Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2011/126
Karar Sayısı:
2012/110
Karar Günü:
18.7.2012
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri Kemal KILIÇDAROĞLU ve Emine Ülker TARHAN ile birlikte 119
milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU : A- İptal davası ile
ilgili, 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 59.
ve 60. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın reddine;
B- 23.8.2011 günlü, 653 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin;
1- 1., 2., 3., 4., 5. ve
21. maddeleri ile 20. maddesindeki, “…eki
(I) sayılı Cetvelin Ekonomi Bakanlığına ait bölümünde yer alan boş ve dolu
Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı, Dış Ticaret Başkontrolörü,
Dış Ticaret Kontrolörü ve Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadroları iptal
edilmiş ve…” bölümünün,
2- 6. maddesiyle değiştirilen 29.6.2011 günlü, 644
sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinin,
Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 7., 10., 36.,
87., 91., 112., 125. ve 127. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine
ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına;
karar
verilmesi istemidir.
I- HÂKİMİN REDDİ, İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe
bölümü şöyledir:
“I- HAKİMİN REDDİ TALEBİ
Anayasanın “Hak arama hürriyeti”
başlıklı 36 ncı maddesinde, “adil yargılanma
hakkı” düzenlenmiş; 138 inci maddesinde ise, “Hâkimler görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verirler.” denilmiştir.
Yargıçların bağımsızlığını
tamamlayan, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre
hüküm vermesine ilişkin bu kuraldan yargıçların tarafsızlığı
anlaşılmalıdır. Yargıçlara yönelik “meslek ahlakı standartlarını”
oluşturmak amacıyla belirlenen ve Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararıyla
benimsenmesine karar verilen, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda kabul ettiği 2003/43 sayılı
“Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği
İlkeleri” de yargıcın bağımsızlığı ile tarafsızlığına ilişkin bağlayıcı
hükümler içermektedir.
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin “Bağımsızlık” ve
“Tarafsızlık” değerleri şöyledir:
“Değer 1: BAĞIMSIZLIK
İlke: Yargı bağımsızlığı, hukuk
devletinin ön koşulu ve âdil yargılanmanın temel garantisidir. Bundan
dolayı hâkim, hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını
temsil ve muhâfaza etmelidir.
Uygulama:
1.1 Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla
her hangi bir sebeple ya da her hangi bir yerden gelen müdâhale,
tehdit, baskı, teşvik ve tüm hâricî etkilerden
uzak, hakimin olayları değerlendirmesi temelinde, vicdânî hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız
olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir.
1.2 Hakim,
genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda olduğu ihtilâfın
taraflarından bağımsızdır.
1.3 Hâkim, yasama ve yürütme
organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiîlen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle
görünmelidir de.
1.4 Hâkim, yargısal görevlerini
yerine getirirken, tek başına karar vermek zorunda olduğu hususlarda diğer
yargıçlardan da bağımsızdır.
1.5 Hâkim, yargının kurumsal ve
eylemsel bağımsızlığını sürdürmek ve arttırmak için, yargısal görevlerinin
ifasına yönelik koruma tedbirlerini almalı ve bunları artırmalıdır.
1.6 Hâkim, yargı bağımsızlığını
sürdürmede esas olan yargıya yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla,
yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar sergilemeli ve bunları
ilerletmelidir.
Değer 2: TARAFSIZLIK
İlke: Tarafsızlık, yargı görevinin
tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece
bizâtihî karar için değil aynı zamanda kararın
oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.
Uygulama:
1. Hâkim, yargısal görevlerini
tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir.
2. Hâkim, mahkemede ve mahkeme
dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve
dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde
olmalıdır.
3. Hâkim, duruşma ve karar
aşamalarında, kendisini yargılamadan zorunlu olarak el çektirecek
olasılıkları makul ölçüler içerisinde asgariye indirecek şekilde hareket
etmelidir.
4. Hâkim, önündeki bir dava veya
önüne gelme ihtimâli olan bir konu hakkında, bilerek
ve isteyerek; yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça âdilânelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde
etkileyecek veya zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır. Ayrıca hakim, her hangi bir şahsın ya da meselenin âdil
yargılanmasını etkileyebilecek alenî olsun veya olmasın her hangi bir yorum
da yapmamalıdır.
5. Hâkim, tarafsız olarak karar
veremeyeceği durumda veya makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide
tarafsız olarak karar veremeyeceği izlenimi yaratması halinde, yargılamanın
her hangi bir aşamasına katılmaktan çekinmelidir. Sınırlı sayıda
sayılmamakla birlikte bu durum aşağıdaki ihtimâllerde
söz konusu olur:
6. Hâkimin, yargılama aşamasında
delil kâbilinden tartışılan olaylarla ilgili
kişisel bir bilgiye sahip olması veya davanın bir tarafıyla ilgili gerçek
bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olması veya,
7. Hâkimin ihtilâf konusu davada,
olaya ilişkin bir tanıklığının olması ya da daha önceden bu konuda avukat
olarak hizmet vermiş olması veya,
8. Hâkim ya da hâkimin ailesinden
birisinin ihtilâf konusu dava sonuçlarıyla ilgili ekonomik bir çıkarının olması.
Davaya bakmaya devam edecek yeni bir mahkemenin kurulamaması halinde veya
hiçbir şeyin yapılmamasının durumun aciliyeti
nedeniyle ciddi şekilde adaletsizliğe yol açacağı halde hâkime, görevden el
çektirmek gerekmez.”
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin yukarıda aynen yer
verilen “Bağımsızlık” ve “Tarafsızlık” değerleri hiçbir yoruma ve ek
açıklamaya ihtiyaç göstermeyecek derecede açıktır.
Kamuoyunda Wikileaks
belgeleri olarak bilinen ve bir internet sitesinde (http://www.wikileaks.ch/origin/186_18.html)
yer alan 03 ANKARA 4862 kodlu yazıda, “4. (C) Kapsamlı reformların önde
gelen savunucularından, Anayasa Mahkemesi Hakimi
Haşim Kılıç, 1 Ağustos tarihinde bize özel olarak CHP’nin mevcut
problemleri için kendini suçlaması gerektiğini aktarmıştır. CHP, muhalefet
etmek görüntüsünü vererek ya da çok çekişme yarattıktan sonra isteksizce
“her şeyi” – demokrasi yanlısı ortaya atılan tüm reformları- kabul ederek,
kendisi için prensipsiz ve erişilemez bir imaj yaratmakta. CHP, Hükümet
doğru şeyi yapsa bile, sanki tek işinin AK Parti Hükümetinin yaptığı her
şeye muhalefet etmek gibi davranmak olduğunu söylemiştir. Bu da seçmenleri
kaçırıyor demiştir.” ifadeleri yer almaktadır.
Kamuoyuna
yansıyan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç tarafından da
yalanlanmayan belgeye dayalı bilgilere göre, Sayın Başkanın Cumhuriyet Halk
Partisi hakkında Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçiliği
yetkililerine olumsuz değer yargılarında bulunduğu anlaşılmış, bu konudaki
gizli görüşmenin kamuoyuna yansıması ile de Sayın Başkanın Cumhuriyet Halk
Partisinin tarafı olduğu bir davada tarafsız karar veremeyeceği izlenimi
doğmuştur.
Yasama ve
yürütme organlarının siyasi söylemlerinden ve bu organlarla uygun olmayan
ilişkilerden fiîlen uzak olmakla kalmayıp, aynı
zamanda öyle görünmesi de gereken bir yüksek yargıcın, hem de yabancı bir
ülkenin Büyükelçiliğine iç siyasete ilişkin değerlendirmelerde
bulunmasındaki tuhaf ötesi gariplik bir yana, yasaları, yasa gücünde
kararnameleri, TBMM İçtüzüğünü, Anayasaya şekil ve esas bakımından, Anayasa
değişikliklerini ise şekil bakımından denetlemek ve bireysel başvuruları
karara bağlamakla Anayasal olarak görevli Anayasa Mahkemesinin bir
üyesinin, TBMM’nin çıkardığı yasaları, yasa gücünde kararnameleri, TBMM
İçtüzüğünü ve Anayasa değişikliklerini gerek gördüğü durumlarda Anayasa
Mahkemesine taşımakla Anayasal olarak yetkilendirilmiş Anamuhalefet
Partisi hakkında şikayetvari olumsuz görüş beyan
etmenin de ötesinde hiç kimseyi yüceltmeyecek sözler söylemesi; yargıcın
bireysel bağımsızlığını koruyamadığını, kara vermek zorunda olduğu
ihtilafın taraflarından bağımsız kalamadığını, sadece bizâtihî
karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da
geçerli olan tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmayan eylemler içinde bulunduğunu,
mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından
kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve
artıracak davranışlar içerisinde bulunmadığını; önüne gelme ihtimâli olan davalar hakkında, yargılama aşamasının
sonuçlarını veya sürecin açıkça âdilânelik
vasfını makul ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak yorumlarda
bulunduğunu, hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeyecek açıklıkta ortaya
koymaktadır.
Somut olayda, ekte yer alan belgeler
ve bu belgeler çerçevesinde kamuoyu önünde yapılan aleni tartışma ve
değerlendirmeler karşısında, Sayın Başkan Haşim Kılıç’ın derin bir
sessizliğe bürünerek, usulen yalanlama yoluna dahi gitmemiş olması,
kamuoyunda ABD Ankara Büyükelçiliğine Cumhuriyet Halk Partisini şikayet eder mahiyetteki sözleri söylediği ve olumsuz
değerlendirmelerde bulunduğu ve dolayısıyla davanın bir tarafıyla ilgili
gerçek bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olduğu şeklinde anlaşılmış
ve Sayın Haşim Kılıç’ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu işbu
davada bir yargıç tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine ilişkin ciddi
kuşkuların yerleşmesine yol açmıştır.
Öte yandan, Sayın Haşim Kılıç Anayasa
Mahkemesi üyeliğine seçildiği 1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK
çıkarma yetkisi veren 8 adet yetki yasasının iptali başvurularına üye ve
başkan sıfatıyla katılmıştır.
Bu Yetki Yasaları ve Anayasa
Mahkemesi kararları ile Sayın Haşim KILIÇ’ın
kullandığı oylar şöyledir:
i)
06.06.1991 günlü ve 3755 sayılı Yetki Kanununun iptali için Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin açtığı davada, AYM
12.12.1991 günlü ve E.1991/27, K.1991/50 sayılı Kararı ile 3755 sayılı
Yetki Yasasını, Anayasanın 91 inci ve 153 üncü maddelerine aykırı bulunarak
OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ, karşıoy
kullanmıştır.
ii) 18.05.1994 günlü ve 3990 sayılı
Yetki Kanununun iptali için Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 05.07.1994
tarihli ve K.1994/44-2 sayılı Kararı ile 3990 sayılı Yetki Yasası, “verilen
KHK çıkarma yetkisi ivedi, zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olmadığı”,
“yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu”, “öngörülen amaç, konu ve
kapsam somut ve belirgin nitelikte olmadığı” gerekçeleriyle Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile İptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ,
iptali yönünde oy kullanmakla beraber, KHK çıkarma yetkisinin ivedi,
zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olması gerektiği görüşüne
katılmamıştır.
iii) 24.06.1993 günlü 3911 sayılı Yetki
Kanununun iptali için Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 16.09.1993
tarihli ve E.1993/6, K.1993/28 sayılı Kararı ile 3911 sayılı Yetki Yasası,
“verilen yetkinin belirsiz olduğu”, “yetki yasasında bulunması gereken
öğeleri içermediği”, “verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu olup olmadığının
tespitinin olanaksız olduğu”, “yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu”
gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci ve
91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim
KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
iv)
31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı Yetki Kanununun iptali için TBMM Üyeleri
Hasan KORKMAZCAN, Bülent ECEVİT ve 113 Milletvekilinin açtığı davada, AYM
04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı Kararı ile 4109 sayılı
Yetki Yasasını, “erkler ayrılığı”, “demokratik hukuk devleti” “yasama
yetkisinin devredilemeyeceği” ilkelerine aykırı olduğu, “nerelerin il,
nerelerin ilçe olacağı konusunda belirsizlik yarattığı”, “kapsam ve
ilkelerinin belirsiz olduğu” gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile
iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
v) 08.06.1995
günlü ve 4113 sayılı Yetki Kanununun iptali için Anavatan Partisinin açtığı
davada, AYM 19.09.1995 tarihli ve E.1995/39, K.1995/45 sayılı Kararı ile
4113 sayılı Yetki Yasasını, “yetki yasasında, çıkarılacak KHK’lerin konu,
amaç, kapsam ve ilkelerinin belirgin ve somut biçimde gösterilmemesi”,
“yasama yetkisinin devrini doğurması” gerekçeleriyle Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulunarak OYBİRLİĞİ
ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına
katılmıştır.
vi) 31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı
Yetki Kanununun iptali için Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’in açtığı davada, AYM 02.10.1996 günlü ve
E.1996/61, K.1996/35 sayılı Kararı ile 4183 sayılı Yetki Yasasını, “amaç,
kapsam ve ilkelerin belirsiz olduğu”, “Bakanlar Kurulu’na geniş kapsamlı
KHK çıkarma yetkisi verildiği”, “yürütme organına, TBMM’ne ait bulunan
yasama yetkisini sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama
karşısında üstünlük tanındığı” gerekçeleriyle, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulurak
OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına
katılmıştır.
vii)
29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı Yetki Kanununun iptali için Fazilet
Partisinin açtığı davada, AYM 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45, K.2000/27
sayılı Kararı ile 4588 sayılı Yetki Yasasını, “sınırlarının geniş ve
belirsiz olması”, “yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına
gelmesi”, “verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip
içermediğinin tespitine imkan vermemesi”
gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıç’ının dördüncü paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU
ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptali yönünde oy kullanmış ve iptal
gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
viii) 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı
Yetki Kanununun iptali için Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı davada, AYM’nin 27 Ekim 2011 Perşembe günü yapılan oturumunda,
14 üyenin oyunun 7’ye 7 çıkması nedeniyle iptal isteminin reddi yönünde oy
kullanan Mahkeme Başkanı Sayın Haşim KILIÇ’ın
kullandığı oyun üstün sayılmasından dolayı iptal istemi reddedilmiştir.
