Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas Sayısı:
2011/131
Karar Sayısı:
2013/22
Karar Günü: 31.1.2013
İPTAL DAVASINI AÇANLAR : Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri Emine Ülker
TARHAN ve Muharrem İNCE ile birlikte 117 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU : A- İptal davası ile
ilgili, 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 59.
ve 60. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın reddine;
B- 26.9.2011
günlü, 654 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin, tümünün ve ayrı ayrı tüm
maddelerinin, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 6., 7., 87. ve 91. maddelerine
aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına,
karar verilmesi istemidir.
I- HÂKİMİN REDDİ, İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe
bölümü şöyledir:
“HAKİMİN REDDİ TALEBİ
Anayasanın “Hak arama hürriyeti”
başlıklı 36 ncı maddesinde, “adil yargılanma hakkı” düzenlenmiş; 138 inci
maddesinde ise, “Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.” denilmiştir.
Yargıçların
bağımsızlığına gerekçe oluşturan, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak
vicdanî kanaatlerine göre hüküm vermesine ilişkin bu kuraldan yargıçların
tarafsızlığı anlaşılmalıdır. Yargıçlara yönelik “meslek ahlakı standartlarını” oluşturmak amacıyla
belirlenen ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 27.06.2006 gün ve 315
sayılı kararıyla benimsenen, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda kabul ettiği 2003/43 sayılı
“Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı
Etiği İlkeleri” de yargıcın bağımsızlığı ile tarafsızlığına
ilişkin bağlayıcı hükümler içermektedir.
Birleşmiş
Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin “Bağımsızlık” ve “Tarafsızlık”
değerleri şöyledir:
“Değer 1: BAĞIMSIZLIK
İlke: Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön
koşulu ve âdil yargılanmanın temel garantisidir. Bundan dolayı hâkim, hem
bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhâfaza
etmelidir.
Uygulama:
1.1 Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla her hangi
bir sebeple ya da her hangi bir yerden gelen müdâhale, tehdit, baskı,
teşvik ve tüm hâricî etkilerden uzak, hâkimin olayları değerlendirmesi
temelinde, vicdânî hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak
yargısal işlevini yerine getirmelidir.
1.2 Hâkim, genelde toplumdan, özelde ise karar
vermek zorunda olduğu ihtilâfın taraflarından bağımsızdır.
1.3 Hâkim, yasama ve yürütme organlarının
etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiîlen uzak olmakla
kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmelidir de.
1.4 Hâkim, yargısal görevlerini yerine
getirirken, tek başına karar vermek zorunda olduğu hususlarda diğer
yargıçlardan da bağımsızdır.
1.5 Hâkim, yargının kurumsal ve eylemsel
bağımsızlığını sürdürmek ve arttırmak için, yargısal görevlerinin ifasına
yönelik koruma tedbirlerini almalı ve bunları artırmalıdır.
1.6 Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas
olan yargıya yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile
ilgili yüksek standartlar sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.
Değer 2: TARAFSIZLIK
İlke: Tarafsızlık,
yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu
prensip, sadece bizâtihî karar için değil aynı zamanda kararın
oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.
Uygulama:
1. Hâkim,
yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine
getirmelidir.
2. Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı
ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava
taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde
olmalıdır.
3. Hâkim, duruşma ve karar aşamalarında,
kendisini yargılamadan zorunlu olarak el çektirecek olasılıkları makul
ölçüler içerisinde asgariye indirecek şekilde hareket etmelidir.
4. Hâkim, önündeki bir dava veya önüne gelme
ihtimâli olan bir konu hakkında, bilerek ve isteyerek; yargılama aşamasının
sonuçlarını veya sürecin açıkça âdilânelik vasfını makul ölçüler
çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır. Ayrıca hâkim, her hangi bir şahsın ya da meselenin
âdil yargılanmasını etkileyebilecek alenî olsun veya olmasın her hangi bir
yorum da yapmamalıdır.
5. Hâkim,
tarafsız olarak karar veremeyeceği durumda veya makul olarak düşünme
yeteneği olan bir kişide tarafsız olarak karar veremeyeceği izlenimi
yaratması halinde, yargılamanın her hangi bir aşamasına katılmaktan
çekinmelidir. Sınırlı sayıda sayılmamakla birlikte bu durum aşağıdaki
ihtimâllerde söz konusu olur:
6. Hâkimin,
yargılama aşamasında delil kâbilinden tartışılan olaylarla ilgili kişisel
bir bilgiye sahip olması veya davanın bir tarafıyla ilgili gerçek bir
önyargı veya tarafgirlik içerisinde olması veya,
7. Hâkimin
ihtilâf konusu davada, olaya ilişkin bir tanıklığının olması ya da daha
önceden bu konuda avukat olarak hizmet vermiş olması veya,
8. Hâkim
ya da hâkimin ailesinden birisinin ihtilâf konusu dava sonuçlarıyla ilgili
ekonomik bir çıkarının olması. Davaya bakmaya devam edecek yeni bir
mahkemenin kurulamaması halinde veya hiçbir şeyin yapılmamasının durumun
aciliyeti nedeniyle ciddi şekilde adaletsizliğe yol açacağı halde hâkime,
görevden el çektirmek gerekmez.”
Birleşmiş
Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin yukarıda aynen yer verilen
“Bağımsızlık” ve “Tarafsızlık” değerleri hiçbir yoruma ve ek açıklamaya
ihtiyaç göstermeyecek derecede açıktır.
Kamuoyunda
Wikileaks belgeleri olarak bilinen ve bir internet sitesinde (http://www.wikileaks.ch/origin/186_18.html)
yer alan 03 ANKARA 4862 kodlu yazıda, “ 4. (C) Kapsamlı reformların
önde gelen savunucularından, Anayasa Mahkemesi Hakimi Haşim Kılıç, 1
Ağustos tarihinde bize özel olarak CHP’nin mevcut problemleri için kendini
suçlaması gerektiğini aktarmıştır. CHP, muhalefet etmek görüntüsünü vererek
ya da çok çekişme yarattıktan sonra isteksizce “her şeyi” – demokrasi
yanlısı ortaya atılan tüm reformları -- kabul ederek, kendisi için
prensipsiz ve erişilemez bir imaj yaratmakta. CHP, Hükümet doğru şeyi yapsa
bile, sanki tek işinin AK Parti Hükümetinin yaptığı her şeye muhalefet etmek
gibi davranmak olduğunu söylemiştir. Bu da seçmenleri kaçırıyor demiştir.”
ifadeleri yer almaktadır.
Kamuoyuna yansıyan ve Anayasa
Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç tarafından da yalanlanmayan belgeye
dayalı bilgilere göre, Sayın Başkanın Cumhuriyet Halk Partisi hakkında
Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçiliği yetkililerine olumsuz
değer yargılarında bulunduğu anlaşılmış, bu konudaki gizli görüşmenin
kamuoyuna yansıması ile de Sayın Başkanın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı
olduğu bir davada tarafsız karar veremeyeceği izlenimi doğmuştur.
Yasama ve yürütme organlarının siyasi
söylemlerinden ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak
olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmesi de gereken bir yüksek
yargıcın, hem de yabancı bir ülkenin Büyükelçiliğine iç siyasete ilişkin
değerlendirmelerde bulunmasındaki tuhaf ötesi gariplik bir yana, yasaları,
yasa gücünde kararnameleri, TBMM İçtüzüğünü, Anayasaya şekil ve esas
bakımından; Anayasa değişikliklerini ise şekil bakımından denetlemek ve
bireysel başvuruları karara bağlamakla Anayasal olarak görevli Anayasa
Mahkemesinin bir üyesinin, TBMM’nin çıkardığı yasaları, yasa gücünde
kararnameleri, TBMM İçtüzüğünü ve Anayasa değişikliklerini gerek gördüğü
durumlarda Anayasa Mahkemesine taşımakla Anayasal olarak yetkilendirilmiş
Anamuhalefet Partisi hakkında şikayetvari olumsuz görüş beyan etmenin de
ötesinde, hiç kimseyi yüceltmeyecek sözler söylemesi; yargıcın bireysel
bağımsızlığını koruyamadığını, kara vermek zorunda olduğu ihtilafın taraflarından
bağımsız kalamadığını, sadece bizatihi karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu
süreç açısından da geçerli olan tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmayan eylemler
içinde bulunduğunu, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı
açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak
ve artıracak davranışlar içerisinde bulunmadığını; önüne gelme ihtimâli olan davalar
hakkında, yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça adilanelik
vasfını makul ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak yorumlarda
bulunduğunu, hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeyecek açıklıkta ortaya
koymaktadır.
