Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas
Sayısı : 2010/40
Karar
Sayısı : 2012/8
Karar
Günü : 19.1.2012
İPTAL DAVASINI AÇAN
: Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) TBMM
Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY,
Kemal KILIÇDAROĞLU ve Kemal ANADOL
İPTAL DAVASININ KONUSU
: 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un;
1) 1. maddesinin, (1) numaralı fıkrasında
yer alan “…terörle mücadeleye ilişkin
politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve
kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına
bağlı…” bölümünün,
2) 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(a) ve (d) bentlerinin,
3) 3. maddesinin,
4) 4. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkralarının,
5) 5. maddesinin;
a- (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları…”
ibaresinin,
b- (3) numaralı fıkrasının,
6) 6. maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasında yer alan “Terörle…” sözcüğünün,
b- (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,
c- (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresinin,
d- (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşlarına…” ve “…ilgili kurumlara…” ibarelerinin,
e- (1) numaralı fıkrasının (f) bendinin,
7) 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
yer alan “…Bakana…” sözcüğünün,
8) 8. maddesinin,
9) 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “…uygulanmasına yönelik eylem planları
hazırlamak...” ibaresinin,
b- (a) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşları…” ibaresinin,
c- (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan “Valilikler…” sözcüğünün,
d- (a) bendinin (4) numaralı alt bendinin,
e- (b) bendinin (1) numaralı alt
bendinde yer alan “Veri, bilgi ve
belgeleri toplamak, tasnif etmek,…”
ibaresinin,
f- (b) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “…yaptırmak…” sözcüğünün,
g- (b) bendinin (4) numaralı alt bendinde yer alan “Terörle…” sözcüğünün,
10) 10. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının;
a- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinin,
b- (c) bendinin birinci cümlesinin “…Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla
sözleşmeli personel çalıştırılabilir…” bölümünün,
c- (c) bendinin “…Personelin
sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2)
sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere
Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir.
Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için
belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi
ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında
herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak
teşkil etmez.” şeklindeki ikinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerinin,
11) 13. maddesinin;
a- (2) numaralı fıkrasının,
b- (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin,
12) 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesinin,
13) 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesinin,
14) 18. maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,
b- (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,
c- (4) numaralı fıkrasının,
d- (5) numaralı fıkrasının,
Anayasa’nın 2.,
5., 6., 7., 8., 11., 13., 20., 25., 95., 104., 113., 117., 123., 128.,
138., 153., 159., 161. ve 162. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek
iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
A- İptal ve yürürlüğün durdurulması istemini içeren 28.4.2010 tarihli
dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
“II. GEREKÇE
1) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 1 inci maddesinin, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve
stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” Tümcesinin
Anayasaya Aykırılığı
05.02.2009 tarihli Bakanlar Kurulu
kararıyla kararlaştırılan, “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı” 11.05.2009 tarih ve 2021 sayılı T.C.
Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü yazısı ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na gönderilmiş ve 17.02.2010 kabul tarihi ile
04.03.2010 tarih ve 27511 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlük
kazanmıştır.
Tasarının Genel Gerekçesi’nde; İç
güvenlik hizmetlerinin bir parçası olan terörle mücadelenin esas olarak
İçişleri Bakanlığı’nın görev ve sorumluluğu içinde olduğundan bahisle, bu
görevin ifasında anılan bakanlık dışında diğer bazı kurum ve kuruluşların
da çeşitli görevler ifa ettiği ve ancak bu alanda zaman zaman
koordinasyon sorunları yaşandığı belirtilmiş, bu sorunların giderilmesi,
ülkemizi tehdit eden terör odaklarının yurt dışı bağlantılarını izlemek ve
etkisiz hale getirmek için diğer ülkelerle ortak tedbirler geliştirmenin
zorunlu hale geldiği ifade edilmiş ve duyulan bu gereksinimlerin
giderilmesi için de yeni stratejiler, yeni planlama ve tedbirler
geliştirerek karar vericilere sunmak üzere tatmin edici ölçüde hizmet veren
bir kuruma ihtiyaç duyulduğu hususları gerekçe alınmak suretiyle bu
amaçlarla; terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek
ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak
için 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na tabi genel bütçeli
bir idare statüsünde olmak üzere İçişleri Bakanlığı’na bağlı “Kamu Düzeni
ve Güvenliği Müsteşarlığı” kurulduğu ve aynı zamanda güvenlik kuruluşları
ile ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli
koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek
amacıyla da İç İşleri Bakanı başkanlığında “Terörle Mücadele Koordinasyon
Kurulu” oluşturulduğu belirtilmiştir.