Her
dosyanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekeceği kural olmakla birlikte,
Sayın Haşim Kılıç’ın Yetki Yasaları konusunda 1993 yılından bu yana
istikrar kazanmış görüşünden dönerek iptal isteminin reddi yönünde oy kullanması,
kamuoyunda AKP’yi Anayasa Mahkemesi Başkanının kurtarması şeklinde
değerlendirilmiş ve bu değerlendirme Sayın Haşim Kılıç’ın Cumhuriyet Halk
Partisinin tarafı olduğu davalarda yargıç tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine
ilişkin kamuoyunda yerleşen ciddi kuşkuları pekiştirmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle,
30.03.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 59 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d)
bendinde yer alan, Başkan ve üyelerin istişari
görüş ve düşüncesini ifade etmiş olduğu dava ve işlere bakamayacaklarına
ilişkin kural ile 60 ıncı maddesinin (1) numaralı
fıkrasındaki, “Başkan ve üyeler tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını
haklı kılan hâllerin olduğu iddiası ile reddolunabilirler.” hükmüne
dayanarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç hakkında reddi hakim talebinde bulunuyoruz.
“…
III. GEREKÇELER
1- 653 Sayılı “Ekonomi Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname”nin 1 inci, 2 nci, 3 üncü, 4 üncü, 5
inci, 20 nci ve 21 inci Maddelerinin Anayasaya
Aykırılığı
637 sayılı Ekonomi Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendinde
“Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı” denilmiş; 15 inci maddesinde
Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığının görevlerine yer verilmiş;
Dış Ticaret Uzmanlığı başlıklı 33 üncü maddesi;
“(1) Bakanlık, görev alanına giren
konularda çalıştırılmak üzere Dış Ticaret Uzmanı ve Dış Ticaret Uzman
Yardımcısı istihdam eder.
(2) Dış Ticaret Uzman Yardımcılığına
atanabilmek için 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde
sayılan genel şartlara ek olarak aşağıdaki şartlar aranır:
a) En az dört
yıllık eğitim veren yükseköğretim kurumlarının siyasal bilgiler, hukuk,
iktisadi ve idari bilimler, iktisat, işletme, mühendislik ve ziraat fakülteleri,
diğer fakültelerin dış ticaret, uluslararası ticaret, matematik ve istatistik
bölümleri ile Bakanlığın görev alanına giren konularda en az dört yıllık
eğitim veren veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul
edilen yurtiçindeki ve yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun
olmak,
b) Yönetmelikle belirlenen yabancı
dillerden en az birini iyi derecede bilmek,
c) Yapılacak yarışma sınavında
başarılı olmak,
gerekir.
(3) İkinci fıkraya göre Dış Ticaret
Uzman Yardımcılığına atananlar, en az üç yıl fiilen çalışmak kaydıyla açılacak
Dış Ticaret Uzmanlığı Yeterlik Sınavına girme hakkını kazanırlar.
(4) Dış Ticaret Uzmanlığı Yeterlik
Sınavında iki defa başarısız olanlar veya sınava girmeye hak kazandığı yılı
izleyen iki yıl içinde geçerli mazereti olmaksızın iki sınav hakkını
kullanmayanlar, Dış Ticaret Uzman Yardımcılığı unvanını kaybederler ve
durumlarına uygun diğer kadrolara atanırlar.
(5) Dış Ticaret Uzman Yardımcılığı
yarışma sınavı, yazılı ve sözlü aşamalardan oluşur. Yazılı sınavda yüz tam
puan üzerinden en az yetmiş puan almak kaydıyla en yüksek puan alandan
başlamak üzere, sınav ilanında belirtilen kadro sayısının üç katı sözlü
sınava çağrılır. Bu şekilde çağrılan en düşük puana sahip adayla aynı puanı
alanlar da sözlü sınava alınır.
(6) Dış Ticaret Uzmanı ve Dış Ticaret
Uzman Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri, yeterlik ve
yarışma sınavları ve bunların eğitime tabi tutulmalarına ilişkin esaslar
ile diğer hususlar yönetmelikle düzenlenir.”
şeklinde hüküm altına alınmış;
Mali haklar başlıklı 35 inci
maddesinde ise;
“(1) Bakanlık
merkez teşkilatında; Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Genel Müdür, Dış
Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkam, 1. Hukuk Müşaviri, Genel Müdür
Yardımcısı, Bakanlık Müşavirleri, Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri, Özel
Kalem Müdürü, Daire Başkanı, Hukuk Müşaviri, Dış Ticaret Uzmanı, İhracatı
Geliştirme Uzmanı, Dış Ticaret Uzman Yardımcısı ve İhracatı Geliştirme
Uzman Yardımcısı ile taşra teşkilatında Bölge Müdürü, Serbest Bölge Müdürü,
Bölge Müdür Yardımcısı, Serbest Bölge Müdür Yardımcısı kadroları karşılık
gösterilmek kaydıyla, 657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli
personel hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli olarak
çalıştırılabilir.
(2) Birinci fıkra kapsamına giren
personele, bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvel’de unvanlar
itibarıyla yer alan taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere, Bakan
tarafından belirlenen tutarda aylık ücret ödenir. Söz konusu personele,
çalıştıkları günlerle orantılı olarak (hastalık ve yıllık izinleri dahil) Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekim aylarında birer aylık
sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödenir. Bunlardan üstün gayret ve çalışmaları
sonucunda emsallerine göre başarılı çalışma yaptıkları tespit edilenlere
Bakanın onayı ile Haziran ve Aralık aylarında birer aylık sözleşme ücreti
tutarına kadar teşvik ikramiyesi ödenebilir.
(3) Birinci fıkrada belirtilen
kadrolarda fiilen çalışanlara, 657 sayılı Kanunda belirtilen en yüksek
Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil);
a) 9 ila 7 nci
derecelerden aylık alanlara % 25’ini,
b) 6 ila 4 üncü derecelerden aylık
alanlara % 30’unu,
c) 3 ila 1 inci derecelerden aylık
alanlara % 35’ini,
geçmemek üzere, Bakanlıkça tespit edilen usul
ve esaslar çerçevesinde her ay aylıkla birlikte damga vergisi hariç
herhangi bir kesintiye tabi olmaksızın peşin olarak fazla çalışma ücreti
ödenir.
(4) Bakanlık merkez, taşra ve döner
sermaye teşkilatında, kadro karşılığı sözleşmeli çalışanlar hariç olmak
üzere, 657 sayılı Kanuna göre aylık alan memurlar ile anılan Kanunun 4 üncü
maddesinin (B) fıkrası uyarınca sözleşmeli olarak çalışan personele en
yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil)
% 200’ünü geçmemek üzere her ay ek ödeme yapılabilir. Ek ödemenin oranı ile
esas ve usulleri; görev yapılan birim ve iş hacmi, görevin önem ve güçlüğü,
görev yerinin özelliği, çalışma süresi, personelin sınıfı, kadro veya görev
unvanı, derecesi, atanma usulü ile emsali veya benzeri görev ve unvanlarda
bulunan personele mali haklar kapsamında yapılan her türlü ödemeler dahil almakta oldukları toplam ödeme tutarları gibi
kriterler birlikte veya ayrı ayrı dikkate
alınarak, Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine Bakan tarafından
belirlenir. Ek ödemenin hak kazanılmasında ve ödenmesinde aylıklara ilişkin
hükümler uygulanır ve bu ek ödeme damga vergisi hariç herhangi bir vergiye
tabi tutulmaz. Bu madde uyarınca yapılacak ek ödeme, ilgili mevzuatı
uyarınca ödenmekte olan zam, tazminat, ödenek, döner sermaye payı,
ikramiye, ücret ve her ne ad altında olursa olsun yapılan benzeri
ödemelerin hesabında dikkate alınmaz.”
denilmiştir.
653 sayılı Ekonomi
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle 637 sayılı KHK’nin 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ğ) bendindeki
“Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı”, “Denetim Hizmetleri
Başkanlığı” olarak değiştirilirken; 2 nci
maddesiyle 637 sayılı KHK’nin 15 inci maddesinde görevleri düzenlenen Dış
Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı yerine;
“(1) Denetim Hizmetleri Başkanlığı,
bir Başkan ile Başkanlığa tahsisli kadrolarda görev yapan yeterli sayıda
Dış Ticaret Uzmanı ve Dış Ticaret Uzman Yardımcısından oluşur.
(2) Denetim Hizmetleri Başkanlığının
görevleri şunlardır:
a) Bakanlık teşkilatının her türlü
faaliyet ve işlemleriyle ilgili olarak inceleme, denetim ve soruşturma
yapmak.
b) Bakanlık teşkilatının denetimi
altındaki her türlü kuruluşun faaliyet ve işlemleri ile ilgili olarak
Bakanlığın görev ve yetkileri çerçevesinde inceleme, denetim ve soruşturma
yapmak.
c) Özel anlaşmalara dayalı olarak
Bakanlığa verilmiş görevlere ilişkin konularda ilgili merciler, gerçek ve tüzel
kişiler nezdinde inceleme, denetim ve soruşturma yapmak.
ç) Bakanlığın amaçlarını daha iyi
gerçekleştirmek, mevzuata, plan ve programa uygun faaliyet göstermesini
sağlamak üzere çalışma yapmak ve gerekli teklifleri hazırlamak.
d) Mevzuatın Bakanlığa tanıdığı
inceleme, denetim ve soruşturma yetkilerini kullanmak.
e) Bakan tarafından verilen benzeri
görevleri yapmak.
(3) Denetime tabi gerçek ve tüzel
kişiler, gizli dahi olsa bütün belge, defter ve bilgileri ibraz etmek, para
ve para hükmündeki evrakı ve ayniyatı ilk talep halinde Başkanlıkta görevli
Dış Ticaret Uzmanlarına göstermek ve bu Dış Ticaret Uzmanlarının saymasına
ve incelemesine yardımcı olmak zorundadır. Başkanlıkta görevli Dış Ticaret
Uzmanları, görevleri sırasında tüm resmi daire, kurum, kuruluş ve kamuya
yararlı derneklerle, gerçek ve tüzel kişilerden gerekli yardım, bilgi,
evrak kayıt ve belgeleri istemeye yetkilidir. Kanuni bir engel olmadıkça bu
isteğin yerine getirilmesi zorunludur.
(4) Denetim Hizmetleri Başkanı
müşterek kararla atanır.
(5) Denetim Hizmetleri Başkanlığına
tahsisli kadrolara atanma, Başkanlığa tahsisli kadrolarda görev yapan Dış
Ticaret Uzmanlarının görev, yetki ve sorumlulukları ile Başkanlığın çalışma
usul ve esasları yönetmelikle belirlenir.”
Şeklindeki hükümle Denetim Hizmetleri
Başkanlığı getirilmekte;
3 üncü maddesiyle, 637 sayılı KHK’nin
35 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanı” ibaresi, “Denetim Hizmetleri Başkanı” olarak
değiştirilmekte;
4 üncü maddesiyle,
637 sayılı KHK’nin geçici 3 üncü maddesine eklenen (16) numaralı fıkra ile
Bakanlıkta Dış Ticaret Başkontrolörü ve Dış
Ticaret Kontrolörü kadrolarında bulunanların Dış Ticaret Uzmanı
kadrolarına, Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadrolarında bulunanların ise
Dış Ticaret Uzman Yardımcısı kadrolarına, bulundukları kadro dereceleriyle
başkaca bir işleme gerek kalmaksızın atanmış sayılacağı; (17) numaralı
fıkrasında, mevzuatta Dış Ticaret Kontrolörlerine yapılan atıfların,
Denetim Hizmetleri Başkanlığına tahsisli kadrolarda görev yapan Dış Ticaret
Uzmanlarına yapılmış sayılacağı; (18) numaralı fıkrasında, Dış Ticaret
Kontrolörleri Kurulu Başkanının görevinin, bu fıkranın yürürlüğe girdiği
tarihte sona ereceği ve bu personelin ekli (1) sayılı liste ile ihdas
edilen Bakanlık Müşaviri kadrosuna halen bulunduğu kadro derecesiyle
atanmış sayılacağı belirtilmiş; 5 inci ve 20 nci
maddelerinde bu dönüşümden dolayı kadro değişikliğine ilişkin düzenlemeler
yapılmış; 21 inci maddesinde ise 653 sayılı KHK’nin yayımı tarihinde
yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.
Bu düzenlemelerin tamamı, “Dış
Ticaret Kontrolörleri” unvanının “Dış Ticaret Uzmanları” şeklinde değiştirilmesi
nedeniyle yapılmıştır.
Dış Ticaret
Kontrolörleri unvanının Dış Ticaret Uzmanları olarak değiştirilmesinin
amacı ise, inceleme, denetim ve soruşturma görevlerini yürüten Dış Ticaret
Kontrolörlerinin, Dış Ticaret Uzmanı yapılarak 637 sayılı KHK’nin 35 inci
maddesine göre, kadroları karşılık gösterilmek suretiyle, 657 sayılı Kanun
ve diğer kanunların sözleşmeli personel hakkındaki hükümlerine bağlı
olmaksızın sözleşmeli olarak istihdam etmek ve böylece aylıklarını
yükseltip Dış Ticaret Uzmanı seviyesine getirirken, görev güvencesinden
mahrum bir şekilde çalışmalarını sağlamaktır.
