Yüksek
Seçim Kurulu Başkanlığından:
Karar No: 590
- K A R A R -
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 127. ve 2972
sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri
Seçimi Hakkında Kanun’un 8. maddelerinde yer alan; “Mahalli idareler
seçimleri beş yılda bir yapılır. Her seçim döneminin beşinci yılındaki 1
Ocak günü seçimin başlangıç tarihidir. Aynı yılın Mart ayının son Pazar
günü oy verme günüdür.” hükmüne istinaden, mahalli idareler seçimleri 30
Mart 2014 Pazar günü yapılacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 67. maddesinin
beşinci fıkrasında; “Silah altında bulunan er ve
erbaşlar ile askeri öğrenciler, taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç
ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar. Ceza infaz
kurumları ve tutukevlerinde oy kullanılması ve oyların sayım ve dökümünde
seçim emniyeti açısından alınması gerekli tedbirler Yüksek Seçim Kurulu
tarafından tespit edilir ve görevli hakimin
yerinde yönetim ve denetimi altında yapılır.” hükmü ve buna paralel olarak
da 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanun’un 7. maddesinin (3) numaralı bendinde yer alan; “Ceza infaz
kurumlarında hükümlü ve tutuklu olarak bulunanlar” ibaresi 4125 sayılı
Kanun’un 2. maddesiyle “Ceza infaz kurumlarında hükümlü olarak bulunanlar”
şeklinde değiştirilmiştir.
2972 sayılı Kanun’un 1. maddesinde; mahalli
idareler organlarının, il genel meclisi üyeliği, belediye başkanı ve
belediye meclisi üyeliği, köy ve mahalle muhtarları ile ihtiyar meclisi -
heyeti üyeliği seçimleri olduğuna yer verilmiş, 3, 4 ve 32. maddelerinde
ise söz konusu seçimlerin “Seçim Çevreleri” belirtilmiştir.
Ceza
infaz kurumları ve tutukevlerindeki tutuklular ile taksirli suçlardan
hükümlü bulunanların seçme hakkına sahip oldukları tartışmasız olmakla
birlikte, 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak olan mahalli idareler
seçimlerinde; tutuklu bulunanlar, taksirli suçlardan hükümlü olanlar ile
kasıtlı suçlardan koşullu salıverilenlerin yasal durumu göz önünde
tutularak, oy kullanıp kullanamayacakları, kullanacaklar ise hangi seçim
çevrelerinde hangi seçim türleri için oy kullanacakları hususunun ve sair
ilkelerin belirlenmesi amacıyla Kurulumuzun 14/9/2013
tarih, 2013/374 sayılı kararı ile oluşturulan Komisyon yaptığı çalışmaları
tamamlayarak konu hakkında düzenlediği karar taslağını Kurulumuza sunmuş
olmakla, konu incelenerek;
GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2972
sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
- İl genel
meclisi üyeleri seçimi için her ilçenin,
- Belediye
başkanlığı ve belediye meclisi üyeleri seçimi için her beldenin,
bir
seçim çevresi olduğu,
- 6360
sayılı Kanun’un 29. maddesi ile değişik 4. maddesinde; Büyükşehir belediye
başkanının seçiminde seçim çevresinin büyükşehir belediye sınırlarından
oluştuğu,
belirtilmiş,
Aynı
Kanun’un 32. maddesinde; mahalle muhtarlığı ve ihtiyar heyeti üyeliği için
her mahalle, köy muhtarlığı ve ihtiyar meclisi üyeliği için her köy, bir
seçim çevresi olarak sayılmıştır.
Bilindiği
gibi, ceza ve tutukevlerinde bulunan taksirli suçlardan hükümlüler ve
tutuklulara ait seçmen listelerinin ne şekilde oluşturulup
kesinleştirileceği Kurulumuzca hazırlanıp ilçe seçim kurulu başkanlıklarına
gönderilen Örnek:140/I sayılı “Seçmen Kütüğünün Güncelleştirilmesi Usul ve
Esaslarını Gösterir Genelge”de açıklanmış bulunmaktadır.
Seçmen
kütükleri kesinleştikten sonra, kütükte kaydı bulunmayan seçmenlerin oy
kullanamayacakları göz önüne alındığında, kesinleşen seçmen kütüklerinde
kaydı bulunmayan taksirli suçlardan hükümlüler ve tutukluların, tutuklu
seçmen listesine kayıtlarının yapılması, taksirli suçlardan hükümlüler ile
tutuklular lehine bir durum ortaya çıkarır.