Yine gerekçede de ifade edildiği üzere,
Müsteşarlık dört ana hizmet birimi, üç danışma birimi ve bir yardımcı
hizmet biriminden oluşan bir örgüt yapısını haiz olup, bunun yanında
güvenlik politikaları ve sosyo ekonomik politikaların
uyumlu bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere de illerde İçişleri
Bakanlığı teşkilatında İl Sosyal Etüd ve Proje
Müdürlüğü kurulmuş, aynı amaçla da ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin
teklifi ve Bakanlığın onayı ile bürolar kurulabilmesi öngörülmüştür.
Hukuk düzenimizde, 3046 sayılı
Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile 13.12.1983 gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev
Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin
Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç”
başlıklı 1 inci maddesi; “Bu Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli,
süratli, etkili, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülebilmesi için
bakanlıkların kurulmasına, teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve
usulleri düzenlemektir.” hükmünü amir olup, “Kapsam” başlıklı 2 nci maddesi “Bu Kanun, Milli Savunma Bakanlığı hariç
diğer bakanlıkların merkez, taşra, yurt dışı teşkilatları ile bağlı ve
ilgili kuruluşlarını kapsar.” düzenlemesini içermektedir. 3046 sayılı Kanun’un 16 ncı maddesi (d) bendi; “Bir bakanlıkta birden fazla
müsteşarlık kurulamaz” buyurucu düzenlemesini içermektedir. Yine aynı
Kanun’un 15 inci maddesi ise; “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları”
başlığı altında; bakanlık merkez, taşra, yurtdışı teşkilatları ile bağlı ve
ilgili kuruluşların hiyararşik kademelerini;
hizmetin özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar dikkate alınmak kaydıyla
ne şekilde düzenleneceği tahdidi olarak belirlenmiştir. Bu
belirlemeye göre; Bakanlık merkez teşkilatında, bir Müsteşarlık, Müsteşarlığa
bağlı Genel Müdürlük, Kurul veya Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük veya
Kurul Başkanlığına bağlı Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü şeklinde
örgütlenmek olasıdır ve dolayısıyla, kanun birden fazla müsteşarlığa cevaz
vermediği gibi, 5952 sayılı Kanunla öngörülen “merkez”; “il müdürlüğü” veya
“büro” şeklinde bir hiyerarşik kademenin kabulü de hukuk düzenimizde olası
değildir. Dolayısıyla, İçişleri Bakanlığına bağlı, maddeyle
öngörülen şekilde bir müsteşarlık kurulması hukuken olanaksızdır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir.
Hukuk devleti, aynı zamanda bireylerin
haksızlıktan korunmasını ve mutluluğunu amaç edinir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü
sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986
gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve
E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa
koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek
tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk
da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, genel
olarak 5952 sayılı Yasa bütünüyle ve amacını belirleyen 1 inci maddede
talep konusu tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti”
ilkesine aykırıdır.
Diğer taraftan; Anayasanın 95 inci
maddesine göre yasama organı çalışmalarını kendi yaptığı iç tüzük hükümlerine
göre yürütmekle yükümlüdür. TBMM İç Tüzüğü’nün 85 inci maddesi; kanun
tasarı ve tekliflerinin Anayasa dili, kanun yazılış tekniği bakımından
incelenmesi şartını aramaktadır. Kanun tekniği bakımından kıstasın ise,
19.12.2005 tarih ve 2005/9986 sayılı, Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlük
kazanan “Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”
hükümlerinden alınacağı açıktır. Bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci
fıkrası (ç) bendi, bir tasarı taslağı hazırlanırken ilgili tüm mevzuatın
incelenmesini gerekiyorsa bunlarda da değişiklik yapılmasını öngörmektedir.
Bu hüküm de, yasalar arasında uyum sorununu engellemek amacına yöneliktir.
Bu uyumun sağlanmaması durumunda ise, hukuk devleti ilkesinin zedeleneceği
ve bu düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesine
aykırılık taşıyacağı açıktır.