Teftiş Kurulu
Başkanlığı/Denetim Hizmetleri Başkanlığı 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş
ve Görev Esasları Hakkında Kanunun 12 nci
maddesinde danışma ve denetim birimi olarak düzenlenmiş ve 15 inci
maddesinde belirtilen hiyerarşik kademe ve birim unvanları arasında yer
almayıp; 23 üncü maddesinde doğrudan bakana bağlı olarak bakanın emri ve
onayı üzerine bakan adına görev yapması öngörülmüştür.
637 sayılı KHK’nin
15 inci maddesindeki görevleri Bakan adına bakanın emri ve onayı üzerine
yürütecek Dış Ticaret Kontrolörlerinin aylıklarının Dış Ticaret Uzmanları
ile aynı seviyeye yükseltilmesinin yolu, Dış Ticaret Kontrolörlerini görev
güvencesinden yoksun kılmak amacıyla kadro karşılık gösterilmek suretiyle
657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması
hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli çalıştırılmasından
geçmemektedir. Aksine,
kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen Denetim Hizmetleri/Teftiş Kurulu/Kontrolörler
Kurulu Başkanları ile müfettiş/denetçi/kontrolörlerin tamamının,
statülerine ve yaptıkları görevin önemi ile kullandıkları yetkinin
gereklerine uygun mali ve sosyal haklara kavuşturulması, bu alanda bütünü
kapsayıcı bir yasal düzenleme yapmaktan geçmektedir.
Anayasanın 112 nci
maddesinin ikinci fıkrasında, bakanların Başbakana karşı sorumlu olup,
ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve
işlemlerinden sorumlu olacağı kuralı getirilmiştir.
Anayasanın bu
emredici kuralına dayalı olarak 3046 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin
birinci fıkrasında, bakanın, bakanlık teşkilatının en üst amiri olduğuna
yer verilmiş; ikinci fıkrasında, bakanların, bakanlık hizmetlerini
mevzuata, Hükümetin genel siyasetine, milli güvenlik siyasetine, kalkınma
planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle ve bakanlığın
faaliyet alanına giren konularda diğer bakanlıklarla işbirliği ve koordinasyonu
sağlamakla görevli ve başbakana karşı sorumlu oldukları belirtilmiş; üçüncü
fıkrasında ise, her bakanın ayrıca emri altındakilerin faaliyet ve
işlemlerinden de sorumlu olup, bakanlık merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı
ile bağlı ve ilgili kuruluşların faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını
denetlemekle görevli ve yetkili olduğu açıkça hüküm altına alınmıştır. Aynı hükümler 637 sayılı Ekonomi
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’nin 4 üncü maddesinde
değişik ifadelerle yinelenmiştir.
3046 sayılı Kanunun
21 inci ve 637 sayılı KHK’nin 4 üncü maddesinde belirtilen, Bakanlığın
merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarının
faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetleme görev ve yetkisini
bakan kendi eliyle yapamayacağına göre, bu işleri doğrudan Bakana bağlı
olarak ve Bakan adına yapmak üzere, 637 sayılı KHK’nin 15 inci maddesiyle
Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı kurulmuştur.
637 sayılı KHK’nin 15 inci maddesinde
yazılı olan ve doğrudan Bakana bağlı olarak Bakan adına yürütülen hizmetin
niteliği ile görevin özelliği, Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı ile
Kontrolörlerin görevlerini tarafsız, bağımsız ve hukuki güvenlik içinde
yapmalarını bunun için de görev güvencesine sahip olmalarını gerekli kılmaktadır.
Dolayısıyla bakanın Anayasanın 112 nci
maddesinde yer alan sorumluluklarını hukuka ve kamu yararına uygun olarak
yerine getirebilmesi Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı ve
Kontrolörlerin her türlü etki ve yönlendirmeden uzak bir şekilde görev
yapmasına olanak sağlayacak görev güvencesinden geçmekte; Dış Ticaret
Kontrolörlerinin Dış Ticaret Uzmanı yapılarak, kadro karşılık gösterilmek
suretiyle 657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel
çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli
istihdamını öngören düzenleme Anayasanın 112 nci
maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün
etkinliklerinde hukuka ve Anayasaya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı
denetimine bağlı olan devlettir. Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik
olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini
gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasakoyucunun
hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar
içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak
kullanması gerekir. Anayasaya uygunluğun sağlanmasında, yasakoyucunun
kamu yararı anlayışının isabetli olup olmadığı değil, konulan kuralın kamu
yararı dışında belli bireylerin ya da grupların çıkarları gözetilerek
yasalaştırılmış olup olmadığı önem taşımaktadır.
Yurttaşlardan sağlanan kaynaklarla
finanse edilen kamu hizmetlerinin süreç ve sonuçlarının yasal düzenlemelere,
plan ve programlara uygun çalışmasını sağlamak üzere gerekli teklifleri
hazırlamak ve Bakana sunmak; Bakanlık teşkilatı ile Bakanlık teşkilatının
denetimi altındaki her türlü kuruluşun faaliyet ve işlemleriyle ilgili
olarak teftiş, inceleme ve soruşturma yapma görevlerinin, görev güvencesine
sahip kamu görevlilerince yürütülmesinde kamu yararı olduğu; buna karşın
görev güvencesinden yoksunluğun bağımsızlık ve tarafsızlığın yitirilerek
hizmetten yararlananlar ile hizmeti finanse edenler aleyhine ve çıkar
grupları lehine sonuçlar doğuracağı inkar edilemez
bir gerçektir. Bu bağlamda, Dış Ticaret Kontrolörlerinin sözleşmeli olarak
görev güvencesinden yoksun bir şekilde Dış Ticaret Uzmanı unvanıyla
çalıştırılmasını öngören düzenleme Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.
Öte yandan, görevden almaların
atamadaki usule göre olacağı idare hukukunun temel ilkelerinden biridir. Nitekim, 23.04.1981 tarihli ve 2451 sayılı Bakanlıklar
ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usullerine İlişkin Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasında, 2451 sayılı Kanuna
ekli (1) sayılı Cetvel’de gösterilen unvanları taşıyan görevlere Bakanlar
Kurulu kararı ile, (2) sayılı Cetvel’de gösterilen unvanları taşıyan
görevlere ise müşterek kararla atama yapılacağı; ikinci fıkrasında ise,
bunların nakilleri ve görevden alınmalarının da aynı usule göre olacağı
kurala bağlanmıştır.
2451 sayılı Kanuna ekli (2) sayılı
Cetvel’e göre, Teftiş Kurulu Başkanı müşterek kararla atanmaktadır.
653 sayılı KHK’nin 4 üncü maddesinin
(18) numaralı fıkrasında, Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanının
görevinin, bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihte sona ereceği ve bu
personelin ekli (I) sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık Müşaviri
kadrosuna halen bulunduğu kadro derecesiyle atanmış sayılacağı
belirtilmektedir.
Anayasa
Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, insan haklarına saygı
gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri
hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
Anayasanın ve yasakoyucunun da uyması gereken
temel hukuk ilkelerinin bulunduğunun bilincinde olan devlettir.
Hukuk devleti hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukukî güvenliğin bir
sonucu da kazanılmış haklara saygı gösterilmesi ilkesidir. Kazanılmış hak,
kişinin bulunduğu statüden doğan ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel
alacak niteliğine dönüşmüş olan haktır. Kişilerin hukuk düzenine güvenerek
elde ettikleri hakların sonradan çıkarılacak yasal düzenlemelerle ihlal
edilmemesi bu ilkenin gereğidir. Aksine düzenleme Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırılık
oluşturur.
657 sayılı Kanunun Temel ilkeler
başlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinde kariyer, Devlet
memurlarına yaptıkları hizmetler için gerekli bilgilere ve yetişme
şartlarına uygun şekilde, sınıfları içinde en yüksek derecelere kadar
ilerleme imkanını sağlamaktır şeklinde; liyakat
ise, Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme
ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve
bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe
sahip kılmaktır şeklinde tanımlanmıştır.
Dış Ticaret
Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı kapatılmayıp adı değiştirildiğine ve Dış
Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı söz konusu göreve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun kariyer ve liyakat ilkeleri çerçevesinde yükseldiğine
ve dolayısıyla bu görevler kendisi yönünden hukuken kesinleşmiş ve kişisel
alacak niteliğine dönüştüğüne ve söz konusu Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanlığının kapatılması gibi hukuksal bir zorunluluk da söz konusu
olmadığına göre, bu görevi statü hukukuna göre yürüten Kurul Başkanının
yasayla “Bakanlık Müşavirliği gibi pasif görevlere atanması, Yasanın
öngördüğü güvenliğinin ortadan kaldırılarak, statü hukukunun gereği olan
kazanılmış haklarının elinden alınması demektir. Dolayısıyla, kazanılmış hakları
ortadan kaldıran söz konusu düzenlemeler Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Anayasanın 36 ncı
maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu; 125 inci maddesinde ise, idarenin her
türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtilmiştir.
Kamu
görevlilerinin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun kariyer ve liyakat
ilkelerine göre yükseldikleri ve hukuki güvenliğe sahip kılındıkları Kurul
Başkanlığı kadro unvanından, “Bakanlık Müşavirliği” görevine olağan hukuki
yol olan idari işlemle atamasının yapılması durumunda kullanabileceği
Anayasal güvence altındaki hak arama özgürlüğü ile yetkili yargı
mercilerine dava açma hakkı, Yasayla atanması suretiyle elinden alınması
Anayasanın 36 ncı ve 125 inci maddelerine
aykırıdır.
Öte yandan, 637
sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmadığı gibi, 653 sayılı
Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameyle de ivedilik gerektiren belli
konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve
zorunlu düzenlemeler içeren düzenlemeler yerine yukarıda belirtildiği üzere
kontrolörlerin görev güvencesini ortadan kaldırarak bağımsız ve tarafsız
görev yapmalarını engelleyen kurallar yasalaştırılmaktadır.
Bu bağlamda,
Bakanlar Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan 637
sayılı KHK ile düzenlenmiş alanlarda, 653 sayılı KHK ile ivedilik taşımayan
ve etkin önlemler ile zorunlu düzenlemeler içermeyen hukuksal tasarruflara
girişerek yasal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın Başlangıcının dördüncü
fıkrası ile 2 nci, 7 nci
ve 91 inci maddelerindeki kurallarla bağdaşmamaktadır.
Yukarıda
açıklandığı üzere 653 sayılı “Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin 1
inci, 2 nci, 3 üncü, 4 üncü ve buna bağlı olarak
da, 5 inci ve 21 inci maddeleri ile 20 nci
maddesindeki “… eki
(I) sayılı Cetvel’in Ekonomi Bakanlığına ait bölümünde yer alan boş ve dolu
Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı, Dış Ticaret Başkontrolörü,
Dış Ticaret Kontrolörü ve Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadroları iptal
edilmiş ve …” ibaresi, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 36 ncı, 91 inci, 112 nci ve 125
inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
2) 653 Sayılı
“Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin 6 ncı
Maddesiyle Değiştirilen 29.06.2011 Tarihli ve 644 Sayılı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının
(h) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
653 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesiyle
değiştirilen 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci
maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi ile Devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluşlarına veya
gerçek kişilere veyahut özel hukuk tüzel kişilerine ait olan taşınmazlar
üzerinde kamu veya özel sektör tarafından gerçekleştirilecek olan
yatırımlara ilişkin olarak ilgililerince hazırlandığı veya hazırlatıldığı
halde yetkili idarece üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür
ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon
planlarını ve değişikliklerini ilgililerinin valilikten talep etmesi ve
valiliğin Bakanlığa teklifte bulunması üzerine bedeli mukabilinde yapmak,
yaptırmak ve onaylamak, başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili
idarece verilmemesi halinde bedeli mukabilinde resen yapı ruhsatı ve yapı
kullanma izni ile işyeri açma ve çalışma ruhsatını vermek Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına görev olarak verilmektedir.
648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK’nin 7 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile ise, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen
konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya
yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüşüm, yenileme ve
transfer alanları geliştirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve
imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve
onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleştirmek, arsa ve
arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaştırma ve
gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaştırma yoluna gitmek, yapı
ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve
tescilini sağlamak yetkileri, Bakanlığın Mekansal
Planlama Genel Müdürlüğüne verilmişti.
644 sayılı KHK’nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h)
bendindeki hükümler ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görevlerinin
düzenlenmesi görüntüsü altında, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5393 sayılı
Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi
Teşvik Kanunu ve 3621 sayılı Kıyı Kanununda örtülü değişiklikler
yapılmaktadır.
Oysa, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5393 sayılı
Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl özel İdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi
Teşvik Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu 6223
sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamında olmayan alanlarda, Bakanlar Kurulunun 653 sayılı KHK ile
düzenlemeler yapılması, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, 644 sayılı KHK’nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi
ile yatırımcılar lehine Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı bir ayrımcılık
yapılarak sermaye kesimine imtiyaz tanınmaktadır.
Yatırımlar, sermaye
kesimi tarafından yapıldığına ve yatırımlar ya kişilere ait taşınmazlar ya
da Devletçe sağlanan teşvikler bağlamında Devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluşlarına ait
olan taşınmazlar üzerine yapılacağına göre, söz konusu taşınmazlar üzerinde
yapılacak yatırımlara ilişkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya
hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce/yerel yönetimlerce üç ay
içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni,
nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini
ilgililerinin valilikten talep etmesi ve valiliğin Bakanlığa teklifte
bulunması üzerine bedeli mukabilinde yapmak, yaptırmak ve onaylamak,
başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarece verilmemesi
halinde bedeli mukabilinde resen yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni ile
işyeri açma ve çalışma ruhsatını vermek yetkilerinin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığına verilmesi, sermaye sınıfına tam anlamıyla bir imtiyaz
sağlanması anlamına gelmektedir.