Bu
itibarla, 27 Mart 2014 tarihine
kadar tutuklanıp cezaevine konulan tutuklular ile taksirli suçlardan hükümlüler
şayet daha önce herhangi bir seçmen kütüğünde kayıtlı değillerse listeye
dâhil edilemez ve oy kullandırılamaz.
Seçmen
kütüğüne kayıtlı olup olmamanın belgelendirilmesi taksirli suçlardan hükümlü
ile tutuklu seçmene aittir. Kesinleşen seçmen kütüğünde kayıtlı olup da,
ceza ve tutukevinde bulunan taksirli suçlardan hükümlü ile tutuklu
seçmenler, ceza ve tutukevi yönetimi aracılığıyla ilgili ilçe seçim kurulu başkanlığından, seçmen
kütüğüne kayıtlı olduğuna ilişkin aldığı belgeyi veya seçmen bilgi kâğıdını
vermeleri halinde, tutuklu seçmen listesine kaydını yaptırabilecektir.
Kuşkusuz bu seçmen oy kullanacağı ceza ve tutukevleri seçmen listelerinde
kayıtlı ise kendisinden ayrıca belge istenmesine gerek yoktur. Öte yandan, 7 Şubat 2014 tarihinden sonra yeni
kurulan ceza ve tutukevleri için de yukarıda açıklanan koşullar
çerçevesinde tutuklu seçmen listelerinin oluşturulması zorunludur.
Seçme
hakkı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı
ikinci kısmının, “Siyasi haklar ve ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde
düzenlenmiş bulunmaktadır. Anayasa’nın 67. maddesinin birinci fıkrasında;
vatandaşların, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve
bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve
halkoylamasına katılma hakkına sahip olduğu vurgulandıktan sonra, aynı
maddenin üçüncü fıkrasında; on sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşının
seçme ve halkoylamasına katılma haklarına sahip olduğu belirtilmiş, beşinci
fıkrasında da; “Silah altında bulunan er
ve erbaşlar ile
askeri öğrenciler, taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç
ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar.” denilmek
suretiyle seçme hakkının istisnaları, başka bir anlatımla oy
kullanamayacaklar gösterilmiş, buna bağlı olarak benzer hükümler 298 sayılı
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 7. ve 8.
maddelerinde de yinelenmiş ve kimlerin seçmen olamayacağı, başka bir
ifadeyle kimlerin oy kullanamayacakları açıklanmış bulunmaktadır.
Anayasa’nın
90. maddesinin son fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuş
Milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde
olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı,
usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin
milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda
milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı
belirtilmiş bulunmaktadır.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek Protokolü’nün, “Serbest seçim hakkı” kenar
başlıklı 3. maddesinde; “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının
seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar
içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmaya taahhüt
ederler.” hükmüne yer verilmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe
giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendinde, kasten işlenen suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin
kanuni sonucu olarak, kişinin seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi
hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağı, anılan maddenin ikinci fıkrası
uyarınca da kişinin, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis
cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamayacağı hükmü
bulunmaktadır.
Öte yandan, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Belli hakları
kullanmaktan yoksun bırakma” kenar başlıklı 57. maddesinin ikinci
fıkrasının (a) bendinde, belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma
tedbirlerine ilişkin olarak mahkemece Cumhuriyet başsavcılığına gönderilen
ilâmın, infaz defterine kaydedilerek infaza başlama ve bitiş tarihlerinin
yazılacağı, ancak bu tedbirlerin infazına, mahkûmiyetin kanunî sonucu
olarak hapis cezasının infazına başlama tarihi ile birlikte başlanacağı
belirtilmiştir.
