:2012/2, K:2013/60 sayı ile; davacı
Sultan Şahin tarafından aynı parsele ilişkin olarak dava açıldığından bahisle,
Mahkemeleri dosyası ile Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2011/353
sayılı dosyası arasında bağlantı bulunduğundan, birleştirilmesine,
yargılamanın Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2011/353 esas sayılı
dosyası üzerinden yürütülmesine karar vererek esası kapatmış; diğer
taraftan, Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesi; 26.3.2013 gün, E: 2013/216 sayı
ile; Mahkemelerinin E:2011/353 esas sayılı dosyasından tefrik edilen Ankara
17.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2012/2 esas sayılı dosyanın, Mahkemelerinin
esasının, yukarıda belirtilen sırasına kaydının yapıldığını belirtmiştir.
Davalı idarelerin vekilleri, süresi içerisinde görev
itirazlarında bulunmuşlardır.
ANKARA
2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:22.5.2013 gün ve E:2013/216 sayı ile, Hukuk Genel
Kurulunun 15/12/2010 tarihli 2010/5-662/651 sayılı kararına göre imar
planında kamu hizmetine tahsis edilen alanların 5 yıl ve daha fazla süre
geçmesine rağmen tahsis gayesine uygun olarak kamulaştırılmaması halinde
fiilen el atılmasa da kamulaştırmasız el atma hükümleri uygulanacağından ve
adli yargı görevli sayıldığın bahisle; davalı vekillerinin yargı yolu
itirazlarının reddine karar vermiştir.
Davalı idarelerden Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine,
dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu
hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade
açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem";
herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi
faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari
eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında sağlık alanı olarak
ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiğinin
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el
atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle
açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla, davanın 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde
yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince
idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; nitekim, 11.06.2013 günlü,
28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci
maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi
kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla
tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194
sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan
sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş
bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR,
Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un
katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın
27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalı idarelerden Çankaya
Belediye Başkanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde, anılan idare yönünden olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN
ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazlarına, imar
planında sağlık alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 8.000,00 TL bedelin, faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Dava
dosyasında bulunan Çankaya Belediye Başkanlığının cevap dilekçesinde;
Kırkkonaklar Mahallesi imarın 26374 ada 5 sayılı parselin Çankaya Belediye
Meclisinin 09.03.1988 tarih ve 101 sayılı kararı ile onaylanan Kırkkonaklar
mahallesi Islah imar planında “Sağlık Alanı " olarak ayrıldığı,
10.06.1993 tarih ve 1922 sayılı encümen kararı ile parsele ait 81035/1
no’lu parselasyon planının kesinleştiği, yapılaşma koşullarının ise E:0.80,
Hmax:9.50, çekme mesafelerinin ise tüm cephelerden 10.00’ar metre olduğu;
3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili Yönetmeliğin 28. maddesinde K.sel, sosyal
ve teknik altyapı hizmetleri için nüfus ile orantılı olarak İmar Kanununda
belirtilen standart ölçüler doğrultusunda bu alanların asgari
büyüklüklerinin belirlendiği; bu alanların hesaplanmasında planlamaya esas
olan projeksiyon nüfus dikkate alınarak, o bölgede yaşayacak insanların
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar sosyal donatı alanlarının planlandığı, bu
alanların oluşturulmasında ise yasal olarak belirlenen kesinti olan DOP
miktarının yetersiz kaldığı planlama alanında, 3194 sayılı yasanın ilgili
yönetmeliğinde belirtilen standart sosyal donatı alanlarının oluşturulması
için planlama alanındaki bütün mülkiyet sahiplerinden aynı miktarda
hisseleri oranında KOP alanı olarak ayrılmakta olduğu, planlama süreci
bittikten sonra bu tür kullanımlara ilişkin alanların ayrılmasının mümkün
olmadığı; sağlık alanları da sosyal donatı alanları içerisinde yer alan bir
kullanım olduğundan, bu alanların DOP miktarının yetersiz kaldığı
durumlarda (kamuya getirilen külfetin azaltılması için yeni yasa ile DOP
miktarı %35 den %40'a çıkarılmıştır) hisseleri oranında şahıslardan
oluşturulduğu, oluşturulan sağlık alanları hakkında, Sağlık Bakanlığı'nca
programları dahilinde ihtiyaç duyuldukça kamulaştırma işlemlerinin
yapılarak uygulama yapılmasının gerektiği; dolayısıyla sosyal donatı
alanlarının 3194 sayılı imar kanununun Plan Yapımına Ait Esaslara Dair
Yönetmelik gereği ayrılmış olduğu ve ilgili kurumlardan görüş alınması
zorunluluğunun bulunmadığı savunulmuştur.
Diğer
taraftan, dava dosyasında bulunan Ankara Valiliğinin 25.8.2011 gün ve
127799 sayılı; Sağlık Bakanlığının bila tarih, …05/752-99-06 sayılı
yazılarında taşınmazın üzerinde tesis bulunmadığı, taşınmaza fiilen el
atılmadığı belirtilmiştir.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Sağlık Alanı
kullanımında kaldığı, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin
iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun
uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı
tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları
nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile
ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda
verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi
İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No:
2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına
ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece
mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve
bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan
nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu
şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun
olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…”
gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi
Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
30.10.2013 tarih ve E:2013/603, K:2013/1503 sayılı kararıyla, imar
planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan
tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına
alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Davalı
idarelerden Çankaya Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara
2.Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idarelerden Çankaya Belediye
Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 2.Asliye Hukuk
Mahkemesinin 22.5.2013 gün ve E:2013/216 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
5-ESAS NO : 2013/1839
KARAR NO: 2014/8
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
:1-H.K.2-M.Y.3-M.D.4-G.T.5-M.D.6-H.K.7-B.K.8-A.K.9-A.K.10-İ.K.11-K.K.12-B.D.
Vekilleri : Av. A.Ş. - Av. İ.G. - Av. Y.P.
Davalı : Çankaya Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. S.Ş.
O L A Y
: Davacılar vekili, müvekkillerinin hissedar
olduğu Ankara İli, Çankaya İlçesi, Çukurca Mah. de kain 26121 ada 5
parselde kayıtlı taşınmazın, imar planı ile Sosyal Alan olarak ayrıldığını;
imar planının kesinleşmesinden itibaren aradan geçen bunca zaman
içerisinde, İmar Planındaki tahsis amacına uygun hiç bir işlem
yapılmadığını, taşınmazın plandan önceki haliyle kaldığını; 3194 sayılı
İmar Kanunu’nun 10. Maddesi hükmüyle imar planında kamu hizmet tesislerine
tahsis edilen bir yerin yasada öngörülen beş yıllık süre içerisinde, ilgili
kurumca kamulaştırma yapılmaması durumunda dava konusu taşınmaza
kamulaştırmasız el atılmış olduğunu; taşınmazların imar planında SAĞLIK
ALANI olarak ayrıldığını, mülkiyeti davacıya ait olan taşınmazda,
müvekkilinin, bu plan ve tapudaki mevcut şerh nedeniyle, mülkiyet hakkının
özünün zedelendiğini, mülkiyetten kaynaklanan hiçbir hakkını
kullanamadığını; davalı yanın imar planındaki tahsis amacına uygun hiçbir
işlem yapmaması ve malikin de bu nedenle mülkiyetten kaynaklanan haklarını
kullanamamasının Kamulaştırmasız El koyma niteliğinde olduğunu; Hukuk Genel
Kurulu kararı, Kanun gibi bağlayıcı bir hukuki bir norm olarak kabul
edildiğinden, Anayasa, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi kararlarının, Hukuk Genel Kurulu kararıyla birlikte
değerlendirildiğinde, davalı yanın müvekkillerine ait taşınmazlara
kamulaştırmasız el koymuş olduğunu gösterdiğini ifade ederek; davacıların
hisselerinin tapusunun İptali ile davalılar adına tesciline; bedelinin,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10,000.00 TL’nin
davalıdan dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar
verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili süresi
içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA
8.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:11.9.2013 gün ve E:2013/306 sayı ile, uyuşmazlığın
hukuki el atma tarihi gözetildiğinde 6487 sayılı Yasa kapsamında
değerlendirilmeyip, eylem haksız fiil niteliğinde bulunduğundan adli yargı
yerince görülmesi gerektiği düşüncesiyle davalının yargı yolu itirazının
reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, davanın imar
mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi
gerektiğinden bahisle idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu
hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade
açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem";
herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi
faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari
eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında sosyo kültürel tesis alanı
olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesi ve taşınmazın tapu kaydının davalı
idare adına tescil edilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler
karşısında; davanın, davacının
taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662
K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya
da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına
alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği; nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci
maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi
kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla
tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194
sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan
sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun
öngörülmüş bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu
maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına
alınması istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar
vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10. maddede öngörülen biçimde,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar oldukları taşınmazlarına,
imar planında sosyo kültürel tesis alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız
el atıldığından bahisle, taşınmaz bedelinin şimdilik 10.000TL’lik kısmının
faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip
çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle
ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden; dava konusu Çukurca-Birlik Mahallesi (Çankaya
Belediye Başkanlığı tarafından onaylı) ıslah imar planı kapsamındaki imarın
26121 ada 5 sayılı parselin, son yapılan 81031 nolu parselasyon planında
aynı adanın 1,2,3 ve 4 nolu parsellerinden şuyulandırılarak oluşturulduğu,
imar durumunun ise “E:1.35 Hmax:Serbest yapılaşma koşulları ile Çankaya
Belediyesi Sosyo- Kültürel Tesisler Alanı” (Sinema, Tiyatro, Konser Salonu,
Konferans Salonu, Kütüphane) olarak belirlendiği; dava dosyasında,
taşınmaza fiilen el atıldığına ilişkin bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar oldukları taşınmazlarının, imar planıyla Çankaya
Belediyesi Sosyo- Kültürel Tesisler Alanı olarak belirlendiği aradan uzun
süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme
yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine
ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve
buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı
tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları
nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili
Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen
karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci
Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586)
“…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların
özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve
hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu,
Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu
oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son
olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E:2013/603,
K:2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan
‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari
yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Ankara 8.Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Ankara 8.Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.9.2013 gün ve
E:2013/306 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
6-ESAS NO : 2013/1840
KARAR NO: 2014/9
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
İ.S.
Vekili : Av. Y.Ç.S.
Davalılar : 1-Ankara İl Özel İdaresi
2-Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Haz.Av. Ç.O.
O L A Y
: 1-Davacı vekili, müvekkilinin; Yenimahalle İlçesi, Yuva Köyü Çeşme Ayağı mevkiinde
1079 kadastro parseli olan tarlada hissedar iken; 1997 yılında 1/1000
ölçekli, 84138 nolu, kesinleşen konut alanına ait imar planının uygulamaya
başlandığını; kesinleşen imar planında; 28.000m2 den İmar Yasasının
18.md.si doğrultusunda 9.660m2 DOP kesildiğini, kalan 18.340m2.nin ise
müvekkil adına tahsis edildiği hâlde tekniğine ve usule aykırı biçimde üç
parçaya ayrıldığını; 13.418m2.sinin 43108/1 ada/parselde, 13418/14951m2
hisseli konut parseline;3.238m2.sinin 43107/4-ada/parselde, 3238/47142m2
hisseli ağaçlandırma alanına; 1.684m2.sinin 43093/1 ada/parselde
1684/18422m2 hisseli okul alanına ayrıldığını; bir başka ifadeyle;
müvekkilinin dava konusu 1.684m2 arsasına, kamu ortaklık payı KOP adı ile
okul alanı için el atıldığını; bölge plan şartına göre, 1.684 m2.ye el atma
nedeniyle, müvekkiline verilen en az zararın; 1.684m2 x l,l/128m2= 14,5
adet konuta tekabül ettiğini; uygulama planında (KOP) kamu ortaklık payı
adı ile 1.684m2.lik taşınmazın okul alanına ayrıldığını fakat 5 yıl içinde
ayrılma amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmediğini,
malikin mülkiyet hakkının, süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle
taşınmaz bedelinin sahibine ödenmediğini, dava açma zorunluluğu doğduğunu;
davalarının kabulü ile taşınmaza ait tazminatın ödenmesini müteakip dava
konusu taşınmazın davalı adına tesciline karar verilmesini de talep
ettiklerini ifade ederek; fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak şimdilik
10.000-TL'nin, taşınmaz değerinin baz alındığı tarihten itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle Ankara İl Özel İdaresine karşı
adli yargı yerinde dava açmış; bu dava Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin
E:2012/555 sayılı esasına kaydedilmiştir.
2-Davacı
vekili daha sonra, aynı istemle ve birleştirme talebiyle, Milli Eğitim
Bakanlığına karşı adli yargı yerinde bir dava daha açmış; bu dava Ankara
19.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2013/82 sayılı esasına kaydedilmiş; anılan
Mahkeme 11.2.2013 gün ve E:2013/82, K:2013/48 sayı ile; bu dosyanın Ankara
2.Asliye Hukuk Mahkemesinin E:2012/555 sayılı dava dosyası ile
birleştirilmesine, bundan sonraki yargılamanın Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin
E:2012/555 sayılı dava dosyası üzerinden yürütülmesine karar vermiştir.
Davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekili, süresi
içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:18.9.2013 gün ve
E:2012/555 sayı ile, Hukuk Genel Kurulunun 15/12/2010 tarihli
2010/5-662/651 sayılı kararına göre imar planında kamu hizmetine tahsis
edilen alanların 5 yıl ve daha fazla süre geçmesine rağmen tahsis gayesine
uygun olarak kamulaştırılmaması halinde fiilen el atılmasa da
kamulaştırmasız el atma hükümleri uygulanacağından ve adli yargı görevli
sayıldığından bahisle, görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu
hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade
açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem";
herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi
faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari
eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında okul alanı olarak
ayrılan taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle taşınmazın
değerinin ödenmesi ve taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescil
edilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla, davanın taşınmazın bedelinin
tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmının, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; nitekim,
11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı
Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde
değişiklik yapan 21'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer
verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin
görevli olduğunun öngörülmüş bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalı idarelerden
Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde, anılan idare ve davanın tazminat istemine
ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının hissedar olduğu taşınmazına, imar
planında okul alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL bedelin, faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı
8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda
belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Dava
dosyasında yer alan Yenimahalle Belediye Başkanlığı, İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 10/12/2012 gün ve M.06.3
YEN.0.13-310.99.02/30479/1963/Prslyn/1608-23624-8264 sayılı yazısının
incelenmesinden; Yuva Mahallesi 97875 m2 senet alanlı 1079 nolu parselin, Belediye
Encümeninin 06.05.1997 tarih ve 1515/1978 sayılı, 06.11.1997 tarih ve
3736/4913 sayılı, 10.02.1998 tarih ve 277/350 sayılı, 17.02.1998 tarih ve
376/533 sayılı kararları ile onaylanan 84138 nolu parselasyon planı
kapsamında kaldığı; davacının 28000/97875 hissesi bulunduğu (28000 m2); 9660 m2 Düzenleme
Ortaklık Payı (D.O.P.) kesildiği; 43093 ada 1 nolu parsele 1684 m2, 43107 ada 1
nolu parsele 3238 m2,
43108 ada 1 nolu parsele 13418
m2 olmak üzere toplam 18340 m2 lik alanın
imar ada/parsellerine dağıtımının yapıldığı; 43093 ada 1 nolu parselin
“Lise” kullanımında olduğu, “E: 1.00, Hmaks: Serbest” yapılaşma
koşullarının bulunduğu; 43107 ada 1 nolu parselin “Ağaçlandırılacak Alan”
kullanımında olduğu; 43108 ada 1 nolu parselin, Belediye Encümeninin 17.06.2004
tarih ve 1152 sayılı kararı ile ifrazen 4 ve 5 nolu parseller olduğu, 4 ve
5 nolu parsellerin “Konut” kullanımında olduğu, “E:1.00” yapılaşma
koşullarının bulunduğu belirtilmiş; ayrıca dosyadaki 24.6.2013 tarihli
Bilirkişi Kurulu Raporunda; dava konusunu oluşturan 43093 ada 1 parselin
üzerinde herhangi bir yapının bulunmadığı, boş arsa olduğu ve taşınmazı
fiili bir el atmanın olmadığı ifade edilmiştir.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Okul/lise Alanı
kullanımında kaldığı, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacıya ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı
tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor
alanı” olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı
tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay
Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci
Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586)
“…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların
özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve
hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş
olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını
sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi
değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık
Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu
oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son
olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E:2013/603,
K:2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan
‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari
yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
idarelerden Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara
2.Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idarelerden Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin
GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin
18.9.2013 gün ve E:2012/555 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
7-ESAS NO : 2013/1846
KARAR NO: 2014/12
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A.P.
Vekili : Av. E.Ş.
Davalı : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. M.U.
O L A Y
: Davacı vekili, Ankara İli, Çankaya
İlçesi, Hilal Mahallesi 27704 Ada, 1 Parsel sayılı 5198 m2 büyüklüğündeki
arsa vasfındaki taşınmazın 6 m2’sinin müvekkilinin murisi A.P. adına
kayıtlı olduğunu; parselin tamamının oyun ve spor alanı yeri olarak
ayrıldığını, ancak davalı idarenin bu güne kadar herhangi bir düzenleme
yapmadığını, parselin halen boş arsa olarak durduğunu; müvekkilinin
arsaları üzerinde mülkiyet hakkından kaynaklı tasarruflarını
kullanamadığını; idarenin, taşınmaza eylemli olarak el atmasa bile hukuki
olarak mülkiyet hakkından kaynaklanan haklarının kullanımını engellemek
suretiyle taşınmazlara el atmış bulunduğunu; 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’na
18.06.2010 tarihinde 5999 Sayılı yasa ile eklenen geçici 6. Madde, davalı
idare ile öncelikle uzlaşmayı esas saymış ise de uzlaşma seçimlik bir hak
olup, kişilerin yasa zoruyla idare ile uzlaşmaya zorlanmasının idare ile
şahıs arasındaki menfaat dengesini idare lehine bozan bir yaklaşım olduğu
düşüncesiyle uzlaşma haklarını kullanmadıklarını ifade ederek; fazlaya
ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla; kamulaştırmasız el
atma neticesinde müvekkilin hissesinin davalı idare adına tapuya tescili
karşılığında şimdilik 12.000,00 TL tazminatın (arsa bedeli) dava tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte tahsili istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı idare vekili süresi
içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA
10.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:26.9.2013 gün ve E:2013/77 sayı ile, davalının
yargı yolu itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı
vekilinin, davanın imar
mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi
gerektiğinden bahisle idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu
hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade
açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem";
herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi
faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari
eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında oyun ve spor alanı
olarak ayrılan taşınmazın değerinin ödenmesi ve taşınmazın tapu kaydının
davalı idare adına tescil edilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu
bilgiler karşısında; davanın, davacının
taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662
K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya
da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına
alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği; nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci
maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi
kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla
tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194
sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan
sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş
bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi
istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarenin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca 10. maddede öngörülen biçimde,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacının
hissedar olduğu taşınmazına, imar planında oyun ve spor alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, taşınmaz bedelinin
şimdilik 12.000TL’lik kısmının faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” başlıklı
8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda
belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmü;
Aynı
Kanun'un 18. maddesinde, “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız
arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya
belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar
planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil
işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye
ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler
veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı
sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme
dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında "düzenleme
ortaklık payı" olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak
düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların
düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.
(Değişik
üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye
tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil
saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili
tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.
Düzenleme
ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler
için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu
takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanır.
Herhangi
bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde
düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır.
Bu fıkra
hükümlerine göre, herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme
ortaklık payı alınmaz. Ancak, bu hüküm o parselde imar planı ile yeniden
bir düzenleme yapılmasına mani teşkil etmez…” hükmü yer almıştır.
Dava
dosyasının incelenmesinden; dava konusu 27704 ada 1 parselin; Çankaya
Belediye Meclisince onaylanarak kesinleşen Hilal 1-Yıldız 1 imar planı
değişikliği onama sınırları içinde kaldığı; anılan imar planına istinaden
3194 sayılı imar kanunun 18. maddesi ve ilgili yönetmeliklere istinaden
hazırlanan 81149 nolu parselasyon planı ile düzenlemeye giren kadastral
parsellerden %34,99 Düzenleme ortaklık payı kesildiği; 27704 ada 1 sayılı
parselin kamu alanı olması sebebiyle düzenlemeye giren kadastral
parsellerden pay verilmek suretiyle oluşturulduğu; taşınmazın yerleşim
alanında olması sebebiyle Belediye hizmetlerinden,(Yol, Ulaşım, Temizlik
,vb.) faydalandığı; imar planı ile Oyun ve Spor Alanı olarak belirlendiği,
Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 16/12/2011 tarih ve 3731 sayılı
kararıyla yapılaşma şartlarının E=0.20, H.Max=Serbest Olarak Belirlendiği;
27704 ada 1 parseli de kapsayan 81149 nolu parselasyon planının Belediye
Encümeninin 05/06/1997 tarih ve 2579 sayılı kararıyla onaylanarak askı ve
ilan işlemleri sonunda kesinleşerek tapuya tescilinin sağlandığı; dava
dosyasında, taşınmaza fiilen el atıldığına ilişkin bilgi ve belgenin
bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacının hissedar olduğu taşınmazın, imar planıyla Oyun ve Spor Alanı
olarak belirlendiği aradan uzun süre geçmesine rağmen kamulaştırılmadığı,
taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazın bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın
konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan davacıya ait
taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı
tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları
nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile
ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda
verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi
İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No:
2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına
ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece
mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve
bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan
nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu
şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun
olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…”
gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete,
30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
30.10.2013 tarih ve E:2013/603, K:2013/1503 sayılı kararıyla, imar
planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan
tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına
alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.9.2013 gün ve
E:2013/77 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
8-ESAS NO : 2013/1847
KARAR NO: 2014/13
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- T.Ç., 2- E.Ç.'a velayeten T.Ç., 3- E.Ç., 4- H.A.
Vekilleri
: Av. İ.Z., & Av. H.Z., & Av. R.D., & Av. T.Ç., & Av. A.Ü.,
& Av. A.G.K.
Davalılar : 1-Ankara Valiliği (Ankara İl Özel İdaresini
izafeten)
Vekili :
Av. Z.T.
2-Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Haz.Av. Ç.O.