Çünkü, ilgili idareler yani yerel
yönetimler sermayedarların yapacakları yatırımlar için hazırladıkları veya
hazırlattıkları etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini
onaylamıyorlar ise, onaylanmak üzere sunulan planlar, ya ilgili idareler
tarafından hazırlanan yerel planlara (il çevre düzeni planı ile nazım ve
uygulama imar planı) aykırı olduğu veya plan dengesini veya bütünlüğünü
bozduğu için ya da keyfi olarak onaylamıyorlardır. Yine aynı şekilde ilgili
yerel yönetimler, başvuru tarihinden itibaren üç ay içinde inşaat ruhsatı
ve yapı kullanma izni vermiyorlar ise, ya keyfi davrandıklarından ya da
planın hatalı, yanlış, onaylanmamış olmasından dolayı inşaat ruhsatını,
yapının plana aykırı olmasından dolayı da yapı kullanma iznini
vermiyorlardır. Başka olasılık yoktur.
Onaylanmama veya
ruhsatlandırmama sebebi ne olursa olsun, Anayasanın 125 inci maddesine
göre, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık ve 36 ncı maddesine göre de herkes, meşru araç ve yollardan
yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak
iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğuna göre, planı
onaylanmayan veya inşaat ruhsatı veya yapı kullanma izni verilmeyen
yatırımcıların, planı onaylanmayan veya ruhsatını alamayan tüm yurttaşlar
gibi, idarenin hukuka aykırı işlemine karşı dava açmaları ve idarenin
hukuka aykırı işlemini iptal ettirerek yatırımlarını yapmaları gerekir.
Yargı, ilgili
idarenin işlemini iptal etmiyor ise, bu durum yatırımcının yaptığı ya da
yaptırdığı planın ilgili idarenin planına aykırı olduğunu veya plan
dengesini veya bütünlüğünü bozduğunu ortaya koymaktadır ki, ilgili idarenin
planlarına aykırı olan veya plan dengelerini ya da bütünlüğünü bozan
yatırımlara ilişkin planların da uygulanmaması hukuk devleti olmanın asgari
gereğidir. Aynı
şeyler ruhsatlandırma için de geçerlidir.
Sermaye sınıfının, ilgili idarelerin mekansal planlarına aykırı olan planlarını Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı üzerinden uygulanabilir kılmak için ilgili yerel
yönetimlerin devre dışı bırakılmasını ve hukuksal sonuç doğuran onaylamama
kararlarının bertaraf edilmesini amaçlayan söz konusu düzenlemeler, kamu
gücü ve otoritesini kullanarak sermaye sınıfına imtiyaz tanınmasını
amaçladığı ve imtiyazla sonuçlandığı için Anayasanın 10 uncu maddesine aykırıdır.
Aynı aykırılık ruhsatlandırma için de geçerlidir.
Öte yandan, sermaye
sınıfına sağlanan imtiyaz, ilgili yerel yönetimlerin planlarına aykırı
olan, plan dengesini veya bütünlüğünü bozan ve bu yönleriyle de hukuka
aykırı olan planları ile plana aykırı yapılarına, hukuka aykırı olarak
hukuksallık kazandırmayı ve kamu yararını bertaraf etmeyi amaçladığı için
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Bir yasa kuralının konulmasında kamu yararının
bulunduğunun kabulü için yasanın yalnızca özel çıkar veya belli kişilere
yarar sağlamayı değil, toplumun geneline yönelik yararlar sağlamayı
amaçlaması gerekir. Bunun için de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, yerel
yönetimlerin yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin planlarına aykırı olan, plan
dengelerini veya bütünlüğünü bozan hukuka aykırı planlar için devreye
girmesi gerekiyor ise, sadece yatırımcı sermaye sınıfı için değil, tüm
yurttaşlar için girmesi gerekir.
Yerleşmeye ve yapılaşmaya ilişkin
yerel planların Anayasanın 127 nci maddesinde
sözü edilen mahalli müşterek ihtiyaç kapsamında olduğu ve yerinden yönetim
ilkesinin gereği olarak yerel yönetimlerce hazırlanıp onaylanarak yürürlüğe
girmesi gerektiğinde kuşku yoktur.
Nitekim, 5393 sayılı Belediye Kanununda (md.
18/c), il çevre düzeni planlarının, belediye sınırları il sınırı olan
Büyükşehir Belediyelerinde ilgili Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapılması ve belediye meclisi tarafından onaylanması; diğer illerde ise
valinin koordinasyonunda, il belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte
yapılarak belediye meclisi ile il genel meclisi tarafından birlikte
onaylanması hüküm altına alınmıştır. İmar planlarının ise
belediye sınırları içinde ilgili belediye tarafından hazırlanıp belediye
meclisinin onayıyla (md. 14/1-a ve 18/1-c); belediye ve mücavir alan
dışında kalan yerlerin imar planlarının ise 5302 sayılı İl Özel İdaresi
Kanununa göre (md. 6/1-a ve 10/1-c), ilgili il özel idaresince hazırlanıp
il genel meclisinin kararıyla yürürlüğe girmesi öngörülmüştür.
Yerel yönetimlerce hazırlanan
yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin planlara aykırı veya planların dengesini ya
da bütünlüğünü bozan hukuka aykırı planlara, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
üzerinden hukuksallık kazandırılması ve böylece yerel yönetimlerce
hazırlanan planların dengesinin ve bütünlüğünün bozulması, Anayasanın 127 nci maddesine de aykırıdır.
Öte yandan Öte yandan, 653 sayılı KHK’nin 6 ncı maddesiyle değiştirilen 644 sayılı KHK’nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığını, Türkiye belediyesi yapmakta ve belediye
sınırlarını da Türkiye Cumhuriyeti kara sınırları haline getirmektedir.
Anayasanın, 123
üncü maddesinin ikinci fıkrasında, idarenin kuruluş ve görevlerinin
merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanacağı; 126 ncı maddesinin birinci fıkrasında, Türkiye’nin merkezi
idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu
hizmetlerinin gereklerine göre illere, illerin de diğer kademeli bölümlere
ayrılacağı; 127 nci maddesinin ilk fıkrasında,
mahalli idarelerin, il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar
organları kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan
kamu tüzel kişileri oldukları; ikinci fıkrasında ise, mahalli idarelerin
kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin yerinden yönetim ilkesine uygun
olarak kanunla düzenleneceği kuralları getirilmiştir.
Bu hükümlere göre, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, Bakanlar Kurulunca çıkarılan 653 KHK’deki düzenlemelerin
aksine, Türkiye’nin mahalli idare değil, merkezi idare kuruluşudur.
İşbirliği ve
koordinasyon sağlanmak bir yana, yerel yönetimlerin yasal yetkileri
bağlamında yerleşimlerin özellikleri ve çevre şartlarına göre hazırladıkları
yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin planların dengesi ve bütünlüğü
gözetilmeden, yapı ruhsatı ile yapı kullanma izni verme yetkilerinin yerel
yönetimlere ait olduğu dikkate alınmadan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
653 sayılı KHK’nin 6 ncı maddesiyle değiştirilen
644 sayılı KHK’nin 2 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (h) bendindeki yetkilerin verilmesi, Anayasanın 127 nci maddesine bu açıdan da aykırıdır.
Anayasanın 23 üncü
maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirme görevi verilmiş;
56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkından söz edilerek çevreyi geliştirmek, çevre
sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devlete ve vatandaşlara
ödev olarak yüklenmiş; 57 nci maddesinde ise,
Devletin şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama
çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak önlemleri alacağı, toplu konut
teşebbüslerini destekleyeceği belirtilmiştir.
Anayasanın 91 inci
maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer
alan temel haklar ve kişi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğinden, kentleşmeye
ilişkin düzenlemeler taşıyan 653 sayılı KHK’nin 6 ncı
maddesiyle değiştirilen 644 sayılı KHK’nin 2 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi, Anayasanın 91 inci
maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden yasa ile düzenlenmesi
gerekmekte olup, kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi Anayasanın 91
inci maddesine bu açıdan da aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 653
sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı
maddesiyle değiştirilen 644 sayılı KHK’nin 2 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi, Anayasanın Başlangıcının
dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci,
10 uncu, 91 inci ve 127 nci maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
1) Yurttaşlardan
sağlanan kaynaklarla finanse edilen kamu hizmetlerinin süreç ve
sonuçlarının yasal düzenlemelere, plan ve programlara uygun çalışmasını
sağlamak üzere gerekli teklifleri hazırlamak ve Bakana sunmak; Bakanlık
teşkilatı ile Bakanlık teşkilatının denetimi altındaki her türlü kuruluşun
faaliyet ve işlemleriyle ilgili olarak teftiş, inceleme ve soruşturma yapma
görevlerinin, görev güvencesine sahip kamu görevlilerince bağımsız ve
tarafsız bir şekilde yürütülmesi gerekir iken, kadro karşılık gösterilmek
suretiyle 657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel
çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli istihdam
edilen Dış Ticaret Uzmanları tarafından yürütülecek olması ileride telafisi
olmayan zarar ve ziyanlara yol açacaktır.
2) Devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya
kuruluşlarına ya da kişilere ait olan taşınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara
ilişkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak
yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve
ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon
planlarını ve değişikliklerini ilgili idarelerin başvurusu üzerine yapmak,
yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili
idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma
izni vermek yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi
yetkilerinin Bakanlıkça kullanılması durumunda, sermaye kesimi lehine
düzenlemeler yapılacak ve yerleşim yerlerinin çevre ve imar bütünlüğü
ileride telafi edilemeyecek derecede bozulacak ve telafisi olmayan zararlar
ortaya çıkacaktır.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka
aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti
sayılmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya
aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü
ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende,
kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin
zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara
yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını
önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin
iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek
Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
17.09.2011 tarihli ve 28057 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanan, 23.08.2011 tarihli ve 653 sayılı “Ekonomi Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname”nin;
1) 1 inci, 2 nci,
3 üncü, 4 üncü, 5 inci ve 21 inci maddeleri ile 20 nci
maddesindeki, “… eki (I) sayılı cetvel’in Ekonomi
Bakanlığına ait bölümünde yer alan boş ve dolu Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanı, Dış Ticaret Başkontrolörü, Dış
Ticaret Kontrolörü ve Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadroları iptal
edilmiş ve …” ibaresi, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 36 ncı, 91 inci, 112 nci ve 125
inci maddelerine;
2) 6 ncı
maddesiyle değiştirilen 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının
(h) bendi, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 10 uncu, 91 inci
ve 127 nci maddelerine;
aykırı olduklarından iptallerine ve
uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar
olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”
II- YASA
METİNLERİ
A- İptali İstenen
Kanun Hükmünde Kararname Kuralları
23.8.2011
günlü, 653 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin dava konusu
kuralları da içeren 1., 2., 3., 4., 5., 6., 20. ve
21. maddeleri şöyledir:
“MADDE 1- 3/6/2011 tarihli ve 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı
maddesinin birinci fıkrasının (ğ) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
ğ) Denetim Hizmetleri Başkanlığı.
MADDE 2- 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci maddesi
başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Denetim Hizmetleri Başkanlığı
MADDE 15- (1) Denetim Hizmetleri Başkanlığı, bir Başkan
ile Başkanlığa tahsisli kadrolarda görev yapan yeterli sayıda Dış Ticaret
Uzmanı ve Dış Ticaret Uzman Yardımcısından oluşur.
(2) Denetim Hizmetleri Başkanlığının görevleri
şunlardır:
a) Bakanlık teşkilatının her türlü faaliyet ve
işlemleriyle ilgili olarak inceleme, denetim ve soruşturma yapmak.
b) Bakanlık teşkilatının denetimi altındaki her türlü
kuruluşun faaliyet ve işlemleri ile ilgili olarak Bakanlığın görev ve
yetkileri çerçevesinde inceleme, denetim ve soruşturma yapmak.
c) Özel anlaşmalara dayalı olarak Bakanlığa verilmiş
görevlere ilişkin konularda ilgili merciler, gerçek ve tüzel kişiler
nezdinde inceleme, denetim ve soruşturma yapmak.
ç) Bakanlığın amaçlarını daha iyi gerçekleştirmek,
mevzuata, plan ve programa uygun faaliyet göstermesini sağlamak üzere
çalışma yapmak ve gerekli teklifleri hazırlamak.
d) Mevzuatın Bakanlığa tanıdığı inceleme, denetim ve
soruşturma yetkilerini kullanmak.
e) Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.
(3) Denetime tabi gerçek ve tüzel kişiler, gizli dahi
olsa bütün belge, defter ve bilgileri ibraz etmek, para ve para hükmündeki
evrakı ve ayniyatı ilk talep halinde Başkanlıkta görevli Dış Ticaret
Uzmanlarına göstermek ve bu Dış Ticaret Uzmanlarının saymasına ve
incelemesine yardımcı olmak zorundadır. Başkanlıkta görevli Dış Ticaret
Uzmanları, görevleri sırasında tüm resmi daire, kurum, kuruluş ve kamuya
yararlı derneklerle, gerçek ve tüzel kişilerden gerekli yardım, bilgi,
evrak kayıt ve belgeleri istemeye yetkilidir. Kanuni bir engel olmadıkça bu
isteğin yerine getirilmesi zorunludur.
(4) Denetim Hizmetleri Başkanı müşterek kararla atanır.
(5) Denetim Hizmetleri Başkanlığına tahsisli kadrolara
atanma, Başkanlığa tahsisli kadrolarda görev yapan Dış Ticaret Uzmanlarının
görev, yetki ve sorumlulukları ile Başkanlığın çalışma usul ve esasları
yönetmelikle belirlenir.