4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 471. maddesinde hapis halinin sona ermesiyle
vesayetin kendiliğinden ortadan kalkacağına ilişkin hükmü de benzer
düzenlemeyi içermektedir. Nitekim 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 33.
maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu 17/12/2002 tarih ve 294/425 sayılı kararında özetle,
“…Halen yürürlükten kalkmış bulunan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin
hükümlüler hakkındaki kısıtlılık halinin sona ermesini düzenleyen 415.
maddesi ise; “Hürriyeti salip bir cezaya mahkum olan kimse üzerindeki
vesayet hapsin hitamıyla nihayet bulur. Muvakkaten veya bir şart ile serbest
bırakılmış olan mahpus vesayet altında kalır.” hükmünü taşımaktaydı. Ancak
1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
hükümlüler hakkındaki vesayetin sona ermesini düzenleyen 471. maddesi ile; “Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkumiyet sebebiyle
kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayet, hapis halinin sona ermesiyle
kendiliğinden ortadan kalkar.” biçiminde yeni bir düzenleme getirilmiştir.
Madde gerekçesinde de; “… yeni düzenlemede,
özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûmiyet sebebine dayanan kısıtlılık
halinin, kişinin hapis halinin sona ermesiyle yani cezasını çekmek veya
şartlı salıverilme yoluyla cezaevinden çıkmasıyla birlikte kendiliğinden
kalkacağı öngörülmüştür. Yürürlükteki 415. maddenin yeni düzenlemeye
alınmayan ikinci cümlesi geçici veya şartlı olarak salıverilmenin vesayet halini ortadan
kaldırmayacağını
öngörmektedir. Bu hüküm iki
açıdan isabetli değildir. Öncelikle, bir kişinin şartla olsa bile salıverilmesine
rağmen, kısıtlılık halinin devam ettiğini ve dolayısıyla fiil ehliyetinin
tam olmadığını kabul etmek bir çelişkidir. Kişi salıverildiği yani özgür
kılındığı halde, vesayet halinin devam ettiğini kabul etmek özgürlüğü bir
başka açıdan kısıtlamaktır. Kişi salıverildiği halde, vesayet halinin hâlâ
devam ettiği kabul edilecek olursa, bundan haberdar olmayan iyiniyetli üçüncü kişiler bu hüküm dolayısıyla mağdur
olabileceklerdir. Şartla salıverilmelerine rağmen, bunu gizleyerek iyiniyetli üçüncü kişilerle hukuki işlem yapan kişinin,
bu işlemi kendi yararına görmediği durumda “kısıtlılık halinin devam
ettiği” iddiasıyla hukuki işlemin ehliyetsizlik nedeniyle iptalini istemesi
haksız sonuçlar
doğurabilecektir.” denilmektedir. Görüleceği üzere, 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun hükümlüler hakkındaki vesayet halinin sona
ermesini düzenleyen 471. maddesi ile getirilen ve TCK’nın
33. maddesinin bu doğrultuda yeniden yorumlanmasını gerektiren bu yeni
yasal düzenleme karşısında, hapis halini
aşacak ve şartla salıverilen kişi yönünden deneme süresini de kapsayacak
biçimde yasal kısıtlılık altında bulundurma kararı verilemez. Bu itibarla, TCK’nın 33. maddesi uyarınca, “hapis halleri sona
erinceye kadar yasal kısıtlılık altında bulundurulmaları” yerine “ceza
müddeti zarfında yasal kısıtlılık altında bulundurulmalarına karar verilmesi
…” isabetsiz bulunarak yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar
verilmiştir.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi seçme hakkı ile ilgili olarak “Söyler/Türkiye
kararının aşağıda anılan paragraflarında belirtildiği gibi;
“34. 1
No.lu Protokolün 3. maddesinin şartlarına uyulup uyulmadığını tespit etmek,
son çözüm merci olan Mahkeme’nin görevidir. Mahkeme, mevcut tedbirlerin,
söz konusu hakları, özlerine zarar verecek ya da etkinliklerini
yitirmelerine sebep olacak ölçüde kısıtlamadığına, yasal bir amaç güdülerek
uygulandığına ve bu bağlamda kullanılan yöntemlerin orantısız olmadığına
ikna olmalıdır. Özellikle de, uygulanan bu tür tedbirler, yasama organının
seçilmesinde halkın kanaatlerini özgürce açıklamasına engel teşkil
etmemelidir; başka bir ifadeyle, söz konusu tedbirler, genel oy ilkesi
doğrultusunda halkın iradesini tespit etmeye yönelik seçim yönteminin bütünlüğünü ve etkinliğini koruma
ihtiyacını yansıtmalı veya bu ihtiyaca ters
düşmemelidir.