Yine, 5952 sayılı yasanın, tasarı
metninin Meclis Başkanlığı tarafından esas olarak İçişleri Komisyonu’na
tali olarak da Plan ve Bütçe Komisyonlarına havale edildiği, İçişleri
Komisyonu tarafından hazırlanan 20.05.2009 tarih ve Esas No: 1/704, Karar
No: 16 sayılı Raporu’nda; “Komisyonca “Müsteşarlığın kurulmasıyla, ilk defa
bünyesinde iki müsteşarlığı barındıran bir bakanlık yapılanmasının ortaya
çıktığı ve “otorite tecezzi kabul etmez ilkesi de dikkate alındığında
müsteşarlıklar arasında muhtemel bir yetki çatışması yaşanabileceği...”
konusunda yöneltilen fikre cevaben “iki müsteşarlık arasında bir yetki ve
görev çatışmasının söz konusu olmayacağı, zira yeni kuruluşun müsteşarlık
adını taşısa da bunun İçişleri Bakanlığı’nın bağlı kuruluşu olacağı,
dolayısıyla iki müsteşarlıklı ifadesinin yanıltıcı olacağı” ifadeleri yer
almaktadır. Görüşmeler
sırasında Komisyon raporundaki bu açıklamanın gerçeği yansıtmadığına dair
de herhangi bir açıklama, görüşme söz konusu değildir. Bu
halde, 3046 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesi uyarınca; Bakanlık bağlı kuruluşları;
bakanlığın hizmet ve görev alanına giren ana hizmetleri yürütmek üzere,
bakanlığa bağlı olarak özel kanunla kurulan, genel bütçe içinde ayrı
bütçeli veya katma bütçeli veya özel bütçeli kuruluşlar olarak ve keza 5952
sayılı Kanunun 16 ncı maddesi ile Müsteşarlığın
“genel bütçeli bir idare” olarak öngörüldüğü hususları birlikte
değerlendirildiğinde, yasa koyucunun hükümet iradesi ile hazırlanan kanun
tasarısında gerçekleştirilen bir tür kanuna karşı hile mantığına hizmet
ettiği açıkça görülmektedir. Bu paralelde, 3046 sayılı kanuna göre
bağlı kuruluşların genel müdürlük olarak örgütlenme zorunluluğu bulunduğu,
bu halde de işbu istem konusu düzenlemenin bağlı kuruluşu müsteşarlık
düzeyinde örgütlenmesinin hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı açıktır.
Nitekim, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca 15.07.2004 gününde kabul edilen ve ancak Cumhurbaşkanlığı
Makamı’nın 03.08.2004 tarih ve 2004/890 sayılı yazısı ile Anayasanın 89
uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince yeniden görüşülmek üzere geri
gönderilen ve halen Komisyonda bulunan 5227 sayılı “Kamu Yönetiminin Temel
İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun” un 28 inci maddesinde
de; yürürlükteki mevzuat hükümlerinin idari örgütlenmede bu kabil bir
hiyerarşik yapıya geçit vermediği görüldüğünden; Bakanlıklarda merkez
teşkilatında “Müsteşarlık” biçiminde örgütlenme ve keza bağlı kuruluşların
da “Müsteşarlık” veya “Başkanlık” biçiminde yapılanması öngörülmüştür.
Ancak, anılan yasa bu haliyle yürürlük kazanmamış olduğundan, hukuk
düzenimiz açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu halde söz konusu
kanun yürürlük kazanmış gibi, yürürlükte bulunan 3046 sayılı Kanun
hükümlerinin açık yasağına rağmen, halen tasarı halindeki bu kanun
düzenlemeleri baz alınarak, devlet yapılanmasında
hukuki alt yapısı bulunmayan bir örgütlenme modelinin benimsenmesi ve hatta
Esas Komisyona da “bağlı kuruluş olup, Müsteşarlık biçiminde örgütlenmiş
olduğunun” ifade edilmesi suretiyle hayat bulan düzenleme, kesinlikle
Anayasanın 2 nci maddesinde öngörülen Hukuk
Devleti ilkesine aykırılık içermektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.1989 tarih
ve E:1989/11, K:1989 sayılı kararında; “Anayasanın 2 nci
maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında Hukuk Devleti ilkesine
de yer vermiştir. Hukuk Devleti, Devletin bütün faaliyetlerinde hukukun
egemen olduğu devlettir. Bu tür devlette de “Hukuk güvenliği” ni sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Devlet,
görevlerini yerine getirirken, “Hukuk devleti” niteliğini yitirmemeli,
hukukun uygar ülkelerinde kabul edilen temel ilkelerini sürekli göz önünde
tutmalıdır. Böyle bir düzende, “Devlete güven” ilkesi, vazgeçilmez temel ögelerdendir. Devlete güven, hukuk devletinin sağlamak
istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar.