Somut
olayda, ekte yer alan belgeler ve bu belgeler çerçevesinde kamuoyu önünde
yapılan aleni tartışma ve değerlendirmeler karşısında, Sayın Başkan Haşim
Kılıç’ın derin bir sessizliğe bürünerek, usulen yalanlama yoluna dahi
gitmemiş olması, kamuoyunda ABD Ankara Büyükelçiliğine Cumhuriyet Halk
Partisini şikayet eder mahiyetteki sözleri söylediği ve olumsuz
değerlendirmelerde bulunduğu ve dolayısıyla davanın bir tarafıyla ilgili gerçek bir önyargı
veya tarafgirlik içerisinde olduğu şeklinde anlaşılmış ve Sayın
Haşim Kılıç’ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu işbu davada bir
yargıç tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine ilişkin ciddi kuşkuların
yerleşmesine yol açmıştır.
25 Nisan
2011 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 49 uncu Kuruluş Günü Töreninde yapılan
açılış konuşmasındaki şu sözler de Sayın Haşim Kılıç’a aittir:
“Anayasanın
175 inci maddesinde Anayasa değişikliği için öngörülen nitelikli çoğunluk
anlayışının içinde, uzlaşmaya dönük örtülü bir yaklaşım olduğu
düşünülebilirse de, bu, çoğunluğu elde edenlerin azınlıkta kalan diğer
görüşleri ve farklılıkları yok sayma, dışlama ya da dayatma yolunu haklı
kılamaz. Ancak, nitelikli çoğunluk dışındaki görüş sahiplerinin de bu gücü
bloke etme, etkisizleştirme gibi davranış sergilemelerine de izin
verilemez. Doğal hukukla örtüşen evrensel değerler üzerinde geniş katılımlı
bir iradeyi oluşturmak zor değildir. Yeter ki demokrasinin müzakere
imkânlarından faydalanarak çözüm bulma iradesi samimiyetle ortaya
konulabilsin. Toplumun tanıklığında ortaya konulan bu samimi duruşlar,
çoğunlukçu, dayatmacı ve “ben yaptım oldu” noktasındaki düşünce
sahiplerinin haksızlığını açıkça ortaya koyacaktır. Siyaset kurumları,
geçmişte yaşanan fahiş hatalarla hesaplaşarak, sorunlara çözüm önerilerini
cesaretle sunabilmelidirler. Ümit
ediyorum ki bu gayret, Anayasa Mahkemesi’ne dava açmak suretiyle sorun
çözme kolaycılığını da ortadan kaldıracaktır.”
Anayasa
Mahkemesinin Sayın Başkanı Haşim Kılıç’a göre, Anayasanın 175 nci
maddesinde aranan nitelikli çoğunluk, uzlaşmaya dönük açık bir kural değil,
sadece örtülü bir yaklaşım olarak düşünülebilir ve Anayasal olarak
yetkilendirilmiş Anamuhalefet partisinin, siyasal iktidarın çoğunlukçu,
dayatmacı ve “ben yaptım oldu” anlayışıyla çıkardığı yasal düzenlemeleri,
iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine götürmesi, “Anayasa Mahkemesine dava
açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığı”dır.
CHP’nin
Anayasa Mahkemesine dava açmasına ilişkin olarak kamuoyunda kahve sohbeti
düzeyinde sürdürülen güncel siyasi tartışmalar esnasında, sadece Anayasa
Mahkemesine iptal davası açma yetkisi bulunan Anamuhalefet Partisini
aşağılamayı ve toplum nezdinde itibarsızlaştırmayı değil, aynı zamanda
Başkanı olduğu Yüksek Mahkemenin demokratik sistem içindeki işlevi ile
Anayasal varlık nedenini de sorgulayan bu sözleri, herhangi bir siyaset
insanı değil, Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanı söyleyebilmiştir. Dahası
bu sözler, günümüz Türkiye’sinin kâbusu olduğu üzere, dostlar arasında
yapılan özel bir sohbetin ortam veya telefon dinlemesi suretiyle elde
edilmesi ve medyaya servisi yoluyla kamuoyuna yansımamış; yazılı ve görsel
tüm medyanın takip ettiği Yüksek Mahkemenin 49 ncu Kuruluş Günü Töreninde
-6223 sayılı Yetki Yasasının siyasal iktidarın sayısal çoğunluğuna dayalı
olarak kabul edildiği 06.04.2011 tarihinden 20 gün sonra 25.04.2011 tarihinde- yapılmıştır.
Demokratik
siyasal sistemlerde bir siyasi partinin muhatabı, diğer siyasi partilerdir.
Dolayısıyla, herhangi bir siyasi parti hakkında siyasi değerlendirme,
eleştiri ve suçlamaları yapacak olanlar da halkın oylarına talip olan diğer
siyasi partilerdir. Anayasasında demokratik hukuk devleti ile kuvvetler
ayrılığı ilkelerini benimsemiş ve yargıç bağımsızlığı ile tarafsızlığına
yer vermiş bir ülkede, Anayasa Mahkemesi Başkanının herhangi bir siyasi
partiyi bırakınız suçlamayı, eleştirmesi dahi hiçbir şekilde mümkün olamaz.
Hele bu suçlamanın, Başkanı olduğu Mahkemenin demokrasilerdeki işlevi ile
varlık nedenini de yok sayarak Anayasa Mahkemesine dava açmak gibi Anayasal
bir hakkın kullanımı, muhalefet görevinin bir parçası ve temel hak ve
özgürlükler ile halkın çıkarlarını korumanın gereği ile ilgili olması,
açıklanabilir olmanın uzağındadır.
Anayasa
Mahkemesinin Sayın Başkanının amacı ve hedefi, “kör kör parmağım gözüne”
kadar açık ve herhangi bir yoruma ihtiyaç duymayacak kadar belirgin bir
şekilde Anamuhalefet Partisini, “Anayasa Mahkemesine dava açmak suretiyle
sorun çözme kolaycılığı” ile
suçlaması; hukuksal konumu ve statüsü ile mesleki deneyimi göz önüne
alındığında, ancak, Anamuhalefet Partisine karşı alt benliğe yerleşmiş katı
önyargının, üst benliğin kontrol işlevini parçalayarak açığa çıkacak
derecede güçlü olmasıyla mümkün olabilir ve bu durum tarafsızlığın
yitirildiğinin en belirgin göstergesidir.
Öte yandan, Sayın Haşim Kılıç Anayasa
Mahkemesi üyeliğine seçildiği 1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK
çıkarma yetkisi veren 8 adet yetki yasasının iptali başvurularına üye ve
başkan sıfatıyla katılmıştır.
Bu Yetki Yasaları ve Anayasa
Mahkemesi kararları ile Sayın Haşim Kılıç’ın kullandığı oylar şöyledir:
1-
06.06.1991 günlü ve 3755 sayılı Yetki Kanununun iptali için Sosyaldemokrat
Halkçı Parti’nin açtığı davada, AYM 12.12.1991 günlü ve E.1991/27,
K.1991/50 sayılı Kararı ile 3755 sayılı Yetki Yasasını, Anayasanın 91 inci
ve 153 üncü maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş; Sayın
Haşim KILIÇ, karşıoy kullanmıştır.
2-
24.06.1993 günlü 3911 sayılı Yetki Kanununun iptali için Anavatan
Partisinin açtığı davada, AYM 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6, K.1993/28
sayılı Kararı ile 3911 sayılı Yetki Yasası, “verilen yetkinin belirsiz
olduğu”, “yetki yasasında bulunması gereken öğeleri içermediği”, “verilen
yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu olup olmadığının tespitinin olanaksız
olduğu”, “yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu” gerekçeleriyle
Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak
OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına
katılmıştır.