O L A Y
: 1-Davacı vekili, müvekkillerinin hissedar oldukları Ankara İli, Çankaya
İlçesi, Çukurca Mah. 26796 Ada 1 parselde arsa vasıflı 6.336,00 metrekare
yüzölçümlü ana taşınmazın, parselasyon planı ile okul yeri olarak
ayrıldığını, tapu kaydının beyanlar hanesine 31/08/1990 tarihinde bu yönde
şerh konulduğunu; davalı idarenin, 1990 yılından bu zamana tapu kaydındaki
şerhe ilişkin herhangi bir tesis yapmadığını, okul yapmaya yönelik herhangi
bir faaliyette bulunmadığını; taşınmazın tapu kaydındaki okul yeri
şerhinin, taşınmazın piyasa rayiç değerini olumsuz yönde etkilediğini,
müvekkillerinin hisseleri üzerindeki fiili ve hukuki tasarruf haklarını
Anayasa'ya aykırı bir şekilde sınırlandırdığını; idarenin, tapudaki şerh
doğrultusunda herhangi bir faaliyette bulunmadığı gibi tapu kayındaki şerhi
de kaldırmadığını, taşınmaza hukuken el atan davalının, ana taşınmazın
rayiç değeri üzerinden müvekkillerinin hisse bedellerini ödemekle yükümlü
bulunduğunu ifade ederek; dava konusu taşınmazda müvekkilleri adına kayıtlı
olan hisselerin iptali ile davalı idare adına tesciline; ana taşınmazın
yargılamada belirlenecek rayiç değerinden müvekkillerin hisselerine düşen
bedele ilişkin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik her
bir davacı için ayrı ayrı 20.000.-TL olmak üzere toplam 80.000,00.-TL'nin
dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan
tahsili ile hisseleri oranında müvekkillere ödenmesine karar verilmesi
istemiyle Ankara İl Özel İdaresine karşı adli yargı yerinde dava açmış;
daha sonra Mahkemenin ara kararı ve davacının talebi üzerine Milli Eğitim
Bakanlığı da davaya dahil edilmiştir.
Davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekili, süresi
içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA
10.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:18.9.2013 gün ve E:2012/713 sayı ile, görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalılardan Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu
hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade
açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem";
herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi
faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari
eylem" olarak tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı
İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında okul yeri, lise alanı
olarak ayrılan taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle taşınmazın
değerinin ödenmesi ve taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescil
edilmesinin istenildiğinin anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın,
taşınmazın malikleri yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde
kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici
nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin
bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve
imar uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış
oldukları etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak
nitelendirilmesine ve bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin
adli yargı yerlerinde açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine,
hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla, davanın taşınmazın bedelinin
tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmının, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1 'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği; nitekim,
11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı
Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde
değişiklik yapan 21'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer
verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin
görevli olduğunun öngörülmüş bulunduğu; açıklanan nedenle, 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca davanın taşınmazın bedelinin tazminat
olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, Davalı idarelerden
Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin, anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen
yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca,
10. maddede öngörülen biçimde, anılan idare ve davanın tazminat istemine
ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine
oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıların hissedar olduğu taşınmazlarına, imar
planında okul yeri, lise alanı
olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik, toplam 80.000 TL bedelin, faizi ile birlikte tahsili istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni
plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan
yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya
yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Dava
dosyasının incelenmesinden; dava konusu edilen 26796 ada 1 parselin;
Çankaya Belediyesi, Birlik Mahallesi Çukurca 3. etap imar planı onama
sınırları içinde kaldığı; İmar Planı ile E=1.20, H.Max=12.50 olmak üzere,
Lise Yeri olarak belirlendiği; Çankaya Belediyesi Encümeninin 19/04/1990
tarih ve 1090 sayılı kararıyla onaylanan 81054 nolu parselasyon planı ile
düzenlemeye giren kadastral parsel maliklerinden pay verilmek suretiyle
oluşturulduğu; dosyada taşınmaza fiilen el atıldığına ilişkin bir bilgi ve
belgenin bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacıların hissedar olduğu taşınmazın imar planıyla Lise Alanı
kullanımında kaldığı, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen
kamulaştırılmadığı, taşınmaz üzerinde düzenleme yapılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacılara ait taşınmazın bedelinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı
tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması nedeniyle,
tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve
tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda
açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin
görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli,
idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını
kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar
bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince
yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle
oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı”
olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı
tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay
Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci
Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586)
“…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların
özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve
hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın
sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi
tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup,
başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma
fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi
değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık
Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından,
başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin
‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle
reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E:2013/603, K:2013/1503 sayılı
kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el
atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde
olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
idarelerden Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara
10.Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı idarelerden Milli Eğitim
Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 10.Asliye Hukuk
Mahkemesinin 18.9.2013 gün ve E:2012/713 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
9-ESAS NO : 2013/1851
KARAR NO: 2014/14
KARAR TR : 27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A
R
Davacılar
: S. N. Mirasçıları; 1- B.A., 2- M.N., 3- T.N., 4-M.Ü.,
F.N.E.Mirasçıları; 5- Ü.E., 6- A.B., 7-
M.Y., 8- Ü.E.
Vekilleri
: Av. N.G. & Av. B.Ş.
Davalılar
: 1-Şişli Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. E.Z.
2-Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Av. A.K.D.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların İstanbul ili, Şişli ilçesi, Mecidiye Köy Mahallesi,
1981 ada, 7 parselin hisseli malikleri olduğu, taşınmazın 17.02.1954
tarihli 1/5000 ölçekli Beyoğlu nazım imar planında hektar yoğunluklu seyrek
meskun sahada kalmakta iken, 01.06.1987 tarihli 1/1000 ölçekli Mecidiyeköy
– Dikilitaş uygulama planında kısmen yol, kısmen de sosyal tesisler alanına
alındığı, 29.12.2003 tarihli 1/5000 ölçekli Şişli merkez ve çevre revizyon
nazım imar planında ise kültürel tesis alanı olarak ayrıldığı, arsa
sahipleri tarafından yapılan itirazlar üzerine 24.06.2006 tarihli 1/1000
ölçekli Şişli-Merkez ve Çevre Uygulama İmar Planında blok nizam yapılanma
hakkı alındığı, 13.02.2010 tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planı tadilatı
ve 16.12.2010 tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planı tadilatı ile
Mecidiye İlköğretim Okulu Müdürlüğü’nün yetersiz bahçe ve binaya sahip
oldukları gerekçesiyle Şişli Kaymakamlığı İl Milli Eğitim Müdürlüğünü
görüşleri doğrultusunda dava konusu gayrimenkulünde içerisinde bulunduğu
bölgede bir kısım parsellerin İlköğretim alanı, bir kısım parsellerinde yol
alanı olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile, şimdilik 10.000,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan
tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekili süresi içerisinde
verdiği cevap dilekçesinde ve ön inceleme duruşmasında görev itirazında
bulunmuştur.
Davalı Şişli Belediye Başkanlığı vekili ön inceleme
duruşmasında görev itirazında bulunmuştur.
İSTANBUL 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 18.07.2013 gün ve
E:2012/497 sayı ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının
onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen
parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari
işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve
uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu
konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek,
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği
belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane
TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.01.2014
günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunmaları üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Milli Eğitim Bakanlığı açısından, 10.
maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında
ilköğretim alanı ve yol alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile,
10.000,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni
plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan
yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya
yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip
çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında ilköğretim alanı ve yol alanında kaldığı,
taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, 22.08.2013 tarihinde mahallinde
yapılan keşif sonrası verilen 20.12.2013 tarihli bilirkişi raporu ile
belirlendiği, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu
oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son
olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603,
K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan
‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari
yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Milli
Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul 6. Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ
ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.07.2013
gün ve E:2012/497 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 27.01.2014
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
10-ESAS NO : 2013/1863
KARAR NO:
2014/15
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar planından
kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği
hk.
K A R A
R
Davacılar
:
1-A.T.2-M.T.3-M.E.4-G.A.5-G.A.6-N.B.7-S.Ü.8-T.B.9-A.E.10-A.E.11-F.U.12-F.E.
Vekili :
Av. S.A. & Av. A.D.
Davalı :
Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği
Vekili :
Av. Z.T.
O L A Y : Davacı vekili dava
dilekçesinde özetle; davacının Ankara ili, Keçiören İlçesi, Ovacık
Mahallesi, 90459 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın hisseli malikleri olduğu,
taşınmazın imar planında “ Okul Alanı” olarak ayrıldığını belirterek,
taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
Davalı vekili süresi içerisinde verdiği cevap
dilekçesinde görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 17.09.2013 gün ve
E:2013/214 sayı ile, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara
Valiliği vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen
parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem,
bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları
bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki
hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci fıkrasının
(b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,"
hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği belirtilerek, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak ödenmesi
istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.01.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği vekilinin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları
görev itirazının reddedilmesi ve Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara
Valiliği vekilinin 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması
üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten
Ankara Valiliği açısından, 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir
noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında “
okul alanı” olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle, taşınmazın tapusunun davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 1.000,00 TL’nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni
plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan
yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya
yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında Eğitim Tesisleri Alanında kaldığı, taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığının 07.10.2013 tarihinde mahallinde yapılan
keşif sonrası verilen 28.10.2013 tarihli bilirkişi raporu ile belirlendiği,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının
başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013,
Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve
E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan
kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların
idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat
olarak ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği vekilinin
görev itirazının Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın
bedelinin tazminat olarak ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN
KABULÜ ile, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği
vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Ankara 11.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17.09.2013 gün ve E:2013/214 sayılı
REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 27.01.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
11-ESAS NO : 2013/1868
KARAR NO:
2014/17
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A
R
Davacılar
: 1- R.R., 2- M.R., 3- N.Y., 4- A.E.
Vekilleri
: Av. N.G. & Av. B.Ş.
Davalılar
: 1-Şişli Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. E.Z.
2-Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Av. A.K.D.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların İstanbul ili, Şişli ilçesi, Mecidiyeköy Mahallesi, 1981
ada, 8 parselin hisseli malikleri olduğu, taşınmazın 17.02.1954 tarihli
1/5000 ölçekli Beyoğlu nazım imar planında hektar yoğunluklu seyrek meskun
sahada kalmakta iken, 01.06.1987 tarihli 1/1000 ölçekli Mecidiyeköy –
Dikilitaş uygulama planında kısmen yol, kısmen de sosyal tesisler alanına
alındığı, 29.12.2003 tarihli 1/5000 ölçekli Şişli merkez ve çevre revizyon
nazım imar planında ise kültürel tesis alanı olarak ayrıldığı, arsa
sahipleri tarafından yapılan itirazlar üzerine 24.06.2006 tarihli 1/1000
ölçekli Şişli-Merkez ve Çevre Uygulama İmar Planında blok nizam yapılanma
hakkı alındığı, 13.02.2010 tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planı tadilatı
ve 16.12.2010 tarihli 1/1000 ölçekli uygulama imar planı tadilatı ile
Mecidiye İlköğretim Okulu Müdürlüğünün yetersiz bahçe ve binaya sahip
oldukları gerekçesiyle Şişli Kaymakamlığı İl Milli Eğitim Müdürlüğünün
görüşleri doğrultusunda dava konusu gayrimenkulünde içerisinde bulunduğu
bölgede bir kısım parsellerin İlköğretim alanı, bir kısım parsellerinde yol
alanı olarak ayrıldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile, şimdilik 10.000,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan
tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekili süresi içerisinde
verdiği cevap dilekçesinde ve ön inceleme duruşmasında görev itirazında
bulunmuştur.
Davalı Şişli Belediye Başkanlığı vekili ön inceleme
duruşmasında görev itirazında bulunmuştur.
İSTANBUL 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 18.07.2013 gün ve
E:2012/498 sayı ile, görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdikleri dilekçeleri üzerine, dava dosyasının
onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen
parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari
işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları
bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu konudaki
hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek, davanın
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci
fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği
belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.01.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekili ile Şişli Belediye Başkanlığı
vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve davalılardan Milli Eğitim
Bakanlığı vekilinin 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Milli Eğitim Bakanlığı
açısından, 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında ilköğretim
alanı ve yol alanı olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile,
10.000,00 TL’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik dördüncü
cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren
belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin
internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir
aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca
belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş
gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında ilköğretim alanı ve yol alanında kaldığı,
taşınmaza idarece fiilen el atılmadığının 22.08.2013 tarihinde mahallinde
yapılan keşif sonrası verilen 20.12.2013 tarihli bilirkişi raporu ile
belirlendiği, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin
ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece
3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile
yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının
başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013,
Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve
E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan
kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların
idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Milli
Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının İstanbul 6. Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ
ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.07.2013
gün ve E:2012/498 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 27.01.2014
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
12-ESAS NO : 2013/1870
KARAR NO:
2014/18
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A
R
Davacı :
T.U.
Vekili :
Av. K.V.
Davalı :
Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği
Vekili :
Av. D.O.İ.
O L A Y : Davacı vekili dava
dilekçesinde özetle; davacının Ankara ili, Yenimahalle İlçesi, Yuva
Mahallesi, 43060 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın hisseli maliki olduğu,
taşınmazın imar planında “ okul alanı” olarak ayrıldığını belirterek,
taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 2.000,00 TL nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
Davalı vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesi
ile görev itirazında bulunmuştur.
ANKARA 24. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 20.06.2013 gün ve
E:2013/89 sayı ile, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara
Valiliği vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin, idari yargı
yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI; İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen
parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari
işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve
uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu
konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci
fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği
belirtilerek, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak ödenmesi
istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi
uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.01.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği vekilinin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları
görev itirazının reddedilmesi ve Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği
vekilinin 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara
Valiliği açısından, 10. maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki
belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay
Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının hisseli taşınmazına, imar planında “
okul alanı ” olarak ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından
bahisle, taşınmazın tapusunun davalı adına tescili ile, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 2.000,00 TL’nin faizi ile birlikte
davalıdan tahsili istemiyle açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında İlköğretim Alanında kaldığı taşınmaza idarece
fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı” nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezlinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun
Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa
Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih
ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde
tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari
bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve
iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının
başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013,
Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve
E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan
kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların
idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat
olarak ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, başvurusunun kabulü
ile, davalı Ankara İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği vekilinin
görev itirazının Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin
kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, davanın, taşınmazın
bedelinin tazminat olarak ödenmesi istemine ilişkin kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Ankara
İl Özel İdaresine izafeten Ankara Valiliği vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.06.2013
gün ve E:2013/89 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA, 27.01.2014
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
13-ESAS NO : 2013/1872
KARAR NO:
2014/20
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece
giderilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
A. Sigorta A.Ş.
Vekilileri
: Av. S.U., Av. H.B.
Davalı :
Ankara Valiliği (İl Özel İdaresini İzafeten)
Vekili :
Av. D.S.
O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde, Müvekkili şirkete kasko sigortası ile sigortalı bulunan 38……
plakalı aracın, 22.11.2012 günü, Polatlı-Yunak Karayolundan Hıdırlar Köyü 8,3 km.sine geldiğinde,
virajlı yolda kayarak takla atıp hasara uğradığını; trafik kaza raporuna
göre davalı idarenin sorumluluğunda bulunan köy yolunda gevşek malzeme
bulunduğuna dair uyarıcı levha bulunmaması sebebiyle, davalı idarenin de bu
kazada tali kusurlu olduğunun tespit edildiğini; tespit edilen hasar için
onarımı yapan servise 01.02.2013 tarihinde 12.540,00 TL. ödendiğini;
müvekkili şirketin, sigorta poliçesi gereğince hasar bedelini ödemekle,
Türk Ticaret Kanununun 1472. maddesi gereğince sigortalının haklarına halef
olduğunu, Anayasanın 125. maddesi gereğince idarenin, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı tazmin etmekle yükümlü bulunduğu; olaydaki kusur
durumu belli olmadığından, davalı idare hakkında fazlaya dair talep hakları
saklı kalmak üzere şimdilik 2/8 kusur durumu dikkate alınarak 3.135,00 TL.
nin tahsilini talep ettiklerini; Karayolları Trafik Kanunu gereğince
çıkartılan ve yürürlükte bulunan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 14.
maddesine göre, Köy Yollarında trafik düzeni ve güvenliği açısından gerekli
düzeltme ve işaretlemeleri yaparak tedbir almak ve aldırmanın, Tarım ve Köy
İşleri Bakanlığı’na ait olduğunu, Köy İşleri Bakanlığı’nın bu yöndeki görev
ve sorumlulukları ise eskiden Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından
yerine getirilirken, 28.01.2005 tarihinde yayımlanan 5286 sayılı Kanunla bu
görevin İl Özel İdarelerine, dolayısıyla bağlı oldukları Valiliklere
verildiğini; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 6099 sayılı Kanunun
14. maddesi ile değişik 110. maddesinin ise, Karayolları Trafik Kanunu’ndan
doğan bu tür davalarda Adli Yargı’nın görevli olduğunu hükme bağladığını
ifade ederek; fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalmak üzere
şimdilik 3.135.00 TL. alacağın ödeme tarihi olan 01.02.2013 tarihinden
itibaren davalı idareden yasal faizi ile birlikte tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalı idare vekili süresi
içinde verdiği dilekçede davanın görüm ve çözüm yerinin idari yargı
olduğunu ileri sürerek, görev itirazında bulunmuştur. ANKARA
1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:16.7.2013 gün ve E:2013/112 sayı ile, davalı
vekilinin yargı yolu itirazının, 2918 Sayılı Yasanın 110. maddesi gereğince
reddine karar vermiştir.
Davalı idare
vekilinin idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dosya Danıştay
Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI:
Anayasanın 125. Maddesinin son
fıkrasında "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür." kuralına yer verilmiş olduğu; 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 2. Maddesinin 1. Fıkrasının (b) bendinde İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davalarının "idari dava türleri" arasında
sayıldığı; Karayolları Trafik Kanununun 9/B-l maddesinde yer alan hüküm
uyarınca, köy yollarında trafik düzeni ve güvenliği açısından gerekli
düzenleme ve işaretlemeleri yaparak tedbir almak ve aldırmanın (5286 Sayılı
Kanun gereği ) davalı idarenin görev ve yetkisi altında bulunduğu; yukarıda
belirtilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden, davanın kamu
idaresinin yasayla kendisine verilmiş bulunan görevi hiç yapmamasından
ve/veya eksik ya da kusurlu yapmasından kaynaklanan ve hizmet kusuru
nedeniyle doğan zararların karşılanmasından kaynaklandığı, bu haliyle hizmet
kusuru nedeniyle doğduğu ileri sürülerek kamu idarelerine karşı açılan
davalarda görevli yargı yerinin idari yargı olduğu gerekçesiyle; 2247
sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idare
vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak
yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre
içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı’nca, 10. maddede
öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının
esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın davada adli yargı, Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün ise
davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da
dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece
giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.
2918
sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının
karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve
trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek
olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili
kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve
denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk,
çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında
uygulanacağı belirtilmiş ; “Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığının görev ve
yetkileri” başlıklı 9.maddesinde; “ Bu Kanuna göre, Tarım Orman ve
Köyişleri Bakanlığının görev ve yetkileri şunlardır:
(…)
b) Köy yollarında;
1. Trafik düzeni ve güvenliği açısından gerekli düzenleme ve
işaretlemeleri yaparak, tedbir almak ve aldırmak,
2. Yol güvenliğini ilgilendiren konulardaki; kavşak durak yeri, yol
dışı park yeri, aydınlatma ve benzeri tesislerin projelerini incelemek ve
gerekenleri onaylamak,
3. Yapım ve bakımından sorumlu olduğu karayollarında 17 nci maddede
sayılan tesisler için bağlantıyı sağlayacak geçiş yolları yönünden izin
vermek,
4. Yetkili birimlerce veya trafik zabıtasınca tespit edilen trafik
kaza analizi sonucu, karayolu yapısı ve işaretlemeye dayalı kaza nedenleri
gözönünde bulundurularak gerekli tedbirleri almak,
5. Bu Kanunla ve bu Kanuna göre çıkarılan yönetmeliklerle köy
yolları için verilen trafikle ilgili diğer görevleri yapmak.
Köy yolları için sayılan görev ve hizmetlerden zorunlu ve gerekli
görülenler orman yolları için de uygulanabilir.”denilmiştir.
Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik
110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan
araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan
doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu
görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte
meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar,
sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan
acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın
vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu
Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü,
yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, 23.11.2012 günü saat 09.00 sıralarında, Polatlı-Yunak
istikametinden Hıdırlar Yaylası istikametine doğru seyretmekte olan
M.Y.nin, yönetimindeki, davacı Şirkete sigortalı, 38 HL 360 plakalı aracı
ile olay mahalli virajlı yol kesimine geldiğinde, direksiyon hakimiyetini
kaybedip, aracının soldan yol dışına çıkarak devrilmesi üzerine, yaralanma
ve maddi hasarla sonuçlanan trafik kazası meydana geldiği; davacı şirketin,
yolda gevşek malzeme bulunduğuna dair uyarıcı levha bulunmaması nedeniyle
davalı İdarenin de olayda tali kusurlu olduğunu ifade ederek, hasarlanan
araç için 01.02.2013 tarihinde 12.540 TL ödeme yapıldığını, 2/8 kusur
oranına karşılık gelen 3.135 TL’nin yasal faizi ile tahsili istemi ile dava açtığı anlaşılmaktadır.
Belediye
aleyhine idare mahkemesinde açılan başka bir tazminat talepli tam yargı
davasında, İdare Mahkemesi 2918 sayılı Yasanın 110.maddesinin 1.fıkrasının
birinci ve ikinci cümlelerinin Anayasaya aykırı olduğu kanısına varmış,
İdare Mahkemesinin bu iki cümlenin iptali istemiyle yaptığı başvuruyu
inceleyen Anayasa Mahkemesi 8.12.2011 gün ve E:2011/124, K:2011/160 sayı;
8.11.2012 gün ve E:2012/118, K:2012/170 sayılı ve 28.5.2013 gün ve
E:2013/59, K:2013/68 sayılı aynı içerikli kararları ile; “2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110.
maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanun’dan doğan sorumluluk davalarının
adli yargıda görüleceği öngörülmektedir. İtiraz başvurusunda bulunan
mahkeme ise idare mahkemesi olup davaya bakmakta görevli ve yetkili mahkeme
değildir.
Başvurunun Mahkeme’nin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.” kararına varmıştır.
Nihayet,
aynı konuda Asliye Hukuk Mahkemesi’nce yapılan itiraz başvurusunda Anayasa
Mahkemesi 26.12.2013 tarih ve E:2013/68, K:2013/165 sayılı kararıyla; yasa
koyucunun “haklı neden” ve “kamu yararı” gerekçesiyle idari yargının
görevine giren bir konuyu adli yargı organına bırakabileceği, davanın
somutunda da 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile bu
görevin adli yargıya bırakılmasında Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmadığı
gerekçesiyle, maddenin iptal isteminin oy birliğiyle reddine karar
vermiştir. Anayasa’nın 158. inci maddesinin son fıkrasında “Diğer
mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa
Mahkemesinin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin
26.12.2013 tarih ve E:2013/68, K:2013/165 sayılı kararı, yasa koyucunun
idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine
verebileceğine, 2918 Sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin bu nedenle
Anayasa’ya aykırı olmadığına dair olup, esası itibariyle görev konusunda
verilmiş bir karardır ve Anayasanın 158 inci maddesi uyarınca başta
Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu
bir karar mesabesindedir.