Yasaların Anayasaya uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven
ve saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak gerekir”
ifadelerine yer verilmiştir.
Anayasanın 6 ncı
maddesi “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır. Hiçbir kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmüne yer vermiştir.
5952 Sayılı yasa ile oluşturulmak istenilen yapılanma ve bu yapılanma ile
verilecek olan yetki ve konulan esaslar 6 ncı
maddenin belirlediği esaslara aykırıdır.
Bir başka husus, madde; kanun amacını
açıkça ve sınırlı olarak “terörle mücadeleye ilişkin politika ve
stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamak” tanımlamıştır ancak, kanun uygulamasında “terör”
kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa,
Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı
kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001)
“Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği
ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci
maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez.
Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer
alan “kanunla düzenlenir” değiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna
Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü,
E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:
“Yasa koyucu, belli konularda gerekli
kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların
uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o
alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak
üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.
Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin,
yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.”
Verilen kararda da yer bulduğu üzere,
kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş
olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında,
idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak
vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa,
kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına
gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla
yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.
Anayasanın 113 üncü maddesi birinci
fıkrası; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı
kanunla düzenlenir.” şeklindedir, dolayısıyla Bakanlık teşkilatına ilişkin
3046 sayılı çerçeve kanun hükümlerine uyum Anayasal zorunluluktur. 3046
sayılı kanunun 3 üncü maddesine göre; “Bakanlıkların kurulması,
kaldırılması, mevcut bakanlıkların bölünmesi veya birleştirilmesi,
bakanlıkların görevleri, yetkileri ve teşkilatı bu Kanun esaslarına göre
düzenlenir.” Böylelikle, her bir bakanlığın teşkilat ve görevleri hakkında
kanun, bu kanunda belirlenen esaslar ve ilkeler doğrultusunda kurallar
getirilmesinin zorunlu kılınması, Anayasanın 123 üncü maddesi ile getirilen
idarenin kanuniliği ilkesinin bir sonucudur. Nitekim,
Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı
Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde
“Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu
yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle
bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri,
merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu
tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye
dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve
organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek
şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”
un; 1 inci maddesinin, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve
stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesi Anayasanın
2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü
maddelerine aykırıdır.
2) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının;
(a) ve (d) Bendlerinin Anayasaya Aykırılığı
Maddede (a) bendi ile kanunda geçen
“Bakan” ibaresinin İçişleri Bakanını, (b) bendi ile de kanunda geçen “Bakanlık”
ibaresinin İçişleri Bakanlığını, (d) bendi ile de Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığını ifade ettiği belirtilmiş olup; yukarıda; 5952 sayılı kanunun
1 inci maddesi, birinci cümlesi, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve
stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesine ilişkin
açıklamalar doğrultusunda, Anayasaya aykırıdır.
17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”
un; 2 nci maddesi birinci fıkrası; (a) ve (d) bendleri; Anayasanın 2 nci, 6
ncı, 7 nci, 8 inci, 13
üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.
3) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 3 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
“(1) Terörle mücadeleye ilişkin
politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve
kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.” düzenlemesi; yukarıda
verilen; 5952 sayılı Kanunun 1 inci maddesi, birinci cümlesi, “…terörle
mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili
kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri
Bakanlığına bağlı” tümcesine ilişkin açıklamalar doğrultusunda, Anayasaya
aykırıdır.
Ayrıca; 2937 sayılı Devlet İstihbarat
Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun
Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri
başlıklı 4 üncü maddesi;
“Milli İstihbarat Teşkilatının
görevleri şunlardır;
a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve
milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal
düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve
dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik
istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı,
Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile
gerekli kuruluşlara ulaştırmak.
b) Devletin milli güvenlik siyasetiyle
ilgili planların hazırlanması ve yürütülmesinde; Cumhurbaşkanı, Başbakan,
Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile ilgili
bakanlıkların istihbarat istek ve ihtiyaçlarını karşılamak.
c) Kamu kurum ve kuruluşlarının
istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi için Milli Güvenlik Kurulu ve
Başbakana tekliflerde bulunmak.