3-
18.05.1994 günlü ve 3990 sayılı Yetki Kanununun iptali için Anavatan
Partisinin açtığı davada, AYM 05.07.1994 tarihli ve K.1994/44-2 sayılı
Kararı ile 3990 sayılı Yetki Yasası, “verilen KHK çıkarma yetkisinin ivedi,
zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olmadığı”, “yasama yetkisinin devri
niteliğinde olduğu”, “öngörülen amaç, konu ve kapsamın somut ve belirgin
nitelikte olmadığı” gerekçeleriyle Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile İptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ,
iptali yönünde oy kullanmakla beraber, KHK çıkarma yetkisinin ivedi,
zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olması gerektiği görüşüne
katılmamıştır.
4-
31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı Yetki Kanununun iptali için TBMM Üyeleri
Hasan KORKMAZCAN, Bülent ECEVİT ve 113 Milletvekilinin açtığı davada, AYM
04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı Kararı ile 4109 sayılı
Yetki Yasasını, “erkler ayrılığı”, “demokratik hukuk devleti” “yasama
yetkisinin devredilemeyeceği” ilkelerine aykırı olduğu, “nerelerin il,
nerelerin ilçe olacağı konusunda belirsizlik yarattığı”, “kapsam ve
ilkelerinin belirsiz olduğu” gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı ile 2
nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile
iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
5-
08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı Yetki Kanununun iptali için Anavatan
Partisinin açtığı davada, AYM 19.09.1995 tarihli ve E.1995/39, K.1995/45
sayılı Kararı ile 4113 sayılı Yetki Yasasını, “yetki yasasında, çıkarılacak
KHK’lerin konu, amaç, kapsam ve ilkelerinin belirgin ve somut biçimde
gösterilmemesi”, “yasama yetkisinin devrini doğurması” gerekçeleriyle
Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulunarak
OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına
katılmıştır.
6-
31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı Yetki Kanununun iptali için Sayın
Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’in açtığı davada, AYM 02.10.1996 günlü ve
E.1996/61, K.1996/35 sayılı Kararı ile 4183 sayılı Yetki Yasasını, “amaç,
kapsam ve ilkelerin belirsiz olduğu”, “Bakanlar Kurulu’na geniş kapsamlı
KHK çıkarma yetkisi verildiği”, “yürütme organına, TBMM’ne ait bulunan
yasama yetkisini sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama
karşısında üstünlük tanındığı” gerekçeleriyle, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87
nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın
Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
7-
29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı Yetki Kanununun iptali için Fazilet
Partisinin açtığı davada, AYM 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45, K.2000/27
sayılı Kararı ile 4588 sayılı Yetki Yasasını, “sınırlarının geniş ve
belirsiz olması”, “yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına
gelmesi”, “verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip
içermediğinin tespitine imkan vermemesi” gerekçeleriyle Anayasanın
Başlangıç’ının dördüncü paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ
iptali yönünde oy kullanmış ve iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
8-
06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı Yetki Kanununun iptali için Cumhuriyet
Halk Partisinin açtığı davada, AYM’nin 27 Ekim 2011 Perşembe günü yapılan
oturumunda, 14 üyenin oyunun 7’ye 7 çıkması nedeniyle iptal isteminin reddi
yönünde oy kullanan Mahkeme Başkanı Sayın Haşim KILIÇ’ın kullandığı oyun
üstün sayılmasından dolayı iptal istemi reddedilmiştir.
Her dosyanın kendi içinde
değerlendirilmesi gerekeceği kural olmakla birlikte, Sayın Haşim Kılıç’ın
Yetki Yasaları konusunda 1993 yılından bu yana istikrar kazanmış görüşünden
dönerek iptal isteminin reddi yönünde oy kullanması, kamuoyunda AKP’yi
Anayasa Mahkemesi Başkanının kurtarması şeklinde değerlendirilmiş ve bu
değerlendirme Sayın Haşim Kılıç’ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu
davalarda yargıç tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine ilişkin yerleşen
ciddi kuşkuları pekiştirmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle,
30.03.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 59 uncu
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan, Başkan ve üyelerin
istişari görüş ve düşüncesini ifade etmiş olduğu dava ve işlere
bakamayacaklarına ilişkin kural ile 60 ıncı maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki,
“Başkan ve üyeler tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan
hâllerin olduğu iddiası ile reddolunabilirler.” hükmüne dayanarak Anayasa
Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç hakkında reddi hakim talebinde
bulunuyoruz.
…
III. GEREKÇELER
26.09.2011
Tarihli ve 654 Sayılı “Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin
Tümünün ve Ayrı Ayrı Tüm Maddelerinin Anayasaya Aykırılığı
Anayasanın
Başlangıcının dördüncü fıkrasında, “Kuvvetler ayırımının, Devlet organları
arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği
olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” belirtildikten
sonra 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında “hukuk devleti”
ilkesine yer verilmiş; 6 ncı maddesinde, hiç kimse ve hiçbir organın
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7 nci
maddesinde, Yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde,
yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından
Anayasa ve yasalara uygun olarak yerine getirileceği kuralları getirilmiş;
87 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna “belli konularda” KHK çıkarma yetkisi
verilmesi TBMM’nin görevleri arasında sayılmış; 91 inci maddesinin ikinci
fıkrasında ise, yetki kanununun, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin,
amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden
fazla kararname çıkarılıp çıkarılmayacağını göstereceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin 05.10.2000 tarih ve E.2000/45,
K.2000/27 sayılı Kararında da vurgulandığı üzere, Anayasanın 7 nci, 87 nci
ve 91 inci maddelerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yasama
yetkisinin genel ve asli bir yetki olması, TBMM’ye ait bulunması ve
devredilememesi karşısında KHK çıkarma yetkisinin kendine özgü ve ayrık bir
yetki olduğu anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla yetki yasalarının, yasama
yetkisinin devri anlamına gelecek ya da bu izlenimi doğuracak biçimde
yaygınlaştırılıp genelleştirilmemesi gerekir. KHK’ler ancak ivedilik gerektiren
belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler
ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konulmak durumundadır.
Anayasanın
91 inci maddesinin Danışma Meclisi’nde
görüşülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi için hükümete yetki verilmesinin
nedeni, “... çok acele hallerde hükümetin elinde uygulanacak bir seri kural
olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi
gereken hallerde çıkarılması için bu düzenleme getirilmiştir ...” biçiminde
açıklanırken; Anayasa Komisyonu Başkanınca da, “Kanun hükmünde kararname,
yasama meclisinin acil bir durumda, kanun yapmak için geçecek sürede
çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi gereken meseleyi çözemeyeceğine; o
zaman çok geç kalınacağı endişesinden kaynaklanan bir müessesedir ve bu
müessese bunun için kurulmuştur.” denilerek aynı doğrultuda görüş
bildirilmiştir.
Yetki yasasında Bakanlar Kuruluna verilen
yetkinin “amaç”, “kapsam” ve “ilkeleri”nin belirlenmesinden amaç, bu yetki
ile Bakanlar Kurulunun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa
kavuşturulmasıdır. KHK’nin, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş
içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla
gösterilmemeli, değişik biçimlerde yorumlamaya elverişli olmamalıdır.
Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma
getirilmesi, başka bir anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak
KHK’lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci
maddede belirlenen yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve
zorunlu bir durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin saptanabilmesi
yönünden gereklidir.