Herhangi bir suretle
genel oy ilkesine aykırılık, yasama organının, dolayısıyla
seçilenlerin ve yürürlüğe koydukları kanunların demokratik açıdan
geçerliliğinin zayıflaması riskini ortaya çıkarmaktadır. Bu sebeple,
herhangi bir grup veya kategorinin genel nüfusun dışında bırakılması için
bu durumun, 1 No.lu Protokolün 3. maddesinin amaçlarıyla bağdaşması
gerekmektedir.
35. Ayrıca, hükümlülere, mahkûm oldukları cezanın
süresine ve işlemiş oldukları suçun mahiyetine veya ağırlığına bakılmadan,
fark gözetmeksizin doğrudan uygulanan bir kısıtlamanın, kapsamı ne kadar
geniş olursa olsun, kabul edilebilir takdir payını aştığının ve 1 No.lu
Protokolün 3. maddesiyle bağdaşmadığının kabul edilmesi gerekmektedir.
38. Mahkeme, yukarıda belirtilen
hususlar ışığında ve Türkiye’de cezaevi mahkûmlarının oy kullanma haklarına
getirilen kısıtlamaların, cezası hiçbir şekilde cezaevinde infaz edilmeyen
mahkûmlar için dahi geçerli oluşunu dikkate alarak, söz konusu
kısıtlamaların, Mahkemenin Hirst (no.
2) [BD] ve Frodl ve Scoppola (no. 3) [BD] davalarında verdiği
kararlarda incelemeye konu olan Birleşik Krallık, Avusturya ve İtalya’da
uygulanan kısıtlamalardan daha katı ve geniş kapsamlı olduğu kanısına
varmıştır.
45. Ayrıca, Mahkeme, başvuranın işlediği suçun mahiyetini
göz önünde bulundurarak, uygulanan yaptırım ile başvuranın davranışları ve
içinde bulunduğu koşullar arasında mantık ilişkisi kuramamıştır. Bu
bağlamda, Mahkeme, kişiyi oy kullanma hakkından mahrum eden söz konusu katı
tedbire düşüncesizce başvurulmaması gerektiğini ve ayrıca orantılılık
ilkesi doğrultusunda, uygulanan yaptırım ile kişinin davranışları ve içinde
bulunduğu koşullar arasında algılanabilir ve yeterli ölçüde bir bağlantı
olması gerektiğini hatırlatmaktadır.
47. Mahkeme, Türkiye’de, Sözleşme kapsamında güvence altına
alınan hayati öneme sahip bir hakla ilgili olarak öngörülen katı tedbirin
doğrudan ve fark gözetmeksizin uygulanmasının, kabul edilebilir takdir
payının dışında kaldığının değerlendirilmesi gerektiğine ve somut davada 1
No.lu Protokolün 3. maddesinin ihlal edildiğine” hükmetmiştir.
Anayasa,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokol, kanun hükümlerine göre bir
üst norm olduğundan, anılan hukukî düzenlemelerde yer verilip korunan temel
hak ve özgürlüklerin kanunlarla daraltılması durumunda, doğrudan Anayasa’da
yer alan düzenleme veya Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası hükmü
dikkate alınmak suretiyle milletlerarası andlaşma
hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
Her ne
kadar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesinin birinci fıkrası
hükmü, madde gerekçesi ve doktrinde ileri sürülen görüşler dikkate
alındığında, kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada
on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkındaki mahkûmiyet hükümleri
hariç olmak üzere, kişilerin kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis
cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak uygulanması gereken hak
yoksunluklarının bu kapsamda da seçme ehliyetinin, mahkûmiyet hükmünün
kesinleşmesinden başlayarak, hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar,
diğer bir ifadeyle hak ederek salıverilmesine kadar devam etmesi gerekmekte
ise de; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 67. maddesinin beşinci fıkrası ve
90. maddesinin son fıkrası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek
Protokol’ünün 3. maddesi, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
Hakkında Kanun’un 7. maddesi, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün 57. maddesinin ikinci
fıkrasının (a) bendi hükmü ve Söyler/Türkiye kararı ile yukarıda yer alan açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, seçme
ehliyetinden yoksun kılma
yönündeki hak yoksunluğunun
kişinin sadece ceza ve infaz kurumunda bulunduğu dönemde kullanılmasına
engel olabileceği, diğer bir ifadeyle hakkındaki hapis cezasını gerektiren
mahkûmiyet kararının kesinleşmesinden sonra ancak bu cezanın infazı için
ceza ve infaz kurumuna alınmasıyla başlayıp ceza infaz kurumundan koşullu
olarak salıverilmesiyle birlikte sona erecektir.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında; sadece
kasıtlı suçtan dolayı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin oy
kullanamayacağının, buna mukabil hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş
olup da henüz cezaevine alınmayanlarla, ceza infaz kurumlarından koşullu
salıverilen ancak hak ederek tahliye edileceği süreyi daha doldurmayan ve
mahkemesince uzun süreli cezasının ertelenmesine karar verilen hükümlülerin
cezaevinde bulunmamaları nedeniyle, bu süre içinde yapılacak olan
seçimlerde seçmen olabileceklerinin, başka bir ifadeyle sözü edilenlerin oy
kullanabileceklerinin kabulü gerekmektedir.