Bu
durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110.
maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararları gözetildiğinde,
bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden
trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda
alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları,
şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini,
ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma
usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak
sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu;
meydana gelen maddi zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli
yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısının başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 27.1.2014 gününde Üye Eyüp Sabri
BAYDAR’ın KARŞI OYU VE OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.
KARŞI OY
Davalı
İdarenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu meydana
gelen kazada, davacının uğradığı maddi zararın tazmini istemi ile Adli
Yargı İlk Derece Mahkemesinde dava açılmış,
Yargılama
sonucunda "idarenin hizmet kusuruna dayalı açılan davaların tam yargı
davası niteliğinde bulunduğu, İdari Yargıda açılması gerektiği"
gerekçesi ile dava dilekçesi yargı yolu yönünden reddedilmiş,
Kararın
kesinleşmesi üzerine bu kez davacı vekili aynı istekle İdari Yargıda dava
ikame etmiş,
İdare
Mahkemesi de yargılama sonucunda "uyuşmazlığın 2918 Sayılı Yasa'nın
110. maddesi gereğince Adli Yargıda çözümlenmesi gerektiği" gerekçesi
ile yargı yolu yönünden davanın reddine, 2247 Sayılı Yasa'nın 19.maddesi
gereğince görevli yargı kolunun belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığı'na gönderilmesine karar vermiş,
Bu
kararın da kesinleşmesi üzerine dosya Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmiş,
Yüksek Mahkemece yapılan inceleme sonucunda "2918 Sayılı Yasa'nın
110.maddesi hükümleri gözetildiğinde davanın Adli Yargıda çözümlenmesi
gerektiği" düşüncesi ile Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik
kararının kaldırılmasına, Adli Yargının görevli olduğuna oyçokluğuyla kesin
olarak karar verilmiştir.
Sayın
çoğunluğun uyuşmazlıkta Adli Yargıyı görevli kabul eden düşüncesine iştirak
edilmesi mümkün değildir.
Zira;
Davada,
davalı idarenin karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmali sonucu zarara
neden olan kazanın meydana geldiği iddia edilmektedir.
5302
sayılı İl Özel İdaresinin Kanununun İl Özel İdarelerinin görev ve
sorumluluklarına ilişkin 6/B maddesinde "imar , yol, su, kanalizasyon,
katı atık, çevre , acil yardım vs. ilişkin hizmetleri Belediye sınırlan
dışında yapmakla" görev ve yetkili olduğu öngörülmüştür.
TC
Anayasası'nın 125/son md. "idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlü olduğu" kurala bağlanmış,
2577
Sayılı İYUK 2/1-b md. "idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
haklan ihlal edilenler tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava
çeşitleri arasında" sayılmıştır.
Bu
durumda İl Özel İdaresinin yetki ve sorumluluk sınırları içindeki yolun
yapım, bakım ve onarımının yapılmadığı nedeniyle doğan zararın tazmininin
amaçlanmış olması karşısında, idarenin görevinde olan kamu hizmetini
yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın ödetilmesine yönelik bulunan
uyuşmazlık konusu davanın, olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun
olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya idarenin
sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde esas alman
idare hukuku kurallarına ve 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı
davasında görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır.
Sayın
çoğunluk, karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki ihmalden doğan zararda
Adli Yargıyı görevli kabul eden görüşünde hukuki dayanak olarak 2918 Sayılı
KTK 110/1 md. hükümlerini esas almıştır.
11.01.2011
gün 6099 Sayılı Yasa'nın 14. maddesi ile 2918 Sayılı KTK 110. maddesine
eklenen 1 .fıkra ile "işleteni veya sahibi devlet ve diğer kamu
kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları
dahil bu kanundan doğan sorumluluk davaları Adli Yargıda görülür..."
hükmü getirilmiştir.
Sayın çoğunluk
görüşünün aksine eldeki uyuşmazlık anılan yasa hükmü kapsamında
kalmamaktadır.
Çünkü,
2918 Sayılı KTK 85.maddesinde açıkça belirtildiği gibi yasa motorlu
araçların işletilmesinden doğan zararlar nedeniyle işletenin hukuki
sorumluluğunu düzenlemektedir.
Yasa
hükmünde geçen bu kanundan ve Adli Yargıda görülmesi gereken sorumluluk
davaları, 2918 Sayılı Yasa'nın 85.maddesinde düzenlenen motorlu araçların
işletilmesi nedeniyle verilen zararlardan dolayı araç işletenin hukuki
sorumluluğuna ilişkin davalardır.
Yasa
değişikliğinden önce kamu araçlarının işletilmesi nedeniyle verilen
zararlardan dolayı kamu idaresinin sorumluluğunun hangi yargı kolunda görüm
ve çözümü konusunda yasada bir düzenleme bulunmadığından İdari ve Adli
Yargı organları arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını sonlandırmak üzere
sözü geçen yasa hükmü getirilmek suretiyle kamu araçlarının verdiği
zararlar nedeniyle işletenin sorumluluğunda 2918 Sayılı Yasa'nın amacına
uygun olarak Adli Yargıda görüm ve çözüm esası benimsenmiştir.
Nitekim
yasa değişikliğine ilişkin Hükümet gerekçesi de getirilen yeni hükmün bu
nedenle maddeye eklendiğini teyit etmektedir.
Diğer
taraftan, sayın çoğunluk 2918 sayılı yasanın 110. maddesi hükmünün iptali
istemi ile Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda verilen yorumlu red
kararlarını, karara dayanak almakta ise de bu görüşe de itibar edilmesi
mümkün değildir.
Zira;
"T.C. Anayasasında, Anayasa Mahkemesinin iptal veya iptal talebinin
reddi dışında yorumlu red kararı verebileceğine dair bir işaret yoktur.
Tersine T.C. Anayasasının 153/2 maddesi ".Anayasa Mahkemesi bir kanun
veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken,
kanun koyucu hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis
edemez. " hükmü böyle bir anlayışın benimsenmemiş olduğunun kanıtı
olarak kabul edilebilir. Gerçi madde iptal kararlarından bahsetmektedir,
ama Anayasa koyucunun amacının Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi
hareket etmesini önlemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yorumlu red
kararlarının ise diğer mahkemeleri, idare makamlarını, gerçek ve tüzel
kişileri bağlaması itibariyle bir çeşit pozitif kanun koyuculuk anlamına
geldiğine şüphe yoktur. (Türk Anayasa Hukuku Prof. Dr. Ergun Özbudun. Sh.
440 vd.)
Hakkında
yorumlu red kararı verilen bir kanun maddesi yürürlükte kalmaya devam eder.
Dolayısıyla somut olaylara uygulanır. Somut olaylarda o maddenin ne anlama
geldiğine, yani nasıl yorumlanacağına, bundan sonra da Anayasa Mahkemesi
değil onu uygulayacak Mahkemeler karar verir. Anayasa Mahkemesinin yorumlu red
kararı verirken yaptığı yorumunun diğer mahkemeleri bağlaması mümkün
değildir. Bir kanun maddesinin nasıl yorumlanacağına onu uygulayacak olan
Adli- idari ve Askeri Yargı organları karar verir. Anayasa Mahkemesi Adli,
idari ve Askeri kollarının üst mahkemesi olmadığına göre bu yargı
kollarındaki mahkemelere kendi yorumunu empoze etmesi mümkün değildir. O
halde Anayasa Mahkemesinin verdiği yorumlu red kararlarının kendilerinden
beklenen fonksiyonu ifa edebilmeleri, diğer mahkemelerin Anayasa
Mahkemesinin bu yorumlarını benimsemelerine bağlıdır. Oysa hukukumuzda,
Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan yorumlar diğer mahkemeleri bağlamaz.
Zira Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı bu kararların hüküm
fıkralarına münhasırdır. (Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Kemal Gözler, sh.
444)
Keza,
Sayın çoğunluğun kararı dayandırdığı T.C. Anayasasının 158. madde
hükümlerinin de uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmamaktadır. Uyuşmazlık
Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen T.C. Anayasasının 158. maddesi
açık hükmünden de anlaşıldığı üzere Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı
kolları arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığının doğması halinde
Anayasa Mahkemesi görüşünün üstün tutulacağına ilişkin düzenlemenin,
uyuşmazlıkta Anayasa Mahkemesinin görevlilik veya görevsizlik kararının
bulunmaması, diğer yargı kolları ile arasında bir görev ihtilafının
çıkmaması nedeniyle uygulanması mümkün değildir.
Açıklanan
gerekçelerle uyuşmazlıkta idari yargı görevli olup, benzer ihtilaflarda da
idari yargının görevli olduğu Yargıtay 4, 11, 17 Hukuk Dairelerinin
istikrarlı kararlarıyla İçtihad edildiği gibi Danıştay kararlarında da uyuşmazlıkta
İdari Yargının görevli olduğu benimsenmiştir. (Danıştay 10. Daire E
2011/11522, K 2012/5347 sayı, E. 2011/10856 ve K. 2013/670 Sayı, vs.)
Somut
uyuşmazlıkta davanın karayolunun yapım, bakım ve korunmasındaki idarenin
hizmet kusuruna dayanmasına,
2918
Sayılı Yasa'nın 110/1 md. motorlu araçların işletilmesinden doğan
zararlardan dolayı işletenini hukuki sorumluluğunun Adli Yargıda görüm ve
çözümünü düzenleme altına almasına,
Somut
uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,
Kamu
hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet
kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının
tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1 -b md. sayılan tam yargı davasında görüm
ve çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,
Uyuşmazlıkta
Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
Somut
uyuşmazlığın anılan yasa hükmü kapsamında bulunmamasına,
Kamu
hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin hizmet
kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının
tespitinde, 2577 Sayılı İYUK 2/1-b md. sayılan tam yargı davasında görüm ve
çözümünde İdari Yargının görevli olmasına göre,
Uyuşmazlıkta
Adli Yargıyı görevli kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
|
Karşı Oy
Eyüp Sabri BAYDAR
|
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
14-ESAS NO : 2013/1873
KARAR NO:
2014/21
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Yönetmelik, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan
zararın tazminine yönelik bulunan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-B.T., 2-R.T., 3-N.T., 4-N.K.
Vekili : Av. H.A.
Davalı :
İSKİ Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. F.E.
O L A Y : Davacılar vekili dava dilekçesinde,
müvekkillerinin, İstanbul ili, Çatalca İlçesi, İNCEĞİZ, 483 parsel sayılı
taşınmazın maliki olduğunu; taşınmazın İSKİ Kanunu m.2 ve İSKİ İçme Suyu
Havzaları Yönetmeliği kapsamında dere mutlak koruma alanında bulunduğunu;
ancak, davalı idare tarafından herhangi bir kamulaştırma işlemi
yapılmadığını; bu nedenle bu yer üzerinde herhangi bir inşaat
yapılamadığını, ürün ekilemediğini, hayvancılık yapılamadığını; böylece,
müvekkilinin Anayasa m.35 ve TMK m.683’te Anayasal ve yasal güvence altına
alınan mülkiyet hakkının sınırlandırıldığını, hatta kullandırılmadığını;
davalı idarenin eyleminin Borçlar hukuku kapsamında haksız fiil esaslarına
göre kamulaştırmasız el atma niteliğinde olduğunu; her ne kadar davalı
idare tarafından İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğinde değişiklik
yapılarak derelerle ilgili ibarelerin kaldırılıp, yerine yapı yaklaşma
mesafesi getirilmiş olsa da, müvekkilin taşınmazı mutlak koruma alanında
kalmaya devam ettiğinden ve idarece müvekkilin taşınmazından serbestçe
yararlanma ve tasarruf etme hakları engellendiğinden, ortada
kamulaştırmasız el atma durumunun mevcut olduğunu; İdarenin el atma
niteliğindeki uygulamalarının, müvekkilin mülkiyet hakkının özünü de
zedelediğini; Yargılayın içtihatlarına ve uygulamalarına göre, davalı
idarenin müvekkil malikin taşınmazına el atması nedeniyle, kamulaştırmasız
el koyma hükümleri kapsamında müvekkilin zararını tazmin etmesinin gerektiğini;
iş bu dava, taşınmazın aynına ilişkin olduğundan, 16.05.1956 gün ve 1/6
sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunun 37. maddesi ve 6100 sayılı HMK’nın 12. maddesi uyarınca adli
yargının görevli olduğunu ifade ederek; fazlaya ilişkin tüm talep ve dava
hakları saklı kalmak kaydıyla, dava konusu taşınmaza davalı idarenin
kamulaştırmasız el atması nedeniyle, davacıların hisse değerinin dava
tarihi itibariyle tespiti ile şimdilik 1.000,00-TL. tazminatın dava
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden
tahsiline; müvekkillere ait hissenin iptal edilerek davalı idare adına
tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava
açmıştır.
Davalı idare vekili, süresinde
görev itirazında bulunmuştur.
ÇATALCA
2.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 14.6.2013 gün ve E:2012/686 sayı ile,
uyuşmazlığın çözümünde mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.
Davalı idare vekilinin idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine,
dosya örneği Danıştay Başsavcısına gönderilmiştir.
DANIŞTAY
BAŞSAVCISI: Uygulama ve Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin
yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla
yapmış oldukları işlemlerin, "idari işlem"; herhangi bir işlem ya
da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle,
görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak
tanımlandığı; bu tanıma göre; idarelerin 2560 Sayılı Kanun ve bu kanun
uyarınca çıkarılan yönetmeliklerle getirilen kısıtlamalar, 3194 sayılı İmar
Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis
ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile 2981 sayılı Yasanın
13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile
tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara
dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel
işlemlerin, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca yapmak zorunda
oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin de, idari
eylem niteliği taşıdığı; dosyanın incelenmesinden; dava dilekçesinde, imar
planında dere mutlak koruma alanında kalan taşınmazın bedelinin ödenmesine
ve taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tesciline hükmedilmesinin
istenildiği anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların
taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü,
E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında "hukuki el atma" olarak
nitelendirilen, İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği uyarınca imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya
da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapamamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde açılacak
tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin gereği
olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu
sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem
ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı; dolayısıyla,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci maddesinde
"Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara
ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu
kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari
yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki
el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının
görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş
bulunduğu; açıklanan nedenle, davanın, taşınmaz için şimdilik 1.000.-TL
tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden 2247
sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, karar
vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı idarenin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede
belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması
istemine ilişkin kısmı yönünden 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/686 Esas
sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize
gelmekle, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava
konusu İstanbul ili, Çatalca İlçesi, İNCEĞİZ, 483 parsel sayılı taşınmaza
ilişkin fiili el atma olup olmadığının Mahkemesinden sorulması üzerine
gelen 9.01.2014 tarih ve E:2012/686, K:2013/371 sayılı cevabi yazısında;
söz konusu taşınmazla ilgili keşif yapılmadığı, bilirkişi raporunun
bulunmadığı, dosyanın 08.11.2013 tarihinde HMK 114/1-b ve 115 maddeleri
gereğince yargı yolu dava şartı noksanlığı nedeniyle reddine karar verdiği
husus belirtilmiş, dolayısıyla ilgili dosyada davanın görevsizlik nedeniyle
reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup,
buna göre;
‘’Görev
uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan
davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya
Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık
Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci oturumda,
ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari yargı
yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması ve
yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi
halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen
bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre;
‘’Görev
itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın
verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden,
itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği
tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye
yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı
merciine verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere
kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının
reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle
birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir
davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü
yer almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;
‘’Uyuşmazlık
çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam,
gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra,
uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda
12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu
tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya
makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç
bir yargı merciine başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve
eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak
yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş
ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde
düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve
ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. Bu takdirde ilgili yargı
mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri
bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile
kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince
bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı
süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden
incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere
altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye
devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık
Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.
Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın ertelenmesi
istenemez.’’ denilmiş olup, bu bağlamda, anılan yasal hükmün amaç
bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli
veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün
işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik
kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması
yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini
takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki
dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik
kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada
düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduklarının ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda
davanın görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden
kaynaklanan boşluğun, görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce
doldurulması gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun
10 uncu maddesinde öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarma” hali, farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden
önce görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan
ve usul ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini
süratli biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise
tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik”
kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında
bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili
Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği
kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı
gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa
uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu
halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin,
ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte
başlayacağının kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu
gibi, ilgili Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye
ulaşmasından önce mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez
görev yönünden red kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi
haller ortaya çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev konusunda
karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık hale
gelecektir. Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık
Mahkemesinin görevle ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri
bağlayıcı niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili
Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da
sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından; ilgili mahkemelerin de verdikleri
görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki iradeleri
kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda başka bir
karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri hukuken mümkün
bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre yapılan
başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.
Dosya
kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda
yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın
10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu
itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede
belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay
Başsavcılığınca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, bu durumun 25.11.2013 gün, 2013/1605 sayılı yazı ile yargı merciine
bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği şekilde
davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 08.11.2013 tarihinde davanın
görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne kadar,
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması
veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya
devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru
neticesinde, Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacılara ait taşınmazın, dere mutlak koruma
alanı içinde kalması suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle,
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla uğranılan zarara karşılık
şimdilik 1.000,00 TL'nin faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Dava
dosyasında bulunan ve İSKİ Genel Müdürlüğünün 21.1.2013 gün ve …/32531
sayılı yazıda; dava konusu parsel ile ilgili olarak; eski yönetmelikte
“dere mutlak koruma alanı” tanımı ve bu alanlarda yapılaşma ve faaliyetleri
yasaklayan özel hükümler yer almakta iken, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliğinde "dere mutlak koruma alanı” tanımı ve bu alanlarla
ilgili hükümlerin kaldırıldığı; bu nedenle eski yönetmeliğe göre dere
mutlak koruma alanında kalması nedeniyle yapılaşma ve faaliyet engeli
bulunan parsellerdeki tüm engellerin kaldırıldığı; imar planlan hazırlanırken,
imar planı yapmaya yetkili kurumlarca doğalgaz ve enerji nakil hatlarına,
kıyılara, kültür ve tabiat varlıklarına ve karayollarına belli mesafede
yapı yaklaşma sınırları bırakılmakta olduğu, dereler ile ilgili olarak aynı
bakış açısıyla, imar planı yapmaya yetkili kurumlarca belli yapı yaklaşma
sınırları getirildiği, söz konusu uygulamanın, imar haklarını da
engellemediği; dava konusu parselin; eski havza yönetmeliğine göre
kısmen/tamamen dere mutlak koruma alanında kalmakta iken, İSKİ İçmesuyu
Havzaları Yönetmeliğine göre BÜYÜKÇEKMECE BARAJ GÖLÜ’NÜN UZUN MESAFELİ
KORUMA ALANINDA kalmakta olup, planlı sahaların dışında kaldığı; dere
mutlak koruma alanlarında kalan parseller, ESKİ YÖNETMELİĞE GÖRE HİÇBİR
YAPILAŞMA HAKKINA SAHİP DEĞİLKEN, anılan yönetmeliğe göre uzun mesafeli
koruma alanında kalması nedeniyle, yönetmelik EK-2’de verilen yoğunluk
değerlerinde YAPILAŞMA HAKKINA KAVUŞMUŞ bulunduğu, imar planının yapılması
halinde, yapılaşma haklarının kullanılabileceği; söz konusu yönetmelik
değişikliğinden önce yürürlüğe girmiş olan imar planlarındaki dere mutlak
koruma alanlarının iptal edilmesi, yapı yaklaşma sınırı getirilerek bu
alanlarda imar hakkı verilmesi ve bu hakların kullanımını düzenleyen plan
değişikliğinin İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisince onaylanarak
yürürlüğe girdiği; 13/01/2012 tarih ve 170 sayılı söz konusu İBB Meclis
Kararının: “…yönetmelikten önce yürürlükte olan içmesuyu havzaları
yönetmeliklerine göre hazırlanarak onaylanan ve halen meriyette olan 1/5000
ölçekli nazım imar planları ve bu planlar üzerinde yapılan plan
değişikliklerinde; içmesuyu havzalarını besleyen derelerin her iki yanından
100'er metrelik koruma mesafeleri bırakılan “dere mutlak koruma” alanlarına
ilişkin “dere mutlak koruma alanı”, “dere mutlak koruma kuşağı” ve “dere
koruma kuşağı” lejantının kaldırılarak “dere yapı yaklaşma sınırı ve alanı”
olarak yeniden düzenlenmesi ile plan notlarına',
Dere
Yapı Yaklaşma Sınırı ve Alanı derelerin her iki tarafında, kadastral
sınırlarından itibaren 100 metrelik yapı yaklaşma mesafesini kapsamakta
olup, Yapı yaklaşma mesafesi içerisinde kalan parsellerin imar hakları
parselin kadastral alanının %60'ı üzerinden 23/01/2011 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği EK.2 ’de
verilen yoğunluk değerleri esas alınarak hesaplanır.
Ancak
dere yapı yaklaşma mesafeleri içerisinde yapı yapılamaz. Bu parsellerin imar
hakları plandaki donatı alanlarına bedelsiz terk edilmesi koşuluyla, planda
donatı alanında kalmaması durumunda ise yeşil ve veya yol olarak
kullanılmak üzere kamu eline bedelsiz geçmesi koşuluyla ait olduğu onaylı
imar planı sınırları içerisinde ilçe belediyesince uygun görülen konut,
konut+ticaret alanında kalan başka parsellerde kullanılabilir. İmar hakkı
transfer edilen parselde plandan ve/veya yönetmelikten gelen minimum bahçe
mesafeleri ve planda verilen emsal değeri %35 den fazla aşılamaz. Geri kalan/kalacak
olan diğer imar hakları ise aynı usule göre başka parsellerde
kullanılabilir.
Tarım
alanlarında kalan derelerin Yapı yaklaşma mesafeleri içerisinde kalan
parsellerde ilgili mevzuata uygun olmak, İSKİ ve Tarım Bakanlığı'nın uygun
görüşünün alınması kaydıyla organik tarım ve tarıma yönelik hobi bahçeleri
yapılabilir. Bu alanlarda suni gübre ve zirai mücadele ilaçlarının
kullanıldığı tarımsal faaliyetlere izin verilmez. Bu parsellerde Toprak
Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda tanımlanan tarımsal amaçlı yapılar 100 m yapı yaklaşma
mesafesi dışında kalan parsel alanı içinde yapılır. " şeklinde olduğu
belirtilmiş; dava konusu taşınmaza ilişkin olarak keşif/bilirkişi
incelemesi yapılıp yapılmadığının Mahkemesinden sorulması üzerine gelen
9.1.2014 tarih E:2012/686, K:2013/371 sayılı yazıda; keşif yapılmadığı,
bilirkişi raporunun bulunmadığı, dosyanın 8.11.2013 tarihinde HMK 114/1-b
ve 115 maddeleri gereğince yargı yolu dava şartı noksanlığı nedeniyle
reddine karar verildiği ifade edilmiş; dosya kapsamında, taşınmaz üzerinde
idarece yapılmış bir yapı bulunmadığı anlaşılmıştır.