Anayasa Mahkemesinin 1990’lardan bu yana verdiği
kararlarda, TBMM’nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi vermesi için,
“ivedilik, “zorunluluk” ve “önemlilik” gibi üç koşulun birlikte bulunması
gerekeceğine yönelik içtihat oluşturduğu gözlenmektedir (06.02.1990 günlü
ve E.1988/62, K.1990/3). Yüksek Mahkeme, 16.10.1993 günlü ve E.1993/26,
K.1993/28 sayılı kararında ise, “KHK’lar, ancak ivedilik isteyen belli konularda,
kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu
düzenlemeler için yürürlüğe konur.” demiştir. İvedilik koşulu ile etkin
önlemler ve zorunlu düzenlemeleri taşımayan hususlarda KHK çıkarma yetkisi
verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına geleceği açıktır.
Nitekim;
1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma
yetkisi veren 8 adet yetki yasasının iptali için Anayasa Mahkemesine
yapılan başvurulardan, sonuncusu olan 6223 sayılı Yetki Yasası hariç,
06.06.1991 günlü ve 3755 sayılı, 24.06.1993 günlü ve 3911 sayılı,
18.05.1994 günlü ve 3990 sayılı, 31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı,
08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı 31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı, 29.06.2000
günlü ve 4588 sayılı Yetki Yasaları; Anayasa Mahkemesinin sırasıyla 12.12.1991
günlü ve E.1991/27, K.1991/50 sayılı; 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6,
K.1993/28 sayılı; 05.07.1994 tarihli ve K.1994/44-2 sayılı; 04.07.1995
günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı; 19.09.1995 tarihli ve E.1995/39,
K.1995/45 sayılı; 02.10.1996 günlü ve E.1996/61, K.1996/35 sayılı;
05.10.2000 tarihli ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı kararları ile iptal
edilmiştir.
Yüksek
Mahkemenin anılan 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı
Kararında;
“Anayasanın 87 nci maddesine göre, ancak, belli konularda KHK çıkarma
yetkisi verilmesi gerekirken dava konusu Yasa’yla her konuyu kapsayacak
biçimde genel bir yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu, ayrık tutulan iki
kurum dışında tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yeniden örgütleyebilecek,
bunların görev ve yetkilerini yeniden düzenleyebilecek, memurlar ve diğer
kamu görevlilerinin ücret, aylık, disiplin ve cezaları ile emeklileri
hakkında kanun ve KHK’lerde değişiklik yapabilecek, Devletin gelirleri ve
harcamalarına ilişkin tüm mevzuatı ‘kamu malî yönetimi’ kavramı içinde
değerlendirerek yeni kurallar getirebilecektir. Sınırları geniş ve belirsiz
konularda düzenleme yapmak üzere Bakanlar Kurulu’na KHK çıkarma yetkisi
verilmesi, Anayasanın 87 nci maddesinde belirtilen ‘belli konu’larda
verilen yetki olarak değerlendirilemez.
Öte yandan, yasa, Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen öğeleri de
içermemektedir. Yasa’nın 1 inci maddesinde çıkarılacak KHK’lerin “kapsam”
ve konusu içiçe girmiş, kapsamının çok geniş ve sınırsız olması nedeniyle
de verilen yetkinin 91 inci maddede öngörülen yasak alana girip
girmediğinin denetimi olanaksız hale gelmiştir. Konu ve kapsamdaki bu
sınırsızlık ve belirsizlik, TBMM’ne ait olan yasama yetkisinin yürütme
organına devri anlamına gelir. Amaç, konu, ilke ve kapsamla ilgili sınırların
belirli olması gerekirken bunlara uyulmadan KHK çıkarma yetkisi verilmesi
Anayasanın 7 nci maddesine aykırılık oluşturur.
Yasa’nın 2 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin ivedi
ve zorunlu hallerde kullanılması gerektiği belirtilmiştir. Yetkinin
“önemli, ivedi ve zorunlu” durumlarla sınırlandırılması, dava konusu Yetki
Yasası’nda olduğu gibi bunun takdirinin Bakanlar Kuruluna bırakılmasıyla
değil, amacın, kapsamın ve konunun içeriği yönünden ivedi ve zorunlu
olduğunun yasakoyucu tarafından saptanmasıyla olanaklıdır. Niteliği
itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren düzenlemeler ivedi
ve zorunlu olarak nitelendirilemez. Dava konusu Yasa’nın amaç ve
kapsamındaki genişlik ve sınırsızlık, verilen yetkinin önemli, ivedi ve
zorunlu durumları içerip içermediğinin tespitine imkan vermemektedir.
Açıklanan nedenlerle Yetki Yasası’nın 1 inci maddesiyle 2 nci
maddesinin birinci fıkrası Anayasanın Başlangıç’ının dördüncü paragrafı ile
2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
denilmiştir.
Dava konusu
hukuki olayda ise, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 03.03.2011 tarihli 73
ncü Birleşiminde, Genel Seçim tarihinin öne alınarak, Genel Seçimin 12
Haziran 2011 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Bundan 25 gün sonra,
Yetki Yasasına ilişkin “Yasa Tasarısı” Başbakanlıkça 28.03.2011 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur. Başka bir anlatımla
Yetki Yasa Tasarısı, Genel Seçime 2,5 ay kala TBMM’ye sevk edilmiş; siyasal
iktidarın TBMM’deki sayısal çoğunluğuna dayalı olarak da 06.04.2011
tarihinde kabul edilmiştir. TBMM’de 06.04.2011 tarihinde kabul edilen Yetki
Yasası, 14 gün TBMM’de bekletildikten sonra Cumhurbaşkanlığına 19.04.2011
tarihinde sunulabilmiştir.
6223 sayılı Yetki Yasasının çıkarılmasındaki
öncelikli anayasal sorun, “ivedilik” ile ilgilidir. İvedilik, “önemli ve
zorunlu” konunun KHK yoluyla düzenlenmesinin olmazsa olmaz koşuludur ve
yasama dahil bütün süreçleri kapsamaktadır. Yasama organı çıkardığı yasanın
ivediliğine inanıyorsa, söz konusu yasanın ivedi olarak yürürlüğe girmesi
için gereğini yerine getirmek durumundadır. TBMM Genel Kurulunda 06.04.2011 tarihinde kabul edilen
6223 sayılı Yasa, 14 gün TBMM’de bekletilmiş ya da unutulmuş, ancak
19.04.2011 tarihinde Cumhurbaşkanlığına gönderilebilmiştir. Bu nasıl
ivediliktir ki, hiçbir yasanın başına gelmeyen durum, ivediliği anayasal
ilke olan yetki yasasının başına gelebilmiştir. Burada, yetki yasasının
çıkarılmasındaki ilkelerle birlikte, kamu yararı ilkesinin de ihlal edildiği
yadsınamaz bir gerçektir.
Öte yandan, genel seçim, şekli bakımından
anayasal iki yetkili organın, yasama ve yürütme organlarının birbirlerine
bağlı olarak yenilenmesi; özü bakımından da, Anayasayı değiştirme yetkisi
de bulunan kural koyucu organın ve buna bağlı olarak ülkenin hukuksal
yapısının ve yönetim programının belirlendiği en önemli ve etkin demokratik
müessesedir. Seçim kararı almak, demokratik toplum düzeninin gereklerini
yerine getirme yönünden, egemenliğin sahibi iradeye başvurmaktır. Anayasanın
2 nci maddesinde yer alan “demokratik hukuk devleti” ilkesi, demokratik
toplum düzeninin ve “bir yaşam biçimi” olan demokrasinin tüm kurum ve
kurallarıyla işletilmesinin adaletli bir hukuk düzeni ve hukuk güvenliği
içinde gerçekleşmesini, aynı zamanda da devlete duyulan güveni içerir.
Ortada, KHK’lerle düzenlemelere gidilmesi
yönünde, “önemli, zorunlu ve ivedi durum” yok ve yasama organının ve
dolayısıyla yürütme organının yenilenmesine karar verilmiş iken, hem mevcut
Bakanlar Kurulunu hem de seçimden sonra kurulacak Bakanlar Kurulunu
kapsayacak ve aynı zamanda da gelecek yasama organını ipotek altına alacak
şekilde, Bakanlar Kuruluna 6 ay süreyle, KHK çıkarma yetkisi verilmesi,
Anayasanın demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gibi yasama yetkisinin
devri anlamına da gelmektedir. 6 aylık sürenin uzunca bir bölümü, henüz
kurulu olmayan ve ne zaman kurularak göreve başlayacağı belli olmayan bir
Bakanlar Kurulunu kapsamaktadır ki burada da, hukuk devletinin “belirlilik”
ve “öngörülebilirlik” ilkeleriyle birlikte, KHK’lere ilişkin “önemli,
zorunlu ve ivedi durum” ilkesinin ihlali söz konusudur.