S O N U Ç:
Açıklanan
nedenlerle;
1- 30 Mart
2014 Pazar günü yapılacak olan mahalli idareler seçimlerinde, ceza ve
tutukevlerinde bulunan seçmen niteliğine sahip olan taksirli suçlardan
hükümlüler ile tutuklu olanların da oy kullanabileceklerine,
2- Yapılacak
olan seçimde kullanılacak tutuklu seçmen listelerine, kesinleşen seçmen
kütüğüne kayıtlı olup da ceza ve tutukevinde bulunan taksirli suçlardan
hükümlü ile tutuklu seçmenler, ceza ve tutukevi yönetimi aracılığıyla
ilgili ilçe seçim kurulu başkanlığından, seçmen kütüğüne kayıtlı olduğuna
ilişkin aldığı belgeyi veya seçmen bilgi kağıdını
vermesi halinde, tutuklu seçmen listesine dâhil edilmesi gerektiğine,
3- 7 Şubat 2014 tarihinden sonra yeni
kurulan ceza ve tutukevlerinde bulunan taksirli suçlardan hükümlüler ile
tutuklular için de tutuklu seçmen listesi oluşturulacağına,
4-
Kurulumuzun 7/12/2013 tarih ve 2013/576 sayılı
kararıyla kabul edilen Seçim Takvimine göre, 27 Mart 2014 tarihi itibariyle kesinleşecek olan tutuklu seçmen
listelerine kayıtlı bulunan taksirli suçlardan hükümlüler ile tutuklu
olanların ceza ve tutukevlerinin bulunduğu seçim çevresinde yapılacak tüm
seçim türleri için oy kullanabileceklerine,
5- Kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada on
sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkındaki mahkûmiyet hükümleri hariç
olmak üzere, kişilerin kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına
mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak uygulanması gereken hak yoksunluklarına
ilişkin mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş olmakla birlikte, henüz cezaevine
alınmayan ve ceza infaz kurumuna alındıktan sonra koşullu olarak
salıverilen, ancak hak ederek tahliye süresi dolmayan hükümlüler ile
mahkemesince uzun süreli cezası ertelenmesi nedeniyle cezaevinde bulunmayan
hükümlülerin bu süre içerisinde yapılacak olan seçimlerde oy
kullanmalarının mümkün olduğuna, bu durumda olan hükümlülerin seçmen
kütüğüne kayıt usulünün Örnek 140/I sayılı Genelge’de gösterilmesi
gerektiğine,
6- Kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasına
7- Karar örneğinin Seçmen Kütüğü Genel
Müdürlüğünce Kurulumuzun internet sitesi www.ysk.gov.tr
adresinde yayınlanmasına ve il ve ilçe seçim kurulu başkanlıklarına Kurum
içi elektronik posta ile gönderilmesine,
21/
12/2013 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
Başkan
|
Başkanvekili
|
Üye
|
Üye
|
Sadi
GÜVEN
|
Turan
KARAKAYA
|
Muharrem
COŞKUN
|
Mehmet
KÜRTÜL
|
|
(M)
|
(M)
|
|
|
|
|
|
Üye
|
Üye
|
Üye
|
Üye
|
Nilgün
İPEK
|
Ünal
DEMİRCİ
|
Ali
KAYA
|
İlhan
HANAĞASI
|
|
|
|
|
Üye
|
Üye
|
Üye
|
İbrahim
ZENGİN
|
Zeki
YİĞİT
|
Hakkı
MANAV
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
- KARŞI OY -
Seçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 6, 7 ve 8.
maddelerinde belirtildiği gibi, seçmen olabilmenin koşulları; belirli bir
yaş diliminin doldurulması yanında, kısıtlı ya da hükümlü olunmamasıdır.