Olayda,
davacılar vekili tarafından, dava dilekçesinde, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği gereği imar planlarında dere mutlak koruma alanında
bırakılarak, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan müvekkillerinin
taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği, mülkiyet
hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak; bu sonuç ya
da sonuçların, bir idari işlem olan Yönetmelik ve imar planlarından başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin Yönetmelik gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı anlaşılmış olup, belirtilen
duruma göre, Yönetmelik, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması
sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince
çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı
tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları
nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili
Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen
karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci
Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586)
“…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların
özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve
hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu,
Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu
oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son
olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E:2013/603,
K:2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan
‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari
yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
vekilinin görev itirazının, Çatalca 2.Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Çatalca 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.6.2013 gün ve
E:2012/686 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
15-ESAS NO : 2013/1891
KARAR NO:
2014/28
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
İmar planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A
R
Davacılar
: 1-E.B., 2- N.B., 3- N.B., 4- N.B., 5- B.B.
Vekilleri
: Av. M.Y.
Davalı :
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İ.S.K.İ.)
Vekili :
Av. R.Ö.
O L A Y : Davacılar vekili dava
dilekçesinde özetle; davacıların İstanbul ili, Çatalca İlçesi, Binkılıç
Köyü, 2140 parsel sayılı taşınmazın hisseli malikleri olduğu, taşınmazın
dere mutlak koruma alanında kalmış olduğunu, mutlak koruma alanında kalan
taşınmazın tamamının davalı idare denetimi altına girdiğinden taşınmaz
üzerindeki tasarruf haklarının kullanılamayacak şekilde kısıtlandığını
belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000
TL’nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle
adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İstanbul Su ve
Kanalizasyon İdaresi vekili süresinde görev itirazında bulunmuştur.
ÇATALCA 2. ASLİYE
HUKUK MAHKEMESİ: 14.06.2013 gün ve E:2012/639 sayı ile, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi vekilinin, idari
yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde
verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Danıştay
Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek yanlı irade
açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları ile
2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek yanlı irade
açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar planları
ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma, ruhsat
gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu imar planı uyarınca
yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için gerekli zamanda
gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri de,idari eylem
niteliği taşımaktadır.
Dosyanın
incelenmesinden; imar planında Terkos Barajının kısmen kısa, kısmen orta ve
kısmen uzun mesafeli koruma alanında kalan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.
Bu
bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği uyarınca imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da
sonuçlar,genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında taşınmaza
yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma programlarının
zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka anlatımla da,
idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği yapılması gereken
kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari
eylemlerden kaynaklanmaktadır.
İdari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa
hükümlerinin gereğidir.
Bu
bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır.
Dolayısıyla,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesi gerekmektedir.
Nitekim,
11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı
Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde
değişiklik yapan 2l'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmi kuramlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer
verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin
görevli olduğunu belirtilerek” 2247
sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.01.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca,davalı İSKİ Genel Müdürlüğü bakımından, 10. maddede
öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/639 Esas
sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize
gelmekle, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava
konusu İstanbul İli, Çatalca İlçesi, Binkılıç Beldesi, 1241 parsel sayılı
taşınmaz üzerinde keşif yapılıp yapılmadığı, keşif yapılmış ise bilirkişi
raporunun gönderilmesi için 06.01.2014 tarihinde mahkemesine müzekkere
yazılmış olup, Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 08.01.2014 tarihli
cevabi yazısında söz konusu taşınmazla ilgili keşif yapılmadığı, bilirkişi
raporunun mevcut olmadığı, dosyanın 08.11.2013 tarihinde HMK 114/1-b ve 115
maddeleri gereğince yargı yolu dava şartı noksanlığı nedeniyle reddine
karar verdiği husus belirtilmiş, dolayısıyla ilgili dosyada davanın
görevsizlik nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup,
buna göre;
“Görev
uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan
davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya
Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık
Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci
oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari
yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi
halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen
bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre;
“Görev
itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın
verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden,
itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği
tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye
yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı
merciine verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere
kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının
reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle
birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir
davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü
yer almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;
“Uyuşmazlık
çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam,
gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra,
uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda
12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu
tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya
makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç
bir yargı merciine başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve
eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak
yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya
vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün
içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen
dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir.
Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile
kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince
bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı
süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden
incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere
altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye
devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık
Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.
Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın
ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup, bu bağlamda, anılan yasal hükmün
amaç bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli
veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün
işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik
kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması
yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini
takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki
dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik
kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada
düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduklarının
ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda davanın
görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Bu
durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden kaynaklanan boşluğun,
görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce doldurulması gerektiği
izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde
öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma” hali,
farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden önce görev
uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan ve usul
ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini süratli
biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise
tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik”
kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında
bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili
Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği
kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı
gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa
uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu
halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin,
ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte
başlayacağının kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu
gibi, ilgili Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye
ulaşmasından önce mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez
görev yönünden red kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi
haller ortaya çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev
konusunda karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık
hale gelecektir. Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık
Mahkemesinin görevle ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri
bağlayıcı niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili
Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da
sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından; ilgili mahkemelerin de verdikleri
görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki
iradeleri kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda
başka bir karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri
hukuken mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre
yapılan başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.
Dosya
kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda
yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın
10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu
itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede
belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay
Başsavcılığınca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, bu durumun 26.11.2013 gün, 2013/1610 sayılı yazı ile yargı
merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği
şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 08.11.2013 tarihinde
davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne
kadar, Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması
veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya
devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru
neticesinde Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmazın, “dere
mutlak koruma alanı” içinde kalması suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile
şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler
de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda,
davacılar vekili tarafından, dava dilekçesinde, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği gereği imar planlarında su havzasında ve dere mutlak koruma
alanında bırakılarak, tasarruf hakkı kullanılamayacak şekilde kısıtlanan
müvekkilinin taşınmazının bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği;
mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın maliki
yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı,
ancak; bu sonuç ya da sonuçların, bir idari işlem olan Yönetmelik ve imar
planlarından başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarenin
Yönetmelik gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı
anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, Yönetmelik, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa
Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih
ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde
tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari
bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının
başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013,
Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve
E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan
kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların
idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın,
başvurusunun kabulü ile, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin görev
itirazının Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın
çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İski Genel Müdürlüğü
Vekilinin GÖREV İTİRAZININ, Çatalca 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.06.2013 gün ve E:2012/639 sayılı REDDİNE İLİŞKİN KARARIN KALDIRILMASINA,
27.01.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
16-ESAS NO : 2013/1895
KARAR NO:
2014/30
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Taşınmazın imar planında İSKİ İçme Suyu Havzaları
Yönetmeliğince İSKİ tarafından belirlenen Dere Mutlak Koruma (Park)
alanında bırakıldığından bahisle açılan tazminat davasının, İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- B.T., 2- R.T., 3- N.T., 4- N.K.
Vekili :
Av. H.A.
Davalı :
İSKİ Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. F.E.
O L A Y : Davacılar vekili özetle; davacıların İstanbul
İli, Çatalca İlçesi, İnceğiz 413 parsel sayılı taşınmazın maliki
olduklarını, taşınmazın dere mutlak koruma alanında kalmış olduğunu, mutlak
koruma alanında kalan taşınmazın tamamının davalı idare denetimi altına
girdiğinden taşınmaz üzerindeki tasarruf haklarının kullanılamayacak
şekilde kısıtlandığını belirterek, taşınmazın davacılar adına kayıtlı olan
payının tapu kaydının iptali ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile şimdilik 1.000 TL’nin faizi ile birlikte davalı idareden
tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekili
süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında
bulunmuştur.
Çatalca 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi: 14.06.2013 gün ve E:2012/688 sayı ile, davalı İSKİ Genel
Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; “…3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah imar
planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon, kamulaştırma,
ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu imar planı
uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun için
gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri
de,idari eylem niteliği taşımaktadır.
Dosyanın
incelenmesinden; imar planında kısmen Büyükçekmece göl havzası uzun
mesafeli koruma alanında, kısmen dere mutlak koruma alanında kalan
taşınmazın bedelinin ödenmesine ve taşınmazın tapu kaydının davalı idare
adına tesciline hükmedilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.
Bu
bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği uyarınca imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da
sonuçlar,genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında
taşınmaza yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.
İdari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa
hükümlerinin gereğidir.
Bu
bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır.
Dolayısıyla,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin l'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan
tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesi
gerekmektedir.
Nitekim,
11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı
Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde
değişiklik yapan 2l'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmi kuramlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan
sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme
sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat
davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunu belirtilerek” davanın, taşınmazın bedelinin
tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, 2247
sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü bakımından, 10.
maddede öngörülen biçimde, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/688 Esas
sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize
gelmekle,dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava
konusu İstanbul İli, Çatalca İlçesi, İnceğiz 413 parsel sayılı taşınmaza
fiili el atma olup olmadığı hususunda bilgi verilmesi için 25.12.2013
tarihinde mahkemesine müzekkere yazılmış olup, Çatalca 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 06.01.2014 tarihli cevabi yazısında söz konusu taşınmazla
ilgili keşif yapılmadığı, bilirkişi raporunun mevcut olmadığı, dosyanın
08.11.2013 tarihinde HMK 114/1-b ve 115 maddeleri gereğince yargı yolu dava
şartı noksanlığı nedeniyle reddine karar verdiği husus belirtilmiş,
dolayısıyla ilgili dosyada davanın görevsizlik nedeniyle reddine karar
verildiği anlaşılmıştır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup,
buna göre;
‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari
ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev
itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci
oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari
yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi
halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen
bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı adli
yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre;
‘’Görev
itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın
verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden,
itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği
tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye
yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı
merciine verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere
kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının
reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle
birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir
davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü
yer almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;
‘’Uyuşmazlık
çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam,
gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra,
uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda
12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu
tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya
makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç
bir yargı merciine başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve
eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak
yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya
vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün
içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen
dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir.
Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
mercine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile
kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince
bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı
süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden
incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere
altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye
devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık
Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.
Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın
ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup, bu bağlamda, anılan yasal hükmün
amaç bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli
veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün
işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik
kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması
yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini
takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki
dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik
kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada
düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduklarının ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda
davanın görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği
anlaşılmaktadır.Bu durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden
kaynaklanan boşluğun, görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce
doldurulması gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun
10 uncu maddesinde öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarma” hali, farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden
önce görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan
ve usul ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini
süratli biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise
tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik”
kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında
bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili
Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği
kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı
gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa
uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu
halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin,
ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte başlayacağının
kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu gibi, ilgili
Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye ulaşmasından önce
mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez görev yönünden red
kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi haller ortaya
çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev konusunda
karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık hale gelecektir.
Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesinin görevle
ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri bağlayıcı
niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili
Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da
sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından;ilgili mahkemelerin de verdikleri
görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki
iradeleri kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda
başka bir karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri
hukuken mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre
yapılan başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.
Dosya
kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda
yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın
10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu
itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede
belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay
Başsavcılığınca 13.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, bu durumun 26.11.2013 gün, 2013/1609 sayılı yazı ile yargı
merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği
şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 08.11.2013 tarihinde
davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne
kadar,
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması
veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya
devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru
neticesinde Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmazın, “Dere
Mutlak Koruma Alanı” içinde kalması suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili
ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL’nin
faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama
İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan
kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin
nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya
yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında dere mutlak koruma alanında kaldığı, taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle,
tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve
tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda
açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin
görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli,
idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını
kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar
bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince
yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle
oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı”
olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat
davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay
Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının
başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806)
Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603,
K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan
‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari
yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmı yönünden, başvurusunun kabulü ile, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin görev itirazının Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın,
davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması
istemine ilişkin kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Çatalca 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.06.2013 gün ve E:2012/688 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
17-ESAS NO : 2014/12
KARAR NO:
2014/40
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET: Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi
nedeniyle başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil ilmühaberinin
düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
B.Ş.
Davalı : Türk Telekom A.Ş.
Vekili :
Av. Z.A.
O L A Y
: İl Telekom Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29.
maddesi ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen davacı, 31.3.2009 tarihinde Bayındırlık ve İskan
Müdürlüğü emrine atanmıştır.
Davacı dilekçesiyle, maaş nakil
ilmühaberinin düzeltilmesini istemiş; bu isteği 22.10.2010 gün ve 9542
sayılı işlemle reddedilmiştir.
Davacı vekili; davalı idarenin ret işleminin
iptaline ve mahrum kalınan ek ödemelerden doğan parasal haklarının faiziyle
birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava
açmıştır.
Mersin 1. İdare Mahkemesi: 1.7.2011 gün ve
E:2010/1991, K:2011/966 sayı ile, iptali istenilen işlemin tesis edildiği
tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekom
A.Ş.’nin olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, uyuşmazlığın özel hukuk
hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu
sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar
vermiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Danıştay
5. Daire Başkanlığı: 21.3.2012 gün ve E:2011/7521, K:2012/1320 sayı ile,
imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili
kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi
kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa
hükümleri ile, kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ilgili olarak
bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri
kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu
işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu
sonucuna varılmakta olduğu aksi yöndeki kararda isabet görülmediği
gerekçesiyle davacının temyiz isteminin kabulüyle Mersin 1 İdare
Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiş, Mahkemece bozma
kararına uyulmuştur.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
MERSİN 1. İDARE MAHKEMESİ: 15.11.2012 gün ve
E:2012/1183 sayı ile, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin yukarıda yazılı
hükümleri uyarınca, kamu kurumuna nakil hakkı bulunan personelden hizmet
sözleşmesi feshedilenlerin 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi uyarınca
yeniden kamu personeli statüsüne girdiğinde kendilerine ödenecek ücretin
hesaplanması görevinin idari nitelik taşıdığı, bu hesaplama konusunda T.
Telekomünikasyon A.Ş.'nin görevli kılındığı, anılan şirketin belirlediği
atamaya esas ücrete göre personele atandığı kurumda ödenecek maaşın tespit
edilecek olması dolayısıyla T. Telekomünikasyon A.Ş. tarafından düzenlenen
maaş nakil ilmühaberinin kamu görevlisi olan kişinin hukukunu etkilemesi,
öte yandan davacının kamu kurumuna atanmasıyla kamu personeli statüsüne
girmesi karşısında, kamu görevlisinin maaşının hatalı hesaplandığı
iddiasına dayandırılan ve bu nedenle maaş nakil ilmühaberinin yeniden
düzenlenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin bir idari
uyuşmazlık yarattığı kuşkusuz olup bu nedenle bu işlemin iptali ile parasal
hak istemiyle açılan davanın görülmesi ve çözümlenmesi görevinin idari
yargıya ait olduğu, gerekçesiyle, davalı idarenin görev itirazının reddine
ve Mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden % 55'i,
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile O.Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin
bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve
sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk
Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için Devlet
Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret, harcırah,
sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük
hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." denilmek suretiyle yasa
koyucu tarafından Türk Telekom'da çalışan kapsam dışı personelin, kamu
personeli sayıldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin
devrinin fiilen gerçekleştiği tarihten sonra davacıyla davalı Şirket
arasındaki uyuşmazlığın, bir özel hukuk ilişkisi niteliğini taşıdığı, öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin
değişik 1 numaralı bendinde: "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, c) (Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar."ın İdari dava türleri olarak sayıldığı, kural olarak, idari
yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara
bakılabileceği; dolayısıyla, işlemin tesis edildiği tarihte davalı
mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.nin
davalı olması karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir
idari dava bulunduğundan söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu
hususlara göre, daha önce davalı şirkette görev yapmış olan davacının
isteminin; özelleştirilen kuruluş tarafından reddedilmesi üzerine açılan
davanın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin
görevli bulunduğu; bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 10 ve 13. maddeleri
gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri Baydar, Ali Çolak, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT‘nun katılımlarıyla
yapılan 27.01.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev
itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen
biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin
herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile,
406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk Telekom,
bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu İktisadi
Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili mevzuat Türk
Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine
ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri
uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı
Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve özel
hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi
durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen
gün aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c)
bendinin birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom;
telekomünikasyon şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses
iletimini ihtiva eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu
Kanun ve görev sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten
sonra, anılan (c) bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa ile eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı
%50’nin altına düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003
tarihinden önce de olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı
Yasa’nın Geçici 3. maddesi ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı
KHK’nin ekindeki “B-Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan
kuruluşlar listesinden çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin %
55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir
İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca,
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle)
O.Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde
sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan
ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki
İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile 4046
sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan başvurusunun reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu
kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması
karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan
söz etmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Mersin 1. İdare Mahkemesinin
Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli
olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ
ile Mersin 1. İdare Mahkemesinin 15.11.2012 gün ve E:2012/1183 sayılı
GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 27.01.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
18-ESAS NO : 2014/14
KARAR NO:
2014/41
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Türk Telekomünikasyon A.Ş.’de çalışırken Kurumun özelleştirilmesi nedeniyle
başka kuruma nakledilen davacının, maaş nakil bildiriminin ilgili mevzuata
uygun düzenlenmemesi nedeniyle iptali ile maaş farkının yasal faiziyle
birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı :
S.İ.
Davalı : Türk Telekomünikasyon A.Ş.
Vekili :
Av. Z.A.
O L A Y
: Mersin il Telekom Müdürlüğü'nde görev yapmakta iken kurumun
özelleştirilmesi nedeniyle, 4046 sayılı Yasa uyarınca Mersin il Milli
Eğitim Müdürlüğü’ne tekniker olarak atanan davacı, 5473 ve 5793 sayılı
Kanunlar ile getirilen parasal hakların maaş nakil ilmühaberine
yansıtılmaması nedeniyle, eksik ödemelerin tazmini istemiyle davalı idareye
yapmış olduğu 13.10.2010 tarihli başvurusunun reddine ilişkin 13.10.2010
tarih ve 9218 sayılı işlemin iptali istemiyle, 24.12.2010 tarihinde idari
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı
vekilince birinci savunma dilekçesinde, davanın adli yargının görev alanına
girdiği öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur.
Mersin
1. İdare Mahkemesi; 16.8.2011 gün, E:2010/2012, K:2011/1267 sayıl ile;
Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi'nin %55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak
Satışına ilişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması
Hakkında Kararı" uyarınca 14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi
ile O.Telekomünikasyon A.Ş.’ye satılmış olduğunun görülmesi karşısında;
14.11.2005 tarihinden sonra tesis edilen işlemlerden doğan uyuşmazlıkların
görüm ve çözümünün idari yargı mercilerinin görev alanına girmediği
gerekçesiyle, davayı görev yönünden reddetmiş; bu karar davacı tarafından
temyiz edilmiştir.
Danıştay
5. Dairesi: 21.3.2012 gün ve E:2011/8371, K:2012/1322 sayı ile, imtiyaz
sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili kılınması
nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi kamusal
ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa hükümleri ile,
kamu kurumlarına nakil hakkı bulunan personeli ilgili olarak bazı kamusal
görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri kapsamında tesis
ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna
varıldığı ve aksi yöndeki kararda isabet görülmediği gerekçesiyle davacının
temyiz isteminin kabulüyle Mersin 1. İdare Mahkemesince verilen kararın
bozulmasına karar vermiştir.
MERSİN
1.İDARE MAHKEMESİ:11.12.2012 gün ve E:2012/1149 sayı ile, Danıştay
5.Dairesinin bozma kararına uymuş; davalı şirketin, Telekomünikasyon Kurumu
ile Türk Telekom arasında imzalanan "Telekomünikasyon Hizmetlerinin
Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi" ile belli bir kamu hizmetini
yürütmek görev ve yetkisi ile donatıldığı, bu görev ve yetkiler dahilinde
bazı kamusal ayrıcalıkları ve yükümlülüklerinin bulunduğu; statüsü ve özel
yasa hükümleri gereğince bazı kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere sahip
olması nedeniyle davalı şirketin, herhangi bir özel hukuk tüzel kişisinden
farklı bir hukuki statü içinde bulunduğunun anlaşıldığı; bu durumda,
imtiyaz sözleşmesi ile bir kamu hizmetinin yürütmekle görevli ve yetkili
kılınması nedeniyle, diğer özel hukuk tüzel kişilerinden farklı olarak kimi
kamusal ayrıcalıklara ve yükümlülüklere tabi olan, 406 sayılı Yasa
hükümleri ile, kamu kuramlarına nakil hakkı bulunan personeli ile ilgili
olarak bazı kamusal görevler yüklenen davalı şirketin, belirtilen görevleri
kapsamında tesis ettiği işlemlerin idari işlem niteliğinde olduğu ve bu
işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların idari yargının görevinde bulunduğu
sonucuna varıldığı gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine
ve mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir.
Davalı
vekilince süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe, dava dosyası
örneği ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar "tekel"
olarak yürütmekle görevli kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan
Türk Telekom'un, tekel kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş
yasasındaki son düzenlemeler ile kendine özgü statüye sahip olan ve
sermayesindeki kamu payı %50' nin altına düşünceye kadar kamu kuruluşu
niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu; özelleştirme kapsamında bulunan Türk
Telekomünikasyon A.Ş.'deki tamamı Hazineye ait bulunan hisselerden %
55'inin, Bakanlar Kurulu'nun 25.7.2005 tarih ve 2005/9146 sayılı "Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin" % 55 oranındaki Hissesinin Blok
Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe
Konulması Hakkında Karar"ı uyarınca, 14.11.2005 tarihli Hisse Satış
Sözleşmesi ile O.Telekomünikasyon A.Ş.'ne satıldığı; Anayasa'nın 128.
maddesinde, "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel
kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" hükmünün yer aldığı; 406 sayılı Yasa'nın
Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanunla değişik birinci
fıkrasında, "Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde
ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a)
bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen
asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya sözleşmeli
personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden
yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde
Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakli için
Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki aylık ücret,
harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali
ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır..." hükmünün yer
aldığı; bu duruma göre, davalı Türk Telekom hisselerinin devrinin fiilen
gerçekleştiği tarihten sonra davacı ile davalı şirket arasındaki uyuşmazlığın,
01/01/2006 tarihinden itibaren yeni nakil belgesi düzenleninceye kadar
geçen süre içinde tahakkuk eden zam ve tazminatlar ile maaş nakil
ilmühaberinin düzenlendiği 13.10.2010 tarihinden itibaren ödenmesi
gerektiği halde ödenmeyen eksik ücretlerinin yasal faizi ile ödenmesi ve
davalının redde ilişkin işleminin iptali talebinden kaynaklandığı; öte
yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinin
değişik 1 numaralı bendinde: / "a) (Değişik: 8.6.2000-4577/5md) idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları, / İdari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel haklan doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları, / (Değişik:18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin
davalar." idari dava türleri olarak sayılmış olup; kural olarak, idari
yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel kişilerine karşı açılan davalara
bakılabileceği; dolayısıyla, davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu
kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması
karşısında, ortada idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan
söz etmenin olanaksız olduğu; belirtilen tüm bu hususlara göre, daha önce
davalı şirkette görev yapmış olan davacı ile özelleştirilen kuruluş arasındaki
uyuşmazlık konusu davanın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde
adli yargı yerinin görevli bulunduğu gerekçesiyle; 2247 sayılı Kanun'un 10.
ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Dosya örneği üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
12/1. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nca, 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı şirkette görev yapmakta iken, 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi ile
4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen, sonrasında Kamu Kurumu emrine atanan davacı tarafından; maaş
nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine
ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
1953 tarih ve 6145 sayılı Yasa ile, Türkiye
Cumhuriyeti Posta, Telgraf ve Telefon İşletmesi kurulmuş; 1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nun 10.6.1994 tarih ve 4000 sayılı
Yasa’yla değiştirilen 1. maddesi ile, posta ve telgraf tesis ve işletmesine
ilişkin hizmetler, Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nce (P.İ),
telekomünikasyon hizmetleri ise, “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
(Şirket)” tarafından yürütülecek şekilde yeniden yapılandırılmıştır.
27.1.2000 tarih ve 4502 sayılı Yasa’nın 1. maddesi
ile, 406 sayılı Yasa’nın 1. maddesine eklenen dokuzuncu fıkrada, “Türk
Telekom, bu Kanun ve özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin kuruluş, teşkilât ve faaliyetleri ile ilgili
mevzuat Türk Telekom’a uygulanmaz. Sadece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve 3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi
hükümleri uygulanır” denilmiş; anılan fıkra hükmü, 12.5.2001 tarih ve 4673
sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilmiş ve “Türk Telekom, bu Kanun ve
özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir. Bu Kanun hükümleri saklı
kalmak üzere, kamu iktisadi teşebbüsleri de dahil, sermayesinin yarısından
fazlası kamuya ait olan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat
Türk Telekom’a uygulanmaz. Sermayesinin yarısından fazlası kamuda kaldığı
sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine ilişkin 2.4.1987 tarihli ve
3346 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır. 16.7.1965 tarihli
ve 697 sayılı Kanun ile milli güvenlik ve kamu düzeniyle sıkıyönetim ve
seferberlik hallerinde telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin
özel kanunların hükümleri saklıdır”; Ek 29. maddesinin 3.7.2005 gün ve 5398
sayılı Kanun’un 14. maddesi ile değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom
hisselerinin devri sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda;
Türk Telekomda ek 22 nci maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten
kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen aslî ve sürekli görevlerde
çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameye tâbi olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu görevlerinden yüzseksen gün
aylıksız izinli sayılır…” denilmiştir.
Öte
yandan; 406 sayılı Yasa’nın 4502 sayılı Yasa ile değişik 2. maddesinin (c) bendinin
birinci alt bendinin birinci cümlesinde, “Türk Telekom; telekomünikasyon
şebekeleri üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva
eden telefon hizmetlerini, 31.12.2003 tarihine kadar bu Kanun ve görev
sözleşmesi çerçevesinde tekel olarak yürütür” denildikten sonra, anılan (c)
bendinin birinci alt bendine 12.5.2001 tarih ve 4673 sayılı Yasa ile
eklenen üçüncü cümlede, “Ancak, Türk Telekom’daki kamu payı %50’nin altına
düştüğünde, Türk Telekom’un tüm tekel hakları 31.12.2003 tarihinden önce de
olsa ortadan kalkmış olur” denilmiş; 4502 sayılı Yasa’nın Geçici 3. maddesi
ile de Türk Telekomünikasyon A.Ş., 233 sayılı KHK’nin ekindeki “B-Kamu
İktisadi Kuruluşları (KİK)” bölümünde yer alan kuruluşlar listesinden
çıkarılmıştır.
Bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, telekomünikasyon şebekeleri
üzerinden sunulan ulusal ve uluslararası ses iletimini ihtiva eden telefon
hizmetlerini 31.12.2003 tarihine kadar “tekel” olarak yürütmekle görevli
kılınan ve çoğunluk hisseleri kamuya ait bulunan Türk Telekom’un, tekel
kapsamında kamu hizmeti yürüten, ancak kuruluş yasasındaki son düzenlemeler
ile kendine özgü statüye sahip olan ve sermayesindeki kamu payı %50’nin
altına düşünceye kadar kamu kuruluşu niteliğini taşıyan bir kuruluş olduğu
tartışmasızdır.
Özelleştirme
kapsamında bulunan Türk Telekomünikasyon A.Ş.’deki tamamı Hazineye ait
bulunan hisselerden % 55’i, Bakanlar Kurulu’nun 25.7.2005 tarih ve
2005/9146 sayılı “Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi (Türk Telekom)’nin %
55 Oranındaki Hissesinin Blok Olarak Satışına İlişkin Nihai Devir
İşlemlerine Dair Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Karar”ı uyarınca,
14.11.2005 tarihli Hisse Satış Sözleşmesi ile (6.550.000.000 USD. bedelle)
O.Telekomünikasyon A.Ş.’ne satılmıştır.
Bu
sürece paralel olarak Türk Telekom personelinin durumu incelendiğinde:
Türk
Telekom A.Ş., 4502 sayılı Yasa’nın 29.1.2000 tarih ve 23948 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, 29.1.2000
tarihi itibariyle 233 sayılı KHK kapsamı
dışında kalmış ve anılan KHK eki cetvellerden çıkarılmış olması nedeniyle,
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun
22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ve özelleştirme
kapsamında bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinde
sözleşmeli veya kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan
ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu yolundaki
İlke Kararı kapsamı dışında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anılan
4502 sayılı Yasa’nın 13. maddesi ile 406 sayılı Yasa’ya eklenen Ek 22.
maddenin (a) bendinde, “a) Personelin statüsü: Telekomünikasyon
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler telekomünikasyon
alanında sekiz yıl tecrübeye sahip ve en az dört yıllık yüksek öğrenim
görmüş bir genel müdür ile kadro, unvan, derece ve sayıları Yönetim
Kurulunun önerisi ve Bakanlığın teklifi üzerine bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yüzseksen gün içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı
ile belirlenen kadrolarda istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Bu
personel hakkında bu Kanunda öngörülen hükümler saklı kalmak üzere 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri uygulanır. Bunların dışında kalan
personel iş mevzuatı uyarınca istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam
edilenlere ilişkin kayıt ve şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur”
hükmüne yer verilmiş; bu bent hükmü, 4673 ve 5189 sayılı Yasalarla yapılan
değişiklikler sonucunda; “a) Personelin statüsü: (Ek ibare:
12.5.2001-4673/6. md.) Türk Telekomdaki kamu payı %50’nin altına düşünceye
kadar, Türk Telekom Yönetim Kurulu üyeliklerine atanacaklarda Devlet
memurluğuna atanabilme genel şartlarına sahip olma ve en az dört yıllık
yüksek öğrenim görme şartları aranır. (Mülga ikinci ve üçüncü cümle:
16.6.2004-5189/12 md.) Bunların dışında kalan personel iş mevzuatı uyarınca
istihdam edilir. İş mevzuatına göre istihdam edilenlere ilişkin kayıt ve
şartlar Yönetim Kurulu tarafından tayin olunur” hükmünü almış; aynı
maddenin (b) bendinin ikinci paragrafında da iş mevzuatına tabi olan Türk
Telekom çalışanlarının aylık ücretlerinin kendilerini atamaya yetkili olan
Yönetim Kurulu tarafından tespit olunacağı kurala bağlanmıştır.
406
sayılı Yasa’nın anılan Ek 22. maddesi uyarınca, Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü’ne ait asli ve sürekli kadrolar belirlenerek 4.4.2000 tarih ve
24010 (Mükerrer) sayılı R.G. de yayımlanan 31.3.2000 tarih ve 2000/331
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekinde yer alan listede: merkez teşkilatı
için 100 ve taşra teşkilatı için 100 (6 Bölge Müdürü, 12 Bölge Müdür
Yardımcısı ve 82 İl Telekom Müdürü) kadro ihdas edilmiş; öte yandan, aynı
Yasa maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hazırlanan “Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği” adı altındaki
düzenleme, Yönetim Kurulunun 31.8.2000 tarih ve 407 sayılı kararıyla kabul
edilmek suretiyle yürürlüğe konulmuştur.
Kanunla,
Kurumda görev yapan personelden asli ve sürekli görev yapacak olanları
kadro unvanı itibariyle belirlemek konusunda Bakanlar Kurulu'na yetki
verildiği açıktır. Bu yetki 4502 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
29.1.2000 tarihi ile 5189 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 2.7.2004
tarihleri arasında geçerli olmuştur.
Anayasa’nın
128. maddesinde, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür” denilmiştir.
406
sayılı Yasa’nın Ek 29. maddesinin 3.7.2005 tarih ve 5398 sayılı Kanun’la
değişik birinci fıkrasında, “Türk Telekom hisselerinin devri sonucu kamu
payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci
maddenin (a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca
belirlenen asli ve sürekli görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990
tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak kadrolu veya
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen
süre içinde Türk Telekomda çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden
nakli için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihe kadarki
aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı
ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır…”
denilerek, yasakoyucu tarafından Türk Telekom’da 22.1.1990 tarihli ve 399
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak sözleşmeli personel
statüsünde çalışanlar ile kapsam dışı personel, kamu personeli sayılmıştır.
Olayda, davalının hisse devir (14.11.2005)
tarihinde davalı Kurumda çalışmakta iken 406 sayılı Yasa'nın Ek-29. maddesi
ile 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesine göre adı Devlet Personel
Başkanlığına bildirilen ve sonrasında kamu kurumu emrine atanan davacı
tarafından; maaş nakil ilmühaberinin düzeltilmesi istemiyle yapılan
başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 24.12.2010 tarihinde
dava açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava
Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinin değişik 1
numaralı bendinde:
“a) (Değişik : 8.6.2000-4577/5 md.) İdari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari
eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar
tarafından açılan tam yargı davaları,
c)
(Değişik: 18.12.1999-4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve
sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin
yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar
arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” idari dava türleri olarak
sayılmış olup; kural olarak, idari yargıda ancak Devlete ve kamu tüzel
kişilerine karşı açılan davalara bakılabilir.
Buna
göre, iptali istenilen işlemin tesis edildiği tarihte davalı mevkiinde kamu
kuruluşu niteliği taşımayan Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin olması
karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan
sözetmek olanaksız olduğundan; uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre
görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Belirtilen
nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile
Mersin 1. İdare Mahkemesinin Görevlilik Kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın
çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın
BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Mersin 1.İdare Mahkemesi’nin 11.12.2012 gün ve
E:2012/1149 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde
OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
19-ESAS NO : 2014/21
KARAR NO:
2014/45
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
2547 sayılı Yasanın 35. maddesi uyarınca başka bir üniversitede görevlendirilen
davacının taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılan davanın,
ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A
R
Davacı :
P.E.S.
Davalı :
Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili : Av. M.Ş.
O L A Y
: Davacı dava dilekçesinde özetle; Karadeniz Teknik Üniversitesi
Rektörlüğü’nün 09.12.2010 gün B.30.2.KTÜ.0.71.00.02/22305 sayılı yazısı ile
bildirilen, Karadeniz Teknik Üniversitesi tarafından verilmiş olan, mecburi
hizmet borcunun tahsiline ilişkin kararın iptali istemiyle idari yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı
idare vekili birinci savunma dilekçesinde görev itirazında bulunmuştur.
TRABZON
İDARE MAHKEMESİ: 09.03.2011 gün ve E:2011/154 sayı ile “… davacının
imzaladığı yüklenme senedinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun Ek 34.
Maddesi uyarınca yurt dışında eğitim görebilmek için mevzuat uyarınca
zorunlu şart olarak öngörüldüğü dikkate alındığında bu senedin idare ile
davacının eşit düzeyde, kendi isteği ve iradesi ile imzalandığının kabulüne
olanak bulunmadığı, ayrıca dava konusu edilen işlemin davacının mecburi
hizmet yükümlülüğü kapsamında ödemesi gereken tutarların hesaplanmasına
ilişkin idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı idare ile tesis
edilen bir işlem olduğu, dava konusu işlemin anılan yüklenme senedi ile
başlayan ve davacının yurtdışına gönderildikten sonra geri dönüp mecburi
hizmetini tamamlanmadan görevinden ayrılması üzerine, yüklenme senedi
uyarınca yükümlülüğünü yerine getirmesine ilişkin bulunan sünecin birbirini
tamamlayan zincir işlem niteliğinde olduğu ve bu davaya bakma görevinin
idari yargının görevine girdiği…” gerekçe gösterilmek suretiyle görev
itirazının reddi ile görevlilik kararı verilmiştir.
Davalı idare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılması yolundaki dilekçesi üzerine dava dosya örneği Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI: Konunun
çözümü için uyuşmazlığın temelini oluşturan işlemin incelenmesinin
gerektiği; uyuşmazlığın, taraflar arasındaki içinde ve yurt dışında görevlendirmeye ilişkin 39. maddesinden
bahisle; dava dosyasının incelenmesinden; Üniversiteler tarafından
lisansüstü eğitim-öğrenim yapmak üzere yurt içi ve yurt dışına gönderilen
araştırma görevlilerinin borçlarını ödeme planını gösteren ve noter
huzurunda res’en tanzim edilen taahhüt senedinin mevcut olduğu, tahaahhüt
senedi ile davacının söz konusu ödeme planını kabul ve taahhüt ettiği, söz
konusu taahhüt senedi ile, araştırma görevlisi ile Üniversite arasında bir
sözleşme ilişkisi kurulduğunun anlaşıldığı; dolayısıyla, uyuşmazlık
taraflar arasındaki sözleşmeden diğer bir ifadeyle taahhüt senedinde yer
alan borçtan kaynaklandığı, sözleşmede yer alan borçtan kaynaklanan
uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri
görevli bulunduğu gerekçesiyle, 2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13. maddeleri
gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane
TOPUZ, Ayhan Akarsu ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.01.2014
günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dosya örneği üzerinde
2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı
idare vekilinin anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun
olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen
süre içinde başvuruda bulunması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca,
10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın,
davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile
dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava,
davalı Üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmakta iken,
01.07.2008-01.09.2009 tarihleri arasında ABD’de görevlendirilen, görev süresi
01.09.2010 tarihine kadar uzatılan ve 15.10.2010 tarihinde görevinden
istifa eden davacının, yurt dışına gönderilmeden önce imzaladığı ve
görevinden istifa etmesi sonrasında davalı Üniversite tarafından kefalet
senedi karşılığı, mecburi hizmet yükümlülüğüne uyulmaması nedeniyle
tazminat talebine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu’nun, “Öğretim
elemanı yetiştirme” başlıklı 35.
maddesinde “ Yükseköğretim
kurumları; kendilerinin ve yeni kurulmuş ve kurulacak diğer yükseköğretim
kurumlarının ihtiyacı için yurt içinde ve dışında, kalkınma planı ilke ve
hedeflerine ve Yükseköğretim Kurulunun belirteceği ihtiyaca ve esaslara
göre öğretim elemanı yetiştirirler.
(Ek fıkralar: 17/8/1983 - 2880/18 md.)
Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla üniversitelerin araştırma görevlisi
kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir
üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir. Bu
şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar,
bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler.
Yurt içi
veya yurt dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre
bağlı oldukları yükseköğretim kurumlarında mecburi hizmetlerini yerine
getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim
kurumlarında görev verilmez. Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet
çalışmaları bu hüküm dışındadır.” denilmiş; Yasa’nın “Yurt içinde ve yurt
dışında görevlendirme” başlıklı 39.
maddesinde ise, “ (Değişik: 9/4/1990 - KHK - 418/25 md.; İptal: Ana.
Mah'nin 5/2/1992 tarih ve E.1990/22, K.1992/6 sayılı Kararı ile; Yeniden
düzenleme: 18/5/1994 - KHK - 527/17 md.)
Öğretim
elemanlarının kurumlarından yolluk almaksızın yurt içinde ve dışında kongre,
konferans, seminer ve benzeri bilimsel toplantılarla, bilim ve meslekleri
ile ilgili diğer toplantılara katılmalarına, araştırma ve inceleme gezileri
yapmalarına, araştırma ve incelemenin gerektirdiği yerde bulunmalarına, bir
haftaya kadar dekan, enstitü ve yüksek okul müdürleri, onbeş güne kadar
rektörler izin verebilirler. Bu şekilde onbeş günü aşan veya yolluk
verilmesini gerektiren veya araştırma ve incelemenin gerektirdiği
masrafların üniversite ile buna bağlı birimlerin bütçesinden veya döner sermaye
gelirlerinden ödenmesi icabeden durumlarda, ilgili yönetim kurulunun kararı
ve rektörün onayı gereklidir.
Öğretim
elemanları birinci fıkrada ve bu Kanunun 33 üncü maddesinde sayılan yurt
dışına gönderilme halleri dışında mesleklerine ait hizmetlerde
yetiştirilmek, eğitilmek, bilgilerini artırmak veya staj yapmak için
Yükseköğretim Kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca üniversiteler
itibariyle bir yılı geçmeyecek şekilde her yıl belirlenecek kontenjan ve
süreler dahilinde yurt dışına gönderilebilecekleri gibi aynı amaçlarla dış
burslara dayanılarak da gönderilebilirler. Belirlenen kontenjanların
üniversiteye bağlı birimler arasında dağıtımı üniversite yönetim kurulunun
kararı ve rektörün onayı,gönderilme ise ilgili yönetim kurulunun kararı ve
rektörün onayı ile olur. Zorunlu hallerde yurt dışında kalma süresi ilgili
yönetim kurulunun kararı ve rektörün onayı ile yarısına kadar uzatılabilir.
Bunlar hak ve yükümlülükleri bakımından 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununa göre aynı amaçla yurt dışına gönderilenlerin tabi oldukları
hükümlere tabi olurlar. Ancak, bunlara yapılacak ödemenin miktarı Devlet
memurlarına yapılacak ödemeyi geçmemek üzere üniversite yönetim kurulunca
daha düşük olarak tespit edilebilir. Öğretim elemanlarından kendilerine
yurt dışı kuruluşlarınca burs veya ücret sağlananlar, görev yapacakları
sürece Yükseköğretim Kurulunun belirleyeceği esaslara göre üniversite
yönetim kurulunun kararı ile aylıklı veya aylıksız izinli de
sayılabilirler.
Gerek
birinci fıkraya göre geçici görev yolluğu verilmek suretiyle yurt içinde ve
yurt dışında bir yere gönderilenler olsun, gerekse ikinci fıkraya göre
gidiş-dönüş yol yevmiyesi ile gideri ödenmek suretiyle yurt dışına
gönderilenler olsun, bunlara verilecek yolluk, emsali Devlet memuruna
verilen yolluğun aynı olmak üzere genel hükümler çerçevesinde tespit
edilir. Geçici görev yolluğu Yükseköğretim Kurumu hesabına gönderilenlere
kurum bütçesinden üniversite dışındaki kurum hesabına gönderilenlere ise
ilgili kurumun bütçesinden ödenir.
(Ek: 14/5/1997-
4249/2 md.) Türk Cumhuriyetleri ve
Akraba Topluluklarındaki Yüksek Öğretim Kurumlarından resmi davet alan
öğretim elemanlarına 3 yılı aşmamak ve bütün özlük hakları saklı
kalmak üzere üniversite yönetim kurulunun kararı ve Milli Eğitim
Bakanlığının onayı ile aylıklı izin verilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın
incelenmesinden, Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde araştırma görevlisi
olarak görev yapmakta iken, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 39.maddesi
uyarınca ABD Univercity of California Santa Cruz’da araştırma bursu alarak
2008-2010 yılları arasında görevlendirilen davacının 15.10.2010 tarihinde
görevinden istifa etmesinin ardından yurt dışına gönderilmeden önce
imzaladığı ve görevinden istifa etmesi sonrasında davalı Üniversite
tarafından uygulamaya konularak mecburi hizmet borcunun tahsiline ilişkin
kararın iptali istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu
duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından
tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması
karşısında, davacı tarafından senedin iptali istemiyle açılan davanın görüm
ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı Rektörlük vekilinin görev
itirazının reddine ilişkin Trabzon İdare Mahkemesi kararının kaldırılması
gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Rektörlük vekilinin
GÖREV İTİRAZININ, Trabzon İdare
Mahkemesi’nin 09.03.2011 gün ve E:2011/154 sayılı REDDİNE İLİŞKİN
KARARIN KALDIRILMASINA, 27.01.2014 gününde Üye Sıddık YILDIZ’ın KARŞI OYU
VE OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi
KARŞI
OY
Dava,
Davalı Üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmakta iken, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu'nun 35.maddesi kapsamında davalı idare adına başka bir
üniversitede lisansüstü eğitim yapmak üzere görevlendirilen davacının,
görevlendirme işleminden önce imzaladığı taahhüt ve kefalet senedi
uyarınca, mecburi hizmet yükümlülüğü ile kefalet senedinin iptali istemiyle
açılmıştır.
2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-a maddesinde, idari işlemler
hakkında yetki, şekil, sebep konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka
aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından açılan iptal davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.
2547 sayılı Yasa
uyarınca başka bir üniversitede öğretim üyesi yetiştirme programı
kapsamında eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki amaç göz önünde
bulundurulduğunda, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit
düzeyde olarak, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığından söz etmeye
olanak bulunmadığından, ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır.
İdarece kamu gücüne dayanılarak ve tek taraflı irade ile
kurulan taahhüt ve kefalet senedine ilişkin uyuşmazlığın 2577 sayılı
Yasanın 2/1-a maddesinde sayılan iptal davaları kapsamında görüm ve
çözümünde idari yargı görevli bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca
yapılan başvurunun reddi gerektiği görüşüyle, aksi yöndeki karara karşıyım.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
20-ESAS NO : 2014/25
KARAR NO: 2014/47
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : İmar
planından kaynaklanan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- İ.K., 2- H.K., 3- S.Ç.
Vekili :
Av. Z.C.
Davalı :
Milli Eğitim Bakanlığı
Vekili :
Av. E.D.