6223 sayılı Yetki Yasasının “Amaç ve kapsam”
başlıklı 1 inci maddesinin (1)
numaralı fıkrasının,
(a) bendinde, “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;” denildikten sonra; (1) numaralı alt
bendinde, mevcut bakanlıkların birleştirilmesine veya kaldırılmasına, yeni
bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili
kuruluşlarıyla hiyerarşik ilişkilerine; (2) numaralı alt bendinde, mevcut
bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerinin yeniden
belirlenmesine veya bunların mevcut, birleştirilen veya yeni kurulan
bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine; (3) numaralı
alt bendinde, mevcut bakanlıklar ile birleştirilen veya yeni kurulan
bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesine,
taşrada ve yurt dışında teşkilatlanma esaslarına;
(b) bendinde ise, kamu kurum ve kuruluşlarında
istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu
görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına; “ilişkin konularda düzenlemelerde
bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
vermektir.” gibi belirsiz ve sınırsız ifadelere yer verilerek Yetki
Yasasının amacı ortaya konmak istenmiştir.
Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında ise, Yetki
Yasasının kapsamına ilişkin olarak, “Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun
hükmünde kararnameler;” denilip,
(a) bendinde, “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak;” ifadesinden
sonra, 19 alt bent halinde 19 yasa ve KHK sayılmış ve (20) numaralı alt
bendinde, “Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki,
merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı,
ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde, (…) yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsar.” denilerek adeta tüm
kamu kurum ve kuruluşları kapsama alınmak istenmiş;
(b) bendinde ise, “Kamu kurum ve kuruluşlarında
istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma
ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak;” denildikten
sonra 6 alt bent halinde 5 yasa ve 1 KHK sayılmış ve (7) numaralı alt
bendinde ise, “Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar,
işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil,
görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde” ifadesiyle de neredeyse tüm
kamu personeli hakkında Bakanlar Kuruluna her türlü düzenlemede bulunma
yetkisi verilmesi hedeflenmiştir.
Oysa yetki yasalarının, Anayasanın belirlediği
ögeleri belli bir içeriğe kavuşturarak somutlaştırması ve verilen yetkiyi
hiçbir tartışmaya yol açmayacak açıklıkta belirleyerek Bakanlar Kurulu’na
çerçeveyi çizmesi ve niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı
gerektiren düzenlemeleri kapsamaması gerekmektedir.
Çünkü,
Yetki Yasası’nda Bakanlar Kurulu’na verilen yetkinin “amaç”, “kapsam” ve
“ilkeleri”nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulu’nun
neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. Ancak, 6223
sayılı Yetki Yasasının, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş
içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla
geçiştirilerek, her okuyanın değişik şekillerde yorumlamasına açık hale
getirilmiştir. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden
belirgin duruma getirilmesi, başka bir anlatımla somutlaştırılması,
yürürlüğe konulacak KHK’lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp
kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip
girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip
düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Herhangi
bir yetki yasasının Anayasaya aykırı olmaması için Anayasadaki öge ve
ölçütlere, Anayasa Mahkemesi kararları ile getirilen yorumlara uygun olması
gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesi kararlarda
açıklanan gerekçelerin göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılar.
Tüm
bunlara ve Anayasa Mahkemesinin içtihat haline gelmiş yerleşik kararlarına
rağmen; 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı “Kamu Hizmetlerinin Düzenli,
Etkin ve Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri ile Kamu Görevlilerine İlişkin
Konularda Yetki Kanunu”nun iptali için Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı
iptal davası sonucunda 6223 sayılı Yetki Yasası, AYM’nin 27 Ekim 2011
Perşembe günü yapılan oturumunda, 14 üyenin oyunun 7’ye 7 çıkması
nedeniyle, bu güne kadar istikrar kazanmış görüşünün aksine iptal isteminin
reddi yönünde oy kullanan Mahkeme Başkanı Sayın Haşim KILIÇ’ın kullandığı
oydan dolayı iptal istemi OY ÇOKLUĞU ile reddedilmiştir.
Gerekçeli
karar yayınlanmadığı için, Yüksek Mahkemenin içtihat haline gelmiş yerleşik
kararlarından dönme gerekçelerini bilemiyoruz. Ancak, söz konusu dönmenin,
Anayasanın 146 ncı ve 147 nci maddelerinde 12.09.2010 tarihli ve 5982
sayılı Yasanın 16 ncı ve 17 nci maddeleri ile yapılan değişiklikler ve
Anayasaya 5982 sayılı Kanunun 25 inci maddesiyle eklenen geçici 18 inci
maddesiyle Yüksek Mahkemenin üye yapısının siyasal iktidar tarafından
değiştirilmiş olmasıyla uzaktan veya yakından herhangi bir ilgisinin
olmamasını da demokrasimizin geleceği ve Anayasamızdaki kuvvetler ayrılığı
ile yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri bağlamında temenni ediyor
ve önemsediğimizi belirtiyoruz.
Bakanlar
Kurulu tarafından 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak 654 sayılı KHK’ye
kadar 22
adet KHK çıkarılmıştır. Yazılı ve görsel medyada yer alan haberlerden
Bakanlar Kurulunun hızını alamadığı ve dolayısıyla bunlara yenilerini
ekleyeceği anlaşılmaktadır. Nitekim, 6223
sayılı Yetki Yasasının Anayasa Mahkemesinin 27 Ekim 2011 Perşembe günü
yapılan oturumunda iptal edilmemesi üzerine yeni bir KHK furyası daha
başlamış ve iki gün içinde 11 KHK daha yayımlanarak KHK sayısı 34’e
çıkmıştır.
Öyle ki, söz konusu KHK’lerin içeriğine
girmeden isimlerinden de anlaşılacağı üzere, KHK’lerden bazıları daha bir ay
yürürlükte kalmadan değişikliğe uğramıştır. Bu durum
göz önüne alındığında, TBMM’nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi
verebilmesi için, Anayasa Mahkemesinin içtihat haline gelmiş kararlarına
göre, “ivedilik”, “zorunluluk” ve “önemlilik” gibi üç Anayasal koşulun
birlikte bulunması şartının gerçekleşmesi şöyle dursun, Bakanlar Kurulunun
yönetmelikle kurallaştırmanın dahi asgari gerekleri olan araştırma,
inceleme, ihtiyaçları tespit etme ve giderme yollarını belirleme gibi ciddi
hiçbir hazırlığının olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, niteliği
itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren yasal
düzenlemelerin KHK’lere konu oluşturamayacağının en açık, belirgin ve
tartışmasız göstergesidir.
Bakanlar
Kurulunun ülkemize yaşattığı kelimenin tam anlamıyla bir tür “yap-boz
oyunu”dur. Yap-boz oyunu olmadığını hiç kimse ileri süremez. Ancak, yap-boz
oyunları, okul öncesi çocukların eğlenerek öğrenmelerini sağlamak için
geliştirilen oyunlardır. Yap-boz oyunları ile okul öncesi çocukların,
anlamsız parçaları zihinsel çaba göstererek anlamlı bütünlere
dönüştürmeleri ve dolayısıyla zihinlerinde kurguladıkları bütüne
ulaşabilmeleri için de her defasında yeniden deneyerek düşünme ve çözüm
yolları üretme yetilerini geliştirmeleri amaçlanmaktadır.
Bakanlar
Kurulu ise, 6223 sayılı Yasayla aldığı yetkiye dayanarak, yap-boz oyununu
Türkiye’nin hukuk sistemi üzerinde oynamaktadır. Kamu hizmeti yürütmekle
görevli kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat yapıları, kamu hizmeti üretme
usul ve esasları, personel sistemi ve hizmet üretme süreçleri paramparça
edilmiştir. Yapılan düzenlemelerde 3046 sayılı Kanuna dahi uyulmamaktadır.