Konu ile
ilgili yasal düzenlemelere bakıldığında;
Anayasa’nın
67. maddesinin,
Birinci
fıkrası; “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme,
seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette
bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.”
Dördüncü
fıkrası; “Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir.”
Beşinci
fıkrası; “Silah altında bulunan er ve erbaşlar ile
askeri öğrenciler, taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz
kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar…”
Türk
Medeni Kanunu'nun;
407.
maddesi; “Bir yıl ve daha uzun
süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır.”
471.
maddesi; “Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan
kişi üzerindeki vesayet, hapis halinin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan
kalkar.”
298
sayılı, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un;
7.
maddesi; “Aşağıda yazılı olanlar oy kullanamazlar:
1) Silah altında bulunan erler, onbaşılar ve kıta çavuşları
(Her ne sebeple olursa olsun, izinli bulunanlar da bu hükme tabidir.)
2) Askeri
öğrenciler.
3) Ceza
infaz kurumlarında hükümlü olarak bulunanlar.”
8.
maddesi; “Aşağıdaki kimseler seçmen olamazlar:
1) Kısıtlı olanlar,
2) Kamu hizmetinden yasaklı olanlar.”
5237
sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesinin;
Birinci
fıkrası; “Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına
Mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a)…
b) Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer
siyasi hakları kullanmaktan,
c)
Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait hizmette bulunmaktan”
İkinci
fıkrası; “Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolaysıyla mahkûm olduğu hapis
cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.”
Üçüncü
fıkrası; “Mahkum olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen
hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri
açısından yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanamaz....”
Dördüncü
fıkrası; “Kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada
ons ekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında birinci fıkra hükümleri
uygulanmaz.”
biçiminde
düzenlendiği görülmektedir.
Anayasa'nın
67/5. maddesinde yer alan “…ceza infaz kurumunda bulunan hükümlüler…”
şeklindeki düzenleme; hükmolunan ceza süresinin, ceza infaz kurumunda
geçirilmesi gerektiğine yöneliktir. Hükümlü, cezanın infazı aşamasında,
ilgili mevzuat hükümlerine göre, hakkında verilen cezanın tamamını ya da,
suç türüne göre belirlenen sürelerin bir kısmını ceza infaz kurumunda
geçirdikten sonra koşullu olarak salıverilebilmektedir. Her iki durumda
da, mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği
tarihten başlamak üzere, ceza süresinin sonuna, yani hak ederek tahliye
olunacağı tarihe kadar geçecek sürede kişi, ceza infaz kurumu içerisinde ya
da dışarısında olsun hükümlüdür.
Anayasa'nın 67/4. maddesinde; “Bu hakların
kullanılması kanunla düzenlenir.” biçiminde düzenleme yapılması ve 5237
sayılı Türk Ceza Yasası'nın, konumuzla ilgili hükmünün, Türk Medeni
Kanunu’nun 471. maddesi hükmüne göre özel nitelik taşıması durumu dikkate
alındığında, 53. maddenin uygulanmasında kişinin, işlemiş olduğu kasıtlı
bir suç nedeniyle aldığı özgürlüğü bağlayıcı cezanın infazının tamamlanması
esas alındığından, hak ederek tahliye olunacağı tarihe kadar, seçme ve
seçilme haklarından yoksun bırakıldığı anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 67/5. maddesi uyarınca, seçmen olabilme
açısından hükümlü olarak cezaevinde bulunup bulunmama halinin ölçüt olarak
alınması ve Türk Ceza Yasası'nın 53. maddesindeki düzenleme ile anılan
Anayasa Maddesinin çelişkili olduğunun, başka bir ifade ile yasa hükmünün
Anayasaya aykırı düştüğünün, bir an için kabul edilmesi durumunda
dahi, normlar sıralamasına göre,
genel kabul gören kural gereği, merciince iptal edilmediği sürece, kanun hükmünün öncelikle uygulanması
gerekmektedir. Zira soyut ve
genel nitelikteki Anayasa hükümleri doğrudan uygulanabilirliği olan kurallar
değildir. Öte yandan, yasaya
koyucunun, 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu'nun
53. maddesinin düzenlenmesi sırasında, Anayasa’nın 67. maddesindeki
düzenlemeden haberdar olmadığı düşünülmemelidir.