O L A Y : Davacılar vekili
özetle; davacıların Ankara İli, Çankaya İlçesi, 26127 ada, 1 parsel sayılı
taşınmazın hisseli maliki olduklarını, taşınmazın imar planında “okul
alanı” olarak ayrıldığını ancak bugüne kadar üzerinde tahsis amacına uygun bir
düzenleme yapılmadığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydı ile şimdilik 5.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline
karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekili süresi içerisinde
sunduğu cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi: 28.06.2013 gün ve
E:2012/638 sayı ile, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin görev
itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Milli Eğitim Bakanlığı
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay
Başsavcısı: İdarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8'inci maddesi
uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici imar planları ile bu planlara dayanılarak tesis edilen
parselasyon, kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari
işlem, bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve
uygulamaları bunun için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri yani, bu
konudaki hareketsizliklerin de, idari eylem niteliği taşıdığını belirterek,
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin
1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde görülmesinin gerektiği
belirtilerek, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye
göre, davalı Milli Eğitim Bakanlığı vekilinin anılan Yasanın
10/2.maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının
reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, davalı Milli Eğitim Bakanlığı
açısından, 10.maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/638 Esas sayılı
dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize gelmekle, dosya
üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava konusu Ankara İli,
Çankaya İlçesi, 26127 ada, 1 parsel sayılı taşınmaza fiili el atma olup
olmadığı hususunda bilgi verilmesi için 06.01.2014 tarihinde mahkemesine
müzekkere yazılmış,Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesince ilgili dosyada 27.12.2013
gün, E:2012/638, K:2013/773 sayı ile karar verildiğine dair ilgili karar
evrakı mahkememize gönderilmiş olup, söz konusu kararda, “…6487 sayılı
Kanun ile değişik 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesi
uyuşmazlığın uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara
ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanması ile tasarrufu
kısıtlanan taşınmaz hakkında olduğu, dava konusu taşınmaza idarece fiilen
el atılmadığı anlaşılmakla davanın çözümünde idari yargı mercileri görevli
olduğundan işbu davanın yargı yolu caiz olmadığından reddine karar vermek
gerekmiştir.” demek suretiyle görevsizlik nedeniyle davanın reddine karar
verildiği anlaşılmıştır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup,
buna göre;
‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari
ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev
itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci
oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari
yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde,
görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu
kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre;
‘’Görev
itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın
verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden,
itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği
tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye
yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı
merciine verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere
kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının
reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle
birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir
davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü
yer almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;
‘’Uyuşmazlık
çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam,
gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra,
uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda
12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu
tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya
makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç
bir yargı merciine başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve
eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak
yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya
vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün
içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen
dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir.
Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
mercine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile
kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince
bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı
süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden
incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere
altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye
devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık
Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.
Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın
ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup,bu bağlamda, Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduğunun ilgili yargı mercine bildirilmesi üzerine, her ne kadar yargı
merciinden davaya bakmasının ertelenmesi istenemese de, yargı merciinin bu
durumu gözeterek görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar
verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakması gerektiğinde kuşku
bulunmamaktadır.
Dosya
kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda
yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın
10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu
itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede
belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay
Başsavcılığınca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, bu durumun 11.11.2013 gün, 2013/1534 sayılı yazı ile yargı
merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği
şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 27.12.2013 tarihinde
davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne
kadar,
Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması
veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya
devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru
neticesinde Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların hisseli taşınmazına, imar planında
okul alanı olarak ayrılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydı ile şimdilik 5.000 TL nin davalıdan tahsili istemiyle
açılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge
planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü
hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler
de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında okul
alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam
etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan
mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi
ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi
ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından
usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu
derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını
bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir…
Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının
kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının
bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan
yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…”
gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi
Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar
planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan
tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına
alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı Milli
Eğitim Bakanlığı vekilinin görev itirazının Ankara 3. Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Milli
Eğitim Bakanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Ankara 3.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.06.2013 gün ve E:2012/638 sayılı KARARININ
KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar
verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
21-ESAS NO : 2014/33
KARAR NO:
2014/49
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Taşınmazın imar planında İSKİ İçme Suyu Havzaları
Yönetmeliğince İSKİ tarafından belirlenen Dere Mutlak Koruma (Park)
alanında bırakıldığından bahisle açılan tazminat davasının, İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- M.A., 2- H.A., 3- F.G. (A.), 4- G.T., 5- H.G., 6- U.A.
Vekili :
Av. S.B.
Davalı :
İSKİ Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. R.Ö.
O L A Y : Davacılar vekili özetle; davacıların İstanbul
İli, Çatalca İlçesi, Çiftlikköy Mahallesi, 49, 151, 152, 322 ve 710 parsel
sayılı taşınmazların hisseli maliki olduklarını, taşınmazların İSKİ su
havzası yapı yaklaşım mesafesi içerisinde kalmış olduğunu, mevcut durumun
davacıların mülkiyet hakkını kısıtlamakta olduğunu belirterek, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile
birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev
itirazında bulunmuştur.
Çatalca 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi: 14.06.2013 gün ve E:2012/605 sayı ile, davalı İSKİ Genel
Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda
süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; “…3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri
de, idari eylem niteliği taşımaktadır.
Dosyanın
incelenmesinden; imar planında Terkos Barajının kısmen kısa, kısmen orta ve
kısmen uzun mesafeli koruma alanında kalan taşınmazın bedelinin ödenmesine
hükmedilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.
Bu
bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği uyarınca imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da
sonuçlar, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında
taşınmaza yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.
İdari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa
hükümlerinin gereğidir.
Bu
bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır.
Dolayısıyla,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesi gerekmektedir.
Nitekim,
11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı
Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde
değişiklik yapan 2l'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmi kuramlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer
verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin
görevli olduğunu belirtilerek” 2247
sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan
27.1.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü bakımından, 10.
maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/605 Esas
sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize
gelmekle, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava
konusu İstanbul İli, Çatalca İlçesi, Çiftlikköy Mahallesi, 49, 151, 152,
322 ve 710 parsel sayılı taşınmazlara fiili el atma olup olmadığı hususunda
bilgi verilmesi için 06.01.2014 tarihinde mahkemesine müzekkere yazılmış
olup, Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 07.01.2014 tarihli cevabi
yazısında söz konusu taşınmazla ilgili keşif yapılmadığı, bilirkişi
raporunun mevcut olmadığı, dosyanın 08.11.2013 tarihinde HMK 114/1-b ve 115
maddeleri gereğince yargı yolu dava şartı noksanlığı nedeniyle reddine
karar verdiği husus belirtilmiş, dolayısıyla ilgili dosyada davanın
görevsizlik nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup,
buna göre;
‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari
ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev
itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci
oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari
yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi
halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen
bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre;
‘’Görev itirazında
bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği
tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz
yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten
başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili
makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine
verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine
verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin
kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir
davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü
yer almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;
‘’Uyuşmazlık
çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam,
gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra,
uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda
12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu
tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya
makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç
bir yargı merciine başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam,dilekçe ve eklerinin
kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak yoluna gitmiş
ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya vermiş ise
eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün içinde
düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen dilekçe ve
ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir. Bu takdirde ilgili yargı
mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri
bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile
kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince
bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı
süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden
incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere
altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye
devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık
Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.
Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın
ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup, bu bağlamda, anılan yasal hükmün
amaç bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli
veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün
işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik
kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması
yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini
takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki
dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik
kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada
düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduklarının ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda
davanın görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden
kaynaklanan boşluğun, görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce
doldurulması gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun
10 uncu maddesinde öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarma” hali, farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden
önce görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan
ve usul ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini
süratli biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise
tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik”
kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında
bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili
Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği
kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı
gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa
uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu
halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin,
ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte
başlayacağının kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu
gibi, ilgili Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye
ulaşmasından önce mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez
görev yönünden red kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi
haller ortaya çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev
konusunda karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık
hale gelecektir. Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık
Mahkemesinin görevle ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri
bağlayıcı niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili
Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da
sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından; ilgili mahkemelerin de verdikleri
görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki
iradeleri kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda
başka bir karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri hukuken
mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre yapılan
başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.
Dosya
kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda
yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın
10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu
itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede
belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay
Başsavcılığınca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, bu durumun 26.11.2013 gün, 2013/1612 sayılı yazı ile yargı
merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği
şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 08.11.2013 tarihinde
davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne
kadar, Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması
veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya
devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru
neticesinde Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmazların, “İSKİ
su havzası yapı yaklaşım mesafesi içerisinde” içinde kalması suretiyle
taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları
saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte davalı
idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parsellerin imar planında Terkos Barajının kısmen kısa, kısmen orta ve
kısmen uzun mesafeli koruma alanında kaldıkları, taşınmazlara idarece
fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazların
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacıların hissedar oldukları
taşınmazların bedellerinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup,
belirtilen duruma göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda
uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi
gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam
etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan
mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi
ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının
başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013,
Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve
E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan
kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların
idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile, davalı İSKİ
Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Çatalca 2. Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İSKİ
Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Çatalca 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.06.2013 gün ve E:2012/605 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
22-ESAS NO : 2014/34
KARAR NO:
2014/50
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Taşınmazın imar planında İSKİ İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğince
İSKİ tarafından belirlenen Dere Mutlak Koruma (Park) alanında
bırakıldığından bahisle açılan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- B.T., 2- R.T., 3- N.T., 4- N.K.
Vekili :
Av. H.A.
Davalı :
İSKİ Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. F.E.
O L A Y : Davacılar vekili özetle; davacıların İstanbul
İli, Çatalca İlçesi, İnceğiz 662 parsel sayılı taşınmazın maliki
olduklarını, taşınmazın dere mutlak koruma alanında kalmış olduğunu, mutlak
koruma alanında kalan taşınmazın tamamının davalı idare denetimi altına
girdiğinden taşınmaz üzerindeki tasarruf haklarının kullanılamayacak
şekilde kısıtlandığını belirterek, taşınmazın davacılar adına kayıtlı olan
payının tapu kaydının iptali ve davalı idare adına tescili ile, fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL’nin faizi ile
birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı
yerinde dava açmıştır.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev
itirazında bulunmuştur.
Çatalca 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi: 14.06.2013 gün ve E:2012/685 sayı ile, davalı İSKİ Genel
Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; “…3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri
de, idari eylem niteliği taşımaktadır.
Dosyanın
incelenmesinden; imar planında kısmen Büyükçekmece göl havzası uzun
mesafeli koruma alanında, kısmen dere mutlak koruma alanında kalan
taşınmazın bedelinin ödenmesine ve taşınmazın tapu kaydının davalı idare
adına tesciline hükmedilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.
Bu
bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği uyarınca imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da
sonuçlar,genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında
taşınmaza yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.
İdari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa
hükümlerinin gereğidir.
Bu
bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır.
Dolayısıyla,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin l'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesi gerekmektedir.
Nitekim,
11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı
Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde
değişiklik yapan 2l'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmi kuramlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer
verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin
görevli olduğunu belirtilerek” davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmı yönünden, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü bakımından, 10.
maddede öngörülen biçimde, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden, olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/685 Esas
sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize
gelmekle, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava
konusu İstanbul İli, Çatalca İlçesi, İnceğiz 662 parsel sayılı taşınmaza
fiili el atma olup olmadığı hususunda bilgi verilmesi için 06.01.2014
tarihinde mahkemesine müzekkere yazılmış olup, Çatalca 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 07.01.2014 tarihli cevabi yazısında söz konusu taşınmazla
ilgili keşif yapılmadığı, bilirkişi raporunun mevcut olmadığı, dosyanın
08.11.2013 tarihinde HMK 114/1-b ve 115 maddeleri gereğince yargı yolu dava
şartı noksanlığı nedeniyle reddine karar verdiği husus belirtilmiş,
dolayısıyla ilgili dosyada davanın görevsizlik nedeniyle reddine karar
verildiği anlaşılmıştır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup,
buna göre;
‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari
ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev
itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci
oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari
yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi
halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen
bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre;
‘’Görev itirazında
bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği
tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden, itiraz
yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten
başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili
makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine
verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine
verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin
kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle birlikte uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir
davada uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü
yer almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;
‘’Uyuşmazlık
çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam,
gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra,
uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda
12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu
tespit ederse, istemin reddine karar verir.Bu karar, ilgili kişilere veya
makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç
bir yargı merciine başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve
eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak
yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya
vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün
içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen
dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir.
Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
mercine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile
kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince
bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı
süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden
incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere
altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye
devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık
Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.
Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın
ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup,bu bağlamda, anılan yasal hükmün
amaç bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli
veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün
işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik
kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması
yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini
takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki
dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik
kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada
düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduklarının ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda
davanın görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden
kaynaklanan boşluğun, görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce
doldurulması gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun
10 uncu maddesinde öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarma” hali, farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden
önce görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan
ve usul ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini
süratli biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise
tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik”
kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında
bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili
Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği
kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı
gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa
uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu
halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin,
ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte
başlayacağının kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu
gibi, ilgili Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye
ulaşmasından önce mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez
görev yönünden red kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi
haller ortaya çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev
konusunda karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık
hale gelecektir. Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık
Mahkemesinin görevle ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri
bağlayıcı niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili
Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da
sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından; ilgili mahkemelerin de verdikleri
görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki
iradeleri kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda
başka bir karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri hukuken
mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre yapılan
başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.
Dosya
kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda
yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın
10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu
itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede
belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay
Başsavcılığınca 13.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, bu durumun 27.11.2013 gün, 2013/1638 sayılı yazı ile yargı
merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği
şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 08.11.2013 tarihinde
davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne
kadar, Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması
veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya
devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru
neticesinde Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmazın, “Dere
Mutlak Koruma Alanı” içinde kalması suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, taşınmazın tapu kaydının davalı idare adına tescili
ile, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 1.000 TL’nin
faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi istemiyle
açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parselin imar planında dere mutlak koruma alanında kaldığı, taşınmaza
idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın
bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı
idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade
ile yapılan imar planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın
bedelinin tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma
göre, imar planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın
tazminine yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2/1-b maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden
dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı
davaları" kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle
Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu,
Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu
oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son
olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503
sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el
atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde
olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmı yönünden, başvurusunun kabulü ile, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin görev itirazının Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesince reddine
ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın, davanın,
taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine ilişkin
kısmı yönünden, BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Çatalca 2. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 14.06.2013 gün ve E:2012/685 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
23-ESAS NO : 2014/39
KARAR NO:
2014/51
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Taşınmazın imar planında İSKİ İçme Suyu Havzaları
Yönetmeliğince İSKİ tarafından belirlenen Dere Mutlak Koruma (Park)
alanında bırakıldığından bahisle açılan tazminat davasının, İDARİ YARGI YERİNDE
çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1- B.V., 2- A.V., 3- O.V., 4- M.A., 5- S.K., 6- E.K., 7- A.S., 8- H.I.
Vekilleri
: Av. A.D. & Av. H.T.Ö.
Davalı :
İSKİ Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. R.Ö.
O L A Y : Davacılar vekili özetle; davacıların İstanbul
İli, Çatalca İlçesi, Kestanelik Köyü, İzzettin Hududu mevkii, 1079 parsel
ile Örcünlü Köyü, Nakkaşaltı mevkii, 800 ve 801 parsel sayılı taşınmazların
maliki olduklarını, taşınmazların dere mutlak koruma alanında kalmış
olduğunu, mevcut durumun davacıların mülkiyet hakkını kısıtlamakta olduğunu
belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000
TL’nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar verilmesi
istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev
itirazında bulunmuştur.
Çatalca 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi: 14.06.2013 gün ve E:2012/661 sayı ile, davalı İSKİ Genel
Müdürlüğü vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı İSKİ Genel Müdürlüğü
vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması
yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının onaylı bir
örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; “…3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemler, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizlikleri
de, idari eylem niteliği taşımaktadır.
Dosyanın
incelenmesinden; imar planında dere mutlak koruma alanında kalan taşınmazın
bedelinin ödenmesine hükmedilmesinin istenildiği anlaşılmıştır.
Bu
bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazının, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı kararında
"hukuki el atma" olarak nitelendirilen, İSKİ İçmesuyu Havzaları
Yönetmeliği uyarınca imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku yoktur. Ancak bu sonuç ya da
sonuçlar,genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar planında
taşınmaza yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklanmaktadır.
İdari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmeleri, anılan yasa
hükümlerinin gereğidir.
Bu
bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının
giderilmesi İdari Yargı'nın görev alanında bulunan idari işlem ve
eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve sonuçların,
"hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu olumsuz
sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde açılacak
tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmamaktadır.
Dolayısıyla,
davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına alınması istemine
ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesi gerekmektedir.
Nitekim,
11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı
Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde
değişiklik yapan 2l'inci maddesinde "Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmi kuramlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer
verilmek suretiyle "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde İdari Yargı yeri
görevlidir.” demek suretiyle 2247 sayılı
Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına
ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık
YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla
yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği
üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27.maddesi gereğince yapılan incelemeye göre,
davalı İSKİ Genel Müdürlüğü vekilinin anılan Yasanın 10/2. maddesinde
öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve
dahi 12/1.maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine
Danıştay Başsavcısı'nca, davalı İSKİ Genel Müdürlüğü bakımından, 10.
maddede öngörülen biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır.
Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/661 Esas
sayılı dosyası 2247 Sayılı Yasanın 10. md.’si uyarınca mahkememize
gelmekle,dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; Mahkememizce dava konusu
İstanbul İli, Çatalca İlçesi, Kestanelik Köyü, İzzettin Hududu mevkii, 1079
parsel ile Örcünlü Köyü, Nakkaşaltı mevkii, 800 ve 801 parsel sayılı
taşınmazlara fiili el atma olup olmadığı hususunda bilgi verilmesi için
07.01.2014 tarihinde mahkemesine müzekkere yazılmış olup, Çatalca 2. Asliye
Hukuk Mahkemesi’nin 09.01.2014 tarihli cevabi yazısında söz konusu
taşınmazla ilgili keşif yapılmadığı, bilirkişi raporunun mevcut olmadığı,
dosyanın 08.11.2013 tarihinde HMK 114/1-b ve 115 maddeleri gereğince yargı
yolu dava şartı noksanlığı nedeniyle reddine karar verdiği husus
belirtilmiş, dolayısıyla ilgili dosyada davanın görevsizlik nedeniyle
reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
2247
sayılı Yasa’nın 10.maddesi Olumlu Görev Uyuşmazlığı Çıkarma başlıklı olup, buna
göre;
‘’Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli, idari
ve askeri bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev
itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından
görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir.
Yetkili
Başsavcı veya Başkanunsözcüsünün Uyuşmazlık Mahkemesinden istekte
bulunabilmesi için, görev itirazının, hukuk mahkemelerinde en geç birinci
oturumda, ceza mahkemelerinde delillerin ikamesine başlamadan önce; idari
yargı yerlerinde de dilekçe ve savunma evresi tamamlanmadan yapılmış olması
ve yargı yerlerinin de kendilerinin görevli olduklarına karar vermiş
bulunmaları şarttır.
Görev
itirazının yargı merciince yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi
halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen
bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna
karar verilmiş bulunmasına bağlıdır.
Uyuşmazlık
çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makam; reddedilen görevsizlik itirazı
adli yargı yararına ileri sürülmüş ise Cumhuriyet Başsavcısı, idari yargı
yararına ileri sürülmüş ise Danıştay Başkanının sözcüsü, askeri ceza
yargısı yararına ileri sürülmüş ise Askeri Yargıtay Başsavcısı, Askeri
İdari Yargı yararına ileri sürülmüş ise bu mahkemenin Başkanının
sözcüsüdür.
Görev
itirazının reddine ilişkin karara karşı itiraz yolunun açık bulunduğu ceza
davalarında ret kararı kesinleşmeden uyuşmazlık çıkarma istenemez.’’ hükmü
yer almaktadır.
Anılan
yasanın 12.maddesi Yargı Mercilerince yapılacak işlemleri işaret etmekte
olup, buna göre;
‘’Görev
itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın
verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa tebliğ tarihinden,
itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği
tarihten başlayarak onbeş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye
yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı
merciine verir.
Bu yargı
mercii, dilekçenin bir nüshasını ve varsa eklerini yedi gün içinde cevabını
bildirmesi için diğer tarafa tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf, süresi
içinde bu yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş
sayılır.
Yargı
mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak
görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere
kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının
reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının onaylı örnekleriyle
birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir.
Bir davada
uyuşmazlık çıkarılması için yalnız bir kez başvurulabilir.’’ hükmü yer
almaktadır.
Yasanın
13.maddesi Uyuşmazlık Çıkarma İsteminde Bulunmaya Yetkili Makamca yapılacak
işlemleri göstermekte etmekte olup, buna göre;
‘’Uyuşmazlık
çıkarma konusundaki dilekçe ile ekleri kendisine ulaşan yetkili makam,
gerekirse dilekçedeki veya eklerindeki eksiklikleri tamamlattıktan sonra,
uyuşmazlık çıkarmaya yer olmadığı sonucuna varırsa veya yapılan başvuruda
12 nci maddenin birinci fıkrasında öngörülen sürenin geçirilmiş olduğunu
tespit ederse, istemin reddine karar verir. Bu karar, ilgili kişilere veya
makama ve ilgili yargı merciine, hemen tebliğ olunur. Bu karara karşı hiç
bir yargı merciine başvurulamaz.
Uyuşmazlık
çıkarılmasını gerekli gördüğü durumlarda yetkili makam, dilekçe ve
eklerinin kendisine ulaştığı tarihten, şayet eksiklikleri tamamlatmak
yoluna gitmiş ve bu erekle gönderdiği yazıları on gün geçmeden postaya
vermiş ise eksikliklerin tamamlandığı tarihten başlayarak en geç on gün
içinde düzenleyeceği gerekçeli düşünce yazısını, kendisine gönderilen
dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine yollar ve ayrıca
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı merciine hemen bildirir.
Bu takdirde ilgili yargı mercii, 18 inci maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakır.’’ denilmiştir.
Bu
yoldan hareketle; yasanın 10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev
itirazının yargı merciince reddedilmesinden sonra, görev itirazında bulunan
kişi veya makamca 12/1.maddede belirtildiği şekilde başvuruda bulunulması
üzerine 13.maddede ifade edildiği gibi uyuşmazlık çıkarılması gerekli
görülüyor ise, yetkili makamın gerekçeli düşünce yazısı düzenleyerek
kendisine gönderilen dilekçe ve ekleri ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine
göndereceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesine başvurduğunu ilgili yargı
merciine bildireceğini, yargı merciinin ise 18.maddede öngörüldüğü şekilde
davanın görülmesini geri bırakacağını ifade etmiş olmakla birlikte yasanın
18.maddesinde; ‘’Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile
kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince
bir karar verilinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır. Bu takdirde zamanaşımı
süreleriyle öbür kanuni veya hakim tarafından verilen süreler, işin yeniden
incelenmesine başlanacağı güne kadar durur. Şu kadar ki, Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurulduğunu bildiren yazının alındığı günden başlamak üzere
altı ay içinde bu Mahkemenin kararı gelmezse yargı mercii davayı görmeye
devam eder. Ancak, esas hakkında son kararı vermeden Uyuşmazlık
Mahkemesinin kararı gelirse yargı mercii bu karara uymak zorundadır.