MADDE 3- 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 35 inci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu
Başkanı” ibaresi “Denetim Hizmetleri Başkanı” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 4- 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 3
üncü maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
(16) Bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihte, Bakanlıkta
Dış Ticaret Başkontrolörü ve Dış Ticaret
Kontrolörü kadrolarında bulunanlar Dış Ticaret Uzmanı kadrolarına, Stajyer
Dış Ticaret Kontrolörü kadrolarında bulunanlar Dış Ticaret Uzman Yardımcısı
kadrolarına, bulundukları kadro dereceleriyle başkaca bir işleme gerek
kalmaksızın atanmış sayılır. Bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten önce
Dış Ticaret Kontrolörü unvanını ihraz etmiş olanlardan, İç Denetçi ve
Bakanlık Müşaviri kadroları ile Daire Başkanı ve üstü kadrolarda görev
yapanlar ve yurtdışı teşkilatı kadrolarına sürekli görevle atananlar, bu
fıkranın yürürlüğe girdiği tarihte Dış Ticaret Uzmanı unvanını ihraz etmiş
sayılır. Bunların Stajyer Dış Ticaret Kontrolörlüğünde geçirdikleri süreler
Dış Ticaret Uzman Yardımcısı, Dış Ticaret Başkontrolörlüğü
ve Dış Ticaret Kontrolörlüğünde geçirdikleri süreler Dış Ticaret Uzmanı
kadrosunda geçmiş sayılır.
(17) Bu Kanun Hükmünde Kararnameyle Denetim Hizmetleri
Başkanlığı ile Başkanlığa tahsisli kadrolarda görev yapan Dış Ticaret
Uzmanlarına verilen görev ve yetkiler kapsamında olmak kaydıyla mevzuatta
Dış Ticaret Kontrolörlerine yapılan atıflar Başkanlığa tahsisli kadrolarda
görev yapan Dış Ticaret Uzmanlarına yapılmış sayılır.
(18) Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanının görevi,
bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihte sona erer ve bu personel ekli (1)
sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık Müşaviri kadrosuna halen bulunduğu
kadro derecesiyle atanmış sayılır. Bakanlık Müşaviri kadrosunun herhangi
bir sebeple boşalması halinde bu kadro, hiçbir işleme gerek kalmaksızın
iptal edilmiş sayılır. Bu fıkra ile onaltıncı
fıkra uyarınca atanan veya atanmış sayılan personele ilişkin olarak bu
maddenin onbirinci fıkrası hükümleri uygulanır.
MADDE 5- 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı
cetvelin “Hizmet Birimleri” bölümünde yer alan “9)
Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı” ibaresi “9) Denetim Hizmetleri
Başkanlığı” şeklinde ve (II) sayılı cetvelin “Kadro Unvanı” bölümünde yer
alan “Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı” ibaresi “Denetim Hizmetleri
Başkanı” şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 6- 29/6/2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
h) Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluşlarına veya gerçek
kişilere veyahut özel hukuk tüzel kişilerine ait olan taşınmazlar üzerinde
kamu veya özel sektör tarafından gerçekleştirilecek olan yatırımlara
ilişkin olarak ilgililerince hazırlandığı veya hazırlatıldığı halde yetkili
idarece üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekteki
çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve
değişikliklerini ilgililerinin valilikten talep etmesi ve valiliğin
Bakanlığa teklifte bulunması üzerine bedeli mukabilinde yapmak, yaptırmak
ve onaylamak, başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarece
verilmemesi halinde bedeli mukabilinde resen yapı ruhsatı ve yapı kullanma
izni ile işyeri açma ve çalışma ruhsatını vermek.
MADDE 20- 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin eki (I) sayılı
cetvelin Ekonomi Bakanlığına ait bölümünde yer alan boş ve dolu Dış Ticaret
Kontrolörleri Kurulu Başkanı, Dış Ticaret Başkontrolörü,
Dış Ticaret Kontrolörü ve Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadroları iptal
edilmiş ve
ekli (2) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Ekonomi Bakanlığı ve Diyanet
İşleri Başkanlığına ait bölümlerine eklenmiştir.
MADDE 21- Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe
girer.”
B- Dayanılan
Anayasa Kuralları
Dava
dilekçesinde, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 7.,
10., 36., 87., 91., 112., 125. ve 127. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
A- Dava dilekçesinde, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın kamuoyunda Wikileaks
belgeleri olarak bilinen ve bir internet sitesinde yer alan yazıda “Kapsamlı reformların önde gelen
savunucularından, Anayasa Mahkemesi Hakimi Haşim
Kılıç, 1 Ağustos tarihinde bize özel olarak CHP’nin mevcut problemleri için
kendini suçlaması gerektiğini aktarmıştır. CHP, muhalefet etmek görüntüsünü
vererek ya da çok çekişme yarattıktan sonra isteksizce “her şeyi” –
demokrasi yanlısı ortaya atılan tüm reformları- kabul ederek, kendisi için
prensipsiz ve erişilemez bir imaj yaratmakta. CHP, Hükümet doğru şeyi yapsa
bile, sanki tek işinin AK Parti Hükümetinin yaptığı her şeye muhalefet
etmek gibi davranmak olduğunu söylemiştir. Bu da
seçmenleri kaçırıyor demiştir.”
ifadelerinin yer aldığı, kamuoyuna yansıyan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim KILIÇ tarafından da yalanlanmayan belgeye dayalı bilgilere göre,
Cumhuriyet Halk Partisi hakkında Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçiliği
yetkililerine olumsuz değer yargılarında bulunduğu, bu konudaki gizli
görüşmenin kamuoyuna yansıması ile de Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın
Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu bir davada tarafsız karar
veremeyeceği izlenimi doğduğu, davanın tarafıyla ilgili gerçek bir önyargı
veya tarafgirlik içerisinde olması nedeniyle bağımsızlığını koruyamadığı,
bu nedenle tarafsız olarak karar veremeyeceği ileri sürülmüş, 6216 sayılı
Kanun’un 59. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan “İstişari görüş ve düşüncesini ifade etmiş olduğu dava
ve işlere, bakamazlar.” ve 60. maddesinin
(1) numaralı fıkrasındaki “Başkan ve üyeler tarafsız hareket
edemeyecekleri kanısını haklı kılan hâllerin olduğu iddiası ile
reddolunabilirler.” şeklindeki hükümlere
dayanarak reddi hâkim talebinde bulunulduğu belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi
gereğince Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN,
Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra
Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 8.12.2011 gününde
yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim KILIÇ hakkındaki reddi hâkim talebi görüşülmüştür.
Hâkimin reddi kurumu, hâkimin bakacağı davada
tarafsızlığını sağlamaya yönelik olup temel bir hak olan adil yargılanma
hakkıyla ilişkilidir. Nitekim herkesin, kanuni ve tarafsız bir mahkeme
önünde yargılanma hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle hukukumuzda, hâkimin
tarafsız kalamayacağı varsayılan veya tarafsızlığından kuşku duyulabilecek
durumlarda, hâkimin kendi mahkemesinin yetki ve görevine giren belli bir
davaya bakamayacağı veya reddedilebileceği kabul edilmiştir. Herkesin,
tarafı olduğu davada hâkimin reddi talebinde bulunmak hakkı var ise de
talebin incelenebilmesi için bazı usuli şartların
yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu şartların gerçekleşmesi durumunda
talep içerik yönünden incelenebilecektir.
6216 sayılı Kanun’un 35. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az beşte biri oranındaki üyeleri iptal davası açmaya
yetkilidirler. Anılan Kanun'un 38. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca, dava dilekçesinde kendilerine tebligat yapılmak üzere iki üyenin
adının gösterilmesi ve dilekçeyi onların imzalaması yeterli olup davayı
açan diğer milletvekillerinin imzalarının bulunması aranmaz. Ancak, dava
dilekçesinde imzaları bulunan milletvekillerinin, diğer milletvekilleri adına
hâkimin reddi talebinde bulunabilmeleri için, içeriğinde yer alan talep
konularının yanında hâkimin reddi konusunda verdikleri yetkiyi yansıtan
açık iradelerinin de dava dilekçesinden anlaşılması gerekir.
Dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinde dava
dilekçesine imza verenler yönünden iptali istenilen düzenlemeler yanında
hâkimin reddi istemini de içeren bir yetkilendirme bulunmadığından, hâkimin
reddi talebinin OYBİRLİĞİYLE reddine karar verilmiştir.
B- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca
Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya
KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın
katılımlarıyla 8.12.2011 günü yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma
isteminin esas inceleme aşamasında karar bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
C- Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ hakkındaki
hâkimin reddi talebinin reddine yönelik karara karşı yapılan itiraz
üzerine, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Ahmet
AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM,
Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz
AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla
29.12.2011 gününde yapılan toplantı sonucunda:
İptal başvurusunda bulunanların, hâkimin reddi
talebinin reddine yönelik kararın tebliği üzerine, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı tarafından onaylanan imzalarını da içeren 22.12.2011
tarihli dilekçe ile yaptıkları itiraz başvurusunda; iptal davasının
açılması ve başkan ile üyelerin reddinin, Anayasa’nın 150. maddesi ve 6216
sayılı Kanun ile düzenlendiğini, belirtilen mevzuatta başkan ve üyelerin
reddi hakkında iptal davası için belirlenen kuralların dışında, ayrıca bir
yetkilendirmede bulunmasının öngörülmediğini, yürürlükteki mevzuat uyarınca
ayrıca bir grup kararı ya da yetkilendirme yapılmasına gerek
bulunmadığından Anayasa ve kanunlarda öngörülmeyen kuralların aranmasının
hukukla bağdaşmadığını belirterek hâkimin reddi talebinin reddine ilişkin
karara itiraz etmişler ve hâkimin reddi konusundaki istemlerinin yeniden
görüşülmesini talep etmişlerdir.
Dava dilekçesinde imzaları bulunan
milletvekillerinin, 22.12.2011 günlü dilekçeleri incelendiğinde, taleplerinin
hâkimin reddi talebinin reddine yönelik 8.12.2011 günlü, 2011/126 esas
sayılı karara itiraz mahiyetinde olduğu, yeniden hâkimin reddi talebinde
bulunulmadığı, usuli eksikliğin giderilmiş olduğu
ve itirazın kabul edilmesinden sonra hâkimin reddi talebinin tekrar
görüşülmesini istedikleri anlaşılmıştır.
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesinde, “Anayasa Mahkemesi
kararları kesindir.”; 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde, “Mahkeme
kararları kesindir.”; anılan Kanun’un 60. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise “Bu takdirde, Genel
Kurul ya da bölümlerde ilgili üye katılmaksızın ret konusu hakkında kesin
karar verilir.” denilmiştir. Bu kurallardan anlaşılacağı üzere, hâkimin
reddine ilişkin verilecek kararlar da dâhil olmak üzere Anayasa Mahkemesi
kararları kesin niteliktedir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin kararlarına
karşı itiraz dâhil olmak üzere hiçbir kanun yoluna başvurulamaz.
Açıklanan nedenlerle, hâkimin reddi konusundaki
istemin yeniden görüşülmesi talebinin, itiraz mahiyetinde olduğu,
Anayasa’nın 153. maddesinin birinci fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 60.
maddesinin (2) numaralı, 66. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca
Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olması ve kararlara karşı itiraz
yolunun bulunmaması nedeniyle REDDİNE, Alparslan ALTAN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin
YILDIRIM, Hicabi DURSUN ile Celal Mümtaz AKINCI’nın “Başvurunun
yeniden hâkimin reddi talebi niteliğinde olması nedeniyle esasının
görüşülmesi” yolundaki karşıoyları ve 6216
sayılı Kanun’un 65. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince OYÇOKLUĞUYLA
karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Ümit DENİZ
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen Kanun
Hükmünde Kararname kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun Hükmünde Kararnamelerin Yargısal Denetimi
Hakkında Genel Açıklama
Anayasa’nın
91. maddesinde düzenlenen kanun hükmünde kararnameler, işlevsel yönden
yasama işlemi niteliğinde olduğundan yargısal denetimlerinin yapılması
görev ve yetkisi Anayasa’nın 148. maddesi ile Anayasa Mahkemesine
verilmiştir. Yargısal denetimde kanun hükmünde kararnamenin, öncelikle
yetki kanununa sonra da Anayasa’ya uygunluğu sorunlarının çözümlenmesi
gerekir. Her ne kadar, Anayasa’nın 148. maddesinde kanun hükmünde
kararnamelerin yetki kanunlarına uygunluğunun denetlenmesinden değil,
yalnızca Anayasa’ya biçim ve esas bakımlarından uygunluğunun
denetlenmesinden söz edilmekte ise de Anayasa’ya uygunluk denetiminin
içerisine öncelikle kanun hükmünde kararnamenin yetki kanununa uygunluğunun
denetimi de girer. Çünkü Anayasa’da, Bakanlar Kuruluna ancak yetki
kanununda belirtilen sınırlar içerisinde kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi verilmesi öngörülmüştür. Yetkinin dışına çıkılması, kanun hükmünde
kararnameyi Anayasa’ya aykırı duruma getirir.
Dayanaklarını
doğrudan doğruya Anayasa’dan alan olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnamelerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki kanun hükmünde
kararnamelerin bir yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, kanun
hükmünde kararnameler ile dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir
bağ vardır. Kanun hükmünde kararnamenin yetki kanunu ile olan bağı, kanun
hükmünde kararnameyi aynen ya da değiştirerek kabul eden kanun ile kesilir.
Kanun hükmünde kararnamenin Anayasa’ya uygun bir yetki kanununa dayanması,
geçerliliğinin ön koşuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkartılan veya
dayandığı yetki kanunu iptal edilen kanun hükmünde kararnamelerin içeriği
Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile bunların Anayasa’ya uygunluğundan söz
edilemez.