Bakanlar Kurulu uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren alanlarda
hiçbir hazırlığa dayalı olmadan kural koymakta, daha koyduğu kuralı
uygulama ve sonuçlarını izleme ve değerlendirme aşamalarına geçmeden
değiştirmekte; durmamakta, değiştirdiğini de değiştirmektedir. Hiçbir
hukuksal öngörülebilirlik olmadığı için de değiştirdiği değişikliği
değiştirdiğinin üzerinde yarın başka bir değişikliğe gitmeyeceği de
belirsizliğini korumaktadır.
Bakanlar
Kurulunun hukuksal öngörülebilirliği ortadan kaldırması ve hukuksal
belirsizlik yaratarak hukuk devleti ilkesine aykırı uygulamalar içine
girmesini sağlayan ise, Anayasanın 7 nci maddesiyle Türk Milleti adına
TBMM’ye verilen devredilemez nitelikteki yasama yetkisini kullanıyor
olmaktan kaynaklanmaktadır.
Parlamento,
Fransızca “parler”, İtalyanca “parlare” yani “konuşmak” mastarlarından
türetilmiş bir sözcüktür ve “konuşulan yer” anlamına gelmektedir.
Demokrasilerde yasalar, uzun süreli ve çok yönlü araştırma, inceleme ve
değerlendirmelere dayalı olarak ihtiyaçları ve çözüm yollarını tespitten
sonra parlamentoların komisyon ve alt komisyonları ile genel kurulunda
konuşularak, tartışılarak ve ilgili kurum ve kuruluşlar ile etkilenen
toplumsal kesimlerin ve bunların temsilcisi örgütlerin görüşleri alınıp
üzerinde asgari mutabakat sağlanmaya çalışılarak yasalaşmaktadır.
Demokratik devletin ve çağdaş demokrasinin özü budur.
Kaldı ki,
Anayasa yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM’ye vermiş ve bu yetkiye
-Anayasanın 91 inci maddesindeki ayrık ve spesifik durum hariç-
devredilmezlik atfetmiştir. Anayasanın öngördüğü “ivedilik”, “zorunluluk”
ve “önemlilik” gibi üç koşulun birlikte bulunması şartının gerçekleşmediği
alanlarda 6223 sayılı Yasayla Bakanlar Kuruluna konu ve kapsamı sınırsız ve
belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi ve Bakanlar Kurulunun da bu
yetkiyi “yap-boz oyunu” oynar gibi kullanması, kuvvetler ayrılığı ilkesine
dayanan parlamenter demokratik sisteme karşı girişilmiş örtülü bir yürütme
organı darbesidir. Bu örtülü darbenin siyasal iktidarın yasama organındaki
sayısal üstünlüğüne dayalı olarak yasama organının bilgisi ve ilgisi
dahilinde yapılıyor olması, yapılanın Anayasanın özü ve sözüyle bağdaşmayan
siyasal bir darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Bunun en açık, bariz ve doğrudan örneklerine Yüce Mahkemeye açılan iptal davalarında yer verilmişti. 654
sayılı KHK de bunlardan birini oluşturmaktadır.
26.09.2011
tarihli ve 654 sayılı “Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” ile
29.06.1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 401 inci
maddesinde değişiklik yapılmakta ve 28.07.1981 tarihli ve 2499 sayılı
Sermaye Piyasası Kanununun 22 nci maddesinin birinci fıkrasına (z) bendi
ile 03.06.2011 tarihli ve 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye geçici 6 ncı
madde eklenmektedir.
6223 sayılı
Yetki Kanununun kapsama ilişkin 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının
(a) bendindeki “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının
yeniden belirlenmesine ilişkin olarak” ifadesinden sonra, (5) numaralı alt
bendinde, 3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun, (7) numaralı alt bendinde 4059 sayılı Hazine Müsteşarlığı
ile Dış Ticaret Müsteşarlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ve (17)
numaralı alt bendinde ise 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname sayılmakla birlikte; “İlkeler
ve yetki süresi” başlıklı 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendin yer alan ““Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının
yeniden belirlenmesine ilişkin olarak” ifadesinden sonra (4) numaralı alt
bendinde aynen, “İç ve dış ticarete yönelik hizmetlerin daha etkin ve
verimli bir şekilde sunulabilmesini sağlamak üzere yeni bir bakanlık kurulmasını
(…) göz önünde bulundurur” denilmiştir.
Yetki
Yasasının bağlayıcı bu hükmüne göre Bakanlar Kurulunun, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının iç ticarete ilişkin İç Ticaret Genel Müdürlüğü ile Türkiye’nin
dış ticarete ilişkin Dış Ticaret Müsteşarlığını birleştirerek yeni bir
bakanlık kurması gerekir iken, 637 sayılı KHK ile Dış Ticaret Müsteşarlığı
Ekonomi Bakanlığına dönüştürülmüş; 640 sayılı KHK ile de Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının İç Ticaret Genel Müdürlüğü ile Gümrük Müsteşarlığı
birleştirilerek Gümrük ve Ticaret Bakanlığı kurulmuştur. CHP ise 640 sayılı
KHK’nin 6223 sayılı Yetki Yasasına aykırılığından dolayı Anayasa
Mahkemesine iptal davası açmıştır.
654 sayılı
KHK ile ise, 6223 sayılı Yetki Yasasının 2 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinin (4) numaralı alt bendine aykırı olan 640 sayılı
KHK’de değişiklik yapılmaktadır.
640 sayılı
KHK, 6223 sayılı Yetki Yasasında (md. 2/1-a-4) belirtilen ilkelerle
uyuşmadığı için Anayasanın 91 inci maddesine aykırı olduğuna göre, 654
sayılı KHK de aynı gerekçeyle Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan,
640 sayılı KHK, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsama ilişkin 1 inci
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde (19) alt bent halinde
sıralanan yasa ve yasa gücünde kararnameler arasında sayılmamıştır. Maddenin
(20) numaralı alt bendinin kapsamı içinde olduğu da ileri sürülemez. Çünkü,
(20) numaralı alt bent, her neyi kapsadığı ileri sürülüyorsa, mutlak
anlamda 6223 sayılı Yetki Yasasının yürürlüğünden önceki yasa ve yasa
gücündeki kararnameleri kapsamak durumundadır. 6223 sayılı Yetki Yasasının
kendinden sonra yürürlüğe giren ve girecek olan yasa ve yasa gücünde
kararnameleri kapsaması hukuken mümkün değildir. Bu bağlamda, 654 sayılı
KHK’nin 1 inci maddesiyle, 6223 sayılı Yetki Yasasından sonra yürürlüğe
girmiş olan 640 sayılı KHK’ye eklenen geçici 6 ncı maddesi, hukuken
yoklukla malul olduğundan, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesi ile 91 inci maddesine aykırıdır.
654 sayılı
KHK’nin 1 inci maddesiyle 401 inci maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik
yapılan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile 2 nci maddesiyle 22 nci
maddesine (z) bendi eklenen 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu da 640
sayılı KHK gibi 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. 6223
sayılı Yetki Yasasının kapsama ilişkin 1 inci maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (a) bendinde (19) alt bent halinde sıralanan yasa ve yasa
gücünde kararnameler arasında 6762 sayılı Kanun ile 2499 sayılı Kanun
sayılmadığı gibi (20) numaralı alt bendin kapsamı içinde oldukları da ileri
sürülemez. Çünkü, 6223 sayılı Kanunun kapsama ilişkin 1 inci maddesinin (2)
numaralı fıkrasının (a) bendinde aynen, “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak” denildiğine,
6762 ve 2499 sayılı Kanunlar da bakanlıkların veya kamu kurum ve
kuruluşlarının teşkilat ve görevlerinin belirlendikleri kanunlar olmak
yerine, ticareti ve sermaye piyasasını düzenleyen kanunlar olduklarına
göre, (20) numaralı alt bendin kapsamına her neyin girdiği ileri sürülüyorsa,
girdiği ileri sürülen alanlarda yapılabilecek düzenleme, (a) bendinde
belirtilen, “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlenmesine ilişkin” olmak zorundadır.