Uyuşmazlık çıkarılacağı bildirilerek yargı merciinden davaya bakmanın
ertelenmesi istenemez.’’ denilmiş olup,bu bağlamda, anılan yasal hükmün
amaç bakımından yorumlanması ve bu yorum sonucuna göre bir değerlendirme
yapılması gerekmektedir. 18. madde düzenlenmesinin şekli yorumundan; adli
veya idari yargı yerinin olumlu görev uyuşmazlığı prosedürünün
işletilmesine ilişkin tarafların yapacağı başvuru sonrası “görevlilik
kararı” vermesinden sonra, taraflarca ilgili Başsavcılıklara başvurulması
yolundaki taleplerin ilgili mahkemelerce bu Başsavcılıklara gönderilmesini
takiben, Başsavcılıkların vereceği kararı bekleyip beklemeyeceği, elindeki
dava ile ilgili başkaca bir usuli işlem yapıp yapmayacağı, görevsizlik
kararı veya esastan karar verip veremeyeceği hususlarının yasada
düzenlenmediği ve sadece Başsavcılıkların Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurduklarının ilgili mahkemelere resmi yazı ile bildirilmesi durumunda
davanın görülmesinin geri bırakılacağı hususunun belirtildiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu yasanın eksik düzenlenmesinden
kaynaklanan boşluğun, görev konusunda Anayasal yetkiye sahip Mahkememizce
doldurulması gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten, 2247 Sayılı Kanunun
10 uncu maddesinde öngörülen özel bir yöntem olan “olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarma” hali, farklı yargı kollarında görevsizlik kararları verilmesinden
önce görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesince çözümlenmesini amaçlayan
ve usul ekonomisi bakımından da görevli yargı yerinin belirlenmesini
süratli biçimde sağlayan bir uygulamadır. Bu yöntemi başlatan prosedür ise
tarafların başvurusu sonrasında ilgili yargı yerinin vereceği “görevlilik”
kararıdır. Mahkemece görevlilik kararı verilmesinden, görev itirazında
bulunan tarafça bu karara itiraz edildikten ve mahkemece ilgili
Başsavcılığa başvuru iletildikten sonra, yetkili Başsavcılığın vereceği
kararın beklenmemesi 10 uncu madde ile öngörülen amaçla bağdaşmayacağı
gibi, ilgili Başsavcılıklara yasayla tanınan takdir haklarının zaafa
uğratılması ve sonuçsuz bırakılması neticesini de doğurabilecektir. Şu
halde, 18. maddede öngörülen davanın görülmesinin geri bırakılması halinin,
ilk derece Mahkemesinin görevlilik kararı vermesi ile birlikte
başlayacağının kabulü gerekmektedir. Aksi halde, davanın somutunda olduğu
gibi, ilgili Başsavcılığın olumlu görev uyuşmazlığı çıkarma amacıyla
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya dair kararın ilgili mahkemeye
ulaşmasından önce mahkemenin evvelce görevlilik kararı vermişken bu kez
görev yönünden red kararı vermesi ya da davayı esastan sonuçlandırması gibi
haller ortaya çıkacak ve bu kararlara rağmen Uyuşmazlık Mahkemesince görev
konusunda karar verilmesinin pratikte uygulanabilirliği tartışmaya açık
hale gelecektir. Oysa Anayasanın 158 nci maddesi uyarınca Uyuşmazlık
Mahkemesinin görevle ilgili verdiği kararlar kesindir ve ilgili mahkemeleri
bağlayıcı niteliktedir. Şu halde, Uyuşmazlık Mahkemesinin kendisine ilgili
Başsavcılıklarca yapılmış bir başvuruyu görmezlikten gelmesi ya da
sonuçlandırmaması söz konusu olamayacağından; ilgili mahkemelerin de verdikleri
görevlilik kararlarından sonra ilgili Başsavcılıkların bu konudaki
iradeleri kendilerine yazılı olarak bildirilinceye kadar görev konusunda
başka bir karar veya davayı esastan çözümleyen bir karar verebilmeleri
hukuken mümkün bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkememizce 10. maddeye göre
yapılan başvurunun sonuçlandırılması gerekmektedir.
Dosya
kapsamı itibariyle yukarıda belirtilen hükümler ve kabuller doğrultusunda
yapılan değerlendirmede, davalı idare tarafından 2247 sayılı Yasanın
10/2.maddesine uygun olarak yapılmış bir görev itirazının bulunduğu, bu
itirazın yargı merciince reddi üzerine davalı idarece 12/1.maddede
belirtildiği şekilde başvuruda bulunulduğu, başvuru üzerine Danıştay
Başsavcılığınca 10.maddede belirtildiği şekilde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı, bu durumun 22.11.2013 gün, 2013/1606 sayılı yazı ile yargı
merciine bildirildiği, buna karşın yargı merciince, 18.maddede belirtildiği
şekilde davanın görülmesinin geri bırakılması yerine, 08.11.2013 tarihinde
davanın görev yönünden reddine karar verilmiş olduğu anlaşılmakla, her ne
kadar, Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın görülmesinin geri bırakılması
veya Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesinin beklenilmesi yerine davaya
devam edilip esas hakkında hüküm kurulması 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
yönteme uymasa da neticeten usulüne uygun olarak yapılmış olan başvuru
neticesinde Danıştay Başsavcılığınca usulüne uygun şekilde 10.maddeye göre
olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılarak dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne
gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı
anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile
karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil
KAYNAK’ın, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu
ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali
GÜMÜŞ’ün davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları
da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacıların maliki oldukları taşınmazların, “dere
mutlak koruma alanı” içinde kalması suretiyle taşınmaza kamulaştırmasız el
atıldığından bahisle, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile
şimdilik 10.000 TL’nin faizi ile birlikte davalı idareden tahsiline karar
verilmesi istemiyle açılmıştır.
3194
sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması”
başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve
Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre
düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde
kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır
veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara
itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve
planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Olayda, imar planının uygulaması sonucu, uyuşmazlığa
konu parsellerin imar planında dere mutlak koruma alanında kaldıkları,
taşınmazlara idarece fiilen el atılmadığı, kamulaştırmasız el atma
nedeniyle taşınmazların bedelinin ödenilmesi gerektiğinin iddia edildiği;
davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı Kanunu uyarınca kamu gücü
kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar planlarında yer alan
davacıların hissedar oldukları taşınmazların bedellerinin tazminine ilişkin
bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar planı ve buna
dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik
bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan,taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat
davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013
tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının mülkü
üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin
idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması
gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar
kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup,
yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz
kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar
planlarında “ dere mutlak koruma alanı” nda bırakılması nedeniyle, tasarruf
hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf
hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak
bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan mahkemenin
görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158. maddesi ile, adli,
idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını
kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar
bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye Hukuk Mahkemesince
yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği nedeniyle
oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı”
olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat
davasında, davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay
Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye
Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda verilen karar
nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümünce
18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No: 2013/1586) “…Mahkemenin
gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün
Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk
kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak
gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini
ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce
gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde
olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının
başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013,
Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve
E.2013/603, K.2013/1503 sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan
kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan tazminat istemli davaların
idari yargının görevinde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın, başvurusunun kabulü ile, davalı İSKİ
Genel Müdürlüğü vekilinin görev itirazının Çatalca 2. Asliye Hukuk
Mahkemesince reddine ilişkin kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı İSKİ
Genel Müdürlüğü vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN Çatalca 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.06.2013 gün ve E:2012/661 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
24-ESAS NO : 2014/41
KARAR NO:
2014/52
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET : Fazlaya dair hakları saklı tutularak adli yargı
yerinde açılan ilk davadan sonra açılan ek davanın; İmar mevzuatından kaynaklanan
tazminat davası olması gözetilerek, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A
R
Davacı :
İ.B.
Vekili :
Av. A.E.
Davalı :
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. E.S.D.
O L A Y : Davacı vekili dava
dilekçesinde;Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2011/81 sayılı
dosyasıyla, Ankara ili -Yenimahalle ilçesi-Yuva Mahallesi’nde kain 43199
ada-1 parselde kayıtlı 53.780,00
m2 yüzölçümlü taşınmazda davacı müvekkilinin pay
sahibi olduğunu, davacının hissesinin; 379,00 m2’ye tekabül ettiğini,
davalı kurumun dava konusu taşınmazı 20/03/1998 tarihinde kesinleşerek
Tapuya tescil edilen 1/1000 ölçekli İmar Planında K.sel Rekreasyon Alanı
olarak ayırdığını, 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 10. Maddesinde öngörülen 5
yıldan fazla sürenin geçmesine rağmen kamulaştırma işlemlerine
başlanmadığını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/12/2010 tarih ve
2010/5-662 E., 2010/651 K. Sayılı kararına göre, davalının dava konusu
taşınmaza Hukuki Olarak El atılmış olduğunu beyan ederek, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL bedel üzerinden kamulaştırmasız
el koyma nedeniyle tazminat davası ikame etmiş olduklarını; mahallinde
yapılan keşif sonucu tanzim edilen 14/11/2011 tarihli Harita ve Kadastro
Mühendisi Bilirkişi Raporu ile Heyet raporunun dosyasına sunulduğunu;
Harita ve Kadastro Mühendisi Bilirkişi tarafından, dava konusu parselin
K.sel Rekreasyon Alanı kapsamında kaldığı hususunun tespit edildiğini;
Heyet tarafından, dava tarihi itibariyle dava konusu parsele 500,00 TL/m2
değer takdir edildiğini, davacı müvekkilinin davalıdan talep edebileceği
bedel olarak 379,00 m2
x 500,00 TL= 189.500,00 TL değer takdir edildiğini; kendilerinin davalarını
ıslah etmeden, fazlaya İlişkin haklarını saklı tutarak, 10.000,00 TL bedel
üzerinden davanın kabulü ile dava konusu parseldeki davacı müvekkil
hissesinin iptali ile davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına
tesciline karar verilmesini talep ettiklerini; Mahkemece talepleri gibi,
fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak 10.000,00 TL’nin dava tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsili ile davacı müvekkile
ödenmesine; dava konusu 43199 Ada 1 parselde davacının hissesinin iptali
ile davalı adına tesciline karar verilmiş olduğunu; bahse konu kararın
davalı tarafından temyiz edildiğini ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesi‘nin
E:2012/5998, K:2012/13104 sayılı ilamıyla 18/06/2012 tarihinde onandığını;
bahse konu ONAMA kararına karşı Karar Düzeltme yoluna gidilmediğinden yerel
mahkemenin kararının kesinleşmiş olduğunu; huzurda açmış oldukları davanın,
Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/ 81 E. Sayılı dosyayla fazlaya
ilişkin hakları saklı tutularak açılmış olan ve Yargıtay denetiminden
geçerek kesinleşmiş olan davalarının ek davası niteliğinde olduğunu;
dolayısıyla bu ek davanın, kesinleşen Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
2011/81 E.2011/378 K. sayılı dosyasına dayandığını, bahse konu dava
dosyasında hesaplanan toplam 189.500,00 TL’den hüküm altına alınan toplam
10.000,00 TL mahsup edildikten sonra kalan 179.500,00 TL’nin, asıl davanın
açılış tarihi olan 22/02/2011 tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsilini
talep ettiklerini; Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/81 E. sayılı
dosyasıyla dava konusu taşınmazdaki davacı hissesinin iptaline karar
verildiği için ve hüküm bu haliyle kesinleştiğinden, bu konuda bir karar
vermeye gerek olmadığı kanısını taşıdıklarını ifade ederek; kamulaştırmasız
el konulan taşınmaz bedeli olan 189.500 TL ’den Ankara 22. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 2011/81 E., 2011/378 K. Sayılı dosyasıyla hüküm altına alınan
ve Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen 10.000,00 TL alacak dışında
kalan 179.500,00 TL’nin, asıl davanın açılış tarihi olan 22/02/2011
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsili ile davacı
müvekkiline ödenmesine; Mahkemece hissenin iptali ile davalı kurum adına
tesciline karar verilmiş ve karar bu haliyle kesinleşmiş olduğundan bu
hususta karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi istemiyle, adli
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı vekili, süresi içerisinde görev itirazında
bulunmuştur.
ANKARA
16. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:15.5.2013 gün ve E:2012/647 sayı ile, davalı
vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı
çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; davacının hissedarı olduğu uyuşmazlık konusu
taşınmazın imar planında "K.sel rekreasyon alanı" olarak
ayrıldığı ve bu parselin dava açıldığı tarihe kadar da kamulaştırılması
yönünde herhangi bir işlemin yapılmadığı, davacının aynı parseldeki
hissesinin tazmini talebiyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere
10.000.- TL. üzerinden Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada
davanın kabulüne ve davacının hissesinin davalı belediye adına tesciline
hükmedildiği ve bu kararın Yargıtay 5. Hukuk Dairesince onanarak
kesinleştiği, söz konusu davada mahkemece yaptırılan inceleme sonucu
bilirkişilerce davacının hissesi için 189.500.-TL değer takdir edildiği ve
179.500.- TL üzerinden açılan bu davanın, ilk açılan davanın ıslahı
niteliğinde olduğunun anlaşıldığı, bu bilgiler karşısında;
davanın, davacının taşınmazının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010
günlü, E:2010/5-662 K:2010/651 kararında "hukuki el atma" olarak
nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna
ulaşıldığı; dava dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında,
mülkiyet hakkına getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri
yönünden zarar doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı,
ancak bu sonuç ya da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari
işlem olan imar planında taşınmaza yönelik belirlemenin bu planda öngörülen
kamulaştırma programlarının zamanında yapamamasından ve imar
uygulamalarından; başka anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı
idarelerin imar planı gereği yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki
hareketsizliği şeklinde ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari
işlem ve eylemlerden doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari
Yargı yerlerinde açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan
yasa hükümlerinin gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının
denetimi ve zarar doğurucu sonuçlarının giderilmesi İdari Yargı'nın görev
alanında bulunan idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları
etki ve sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve
bu olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci
maddesinin 1 'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan "idari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından
açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari yargı yerinde
görülmesinin gerektiği; nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 21'inci maddesinde
"Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara ayrılmak
suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan
taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda
öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava
açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki el atma"
olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına
getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümünde
İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş bulunduğu; açıklanan
nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine
gönderilmesine, karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi
Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri
BAYDAR, Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet
AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin
anılan Yasanın 10/2. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı
görev itirazının reddedilmesi ve 12/1.maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10.maddede öngörülen
biçimde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ‘’Kısmi Dava’’
başlıklı 109.maddesinde; ‘’Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir
olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.''
hükmü yer almakta olup, bu düzenleme çerçevesinde, talep konusu niteliği
itibariyle bölünebiliyor ise kısmi davanın varlığından bahsedilebilecektir.
Alacağın tamamı aynı hukuki ilişkiden doğup, şimdilik
sadece bir kesimi dava ediliyorsa kısmi davadan söz etmek gerekecek olup,
kısmi dava davacı lehine karara bağlandıktan sonra, alacağın geri kalan
kısmı için ek
dava açılması söz konusu olacaktır. Somut olayda da davacı
tarafından Ankara 22.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2011/81sayılı dosyasında
görülmekte olan ilk davada aynı hukuki ilişki ve konudan doğduğu ifade
edilen alacağın bir kısmı dava edilmiş, iş bu dava kabul ile neticelendikten
sonra ise, Ankara 16.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2012/647 sayılı
dosyasında görülmekte olan ek dava açılmış olmakla, hal böyle iken davacı
tarafından ilk etapta açılmış olan Ankara 22.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
E:2011/81 sayılı dosyasında görülmekte davanın 6100 sayılı Yasa kapsamında
kısmi dava mahiyetinde olduğu anlaşılmıştır.
Ankara 16.Asliye Hukuk Mahkemesi'nin E:2012/647 sayılı
dosyasında görülen dava, yukarıda izahı yapıldığı üzere, daha önceden
fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak suretiyle açılıp karara bağlanan
alacak miktarının, kalan kısmı bakımından bir ek dava mahiyetindedir. Her
ne kadar, bu davaların konuları ve tarafları birbirleri ile aynı olsa da,
bahse konu ek dava yeni bir dava olup, bu dava için yeniden dava harcı
alınması, yeniden taraf teşkili sağlanarak yargılama yapılması, gerekirse
yeniden bilirkişi incelemesi yapılıp delillerin yeniden toplanması
gerekmekte, dolayısıyla ek davanın ilk aşamasından itibaren, ilk açılan
kısmi davadan bağımsız olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu değerlendirmeler ışığında, her ne kadar kısmi dava
mahiyetindeki Ankara 22.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2011/81 sayılı dava
dosyasının yargılaması adli yargı yerinde yapılmış ve burada görülmekte
olan davada görev (yargı yolu) itirazı olmaksızın karar verilmiş ise de,
hakkında uyuşmazlık çıkartılmış olan ek dava mahiyetindeki Ankara 16.Asliye
Hukuk Mahkemesi'nin E:2012/647 sayılı dava dosyasının, bu dosyadan bağımsız
ve yeni bir dava dosyası olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Sonuç
itibariyle, usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, Danıştay
Başsavcısınca 2247 sayılı Yasa'nın 10.maddesi uyarınca çıkartılan görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, Davacıya ait taşınmaza, imar planıyla K.sel
rekreasyon alanı olarak ayrılmak suretiyle davalı idare tarafından herhangi
bir kamulaştırma işlemi yapılmaksızın el atılması nedeni ile tazminat
istemli, fazlaya dair haklar saklı tutularak açılan davada, davacı lehine
verilen kararın kesinleştiğinden bahisle; kesinleşen 10.000,00 TL alacak
dışında kalan 179.500,00 TL’nin, asıl davanın açılış tarihi olan 22/02/2011
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsili istemiyle açılmıştır.
Raporun/Kararın usule ilişkin bölümünde izah edilen
kabuller ve değerlendirmeler neticesinde; davanın özü itibariyle, davacıya
ait Ankara İli, Yenimahalle İlçesi, Yuva Mahallesi’nde kain 43199 ada, 1
parsel sayılı taşınmazına, imar planında K.sel Rekreasyon Alanı olarak
ayrılmak suretiyle kamulaştırmasız el atıldığından bahisle, uğranıldığı
iddia edilen zararın faizi ile birlikte tahsili istemiyle açıldığı
anlaşılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve
yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik
gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri,
faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak
bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı yapar
veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama
İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan
kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin
nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya
yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay tarihinden
itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan
edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye
başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye
meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan
yerlerde yapılacak planlar valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır.
Valilikçe uygun görüldüğü takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik
üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Onay tarihinden itibaren valilikçe
tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir
ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları
ve planları onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak
değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası,
Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti
sağlamak ilgili idarelerin görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler,
imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline
getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım
arazileri, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda belirtilen izinler
alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak üzere plânlanamaz.” hükmüne yer
verilmiştir.
Dava
dosyasında bulunan Yenimahalle Belediye Başkanlığı İmar Ve Şehircilik
Müdürlüğünün 29.1.2013 gün ve 736 sayılı yazısında; dava konusu 43199 ada 1
nolu parselin; Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 01.06.1992 gün ve 177
sayılı kararı ile onaylanan Yuva Köyü ve Çevresi Nazım İmar Planı
doğrultusunda hazırlanarak 3030 sayılı yasanın 14. Maddesi gereği
Büyükşehir Başkanlığının onayına sunulan 1. ve 2. etap 1/1000 ölçekli imar planları
ile bu planlamaya ait Meclis ve Komisyon raporları üzerinde yapılan
çalışmalar sonucu hazırlanan 1/5000 ölçekli Revizyon Nazım İmar Planının
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin 12.10.1995 tarih ve 711 sayılı kararı ile
onaylanmış planda kaldığı; ilgili taşınmazın, 1/5000 ölçekli Nazım imar
Planı doğrultusunda hazırlanan ve 22.05.1996 tarih ve 85 sayılı kararı ile
Belediyelerince onaylanan, 3030 sayılı yasanın 14. maddesi gereğince Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanlığının 13.06.1996 gün ve 06.BBB.08.04.İM.1.2.1428-3531/96(168)
sayılı yazısı ile onaylandığı, Yuvaköyü ve Çevresine ait 1/1000 ölçekli
imar planında ve bu planın uygulaması olan 84138 nolu parselasyon planının
Belediye Encümeninin 06.05.1997 tarih ve 1515 sayılı kararı ile
onaylandığı, 1 aylık askı süresinin 16.05.1997 gün ve 22991 sayılı Resmi
gazetede yayınlanarak tamamlandığı, bu plan kapsamında Kaks:0.10 yapılaşma
koşulları ile “K.sel Rekreasyon Alanı” kullanımında kaldığı; Ankara
Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı Yapı Denetim ve
Ruhsat Şube Müdürlüğünün 04.01.2012 gün ve 4542-17899 sayılı yazısından;
Ankara Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliğinin K.sel Alan Kullanım
Tanımları ve Yapılanma Şartları başlıklı 16.maddesi sonuna 6. Fıkra olarak,
Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nce 16.12.2011 tarih ve 3731 sayılı karar no
ile ilave edilen "KOP alanlarındaki imar durumu belirsiz olan
taşınmazlarda yapı yüksekliği serbest olmak üzere Sporda E:0.20, Eğitimde
E: 1.00 Sağlık ve Sosyo Kültürel Tesis (SKT) parsellerinde E:0.60 yapı
yoğunluğu, 30.000 m2
ve üzeri rekreasyon ve ağaçlandırma alanlarında E:0.05. min ifraz 5000m2
hmax:2kat. 30.000 m2
altındaki rekreasyon ve ağaçlandırma alanlarında E.0.10 min ifraz 2500m2
hmax:2kat imar durumu verilir ” nota istinaden, ilgili parsellerin
ifrazının mümkün olduğu ve maliklerince ilgili belediyeden alınacak
ruhsatla özel amaçlı kullanılacağının belirlendiği, bu nota istinaden
minimum ifraza yönelik Parselasyon aşaması sürecinin başladığı, bittiğinde
ilgililerince kullanılması için kolaylık sağlandığı, taşınmaz için
kamulaştırmasız el atmanın söz konusu olmadığı; ayrıca söz konusu
taşınmazın imar planı kullanımının “K.sel Rekreasyon Alanı” kullanımından
imar hakkı olarak “Ticari Rekreasyon Alanı” kullanımına dönüştürülmesine
yönelik hazırlanan plan değişikliğinin, Müdürlüğün 26.07.2012 gün ve
pln2964-2645 sayılı yazısı ile Başkanlık Makamına iletildiği, söz konusu
plan değişikliğinin Ankara Büyükşehir Belediyesinde onay sürecinde olduğu
ve plan onaylandığında dava konusu durumun ortadan kalkacağı hususlarının
tespit edildiği belirtilmiş; dava dosyasına ekli, Ankara 22.Asliye Hukuk
Mahkemesindeki E:2011/81 sayılı davaya ilişkin olarak düzenlenmiş bulunan
14.11.2011 ve 28.11.2011 tarihli Bilirkişi Raporlarında, dava konusu
taşınmazın üzerinde, plan doğrultusunda yapılmış bir tesis bulunduğuna
ilişkin bilgiye yer verilmediği; davalı idarenin savunmalarında fiili el
atma bulunmadığını beyan ettiği, davacı vekilinin de gerek dava
dilekçesinde, gerekse de diğer dilekçelerinde, fiili değil, “hukuki” el
atmadan söz ettiği anlaşılmıştır.