Kanun
hükmünde kararnamelerin Anayasa’ya uygunluk denetimi, kanunların
denetiminden farklıdır. Anayasa’nın 11. maddesinde, “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” denilmektedir. Bu nedenle
kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına uygun olup
olmadıkları saptanır. Kanun hükmünde kararnameler ise konu, amaç, kapsam ve
ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa’ya uygun
olmak zorundadırlar.
Anayasa’da
kimi konuların kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi yasaklanmaktadır.
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında “Sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi
hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve
ödevler...”in kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği
belirtilmiştir. Bu kural gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Bakanlar Kurulu”na ancak kanun
hükmünde kararnameyle düzenlenmesi yasaklanmış alana girmeyen konularda
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir.
Anayasa’nın
herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun,
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler
ile ilgili olmadıkça ya da Anayasa’nın 163. maddesinde olduğu gibi kanun
hükmünde kararname çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe kanun hükmünde
kararname ile düzenlenmesi Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz.
B- Kanun Hükmünde Kararname’nin Dava
Konusu Maddelerinin 6223 Sayılı Yetki Kanunu Kapsamında Olup Olmadığı ile
Anayasa’nın 91. Maddesi Yönünden İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, Bakanlar Kurulunun, 6223 sayılı Yetki Kanunu’nun kapsamında
olmayan 637 sayılı KHK ile düzenlenmiş alanlarda, 653 sayılı KHK ile
ivedilik taşımayan ve etkin önlemler ile zorunlu düzenlemeler içermeyen
hukuksal tasarruflara girişerek yasal düzenlemelerde bulunduğu, Anayasa’nın
ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve
kişi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyecek
olması nedeniyle yasak alan içerisinde kaldığı ve 6223 sayılı Yetki
Kanunu’nun kapsamında olmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın
Başlangıç’ı ile 2., 7., 87. ve 91. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
1- KHK’nin 3. Maddesi
Dava konusu
kuralın değişiklik yaptığı 637 sayılı KHK’nin 35. maddesi, 666 sayılı
KHK’nin 1. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu maddeye ilişkin
konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına
karar vermek gerekir.
2- KHK’nin 5. maddesiyle 637 sayılı
KHK’nin Eki (II) Sayılı Cetvel’in “Kadro
Unvanı” Bölümündeki Değiştirilen “Denetim
Hizmetleri Başkanı” İbaresi
637 sayılı
KHK’nin Eki (II) sayılı Cetvel’in “Kadro
Unvanı” bölümündeki değiştirilen “Denetim
Hizmetleri Başkanı” ibaresi, 666 sayılı KHK’nin 1. maddesi ile
yürürlükten kaldırıldığından, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal
istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
3- KHK’nin Diğer Kuralları
6223 sayılı
Yetki Kanunu’nun amaç ve kapsamını düzenleyen 1. maddesinde Kanun’un amacı,
kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde
yürütülmesini sağlamak olarak belirlenmiş ve yetkinin kapsamı iki başlık
altında tespit edilmiştir. Yetkinin kapsamına ilk olarak kamu hizmetlerinin
bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi girmektedir. Bu
çerçevede gerekli görülmesi halinde yeni bakanlıklar kurulması, var olan
bakanlıkların birleştirilmesi, bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili
kuruluşlarının yeniden belirlenmesi için kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi verilmiştir. Bu amaçla;
1- Mevcut
bakanlıkların birleştirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar
kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarıyla
hiyerarşik ilişkilerine,
2- Mevcut
bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerinin yeniden
belirlenmesine veya bunların mevcut, birleştirilen veya yeni kurulan
bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine,
3- Mevcut
bakanlıklar ile birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki,
teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taşrada ve yurt dışında
teşkilatlanma esaslarına,
ilişkin kanun hükmünde kararname çıkarılabilecektir.
İkinci
olarak, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler,
sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil,
görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak değişiklikler ve yeni düzenlemeler
yapılması için kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmiştir.
Belirtildiği
üzere, Anayasa uyarınca kanunla düzenlenmesi uygun görülen bir konu,
Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler
ile ilgisi olmadığı veya hakkında Anayasa’da özel hüküm bulunmadığı sürece
kanun hükmünde kararname ile düzenlenebilecektir.
653 sayılı KHK’nin hakkında
karar verilmesine yer olmadığına karar verilenler dışında kalan diğer
kuralları, yukarıda belirtilen
amaçlara uygun olarak, verilen süre içerisinde çıkarılmış olmaları, 6223
sayılı Yetki Kanunu’nun kapsamında kalmaları, Anayasa’nın 91. maddesinin
birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler ile ilgilerinin bulunmaması,
Anayasa’nın 163. maddesinde olduğu gibi kanun hükmünde kararname ile
düzenlenemeyeceklerinin açıkça öngörülmemesi nedeniyle Anayasa’ya aykırılık oluşturmamaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ve yapılan inceleme sonucunda;
KHK’nin hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar verilenler dışında kalan davaya
konu kurallarına ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
Fulya
KANTARCIOĞLU 21. madde yönünden bu görüşe katılmış, diğer maddeler yönünden
ise katılmamıştır.
C- Kanun Hükmünde Kararname’nin
Anayasa’ya Aykırılığı İleri Sürülen Maddelerinin İçerik Yönünden
İncelenmesi
1- KHK’nin 1.,
2. maddeleri ile 5. maddesiyle 637 sayılı KHK’nin Eki (I) Sayılı Cetvel’in
“Hizmet Birimleri” Bölümündeki
Değiştirilen “9) Denetim Hizmetleri
Başkanlığı” İbaresi ve 20. maddesinin “…eki
(I) sayılı cetvelin Ekonomi Bakanlığına ait bölümünde yer alan boş ve dolu
Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı, Dış Ticaret Başkontrolörü,
Dış Ticaret Kontrolörü ve Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadroları iptal
edilmiş ve…” Bölümünün İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, dava konusu kurallar ile dış ticaret kontrolörleri unvanının
dış ticaret uzmanı olarak değiştirildiği, bu değişiklikler ile dış ticaret
kontrolörlerinin, dış ticaret uzmanı yapılmak suretiyle 657 sayılı Kanun ve
diğer kanunların sözleşmeli personel hakkındaki hükümlerine bağlı
olmaksızın sözleşmeli olarak istihdam edilmelerinin ve böylece görev
güvencesinden mahrum olarak çalışmalarının amaçlandığı, görevlerini
bağımsız ve tarafsız olarak yapmalarının engellendiği belirtilerek
kuralların, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 7.,
36., 112. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
653 sayılı
KHK’nin 2. maddesi ile 637 sayılı KHK’nin 15. maddesi başlığı ile birlikte
değiştirilmiş, Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı kaldırılarak
yerine Denetim Hizmetleri Başkanlığı kurulmuştur. Kural,
Ekonomi Bakanlığının merkez hizmet birimleri arasında yer alan Denetim
Hizmetleri Başkanlığının görevlerini, bu görevi yerine getireceklerin dış
ticaret uzmanı ve dış ticaret uzman yardımcılarından oluşmasını, Denetim
Hizmetleri Başkanının müşterek kararname ile atanmasının yanında denetim
elemanlarının Başkanlığa tahsisli kadrolara atamaları, atananların görev,
yetki ve sorumlulukları ile Başkanlığın çalışma usul ve esaslarının
yönetmelikle belirlenmesini öngörmektedir.
Değişen 15.
madde ile getirilen düzenlemelere uyum sağlanması amacıyla; 653 sayılı
KHK’nin 1. maddesiyle, 637 sayılı KHK'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında
yer alan “Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanlığı” ibaresi “Denetim
Hizmetleri Başkanlığı” olarak, 5. maddesiyle aynı KHK’nin eki (I)
sayılı Cetvel’in “Hizmet Birimleri”
bölümünde yer alan “9) Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı”
ibaresi “9) Denetim Hizmetleri
Başkanlığı” biçiminde değiştirilmiştir. Bu
değişikliklerin yanı sıra KHK’nin dava konusu bölümünün de yer aldığı 20.
maddesiyle, 190 sayılı KHK’nin eki (I) sayılı Cetvel’de bulunan Dış Ticaret
Kontrolörleri Kurulu’nun kadroları iptal edilmiş ve yerine ekli (2) sayılı
Listedeki kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı KHK’nin eki (I) sayılı
Cetvel’in Ekonomi Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığına ait bölümlerine
eklenmiştir.
Ekonomi
Bakanlığı kuruluncaya kadar Dış Ticaret Müsteşarlığında denetim görevi,
9.12.1994 günlü, 4059 sayılı Hazine Müsteşarlığı İle Dış Ticaret
Müsteşarlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanlığı aracılığıyla yerine getirilmiştir. Yeni kurulan Denetim
Hizmetleri Başkanlığının Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulundan, Başkan’ın
kurul dışından seçilebilmesi ve Denetim Hizmetleri Başkanlığında çalışacak
olanların diğer idari görevlerden ayrı bir kariyer sayılan “kontrolörlük” yerine “dış ticaret uzmanı” statüsünde olanlar arasından seçilmeleri
dışında fark bulunmamaktadır. Denetim Hizmetleri Başkanlığında inceleme,
denetim ve soruşturma görevi yapacak denetim elemanları, dış ticaret
uzmanları arasından yönetmelikle belirlenecek usullere göre seçilecektir.
Bu doğrultuda 637 sayılı KHK’nin geçici 3. maddesinin (16) numaralı fıkrası
uyarınca dış ticaret başkontrolörleri ile dış
ticaret kontrolörleri dış ticaret uzmanlığı kadrolarına, stajyer dış
ticaret kontrolörleri ise dış ticaret uzman yardımcısı kadrolarına
atanmışlardır.
Anayasa’nın Başlangıç’ının dördüncü fıkrası, “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından
ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve
üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu”; 2. maddesi ise “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” biçimindedir. Belirtilen
hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir.
653 sayılı KHK’nin genel gerekçesinde düzenlemenin amacı, denetim
hizmetlerinden beklentilerin değişmesi sonucunda, denetim görevinin idareye
yol gösterici olması, idari işlem sürecinde karar alma mekanizmasını
güçlendiren, buna ışık tutan bir yapıya kavuşmasının yanında, dış ticaret
kontrolörlerinin, dış ticaret uzmanı kadrolarına atanması sağlanarak meslek
grupları arasındaki farklılıkların giderilmesi, Bakanlıkta tek tip kariyer
memurluğu sistemi oluşturulması ve böylece kariyer memurluğunda homojen bir
yapının meydana gelmesi ile iş verimliliğinin daha da arttırılması olarak
açıklanmaktadır. Anayasa’nın 2. maddesinde vurgulanan hukuk
devleti ilkesinin gereği olarak yasama işlemlerinin kişisel yarar için
değil kamu yararı için yapılması gerekir. Bu nedenle kanun koyucu
Anayasa’da öngörülen koşullar çerçevesinde diğer alanlarda olduğu gibi kamu
görevlilerinin durumları ile ilgili olarak da kamu yararı amacıyla bazı
değişiklikler yapabilir. Ekonomi Bakanlığının kurulması ve yeni yapılanma
aşamasında olmasının gereği olarak, denetimin içeriğinin ve denetim
yapacakların belirlenmesinde farklı yöntemlerin tercih edilmesi doğaldır.
Farklı yöntemlerin belirlenmesinde özel bir çıkarın ya da belirli kişilerin
hedef alındığı ya da kamu yararı dışında bir amaçla bu değişikliğin
yapıldığını gösteren emare de bulunmamaktadır. Dava konusu kuralların
gerekçesinden kamu yararının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, yapılan
düzenlemelerin amacı etkin bir şekilde gerçekleştirmeye elverişli olup
olmadığını, sonuç doğurup doğurmayacağını değerlendirme anayasallık
denetiminin kapsamı dışında kalmaktadır.
Hukuk
devletinin tam olarak gerçekleşmesi için yasama işlemlerinin Anayasa’ya
uygun olması gerekir. Hukuk devletinin somut uygulamasında bakanlıkların
yapılarının farklılaştırılması, değiştirilmesi olağandır. Hukuk devleti
ilkesinin ortadan kaldırılmasından ya da anlamsız hale getirilmesinden söz
edebilmek için, devlet organlarının hukuka bağlılığı ilkesini veya bunun
kurumsal güvencelerini ortadan kaldıran bir değişikliğin yapılmış olması
gerekir. KHK ile hukuk devleti içinde takdir hakkına dayanan farklı
uygulama modellerinden biri tercih edilmiştir.
Dış ticaret
kontrolörlüğü ayrı meslek olarak kabul edildiğinden, kontrolörler kendi
istekleri dışında ancak denetim hizmetlerinin gerekleriyle bağdaşmayan
sıhhi, ahlaki veya mesleki yetersizliklerinin yargı kararı, sağlık kurulu
veya teftiş raporu ile tespit edilmesi durumunda idari görevlere
atanabilmektedirler. Dış ticaret kontrolörlerine sağlanan güvence kanuna
değil, 26.3.1995 günlü, 22239 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve
yürürlükten kaldırılan Dış Ticaret Kontrolörleri Yönetmeliği’ne dayanmaktadır. Yönetmelik’in değiştirilmesi durumunda güvencenin de
ortadan kalkacağı şüphesizdir. KHK’nin 2. maddesiyle yapılan değişiklik
sonucu denetim görevine atanacak dış ticaret uzmanlarının belirlenmesi
yöntemi yönetmeliğe bırakılmış, dolayısıyla yürütme organına yine dolaylı
takdir hakkı verilmiştir. Çıkarılacak yeni yönetmelikle güvence sağlansın
ya da sağlanmasın her durumda idari göreve atanma işlemine karşı yargı yoluna
gidilebileceği açıktır. Bu nedenle denetim görevi yapacak olan dış ticaret
uzmanlarının hukuki güvenceden yoksun çalışacakları iddiası yerinde
değildir. Bunun yanında dış ticaret uzmanlarının kadro karşılığı sözleşmeli
olarak çalışmaları hukuk güvencesi altında olmaya engel teşkil
etmemektedir. Kadro karşılığı sözleşmeli çalışmak hem memur güvencesine hem
de sözleşmeliliğin yüksek ücretine sahip olmak anlamına gelmektedir.