Oysa, 654
sayılı KHK’nin 1 inci maddesiyle 6762 sayılı kanunun 401 inci maddesinin
üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle, pay sahipleri arasında Devlet, il
özel idaresi, belediye ve diğer kamu tüzel kişileri, sendikalar, dernekler,
vakıflar, kooperatifler ve bunların üst kuruluşları bulunan anonim
şirketlerde ve iştiraklerinde esas mukavelelerde bazı nevi hisse
senetlerine tanınan imtiyaz haklarının, 29.03.2011 tarihli ve 6215 sayılı
Kanunun 15 inci maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren “altı ay”
içinde esas mukavele değişikliği yoluyla ortadan kaldırılacağına, aksi
durumda ilgili esas mukavele hükümlerinin bu sürenin dolduğu tarihte
kendiliğinden geçersiz hale geleceğine ve esas mukavelede öngörülen
imtiyazların tümünün kanunen sona ereceğine ilişkin düzenlemedeki, “altı
ay” ibaresi “bir yıl” şeklinde değiştirilmekte ve ayrıca “bir yıl”a
çıkarılan süreyi, aynı maddeyle 640 sayılı KHK’ye eklenen geçici 6 ncı
madde ile de Gümrük ve Ticaret Bakanına üç aya kadar uzatma yetkisi
verilmektedir.
Bu
bağlamda, 6762 sayılı Kanun, teşkilat kanunu olmadığı gibi, yapılan
değişiklik de “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının
yeniden belirlenmesine ilişkin” değildir ve yapılan değişikliğin kamusal
bir hizmetle ilgisi bulunmadığı gibi imtiyazlı hisse senetlerindeki
imtiyazın ortadan kaldırılmasına, yani ticari usule ilişkindir.
654 sayılı
KHK’nin 2 nci maddesiyle ise 2499 sayılı Sermaye Piyasası kanununda Sermaye
Piyasası Kurulunun sermaye piyasasına ilişkin görev ve yetkilerinin
düzenlendiği 22 nci maddesine (z) bendi eklenmektedir. Sermaye Piyasası
Kurulu bakanlık olmadığı gibi, yapılan değişiklikle kamu hizmetlerinin
bakanlıklar arasında dağılımı yeniden düzenlenmek yerine, Sermaye Piyasası
Kuruluna yeni görev ve yetkiler verilmektedir.
Bu
bağlamda, Bakanlar Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan 640 sayılı KHK ile 6762 sayılı Yasa ve 2499 sayılı Yasada düzenlenmiş
alanlarda
hukuksal tasarruflara girişerek yasal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın
Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci ve 91 inci
maddelerindeki kurallarla bağdaşmamaktadır.
Yukarıda
açıklandığı üzere Bakanlar Kurulu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında
olmayan 640 sayılı KHK ile 6762 sayılı Yasa ve 2499 sayılı Yasada
düzenlenmiş alanlarda “ivedilik”, “zorunluluk”
ve “önemlilik” koşulları da gerçekleşmediği halde hukuksal tasarruflara
girişerek yasal düzenlemelerde bulunması,
Türkiye Büyük Millet Meclisine ait yasama yetkisinin demokratik hukuk
devleti ilkeleriyle bağdaşmayan bir şekilde gasp edilmesi olduğundan,
26.09.2011 tarihli ve 654 sayılı “Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname”nin tümü ile ayrı ayrı tüm maddeleri, Anayasanın Başlangıcı ile 2
nci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır ve iptali
gerekir.
IV.
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
29.06.1956
tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile 28.07.1981 tarihli ve 2499
sayılı Sermaye Piyasası Kanununun ve 640 sayılı Gümrük ve Ticaret
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6223
sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmaması; 26.09.2011 tarihli ve 654 sayılı “Gümrük ve Ticaret Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname” ile yapılan düzenlemelerin Anayasanın öngördüğü
“ivedilik”, “zorunluluk” ve “önemlilik” şartlarını taşımaması nedenleriyle,
654 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin tümünün ve ayrı ayrı tüm
maddelerinin yürürlüğünün durdurularak hukuk sistemimizin telafisi olanaksız
zarar ve ziyanlardan korunması gerekeceği düşünülmektedir.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka
aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti
olmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya
aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü
ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende,
kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin
zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara
yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını
önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin
iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek
Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.”
II- YASA
METİNLERİ
A- İptali İstenen Kanun Hükmünde Kararname
Kuralları
26.9.2011 günlü, 654 sayılı Gümrük ve Ticaret
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin
dava konusu maddeleri şöyledir:
“MADDE 1- 29/6/1956 tarihli
ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 401 inci maddesinin üçüncü fıkrasında
yer alan “altı ay” ibaresi “bir yıl” şeklinde değiştirilmiş ve 3/6/2011
tarihli ve 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“Süre uzatımı yetkisi
GEÇİCİ MADDE 6- (1) 29/6/1956 tarihli ve
6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 401 inci maddesinin üçüncü fıkrasında
belirtilen süreyi üç aya kadar uzatmaya Gümrük ve Ticaret Bakanı
yetkilidir.”
MADDE 2- 28/7/1981 tarihli ve 2499 sayılı
Sermaye Piyasası Kanununun 22 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki
bent eklenmiştir.
“z) Sermaye piyasasında kurumsal yönetim
ilkelerini tespit ve ilan etmek, yatırım ortamının iyileştirilmesine
katkıda bulunmak üzere, borsada işlem gören halka açık anonim
ortaklıklardan halka açıklık oranları, yatırımcı sayısı ve niteliği, dâhil
oldukları endeks ve belirli bir zaman dilimindeki işlem yoğunluğunu dikkate
alarak belirlemiş olduğu gruplarda yer alanların kurumsal yönetim
ilkelerine kısmen veya tamamen uymalarını zorunlu tutmak, buna ilişkin usul
ve esasları belirlemek, getirilen uyum zorunluluğuna aykırı işlemlerin
hukuka aykırılığının tespiti veya iptali için her türlü teminattan muaf
olarak ihtiyati tedbir istemek, dava açmak, açılan davada uyum zorunluluğunun
yerine getirilmesi sonucunu doğuracak şekilde karar alınmasını istemek.”
MADDE 3- Bu Kanun Hükmünde Kararname
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 4- Bu Kanun Hükmünde Kararname
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.”
B- Dayanılan
Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde,
Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 6., 7., 87. ve 91. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi
gereğince Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN,
Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz
AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 29.12.2011 gününde
yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim KILIÇ hakkındaki reddi hâkim talebi görüşülmüştür.
6216 sayılı Kanun’un 35. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az beşte biri oranındaki üyeleri iptal davası açmaya
yetkilidirler. Anılan Kanun’un 38. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca, dava dilekçesinde kendilerine tebligat yapılmak üzere iki üyenin
adının gösterilmesi ve dilekçeyi onların imzalaması yeterli olup davayı
açan diğer milletvekillerinin imzalarının bulunması aranmaz. Ancak, dava
dilekçesinde imzaları bulunan milletvekillerinin, diğer milletvekilleri
adına hâkimin reddi talebinde bulunabilmeleri için, dava açan imza altına
alınmış belgede dava konusu edilmek istenen talepler kapsamı içinde hâkimin
reddi isteminin de yer aldığına ilişkin bir talep konusunun bulunması
gerekir.