Türk Medeni Kanunu'nun 407. maddesi uyarınca, bir
yıl ve daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûm olanlar hakkında
verilen kısıtlılık kararının, ilgilisinin hapis halinin sona ermesiyle
anılan Kanun'un 471. maddesi gereği, kendiliğinden ortadan kalkmasına
karşın, Türk Medeni Kanununa göre, daha özel bir düzenleme getiren Türk
Ceza Yasası'nın 53. maddesindeki ceza süresine bağlı olarak doğan hak
yoksunluğu, infazın tamamlanmasına kadar devam edecektir. Zira 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na göre, 5237
sayılı Türk Ceza Yasası, daha özel nitelikte olduğundan hükümlerinin
uygulanmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Yüksek Seçim Kurulunun, Anayasa'nın 67. maddesinin beşinci
fıkrasında, 03.10.2001 tarihinde yapılan değişiklikten buyana uygulamaları
da hep bu yönde olmuştur.
Yasa
koyucu isteseydi, kasıtlı suçtan dolayı verilen mahkûmiyet kararı
nedeniyle; kesinleşme-infaza başlama ya da, infaza başlama-koşullu
salıverilme tarihleri arasında hak yoksunluğunun uygulanmayacağına işaret
ederdi. Nitekim cezası erteli olanlar ile koşullu olarak salıverilenler
açısından istisna getirilmek suretiyle, Türk Ceza Yasası'nın 53/1-c madde
fıkrasındaki velayet, vesayet ve kayyımlığa ilişkin hak yoksunluğunun
uygulanamayacağı kuralı getirilmiştir.
Karşılıksız çek keşide etmek suçundan, suç tarihi
itibariyle çarptırıldığı özgürlüğü bağlayıcı ceza nedeniyle 2007 Yılında
yapılan milletvekili genel seçimi ve 2010 Yılında yapılan halk oylamasında,
oy kullandırılmadığı iddiasıyla açılan dava üzerine; Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesince verilen 29411/07 tarih ve sayılı “Söyler Türkiye” kararında
özetle; kasıtlı bir suçtan dolayı verilen mahkûmiyet kararına bağlı olarak
5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 53. maddesinde öngörülen hak
yoksunluğunun; suçların ağırlığına, mahiyetine, cezaevinde infaz edilip
edilmeyeceğine bakılmadan belirlenmesi, kanunların doğrudan bir sonucu
olması nedeniyle hâkimlere takdir hakkının tanınmaması, hak yoksunluğunu
doğuracak suçların tasnifinin yapılmaması, suçla yoksun bırakılan hak
arasında orantılılık ilkesinin gözetilmemesi gibi konularda eleştiri ve
saptamalarda bulunulmaktadır.
Görüldüğü
gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, esasen suçun niteliği ve ağırlığına
göre, hak yoksunluğu önlemine de hükmedilebileceğini kabul etmektedir.
Mahkemenin kararına konu somut olayda,
karşılıksız çek keşide etmek eylemi, daha sonra yasama organı
tarafından yapılan düzenlemelerle suç olmaktan çıkartılmıştır. Bu bağlamda,
kasıtlı bir suçun işlenilmesi nedeniyle hükmolunan özgürlüğü bağlayıcı
cezaya bağlı olarak, hak yoksunluğu önleminin hangi tür suçlar için
uygulanabileceğinin belirlenmesi de yine yasama organının yetki ve
görevinde olması gereken bir konudur.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle;
Kararın (5) numaralı bölümünde yer alan;
işledikleri kasıtlı suç nedeniyle haklarında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşmekle
birlikte henüz ceza ve infaz kurumuna alınmayan, cezanın infazına
başlanılmasından sonra, koşullu olarak salıverilmelerine karşın, hak ederek
tahliye edilecekleri süre henüz dolmayanlar ile uzun süreli hapis cezaları
erteli bulunanların, yapılacak seçimlerde oy kullanmaları gerektiği
yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
|
Başkanvekili
|
Muharrem
COŞKUN
|
Turan
KARAKAYA
|
|
|
|