Sözleşme yapılması bu kişileri memur statüsünden çıkarmamaktadır. Bu
nedenle görev güvencesinin olduğu açıktır. Ayrıca kadro karşılığı
sözleşmeli çalışmak, tarafsız ve bağımsız çalışmayı engellemediğinden
Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaz.
Kuvvetler
ayrılığı ilkesi, Anayasa’nın Başlangıç’ında belirtildiği gibi, devlet
organları arasında işbölümü ve medeni bir işbirliği anlamına gelip
organların karşılıklı olarak birbirlerini dengelemeleri esasına dayanır.
Yürütmenin kanun hükmünde kararname ile düzenlenebilecek konularda
Anayasa’dan aldığı yetkiyi kullanarak denetim hizmetlerinde çalışacak
personelin seçimine ilişkin yöntemi değiştirmesi mümkündür. Daha önce
yürürlükte olan kurallarla temel olarak paralel şekilde düzenlenmiş, sadece
denetim elemanlarının seçim yöntemi kanunla değiştirilmiştir. 27.9.1984
günlü, 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13/12/1983 Gün
ve 174 Sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında 202 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 21. maddesi uyarınca bakan,
bakanlık kuruluşunun en üst amiri olup tüm bakanlık teşkilatı ile bağlı ve
ilgili kuruluşların iş ve işlemlerini denetlemekle görevli ve yetkilidir.
Ayrıca, Anayasa’ya göre siyasal, ceza kanunlarına göre cezai ve nihayet
özel hukuk çerçevesinde de mali sorumluluğu bulunmaktadır. Asli denetleme
görevi ve sorumluluğu bakana aittir. Denetim hizmetleri, hangi ad altında
yapılırsa yapılsın temel olarak tüm denetlemeler bakan adına yapılmaktadır.
Asli sorumluluğu taşıyan bakanın kendi adına denetim yapacak görevlileri
belirlemesi kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırılık oluşturmaz.
Anayasa’nın
yasama yetkisi başlıklı 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği
kurala bağlanmıştır. KHK ile Denetim Hizmetleri Başkanlığına tahsisli
kadrolara atanacakların belirlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır. Belirtilen
“atanma” kavramı, Anayasa’nın
128. maddesi anlamında ilk kez memuriyet görevine atanmaya ilişkin
değildir. Bu kavram hâlen dış ticaret uzmanı olarak çalışanların arasından
denetim hizmetini yerine getirecek olanların belirlenmesine yöneliktir. Kanun
ile düzenlenmesine gerek bulunmayan denetim görevi yapacakların
belirlenmesi yönteminin değiştirilmesi sonucu yürütmeye takdir hakkı
verilmesinin Anayasa’nın 7. maddesine aykırı yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, 653 sayılı KHK’nin iptali istenilen 1.,
2. maddeleri ile 5. maddesiyle eki (I) sayılı Cetvel’in “Hizmet Birimleri” bölümünde
değiştirilen “9) Denetim Hizmetleri
Başkanı” ibaresi ve 20. maddesinin “…eki (I) sayılı Cetvelin Ekonomi
Bakanlığına ait bölümünde yer alan boş ve dolu Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanı, Dış Ticaret Başkontrolörü, Dış
Ticaret Kontrolörü ve Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadroları iptal
edilmiş ve…” bölümü Anayasa’nın Başlangıç’ı
ile 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralların,
Anayasa’nın 36., 112. ve 125. maddeleri ile ilgisi
görülmemiştir.
Fulya
KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
2- KHK’nin 4. Maddesinin İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, dava konusu kural ile dış ticaret kontrolörlerinin
unvanlarının dış ticaret uzmanı olarak değiştirilmesi ve sözleşmeli olarak
istihdam edilmelerinin görev güvencesinden mahrum bir şekilde
çalıştırmalarına neden olduğu, kontrolörlerin dış ticaret uzmanlığı
kadrolarına, Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanının bakanlık müşaviri
kadrosuna kanunla atanmalarının kişilerin hukuk güvenliğini zedelediği,
kazanılmış hakları ortadan kaldırdığı, bu durumun hukuk devleti ilkesine
aykırılık teşkil ettiği, kanun ile atama yapıldığından yargı mercilerinde
dava açma hakkının ortadan kalktığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın
Başlangıç’ı ile 2., 7., 36., 112. ve 125.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kural ile 653 sayılı KHK uyarınca Denetim Hizmetleri
Başkanlığına dönüştürülerek kadroları kaldırılan Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanının, bakanlık müşaviri kadrosuna, bu Kurulda görev yapan başkontrolör ve kontrolörlerin, dış ticaret uzmanı
kadrolarına, stajyer kontrolörlerin ise dış ticaret uzman yardımcısı
kadrolarına hiçbir işleme gerek olmaksızın atanmış sayılacakları, belirtilen
kişilerin daha önceki görevlerde geçirdikleri sürenin dış ticaret
uzmanlığında geçirilmiş sayılması, dış ticaret kontrolörlerine yapılmış
atıfların denetim görevi yapan dış ticaret uzmanlarına yapılmış sayılacağı
öngörülmektedir. Ayrıca, dava konusu kuralla, Ekonomi Bakanlığında
Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanı ve Kurulda görev yapan başkontrolör, kontrolör ve kontrolör yardımcılarının bu
görevlerinin KHK’nin 17.9.2011 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmesi ile sona ermesi düzenlenmektedir.
Kural ile geçici 3. maddenin (11) numaralı fıkrasına atıf yapılarak,
bu madde uyarınca atanan ya da atanmış sayılan personelin mali olarak hak
kaybına uğramaları engellenmiş, (11) numaralı fıkraya yapılan atıfla
atandıkları ya da atanmış sayıldıkları kadro unvanlarında isteğe bağlı
olarak herhangi bir değişiklik olanlarla kendi istekleriyle başka kurumlara
atananlara, fark tazminatı ödenmesine son verileceği hükme bağlanmıştır. Dava konusu
kural uyarınca Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulu Başkanlığı bünyesindeki
kadroları kaldırılan personel, kanun yoluyla yeni kadrolarına
atanmışlardır.
Anayasa’nın
2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk
devletinde kanunların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur. Kanun
koyucu, Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla her
türlü düzenlemeyi yapmak yetkisine sahip olup, düzenlemenin kamu yararına,
başka bir anlatımla ülke koşullarına uygun olup olmadığının belirlenerek takdir
edilmesi kanun koyucuya aittir. Anayasa’ya uygunluk denetiminde, kanun
koyucunun kamu yararı anlayışının isabetli olup olmadığı değil, incelenen
kuralın kamu yararı dışında belli bireylerin ya da grupların çıkarları
gözetilerek yasalaştırılmış olup olmadığının incelenebileceği açıktır.
KHK’nin genel
gerekçesinde, dış ticaret kontrolörlerinin, dış ticaret uzmanı kadrolarına
atanarak meslek grupları arasındaki farklılıkların giderilmesi ve
Bakanlıkta tek tip kariyer memurluğu sistemi oluşturulmasının hedeflendiği,
bu şekilde kariyer memurluğunda homojen bir yapının meydana gelmesi ile iş
verimliğinin arttırılacağı, düzenlemenin amacının kamu yararına olduğu
belirtilmiştir. Ancak somut düzenlemenin amaçlanan hedefi sağlamada etkin
ve elverişli olup olmadığı yönündeki değerlendirme anayasallık denetiminin
kapsamı dışında kalmaktadır.
Kuralların
genel ve soyut olması esastır. Ancak, bir kuralın uygulamada tek bir kişiyi
ya da sınırlı sayıda kişiyi etkilemesi, kuralın genelliği ilkesine zarar
vermez. Dava konusu kuralın, birden çok kişi hakkında işlem tesis etmekte
olup emredici nitelikte olması yani idareye herhangi bir takdir yetkisi
bırakmamış olması onun genel norm olma niteliğini etkilememektedir. Kural,
yeni yapılanma sağlamak üzere yapılan düzenlemeler nedeniyle kadrosu
kaldırılan Dış Ticaret Kontrolörleri Kurulunda görevli kontrolörlerin
görevlerinin, yasanın yürürlüğe girdiği tarihte sona ermesini ve bu
kişilerin dış ticaret uzmanı ya da dış ticaret uzman yardımcısı unvanlı
kadrolara atanmalarını öngörmektedir. Mevcut olmayan kadrolarda
bulunanların uygun başka kadrolara hak kaybına uğramadan atanmaları
amaçlanmıştır.
Kazanılmış
hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş, kendisi yönünden
kesinleşmiş kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haktır. Kazanılmış haklara
saygı gösterilmesi hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden biridir.
Dava konusu kuralda, kişilerin bulunduğu statülerden doğan, tahakkuk etmiş,
kendileri yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş
haklara yönelik bir düzenleme öngörülmediğinden kazanılmış hakları ihlal
eden bir müdahale de söz konusu değildir. Kaldı ki bu kişilerin yeni
atandıkları kadrodaki mali haklarının mevcut kadrolarındakine göre daha
düşük olması halinde yeni kadrolarındaki gelirleri mevcut gelirlerine
eşitleninceye kadar fark olarak ödenmesi öngörülmektedir. Bu şekilde mali
olarak hak kaybına uğramaları engellenmiştir. Ayrıca, kamu görevlilerinin
statülerine ilişkin konularda kazanılmış haklarının olmayacağı açıktır. Bir
kamu görevlisinin bir statüye atanmasıyla ömür boyu o statüde çalışacağı
yönünde kazanılmış hak elde ettiği söylenemez. Bu nedenle dava konusu
kuralın kazanılmış haklara müdahalesi söz konusu değildir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan
hukuk devletinde olması gereken temel unsurlardan biri de hukuk güvenliği
ilkesidir. Hukuk güvenliği bireyin hukukî durumunun süreceği yönündeki
beklentilerinin belli koşullar içinde güvence altına alınması anlamına
gelir. Kamu görevlilerinin de hukukî güvenlik içerisinde çalışmaları
gerektiği şüphesizdir. Ancak hukuk güvenliği ilkesi, zaman içinde değişen
koşul ve ihtiyaçlara göre kanunlarda değişiklik yapılmasına da engel
değildir.
Anayasa’nın 128. maddesine göre, kamu
hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür. Diğer kamu görevlilerinden anlaşılması gereken,
memurlar ve işçiler dışında kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevlerde idareye kamu hukuku ilişkisiyle bağlı olarak çalışanlardır.
Kadro karşılığı sözleşmeli çalışan kamu görevlileri de Anayasa’nın 128.
maddesi kapsamındadır. Kadro karşılığı sözleşmeli çalıştırmanın personelin
görev güvencesini ortadan kaldırdığı, hukukî güvenlik ilkesine dolayısıyla
hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu iddia edilmiş ise de, bu iddia daha
önce belirtilen gerekçelerle yerinde değildir. Kadro karşılığı sözleşmeli
çalışan personel, memur güvencesinin yanında sözleşmeli olmanın sağladığı
yüksek ücrete de sahip olmaktadır. Sözleşme olması bu kişileri memur
statüsünden çıkarmamakta, sözleşmenin sona erdirilmesi memuriyet görevinin
sona ermesi anlamına gelmemektedir. Bu durum kadro karşılığı olmayan
sözleşmeli personel ile arasındaki farkı oluşturmaktadır. Sözleşme sona
erdiğinde yine aynı görevde kadrolu olarak çalıştırılmaktadırlar. Kadro
karşılığı sözleşmeli çalışma ek haklar getirdiğinden görev güvencesini
ortadan kaldırmamakta, hukukî güvenlik ilkesine dolayısıyla hukuk devleti
ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes
meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek yargı organlarına davacı ve
davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma
ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 125. maddesinde ise “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolu açıktır.” denilmektedir. Her iki maddeyle güvence
altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması
adil bir yargılamanın ön koşulunu oluşturur.
Yürütme
organı, gerçekleştirilecek kamu hizmetinin niteliğine göre koşullarını
oluşturarak kadro düzenlemesi yapabilir, kamu hizmetine göre yeni kadro
oluşturabilir ya da kadroyu kaldırabilir. Teşkilat yapısı değişen, tek tip
kariyer memurluğu sistemi getirilmesi hedeflenen Ekonomi Bakanlığında, Dış
Ticaret Kontrolörleri Kurulunun yerine Denetim Hizmetleri Başkanlığının
kurulması nedeniyle Kurula ait kadrolar kaldırılmıştır. Kadroların
kaldırılması hukuki ve fiili imkânsızlık doğurmuş ve açığa çıkan personelin
atamaları doğrudan genel ve soyut nitelikteki kanunla yapılmıştır. 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 91. maddesinin birinci fıkrası “Kadrosu kaldırılan memurlar, en geç altı
ay içinde kendi kurumlarında niteliklerine uygun bir kadroya atanırlar.”
şeklindedir. Dava konusu kuralın olmadığı düşünüldüğünde yürütme organının,
kadrosuzluk nedeniyle bu kişileri dış ticaret uzmanlığına ya da uygun başka
bir idari göreve atamak zorunda olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle 657 sayılı Kanun’un belirtilen
amir hükmü uyarınca, uygun bir statüye atamanın gerekliliği ve zorunluluğu
karşısında, yeni oluşturulan kadrolara doğrudan kanunla atama yapılmasının
hak arama hürriyetini kısıtladığından söz etmek mümkün değildir. Oluşan
zorunluluklar nedeniyle atamanın, kanun yoluyla ya da kanunla yürütmeye
verilecek bağlı yetkiye göre yapılması arasında fark bulunmamaktadır.