Olayda, uyuşmazlığa konu parselin imar planında K.sel
Rekreasyon Alanında kaldığı, taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazın bedelinin ödenilmesi
gerektiğinin iddia edildiği; davanın konusunun, davalı idarece 3194 sayılı
Kanunu uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı irade ile yapılan imar
planlarında yer alan davacının hissedar olduğu taşınmazın bedelinin
tazminine ilişkin bulunduğu anlaşılmış olup, belirtilen duruma göre, imar
planı ve buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"
kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte
yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine
dayalı olarak başka bir davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı
tazminat davasında, bu Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun Geçici 6 ncı maddesinin bazı fıkralarının iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz başvurusunda; Anayasa Mahkemesi
25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101 sayılı kararında ”… Davacının
mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden
değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından
kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.
Öte yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz
zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis
edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda
olduğu gibi imar kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya
devam etmekte olup, yalnızca malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı
kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak, davacının
taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması
nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma sonucu
olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak
idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı merciileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle,
Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar
planında “spor alanı” olarak ayrılan diğer bir davacının Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı tazminat davasında, davalı idarelerin görev itirazları
nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan olumlu görev uyuşmazlığında,
Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev uyuşmazlığı talebinin kabulü ile
ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması yolunda
verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi
İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No:
2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından usul şartlarına
ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu derece
mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve
bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir… Açıklanan
nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu
şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun
olması’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…”
gerekçesiyle, davacının başvurusu oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi
Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
30.10.2013 tarih ve E:2013/603, K:2013/1503 sayılı kararıyla, imar
planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’ kaynaklanan
tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına
alınmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile, davalı
vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Ankara 16. Asliye Hukuk
Mahkemesinin kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile davalı vekilinin GÖREV İTİRAZININ
REDDİNE İLİŞKİN Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.5.2013 gün ve
E:2012/647 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
25-ESAS NO : 2014/45
KARAR NO:
2014/54
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Dava konusu taşınmaz üzerinde yol, kaldırım ve otopark yapılmak suretiyle,
kamulaştırmasız el atılmasından doğan zararın tazminine yönelik bulunan
davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacılar
: 1-M.N., 2- M.N.N., 3- Ö.M.N., 4- M.H.N., 5-M.H.N.
Vekili :
Av. G.Ö.A.
Davalılar
: 1) Küçükçekmece Belediye Başkanlığı
Vekili :
Av. B.Ç.A.
2) İl Özel İdaresi-İstanbul
Vekili :
Av. M.E.
O L A Y : Davacılar vekili
dava dilekçesinde, müvekkillerinin, tapuda "İstanbul, Küçükçekmece,
Altınşehir Mah., Ortamahalle, 11 Pafta, 1718 Parsel" de kayıtlı 603 m2 büyüklüğündeki
arsanın (miras bırakanlarından intikali sonucu) 1996 yılından bu yana
maliki olduğunu; taşınmazın büyük bir kısmının, davalı Küçükçekmece
Belediyesi tarafından kamulaştırma yapılmadan yola ve kaldırıma katılmış
bulunduğunu; taşınmazın bulunduğu alanın ise 28.03.1994 tasdik tarihli
1/5000 ölçekli ve 29.02.2008 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli Nazım İmar
Planları ile 29.08.2008 tasdik tarihli 1/1000 ölçekli Uygulama İmar
Planında İlköğretim Tesis Alanı olarak planlandığını; taşınmazın 1994
yılından bu yana okul alanı olarak kamu hizmetine ayrılmasına rağmen, bu
güne kadar üzerinde bir tesis bulunmadığı gibi amaca uygun kamulaştırma da
yapılmadığını; davalıların, müvekkillerin mülkiyet hakkını devamlı bir
surette ihlal ettiğini; davacıların, inşaat yapma, satma ve kiralama gibi,
mülkiyet hakkının gerektirdiği yetkileri kullanma haklarının
kısıtlandığını; Yargıtayın yerleşik tüm kararlarında; bir kişinin
taşınmazına eylemli olarak el atıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel
olunması ile imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza
hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari
ile bir fark bulunmadığı, her ikisinin de kişinin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması anlamına geldiğinin belirtildiğini; bu itibarla,
kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığının doğal sonucu olarak, İdarenin
hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi
davacının, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda
mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının
verilmesini isteyebileceğini; müvekkillerinin taşınmazdan
yararlanamadığını, bu nedenle, davalıların taşınmaza el attığı tarihten
dava tarihine kadar olan süre boyunca hesaplanacak ecrimisilin davalılardan
tahsiline karar verilmesini talep ettiklerini, Yargıtay kararlarında da
dava tarihine kadar olan dönem için ecrimisile hükmedilmesi gerektiğinin
belirtildiğini ifade ederek; fazlaya ilişkin her türlü talep ve dava
hakları aklı kalmak kaydıyla; davalıların kamulaştırmasız el atma işlem ve
eylemlerinden dolayı açtıkları işbu belirsiz alacak davasında; taşınmazın
tespit edilecek değerinin fiili el atma tarihinden itibaren (Anayasa'nın
46/son md. gereğince) kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz ile
birlikte davalılardan tazmini ve taşınmazın tapu kaydının davalılar adına
tesciline; fiili el atma tarihinden dava tarihine kadar tespit edilecek
ecrimisil tutarının, her yıl için hesaplanacak kademeli yasal faizi ile
birlikte davalılardan tazminine karar verilmesi istemiyle; adli yargı yerinde
dava açmıştır.
Davalı idarelerin vekilleri süresi içerisinde görev
itirazında bulunmuşlardır.
KÜÇÜKÇEKMECE
4.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ:5.9.2013 gün ve E:2013/76 sayı ile,
kamulaştırmasız el atma ve ecrimisil davalarının haksız fiile dayalı
davalar olduğu; tazminat ile birlikte taşınmazın aynına yönelik de hüküm
tesis edilmesinin gerektiği; dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6487
sayılı yasa ile de 1983 yılından önceki el atmaların idari yargı yerinde
çözümlenmesi hususunda hüküm getirilmiş olduğu; 1983 tarihinden sonraki el
atmalara yönelik göreve ilişkin bir düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle;
davalı yanın görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı idarelerin vekillerinin, idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda
süresinde verdikleri dilekçeler üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Uygulama ve
Öğreti'de, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü
kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin,
"idari işlem"; herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın
gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizliklerinin de, "idari eylem" olarak tanımlandığı; bu
tanıma göre; idarelerin 3194 sayılı İmar Kanununun 8'inci maddesi uyarınca
tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici imar
planları ile 2981 sayılı Yasanın 13'üncü maddesinin (c) bendi uyarınca tek
yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve düzenleyici ıslah
imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem"; bu
imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki
hareketsizliklerinin de, idari eylem niteliği taşıdığı; dosyanın
incelenmesinden; dava dilekçesinde, Küçükçekmece Belediyesi tarafından
taşınmazın bir kısmına yola ve kaldırıma katılmak suretiyle kamulaştırma
yapılmaksızın fiilen el atıldığı iddia edilmekte ise de, dosyada bu yönde
bilgi ve belge bulunmadığı gibi davalı idarelerden Küçükçekmece Belediye
Başkanlığınca verilen cevap dilekçesinde, yol olduğu iddia edilen yerin
davacının parseli içinde olmadığı, imar planında yol bulunmadığı ve fiili
el atmanın sözkonusu olmadığı, İstanbul İl Özel İdaresi'nin cevap
dilekçesinde de taşınmaza fiilen el atılmadığı belirtilmiş bulunduğundan,
fiili el atmanın olmadığı ve dolayısıyla davanın, imar planında ilköğretim
tesis alanı olarak ayrılan taşınmazın bedelinin ödenmesi ve tapu kaydının
davalı idare adına tescili ile ecrimisil ödenmesi istemiyle açıldığının
anlaşıldığı; bu bilgiler karşısında; davanın, davacıların taşınmazına,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E:2010/5-662 K:2010/651
sayılı kararında "hukuki el atma" olarak nitelendirilen, imar
planındaki belirleme sebebiyle mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan
kaynaklanan tazminat talebiyle açıldığı sonucuna ulaşıldığı; dava
dilekçesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, mülkiyet hakkına
getirildiği söylenen kısıtlamanın, taşınmazın malikleri yönünden zarar
doğurucu sonuçlarının olabileceğinde kuşku bulunmadığı, ancak bu sonuç ya
da sonuçların, genel ve düzenleyici nitelikte bir idari işlem olan imar
planında taşınmaza yönelik belirlemeden, bu planda öngörülen kamulaştırma
programlarının zamanında yapılmamasından ve imar uygulamalarından; başka
anlatımla da, idari işlemlerden ve davalı idarelerin imar planı gereği
yapılması gereken kamulaştırmalar konusundaki hareketsizliği şeklinde
ortaya çıkan idari eylemlerden kaynaklandığı; idari işlem ve eylemlerden
doğan zararların tazmini taleplerinin ise, 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 12 ve 13'üncü maddeleri uyarınca, İdari Yargı yerlerinde
açılacak tam yargı davalarına konu edilmelerinin, anılan yasa hükümlerinin
gereği olduğu; bu bakımdan, hukuka uygunluklarının denetimi ve zarar
doğurucu sonuçlarının giderilmesi idari Yargı'nın görev alanında bulunan
idari işlem ve eylemlerin hukuk düzeninde yaratmış oldukları etki ve
sonuçların, "hukuki el atma" olarak nitelendirilmesine ve bu
olumsuz sonuçlarla ilgili tazminat taleplerinin adli yargı yerlerinde
açılacak tazminat davalarına konu edilmelerine, hukuken olanak bulunmadığı;
dolayısıyla, davanın taşınmazın bedelinin tazminat olarak hüküm altına
alınması istemine ilişkin kısmının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2'nci maddesinin l'inci fıkrasının (b) bendinde yer alan
"İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel
olanlar tarafından açılan tam yargı davaları," hükmü gereğince idari
yargı yerinde görülmesinin gerektiği; nitekim, 11.06.2013 günlü, 28674
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 6487 sayılı Kanun'un 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6'ncı maddesinde değişiklik yapan 2l'inci maddesinde
"Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara
ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu
kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı imar
Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari
yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilmek suretiyle "hukuki
el atma" olarak nitelendirilen, imar planındaki belirleme sebebiyle
mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamadan kaynaklanan tazminat davalarının
görüm ve çözümünde İdari Yargı yerinin görevli olduğunun öngörülmüş
bulunduğu; açıklanan nedenle, davanın, taşınmazın bedelinin tazminat olarak
hüküm altına alınması istemine ilişkin kısmı yönünden 2247 sayılı Yasa'nın
10'uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın
13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yazılı düşüncesi istenilmemiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk
Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR,
Ali ÇOLAK, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un
katılımlarıyla yapılan 27.1.2014 günlü toplantısında;
l-İLK
İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247 sayılı
Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı idarelerin
anılan Yasanın 10/2 maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptıkları
görev itirazlarının reddedilmesi ve 12/1. maddede belirtilen süre içinde
başvuruda bulunmaları üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 10. maddede
öngörülen biçimde davanın taşınmazın bedelinin tahsiline hükmedilmesi
istemine ilişkin kısmı yönünden olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı
anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev
uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN
İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli
yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN’ın ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ’ün davada adli yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, imar planında İlköğretim Tesis Alanında kalan
davacıların taşınmazlarına idarece fiilen müdahalede bulunulduğu;
taşınmazın yola ve kaldırıma katılmış olduğu ancak bu güne kadar herhangi
bir kamulaştırma işlemi yapılmadığı gibi bir bedel de ödenmediğinden
bahisle; taşınmaza kamulaştırmasız el konulması nedeni ile taşınmazın
tespit edilecek değerinin, fiili el atma tarihinden itibaren kamu
alacakları için öngörülen en yüksek faiz ile birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
Dava
dosyasında bulunan Küçükçekmece Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik
Müdürlüğünün 12.3.2013 gün ve M.34.3.KÜÇ.0.13.04.00-3415-594026 sayılı
yazısıda; dava konusu parselin, 29.08.2008 tasdik tarihli, 1/1000 ölçekli,
Yarımburgaz Uygulama İmar Planında İlköğretim Tesis alanında kalmakta iken,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü yazısı ile;
söz konusu parseli de içine alan alanda; olası afet riskini bertaraf etmek
üzere yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amacıyla Çevre Ve Şehircilik
Bakanlığının yetkilendirildiğini, bu doğrultuda söz konusu alana ilişkin
etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak,
yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili
idarelerce ruhsatlandırma yapılamaması halinde resen ruhsat ve yapı
kullanma izni vermenin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı görev yetkileri
kapsamında olduğu; bahse konu yerin Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2.Maddesinin (c) fıkrası kapsamında ‘Rezerv
Yapı Alanı’ olarak belirlendiğinin bildirilmiş olduğu; ayrıca mahallen
yapılan kontrolde bahse konu parsel üzerinde herhangi bir yapı
bulunmadığının tespit edildiği belirtilmiş; dava konusu taşınmaza ilişkin
olarak keşif/bilirkişi incelemesi yapılıp yapılmadığının Mahkemesinden
sorulması üzerine gelen 9.1.2014 gün ve 2013/76 Esas sayılı yazı ekinde
gönderilen 26.9.2013 tarihli Fen Bilirkişisi Raporunda; “…yapılan inceleme
ve tespit sonucunda: Dava konusu taşınmazın Uydu çakıştırmalı yapılan
tespitinde kısmen yolda kaldığı tespit edilmiş olup, bu tespit neticesinde
yeniden keşif mahalline gidilerek gerekli ölçüm ve tespitler yapılarak dava
konusu 1718 parsel nolu taşınmazın fiili durum tespiti yapılmıştır.
Yapılan
Ölçüm Sonucunda: Dava konusu olan Küçükçekmece ilçesi, Altınşehir
mahallesi, 11 pafta, 1718 parsel nolu taşınmazın, rapor ekinde sunulan
krokisinde;
A harfi
ve renkte taranarak gösterilen 74.474m2 lik kısmı ile,
C harfi
ve renkte taranarak gösterilen 13.16m2 lik kısmı olmak üzere
Toplam:
87.63m2 lik kısmına yol ve kaldırım yapılmak suretiyle el atıldığı;
B
harfiyle ve MOR renkte taranarak gösterilen 175.02m2 lik kısmına ise Asfalt
yol yapılmak suretiyle el atıldığı,
D harfi
ile gösterilen ve MAVİ renkte taranarak gösterilen 245.11m2 lik kısmına ise
mıcır dökmek suretiyle el atıldığı(…) SONUÇ: Dava konusu (…)taşınmazın
tamamına yol ve kaldırım ve otopark şeklinde mıcır dökmek suretiyle El
Atıldığı…”nın tespit edildiği belirtilmiş; 23.12.2013 tarihli Bilirkişi
Kurulu Raporunda da; “(…) TAŞINMAZIN HALİ HAZIR DURUMU/ Keşif günü yapılan
incelemede parselin zeminde boş olup üzerinde bina olmadığı, yol kaldırım
ve otopark şeklinde mıcır dökülmek sureti ile el atıldığı tespit
edilmiştir.” denildiği görülmüştür.
Belediyelerin
3194 sayılı İmar Kanununun 8. maddesi ve 18.maddesinin verdiği yetki ile
arazi ve arsalar üzerinde imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe
konulması, arazi ve arsa düzenlemesi gibi faaliyetleri kapsamında
yaptıkları imar planlarından kaynaklanan işlemlerin tek yanlı ve kamu
gücüne dayanan irade açıklamaları ile tesis edilen genel ve düzenleyici
işlemler olduğu, bu yönü ile de idari eylem ve işlemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıkların idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerektiği
tartışmasızdır. Buna karşılık, Belediyece, Kamulaştırma Kanunu’nda
öngörülen usul ve yöntemlere uygun idari nitelikte uygulama işlemleri
yapılmaksızın, taşınmaza fiilen el atılmasının, kamulaştırmasız el atma
niteliğini taşıdığı açıktır.
Öte
yandan, İdarenin yürütmekle yükümlü bulunduğu kamu hizmetine ilişkin olarak
uygulamaya koyduğu plan ve projeye göre meydana getirdiği yol, kanal,
baraj, su yolları, su şebekesi gibi tesislerin kurulması, işletilmesi ve
bakımı sırasında kişilere verdiği zararların tazmini istemiyle açılacak davaların
görüm ve çözümünün, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları
muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları kapsamında yargısal
denetim yapan idari yargı yerine ait olduğu; idarece herhangi bir ayni
hakka müdahalede bulunulduğu, özel mülkiyete konu taşınmaza kamulaştırmasız
el atıldığı veya plan ve projeye aykırı iş görüldüğü iddiasıyla açılacak
müdahalenin men’i ve meydana gelen zararın tazmini davalarının ise,
mülkiyete tecavüzün önlenmesine ve haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine
göre adli yargı yerinde çözümleneceği, yerleşik yargısal içtihatlarla kabul
edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim,
yukarıda belirtilen genel kabul doğrultusundaki Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kurulunun 11.2.1959 günlü, E:1958/17, K:1959/15 sayılı kararının
III. bölümünde, “İstimlaksiz el atma halinde amme teşekkülü İstimlak
Kanununa uygun hareket etmeden ferdin malını elinden almış olması sebebiyle
kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Ve bu bakımdan dava Medeni
Kanun hükümlerine giren mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil
neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır. Ve bu bakımdan adliye
mahkemesinin vazifesi içindedir.” görüşüne yer verilmiştir.
Bu
durumda, İdarenin dava konusu taşınmaz üzerinde yol, kaldırım ve otopark
yapmak suretiyle, kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine
göre görüm ve çözümü, adli yargı yerinin görevine girmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ :
Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle, Danıştay
Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 27.1.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.
—— • ——
Uyuşmazlık
Mahkemesi Başkanlığından:
26-ESAS NO : 2014/50
KARAR NO:
2014/59
KARAR TR :
27.01.2014
(Hukuk Bölümü)
ÖZET :
Sözleşme yapılmasına karşın, sözleşme imzalanmadan önce ihale sürecinde
birtakım hukuka aykırılıklar bulunduğu iddiasıyla davalı idareye yapılan
başvurunun reddine ilişkin, 22.04.2013 gün ve 14702911/4263 Sayılı kararın
iptali ile davacının uğradığı 102.820,33 TL zararın tazminine karar
verilmesi istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : A.A.Hurda
Plastik İnş. Turizm İmalat San. Ve Tic. Ltd. Şti.
Vekili :
Av. U.A.
Davalı : Makine
ve Kimya Endüstri Kurumu Genel Müdürlüğü
Vekili :
Av. S.K.
O L A Y : Davacı vekili dava
dilekçesinde özetle; müvekkilinin davalı idarenin 18.03.2013 tarihli ihale
ilanı üzerine; ihale konusu plastik hurdaları yerinde görmek üzere
mahalline gittiğini, hurda alanında bulunan görevliden yardım istendiğini,
görevli tarafından gösterilen 33 numaralı yerde bulunan plastik hurdaların
incelendiğini ve plastik hurdaların kendisine ihalesi için 8000,00 TL
teminat vererek 96 kuruş birim fiyatı teklifte bulunduğunu, teklifin davalı
idarenin 27.03.2013 gün ve 14702911/3257 sayılı kararı ile kabul
edildiğini, bunun üzerine 05.04.2013 tarihinde davalı idare adına 94820,33
TL para havale edildiğini, davacının ihale konusu hurdaların kendisine
teslimi için 08.04.2013 günü iki tır ile mahalline gittiğinde plastik
hurdaların yerinde bulunamadığını, davacıya kendisine ihale edilen
hurdaların plastik değil demir olduğunun bildirildiğini, görevlinin şifahen
verdiği beyanda davacıya yanlış hurdaların gösterildiğini beyan ettiğini,
bunun üzerine davacının idareye başvurduğunu; ancak, kendisine verilen
22.04.2013 gün ve 14702911 sayılı cevabi yazısı talebin reddedildiği ve
davacıya ihale konusu malların teslimi konusunda 3 gün mehil verildiğini,
davacının davalı idarenin kusurlu işlemi nedeni ile zarar gördüğünü
belirterek; 22.04.2013 gün ve 14702911/4263 sayılı kararın iptali ile
102.820,33 TL bedelin davalı idareye başvuru tarihi olan 08.04.2013
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak
davacıya verilmesi istemi ile idari
yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Makine ve Kimya Endüstri Kurumu Genel Müdürlüğü
vekili süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesinde özetle; görev
itirazında bulunmuştur.
Ankara 10.İdare Mahkemesi: 15.07.2013 gün ve
2013/706 Esas sayılı kararı ile görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Makine ve Kimya Endüstri Kurumu Genel Müdürlüğü
vekilinin adli yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda
süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine dava dosyasının onaylı bir örneği
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı; “Yapılan incelemede, davalı idarenin Kırıkkale Hurda
deposunda bulunan metal ve plastikten oluşan ve cins ve miktarlarına göre
çeşitli sınıflara ayrılan hurda malzemeleri, her birine kod numara ve ismi
vererek açık artırma usulü ile satmak için, ihale mevzuatına uygun şekilde
ilan ve ihale şartnamesi yayınlayarak satışa çıkardığı, plastik geri
dönüşüm işi yapan davacının satın almak istediği plastik hurdasını yerinde
incelediği sırada Kırıkkale 33 kodu ile tanıtılması sonucu 91.920 kg malzeme
için plastik hurdası alıyorum düşüncesi ile teklif sunduğu, teklifin ihale
komisyonunca kabulü üzerine mal bedelini yatırdığı, ancak teslim aşamasında
idarenin plastik hurdası yerine metal hurdası teslim etmek istemesi sonucu,
teslimden kaçındığı ve idare tarafından teminat ile alım bedeline el
konulan işlemin tesis edildiği anlaşılmaktadır.
|