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının
istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetlerine teknik konularda
müşavirlik yapmak ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcı olmak.
e) Genelkurmay Başkanlığınca Silahlı
Kuvvetler için lüzum görülecek haber ve istihbaratı, yapılacak protokole
göre Genelkurmay Başkanlığına ulaştırmak.
f) Milli Güvenlik Kurulunda
belirlenecek diğer görevleri yapmak.
g) İstihbarata karşı koymak.” Hükmü ile
“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” başlıklı 5 inci madde:
“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır:
a) Kendi konularında;
1. Görevlerinin gerektirdiği
istihbaratı oluşturmak,
2. MİT tarafından istenecek haber ve
istihbaratı elde etmek,
3. İstihbarata karşı koymak.
b) Elde ettikleri milli güvenliğe
ilişkin haber ve istihbaratı anında MİT’e ulaştırmak.
MİT mensuplarına hizmetlerinin yerine
getirilmesi sırasında bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruşları gereken
her türlü yardım ve kolaylığı göstermekle yükümlüdürler.
Bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının yukarıda belirtilen görev ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesiyle
ilgili koordinasyonun sağlanması ve istihbarat çalışmalarının yöneltilmesinde,
temel görüşleri oluşturmak üzere, MİT Müsteşarının Başkanlığında Milli
İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) kurulmuştur.
Kurul, üç ayda bir; Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri veya Yardımcısı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya
Yardımcısı, bakanlıkların müsteşarları, kurum ve kuruluşların yetkili
amirleri, MİT’in ilgili başkanları ile MİT Müsteşarının çağıracağı diğer
kamu görevlilerinin iştirakiyle toplanır.” Hükmü ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun
1 inci maddesi “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma,
yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni
değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,
Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler
tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” Hükmü birlikte nazara alındığında; her
iki kurum arasında görev alanlarında çakışma bulunduğu ve bu nedenle
düzenlemenin, Anayasa 104 üncü maddesi birinci fıkrası gereğince düzenli ve
uyumlu çalışması Anayasal gereklilik olan Devlet organları arasında çatışma
yaratabilecek nitelikte bulunduğu açıktır.
Yine; 3046 sayılı kanunun “Sürekli
kurullar” başlıklı; 39 uncu maddesi; Bakanlıklarda ve bağlı kuruluşlarda
hizmetin kurul biçiminde yürütülmesi gerektiğinde, görevleri ve teşekkül
tarzı kuruluş kanunlarında veya diğer kanunlarda gösterilmek kaydıyla
sürekli kurullar kurulabilir.” Hükmünü içermekle birlikte Müsteşarlık
biçiminde bir örgütlenme meri mevzuat bakımından bağlı kuruluş niteliğinde
bulunmadığından; kurulması öngörülen kurulun Müsteşarlık bünyesinde
kurulması hukuken mümkün değildir, keza bu kurulun 3152 sayılı Kanunda
değişiklik yapılmak suretiyle kurulmadığı nazara alındığında da Anayasanın
2 nci maddesi kapsamında düzenlemenin hukuk
devleti ilkesine uymadığı açıktır.
Yukarıdaki izahatla birlikte
dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin
birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle 17.02.2010 tarih ve 5952
sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun” un; 3 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci,
6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13
üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.
4) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 4 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
4.1) Birinci fıkrası
“(1) Güvenlik kuruluşları ve ilgili
kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak,
bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla Terörle
Mücadele Koordinasyon Kurulu kurulmuştur.”
Kanun uygulamasında; “Güvenlik kuruluşları”
ve “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18,
K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme
yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki
Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak
düzenlenmiş alanda kural koyabilir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer
alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna
Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü,
E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:
“Yasa koyucu, belli konularda gerekli
kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların
uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o
alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak
üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”
Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin,
yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.