Dava açan imza altına alınmış belgede dava konusu
edilmek istenen talepler kapsamı içinde hâkimin reddi isteminin de yer
aldığına ilişkin bir talep konusu bulunmadığından, hâkimin reddi talebinin
reddine, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karar bağlanmasına
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Berrak YILMAZ
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen Kanun
Hükmünde Kararname kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun Hükmünde Kararnamelerin Yargısal Denetimi
Hakkında Genel Açıklama
Anayasa’nın
91. maddesinde düzenlenen kanun hükmünde kararnameler, işlevsel yönden
yasama işlemi niteliğinde olduğundan yargısal denetimlerinin yapılması
görev ve yetkisi Anayasa’nın 148. maddesi ile Anayasa Mahkemesine
verilmiştir. Yargısal denetimde kanun hükmünde kararnamenin, öncelikle
yetki kanununa sonra da Anayasa’ya uygunluğu sorunlarının çözümlenmesi
gerekir. Her ne kadar, Anayasa’nın 148. maddesinde kanun hükmünde kararnamelerin
yetki kanunlarına uygunluğunun denetlenmesinden değil, yalnızca Anayasa’ya
biçim ve esas bakımlarından uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise
de Anayasa’ya uygunluk denetiminin kapsamına öncelikle kanun hükmünde
kararnamenin yetki kanununa uygunluğunun denetimi de girer. Çünkü
Anayasa’da, Bakanlar Kuruluna ancak yetki kanununda belirtilen sınırlar
içerisinde kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüştür.
Yetkinin dışına çıkılması, kanun hükmünde kararnameyi Anayasa’ya aykırı
duruma getirir.
Dayanaklarını
doğrudan doğruya Anayasa’dan alan olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnamelerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki kanun hükmünde
kararnamelerin bir yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, kanun
hükmünde kararnameler ile dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir
bağ vardır. Kanun hükmünde kararnamenin yetki kanunu ile olan bağı, kanun
hükmünde kararnameyi aynen ya da değiştirerek kabul eden kanun ile kesilir.
Kanun hükmünde kararnamenin Anayasa’ya uygun bir yetki kanununa dayanması,
geçerliliğinin ön koşuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkartılan veya
dayandığı yetki kanunu iptal edilen kanun hükmünde kararnamelerin içeriği
Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile bunların Anayasa’ya uygunluğundan söz
edilemez.
Kanun
hükmünde kararnamelerin Anayasa’ya uygunluk denetimi, kanunların
denetiminden farklıdır. Anayasa’nın 11. maddesinde, “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” denilmektedir. Bu nedenle
kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına uygun olup
olmadıkları saptanır. Kanun hükmünde kararnameler ise konu, amaç, kapsam ve
ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa’ya uygun
olmak zorundadırlar.
Anayasa’da
kimi konuların kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi yasaklanmaktadır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve
ödevler...”in kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği
belirtilmiştir. Bu kural gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Bakanlar Kurulu”na ancak kanun
hükmünde kararnameyle düzenlenmesi yasaklanmış alana girmeyen konularda
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir.
Anayasa’nın
herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun,
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler
ile ilgili olmadıkça ya da Anayasa’nın 163. maddesinde olduğu gibi kanun
hükmünde kararname çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe kanun hükmünde
kararname ile düzenlenmesi Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz.
B- Kanun Hükmünde Kararname’nin Ayrı
Ayrı Tüm Maddelerinin 6223 Sayılı Yetki Kanunu Kapsamında Olup Olmadığının
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Kanun
Hükmünde Kararname’nin ayrı ayrı
tüm maddelerinin 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olmadığı, amacına ve
ilkelerine aykırılık taşıdığı belirtilerek Anayasa’nın 2., 6., 7., 87. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
1- Kanun Hükmünde
Kararname’nin 1. Maddesi
Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle;
a- 29.6.1956 günlü, 6762 sayılı
Türk Ticaret Kanunu’nun 401. maddesinin değişiklik yapılan üçüncü fıkrası,
26.4.2012 günlü, 6300 sayılı Bazı Kanunlar ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve
Denetim Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 9. maddesiyle
değiştirildiğinden,
b- 640 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’ye eklenen Geçici Madde 6’nın (1) numaralı fıkrası ile düzenlenen
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 401. maddesi, 13.1.2011 günlü, 6102
sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1533. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile
yürürlükten kaldırıldığından,
konusu
kalmayan bu fıkralara ilişkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar vermek gerekir.
2- Kanun Hükmünde
Kararname’nin 2. Maddesi
Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesiyle, 28.7.1981 günlü, 2499
sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 22. maddesinin birinci fıkrasına eklenen
(z) bendi, 6.12.2012 günlü, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 139.
maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu bende ilişkin
iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek
gerekir.
3- Kanun Hükmünde
Kararname’nin 3. ve 4. Maddeleri
Kanun Hükmünde Kararname’nin 3. maddesi yürürlük, 4. maddesi yürütme
maddesidir. Yürürlük maddesi, yasal düzenlemelerin ne zaman yürürlüğe
gireceğini, yürütme maddesi de yasal düzenlemeleri yürüten makamı göstermekte
ve yapım tekniği açısından her tür yasal düzenlemede bulunmakta, yazılmamış
olması yasal düzenlemelerin geçerliliğini de etkilememektedir. Yürütme
maddesi, yasal düzenlemelerin hangi makam tarafından yürütüleceğini
belirtmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Kanun Hükmünde
Kararname’nin 3. ve 4. maddeleri
6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olduğu anlaşıldığından bu kurallara
ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
C- Kanun Hükmünde Kararname’nin Ayrı
Ayrı Tüm Maddelerinin Anayasa’nın 91. Maddesi Yönünden İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Kanun
Hükmünde Kararname’nin ayrı ayrı
tüm maddelerinin, Anayasa’nın 91. maddesinde belirtilen sınırların dışında
düzenlendiği ve bu nedenle Anayasa’nın 2., 6., 7., 87. ve 91. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun Hükmünde Kararname’nin, hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilen dışında kalan diğer kurallarında, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrası uyarınca
kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi yasaklanmış alanlara ilişkin
herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden bu kurallara yönelik iptal
isteminin reddi gerekir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
26.9.2011
günlü, 654 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin;
A) 1- 1. maddesiyle;
a- 29.6.1956 günlü, 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanunu’nun 401. maddesinin değişiklik yapılan üçüncü fıkrası,
b- 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen
Geçici Madde 6’nın (1) numaralı fıkrası,
2- 2. maddesiyle, 28.7.1981 günlü, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 22. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (z) bendi,
B) 3. ve 4. maddelerine yönelik iptal
istemleri, 31.1.2013 günlü E. 2011/131, K. 2013/22 sayılı kararla kapsam
yönünden reddedildiğinden, bu maddelere ilişkin yürürlüğün durdurulması
isteminin REDDİNE,
C) 3. ve 4.
maddelerine yönelik iptal istemleri, 31.1.2013 günlü, E.
2011/131, K. 2013/22 sayılı
kararla Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrası yönünden
reddedildiğinden, bu maddelere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin
REDDİNE,
31.1.2013
gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI- SONUÇ
26.9.2011
günlü, 654 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname’nin;
A) 1- 1. maddesiyle;
a- 29.6.1956 günlü, 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanunu’nun 401. maddesinin değişiklik yapılan üçüncü fıkrası, 26.4.2012 günlü,
6300 sayılı Bazı Kanunlar ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim
Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 9. maddesiyle
değiştirildiğinden,
b- 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen
Geçici Madde 6’nın (1) numaralı fıkrası ile düzenlenen 6762 sayılı Türk
Ticaret Kanunu’nun 401. maddesi, 13.1.2011 günlü, 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu’nun 1533. maddesinin (1) numaralı fıkrası
ile yürürlükten kaldırıldığından,
konusu
kalmayan bu fıkralara ilişkin iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
2- 2. maddesiyle, 28.7.1981 günlü, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 22. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (z) bendi, 6.12.2012 günlü, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 139. maddesiyle yürürlükten
kaldırıldığından, konusu kalmayan bu bende ilişkin iptal istemi
hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
B) 3. ve 4. maddeleri, 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı
Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini
Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri
ile Kamu Görevlilerine İlişkin Konularda Yetki Kanunu kapsamında olduğundan
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu maddelere ilişkin iptal isteminin REDDİNE,
C) 3. ve 4.
maddelerinin, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrası uyarınca
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu maddelere ilişkin iptal isteminin
REDDİNE,
31.1.2013 gününde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
|
|
|
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
|
|
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
|