Kadroların kaldırılmış olması nedeniyle atamalar konusunda idareye kanunla
bağlı yetki verilse bile bunun işlevsel bir yararı bulunmamaktadır.
Yürütmeye verilecek bağlı yetkiye göre yapılacak atama işlemine karşı idari
dava yolu açık ise de yargılamada atamanın sebep unsuru
incelenemeyeceğinden bu yol etkin olmayacaktır. Üstelik bakanlık
müşavirliği dâhil olmak üzere yeni kadrolara atananlar çıkarılacak
yönetmelik uyarınca ya da idari takdirle yeniden denetim görevine ya da
başka görevlere atanabileceklerdir. İdari takdir ile belirtilen görevlere
atama yapılmaması halinde bu işleme karşı yargı yoluna başvurulabileceği,
idarenin takdir hakkını kanunlara uygun kullanıp kullanmadığının
denetlenebileceği açıktır. Kaldırılan kadrolara hangi yöntemle olursa olsun
artık atama yapılamayacağından yargı yolu kapatılmamış, hak arama özgürlüğü
engellenmemiştir
Açıklanan
nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 36.
ve 125. maddelerine aykırı değildir.
İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın,
Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 7. ve 112. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Fulya
KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
3- KHK’nin 6.
Maddesiyle Değiştirilen 644 sayılı KHK’nin 2. Maddesinin Birinci Fıkrasının
(h) Bendinin
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, kural ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görevlerinin
düzenlenmesi görüntüsü altında, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5393 sayılı
Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik
Kanunu ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nda örtülü değişiklikler yapıldığı,
yatırımcılar lehine eşitliğe aykırı bir ayrımcılık yapılarak sermaye
kesimine imtiyaz tanındığı, yerel yönetimlerin onaylamama veya
ruhsatlandırmama kararlarına karşı yargı yolunun kullanılabileceği, kamu
gücü ve otoritesini kullanarak sermaye sınıfına imtiyaz tanınmasının ve
kamu yararının bertaraf edilmesinin amaçlandığı, yerel yönetimlerce
hazırlanan planların dengesinin ve bütünlüğünün bozulduğu belirtilerek
kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 7., 10., 87.
ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda yer alan “üç
ay” ibaresi, 11.10.2011 günlü, 662 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname İle
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname’nin 13. maddesi ile “dört ay” olarak değiştirildikten sonra 16.5.2012 günlü, 6306
sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 19.
maddesi ile “dört ay içerisinde”
ibaresi “üç ay içinde” olarak
yeniden değiştirilmiştir. Kuralda yer alan sürelere ilişkin yapılan
değişikliklerin kuralı anlamsız kılmaması ve anayasal denetime engel olmaması
nedeniyle, kural bir bütün olarak içerik yönünden incelenmiştir.
Dava konusu kural ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya
kuruluşlarına veya gerçek kişilere veyahut özel hukuk tüzel kişilerine ait
olan taşınmazlar üzerinde kamu veya özel sektör tarafından
gerçekleştirilecek olan yatırımlara ilişkin olarak, ilgililerince
hazırlandığı veya hazırlatıldığı halde yetkili idarece üç ay içerisinde
onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini
ilgililerinin valilikten talep etmesi ve valiliğin Bakanlığa teklifte
bulunması üzerine bedeli mukabilinde yapma, yaptırma ve onaylamanın yanı sıra
başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarece verilmemesi
halinde bedeli karşılığında resen yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni ile
işyeri açma ve çalışma ruhsatı verme yetkisi verilmiştir.
Anayasa’nın
2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa’nın
7. maddesinde ise “Yasama yetkisi
Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.” hükmü yer almaktadır. Anayasa Mahkemesinin birçok
kararında yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinden ne anlaşılması
gerektiği açıklanmıştır. Buna göre kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
konudan yalnız kavram, ad ve kurum olarak söz edilmesi değil, bunların
kanun metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise düzenlenen alanda
temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını ifade eder.
Ancak bu koşulla uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların
belirlenmesi yürütme organının takdirine bırakılabilir. Yürütme organına
düzenleme yetkisi veren bir kanun kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun
olabilmesi için temel ilkeleri koyması çerçeveyi çizmesi, sınırsız,
belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir.
Belirtildiği
üzere Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yatırım konusunda yerine getireceği iş
ya da işlemler sınırlı konu ve sayıdadır. Dava konusu kural ile yetki
verilirken sınırları belirli olduğundan Bakanlığa sınırsız bir düzenleyici
işlem yapma yetkisi tanınmamıştır. Dolayısıyla, Anayasa’nın 2. ve 7.
maddelerine aykırılık söz konusu değildir.
Mahalli idarelere ilişkin Anayasa’nın 127. maddesinin birinci
fıkrasında, bunların il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar
organları gene kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan kamu tüzelkişileri oldukları, ikinci fıkrasında yerel
yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim
ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Maddenin
beşinci fıkrasında ise merkezi idarenin, mahalli idareler üzerinde, mahalli
hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu
görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli
ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla kanunda belirtilen esas ve
usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu belirtilmektedir.
Anayasa’nın 123. maddesinde ise idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün
olduğu ve kanunla düzenleneceği öngörüldükten sonra idarenin kuruluş ve
görevlerinin, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı
hükme bağlanmıştır. İdarenin bütünlüğü, merkezi devlet modelinin yönetim
alanındaki temel ilkesi olup, bu ilkeyle, idarenin yerine getirdiği çeşitli
görevlerle bu görevleri yerine getiren kurumları arasında birlik sağlanması
ve idari yapı içinde yer alan kurumların bir bütünlük içerisinde çalışması
öngörülmüştür.
Kuralla kamu
ya da özel sektör tarafından yapılacak yatırımlarla ilgili olarak ilgili
idarelerin bazı imar, ruhsat ve izinlere ilişkin yetkilerinin belli
koşullarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca kullanılmasına olanak
sağlanmıştır. İlgililerin talebinin bulunmaması veya valilikçe bu talebin
uygun görülmediğinden Bakanlığa iletilmemesi durumunda Bakanlık tarafından
yetki kullanılması mümkün değildir. Kuralda belirtilen yetkiler ancak
kanunla tanınan sürede iş ya da işlemlerin yapılmaması durumunda ilgilinin
talebinin ve valiliğin teklifte bulunması koşuluyla Bakanlık tarafından
kullanılabilecektir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 644 sayılı KHK’nin 2.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca işlemi gerçekleştirmeden önce
yetkili olan yerel idareden konuya ilişkin görüşlerini soracaktır.
İdareler, bu iş ve işlemlerin yapılmama gerekçelerini etraflıca açıklayarak
görüşlerini en geç on beş gün içinde Bakanlığa bildirmek zorundadır.
Böylece yapılacak iş ve işlemlerde yetkili idare ile Bakanlık arasında
koordinasyon ve eşgüdümün sağlanması, süreçteki suiistimallerin azaltılması
ve yatırım ortamının yerel idarelerle işbirliği içerisinde iyileştirilmesi
hedeflenmektedir. Merkezi idarenin yerinden yönetim kuruluşları yerine
geçerek işlem yapması istisnaî nitelikte yetki olup ancak yerel
yönetimlerin ihmal veya temerrüdü halinde kullanılabilecektir.
Anayasa’da mahallî müşterek
ihtiyaçların nelerden ibaret olduğu yolunda bir kurala yer verilmemiştir.
Mahallî müşterek ihtiyaçların saptanması kanun koyucunun takdirine
bırakılmıştır. Kanun koyucu, kamu yararını gözeterek belirtilen takdir yetkisi çerçevesinde
belli bir toplumsal ihtiyacın teminine yönelik kamu hizmetinin görülmesini
merkezi idareye bırakabileceği gibi bu hizmetin görülmesini mahallî
idarelerin yetki alanına da bırakabilir. Yerel
yönetimleri ortadan kaldırma ya da etkisiz kılma amacına yönelik olmaması
ve belirli alanlar bakımından geçici bir süre için kimi görev ve yetkilerin
merkezi yönetim birimine bırakılması, yerinden yönetim ilkesine aykırı
olarak yorumlanamaz.
Yatırım
yapılması için kolaylıklar sağlanmasında önemli kamu yararı olduğu ve
geciken bazı işlemlerin merkezi idare tarafından yapılmasının öngörülmesinin
meşru bir amaca dayandığı söylenebilir. Büyük ölçekli yatırımlar, yapıldığı
coğrafi bölge açısından yerel, ancak tüm ülkeye getirdiği faydalar
açısından ulusal nitelik taşımaktadır. Bu nedenle günümüzde yatırım
yapılması mahallî müşterek ihtiyaçları karşılamaktan öte tüm toplumu ve
ülkeyi ilgilendiren ulusal ihtiyaçtır. Ulusal ihtiyaçların öncelikle
karşılanmasında kamu yararı olduğu kuşkusuzdur. Kamu yararı için gerekli
hallerde belirli bir alan ya da bölge ile ilgili olarak belirtilen plânları
yapma ya da inşat izni, yapı kullanım izni, çalışma veya işyeri açma
ruhsatı verme konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yetki ve görev
verilmesinde Anayasa'nın 127. maddesi açısından bir engel bulunmamaktadır.
Dava
dilekçesinde, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık iddiasında bulunulmuş
ise de Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal
durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal
eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan
kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Belirtilen ilkeyle,
aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak
yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik,
herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen
eşitlik ilkesi zedelenmez.
Dava konusu
kuralla yatırım yapacaklara eşitlik ilkesine aykırı olarak getirilmiş bir
ayrıcalık bulunmamaktadır. Yerli ya da yabancı yatırımcıların, yatırım yapmayanlardan
hukuken farklı oldukları açıktır. Kural ile yatırımcıya imar planı dışına
çıkma ya da ruhsatsız işyeri açma gibi imtiyazlar tanınmamaktadır. Sadece
dünya ekonomisinin ve uluslar arası rekabetin koşulları gereği yatırıma
yönelik işlemlerin hızlandırılması sağlanmakta, bu konuda yasa koyucunun
yatırımları teşvik için kanunlar çıkardığı, yürütmenin teşvik politikaları
oluşturduğu göz önüne alındığında farklı kuralların uygulanması eşitlik
dolayısıyla hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 7.,
10. ve 127. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın,
Anayasa’nın Başlangıç’ı ve 87. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
4- KHK’nin 21. Maddesinin İncelenmesi
Başvuru
dilekçesinde, kuralın herhangi bir özel gerekçe belirtilmeden Anayasa’nın
Başlangıç’ı ile 2., 7., 10., 87. ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
653 sayılı
KHK’nin 21. maddesi yürürlük maddesidir. Yürürlük maddesi, yasal
düzenlemelerin ne zaman yürürlüğe gireceğini göstermekte ve yapım tekniği
açısından her tür yasal düzenlemede bulunmakta, yazılmamış olması yasal
düzenlemelerin geçerliliğini de etkilememektedir. İptal istemine konu 21.
maddenin, KHK’nin yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğini öngördüğünden
Anayasal ilkelere aykırılık oluşturmadığı açıktır.
Açıklanan
nedenlerle, iptal isteminin reddi gerekir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
23.8.2011
günlü, 653 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin;
A) 1- 1., 2. ve 4. maddelerine,
2- 5.
maddesiyle 3.6.2011 günlü, 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Eki (I)
sayılı Cetvel’in “Hizmet Birimleri”
bölümündeki değiştirilen “9) Denetim Hizmetleri Başkanlığı” ibaresine,
3- 6., 20. ve 21. maddelerine,
yönelik iptal istemleri, 18.7.2012 günlü, E. 2011/126,
K. 2012/110 sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere ve ibareye
ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,
B) 1- 3.
maddesi,
2- 5.
maddesiyle 3.6.2011 günlü, 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Eki (II)
sayılı Cetvel’in “Kadro Unvanı” bölümündeki değiştirilen “Denetim Hizmetleri Başkanı”
ibaresi,
hakkında, 18.7.2012 günlü, E. 2011/126, K. 2012/110
sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu
madde ve ibareye ilişkin yürürlüğün durdurulması istemi hakkında KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 18.7.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
VI- SONUÇ
23.8.2011
günlü, 653 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname’nin içerikleri itibariyle Anayasa’ya aykırılığı
ileri sürülen;
1-
1. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2-
2. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
3-
3. maddesi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1.
maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu maddeye ilişkin konusu
kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
4-
4. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
5-
5. maddesiyle 3.6.2011 günlü, 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin;
a- Eki (l) sayılı Cetvel’in “Hizmet Birimleri” bölümündeki
değiştirilen “9) Denetim Hizmetleri
Başkanlığı” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Eki (ll)
sayılı Cetvel’in “Kadro Unvanı”
bölümündeki değiştirilen “Denetim Hizmetleri
Başkanı” ibaresi, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesi
ile yürürlükten kaldırıldığından, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal
istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
6-
6. maddesiyle değiştirilen 29.6.2011 günlü, 644 sayılı Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2.
maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
7- 20. maddesinin “… eki (1) sayılı cetvelin Ekonomi
Bakanlığına ait bölümünde yer alan boş ve dolu Dış Ticaret Kontrolörleri
Kurulu Başkanı, Dış Ticaret Başkontrolörü, Dış
Ticaret Kontrolörü ve Stajyer Dış Ticaret Kontrolörü kadroları iptal edilmiş
ve…” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
8- 21. maddesinin Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
18.7.2012
gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
|
|
|
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
|
|
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
|
|
|
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
23.8.2011 günlü, 653 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname (KHK)’nin içerik yönünden iptal istemi
reddedilen kurallarının, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle
bağdaşmaması nedeniyle E:2011/113, K:2012/108 sayılı karara ilişkin karşıoy gerekçesi doğrultusunda iptali gerektiği
düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
|