Verilen kararda da yer bulduğu üzere,
kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş
olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında,
idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak
vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa,
kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına
gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla
yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin,
15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7
nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun
açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
Bu anlamda, Bakanlıkların Kuruluş ve
Görev Esasları hakkında 3046 sayılı Kanun’un, “Hiyerarşik kademeler ve
birim unvanları” başlıklı 15 inci maddesi uyarınca; Bakanlık merkez
teşkilatında, Müsteşarlığa bağlı “Kurul Başkanlığı” kurulması ve buna bağlı
olarak da Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü, Şeflik biçiminde alt birimlerin
kurulması mümkündür. Dolayısıyla, müstakilen
“Kurul” adı altında ve 5912 sayılı Kanunun “Teşkilat” başlıklı 5 inci
maddesi ile Kanun eki (1) sayılı cetvelde yer verilmeksizin “Teşkilata”
“Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” adında bir birimin öngörülmesi hukuk
düzenimizde, hem kanun tekniği açısından uyumsuz olup aynı zamanda da
çerçeve kanun niteliğindeki 3046 sayılı kanun hükümlerine aykırı bir yasama
faaliyeti niteliğindedir. Bu durum, İdarenin kanuniliği ilkesi ile
çatışmaktadır.
Yukarıdaki izahatla birlikte
dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin
birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle, 17.02.2010 tarih ve 5952
sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun” un; 4 üncü maddesi birinci fıkrası; Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü
maddelerine aykırıdır.
4.2) İkinci fıkrası
“(2) Kurul, İçişleri Bakanının
başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı,
Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet
Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşur. Gerektiğinde gündemle
ilgili diğer kurum ve kuruluş temsilcileri de toplantıya davet edilebilir.
Kurul İçişleri Bakanının daveti üzerine toplanır. Toplantı gündemi, Kurul
üyelerinin görüşleri alınarak İçişleri Bakanı tarafından belirlenir.
Kurulun sekreterya görevi Müsteşarlık tarafından
yerine getirilir.” düzenlemesinde;
Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları
hakkında 3046 sayılı Kanun’un, “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları”
başlıklı 15 inci maddesi uyarınca; Bakanlık merkez teşkilatında, Müsteşarlığa
bağlı “Kurul Başkanlığı” kurulması ve buna bağlı olarak da Daire
Başkanlığı, Şube Müdürlüğü, Şeflik biçiminde alt birimlerin kurulması
mümkün olduğundan; müstakilen “Kurul” adı altında
ve 5912 sayılı Kanun eki (1) sayılı cetvelde de yer verilmeksizin
“Teşkilata”, “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” adında bir birimin
öngörülmesi hukuk düzenimizde çerçeve kanun niteliğindeki 3046 sayılı kanun
hükümlerine aykırı bir yasama faaliyeti niteliğinde olup, idarenin
kanuniliği ilkesi ile çatışmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih
ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun
açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
Ayrıca, Anayasanın 118 inci maddesi
üçüncü fıkrası; “Millî Güvenlik Kurulu; Devletin millî güvenlik siyasetinin
tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları ve
gerekli koordinasyonunun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar
Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin
bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması
hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca
değerlendirilir.” şeklindedir
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun
1 inci maddesi “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma,
yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni
değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,
Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler
tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” Hükmüne göre; Anayasal bir kurum olan
Milli Güvenlik Kurulu görev alanındaki düzenlemeler, yasa hükmüyle,
“Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” na
devredilmektedir.
Diğer taraftan, Kurul oluşumunda,
İçişleri bakanı başkanlığında Kurul üyeliği öngörülen, Genelkurmay İkinci
Başkanı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı bakımından konu
değerlendirildiğinde;
Anayasa 117 nci
madde uyarınca, Silahlı Kuvvetler Komutanı olup, savaşta Başkomutanlık
görevlerini Cumhurbaşkanı namına yerine getiren ve Bakanlar Kurulu teklifi
üzerine Cumhurbaşkanınca atanan, görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana
karşı sorumlu bulunan Genelkurmay Başkanına bağlı ve aynı zamanda 1612
sayılı Yüksek Askeri Şuranın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Yüksek Askeri Şura Genel Sekreteri
konumunda bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı’nın; Milli Güvenlik Kurulu ile
görev çatışması bulunan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı bünyesinde
kurulan “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” üyesi olarak yer alması;
bağlı bulunduğu Genel Kurmay Başkanı’nın Milli Güvenlik Kurulu üyesi olduğu
nazara alındığında; Anayasa 104 üncü maddesi birinci fıkrası gereğince
düzenli ve uyumlu çalışması Anayasal gereklilik olan Devlet organları
arasında çatışma yaratabilecek niteliktedir.
Aynı şekilde; Ayrıca; 2937 sayılı
Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Kuruluş”
başlıklı 3 üncü maddesi;
“Başbakana bağlı Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığı kurulmuştur.
Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığı; Müsteşar, Müsteşar yardımcıları, başkanlıklar, daireler ve
şubeler ile diğer teşkilat birimlerinden oluşur.” Hükmü ve aynı kanunun 4
üncü maddesinin ikinci fıkrası “Milli İstihbarat Teşkilatına bu görevler
dışında görev verilemez” hükmü birlikte değerlendirildiğinde; Teşkilat
unsuru bulunan Müsteşara bu kanunda sayılan görevler dışında görev verilmesi
mümkün değildir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir.
Hukuk devleti, aynı zamanda bireylerin
haksızlıktan korunmasını ve mutluluğunu amaç edinir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986
gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve
E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa
koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek
tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk
da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, genel
olarak 5952 sayılı Yasa bütünüyle ve amacını belirleyen 1 inci maddede
talep konusu tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti”
ilkesine aykırıdır.
Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarı’nın, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı bünyesinde kurulan
“Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” üyesi olarak yer alması; 2937 sayılı
kanunun; “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve
yükümlülükleri” başlıklı 5 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları;
“Bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının yukarıda belirtilen görev ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesiyle
ilgili koordinasyonun sağlanması ve istihbarat çalışmalarının yöneltilmesinde,
temel görüşleri oluşturmak üzere, MİT Müsteşarının Başkanlığında Milli
İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) kurulmuştur.
Kurul, üç ayda bir; Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri veya Yardımcısı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya
Yardımcısı, bakanlıkların müsteşarları, kurum ve kuruluşların yetkili
amirleri, MİT’in ilgili başkanları ile MİT Müsteşarının çağıracağı diğer
kamu görevlilerinin iştirakiyle toplanır.” Kapsamında her
iki kurumun görev alanlarında çakışmalar bulunduğu ve ayrıca Milli
İstihbarat Koordinasyon Kurulu’na Milli İstihbarat Müsteşarı başkanlık eder
ve bu kurula İçişleri Bakanı katılırken, Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığına İçişleri Bakanının başkanlık etmesi büyük bir çelişki olup,
arz edilen hususlar nazara alındığında, Anayasa 104 üncü maddesi birinci
fıkrası gereğince düzenli ve uyumlu çalışması Anayasal gereklilik olan
Devlet organları arasında çatışma yaratabilecek niteliktedir. Ayrıca
4 üncü maddenin ikinci fıkrasında Kurul içerisinde Adalet Bakanlığı
müsteşarı da sayılmıştır. Oysa Anayasamızın 159 uncu maddesinde Adalet
Bakanlığı müsteşarı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tabii üyesidir.
Anayasamızın üçüncü bölümünde düzenlenen Yargı başlığı içinde yer alan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu niteliği itibariyle
adli ve idari tüm yargı teşkilatının düzenlenmesinde belirleyici rolü olan
bir kuruldur. Bu Kurulun üyesi olan Adalet Bakanı Müsteşarının İçişleri
Bakanı Başkanlığında oluşan, başka bir kurula üye olarak belirlenmesi Anayasamıza
özellikle 138 inci ve 159 uncu maddelerine aykırılık teşkil eder.
Yukarıdaki izahatla birlikte
dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin
birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle, 17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 4 üncü maddesi ikinci fıkrası; Anayasanın 2 nci,
6 ncı, 7 nci, 8 inci,
13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü, 117 nci,
138 inci ve 159 uncu maddelerine aykırıdır.
5) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 5 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
5.1.) İkinci fıkrasının “Bakanın onayı
ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları” İbaresi
Anayasanın 113 üncü maddesi birinci
fıkrası şu şekildedir: “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri,
yetkileri ve teşkilatı kanunla düzenlenir.”
Ve yine Anayasanın 6 ncı maddesi de;
“Egemenlik, kayıtsız şartsız
Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın
koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir
surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya
organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
Hükmünü amirdir. Buna göre; Anayasanın
113 üncü maddesi gereğince yürürlükte bulunan 3046 sayılı yasa ve yine 3152
sayılı yasa hükümleri kapsamında İçişleri Bakanına “özel ihtisas ve
araştırma komisyonu kurma” yetkisi tanınmamıştır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin
sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını
buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986
gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve
E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa
koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek
tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk
da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında madde
tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci
maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin, 15.01.2009 tarih
ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.
İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim
esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça
verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
Bu anlamda, Bakanlıkların Kuruluş ve
Görev Esasları hakkında çerçeve kanun niteliğindeki 3046 sayılı kanun
hükümlerinde tanınmayan bir yetkinin 5952 sayılı kanunla dolaylı yoldan
tanınması İdarenin kanuniliği ilkesi ile de çatışmaktadır.
Yukarıdaki izahatla birlikte
dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin
birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle, 17.02.2010 tarih ve 5952
sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun” un; 5 inci maddesi ikinci fıkrasının “Bakanın onayı ile
özel ihtisas ve araştırma komisyonları” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü
maddelerine aykırıdır.
5.2) Üçüncü Fıkrası
Düzenleme; yukarıda verilen; 5952
sayılı Kanunun 1 inci maddesi, birinci cümlesi, “…terörle mücadeleye
ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve
kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına
bağlı” tümcesine ilişkin açıklamalar doğrultusunda, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü
maddelerine aykırıdır.
6) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 6 ncı Maddesi, Birinci Fıkra “Terörle”
İbaresi; Birinci Fıkra (a) ve (b) Bendleri,
Birinci Fıkra (c) Bendi “veya yaptırmak” İbaresi; Birinci Fıkra (ç) Bendi
“Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” İbareleri; Birinci Fıkra (f)
Bendinin Anayasaya Aykırılığı
Kanun uygulamasında; “Güvenlik
kuruluşları” ve “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18,
K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme
yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki
Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak
düzenlenmiş alanda kural koyabilir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer
alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna
Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü,
E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:
“Yasa koyucu, belli konularda gerekli
kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların
uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o
alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak
üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.
Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin,
yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.
Verilen kararda da yer bulduğu üzere,
kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş
olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında,
idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak
vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa,
kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına
gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla
yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin,
15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7
nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun
açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
(f) alt bendi ile getirilen, “İnceleme
ve denetleme yapmak ya da yaptırmak” düzenlemesi; Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve
sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde
öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile Anayasanın 13 üncü maddesinde
öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kapsamında ölçülülük
ilkesine uymamaktadır.
17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”
un; 6 ncı maddesi, birinci fıkra “Terörle”
ibaresi; birinci fıkra (a) ve (b) bendleri,
birinci fıkra (c) bendi “veya yaptırmak” ibaresi; birinci fıkra (ç) bendi
“Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” ibareleri; birinci fıkra (f)
bendi; Anayasanın 2 nci, 7 nci,
8 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
7) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 7 nci Maddesi Birinci Fıkra, “bakana”
İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
Yukarıda, Kanunun 1 inci maddesi,
birinci cümlesi, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri
geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu
sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesine dair açıklamalar
kapsamında Anayasaya aykırıdır.
17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun
“İstihbarat Değerlendirme Merkezi” başlıklı, 7 nci
maddesi birinci fıkra, “bakana” ibaresi; Anayasanın; 2 nci,
6 ncı, 7 nci, 8 inci,
13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.
8) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 8 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
Hukuk düzenimizde, 3046 sayılı
Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile 13.12.1983 gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev
Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin
Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç”
başlıklı 1 inci maddesi; “Bu Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli,
süratli, etkili, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülebilmesi için
bakanlıkların kurulmasına, teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve
usulleri düzenlemektir.” hükmünü amir olup, “Kapsam” başlıklı 2 nci maddesi “Bu Kanun, Milli Savunma Bakanlığı hariç
diğer bakanlıkların merkez, taşra, yurt dışı teşkilatları ile bağlı ve
ilgili kuruluşlarını kapsar.” düzenlemesini içermektedir. 3046 sayılı
Kanun’un 16 ncı maddesi (d) bendi; “Bir
bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” buyurucu düzenlemesini
içermekte olup, aynı Kanun’un 15 inci maddesi ise; “Hiyerarşik kademeler ve
birim unvanları” başlığı altında; bakanlık merkez, taşra, yurtdışı
teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşların hiyararşik
kademelerini; hizmetin özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar dikkate
alınmak kaydıyla ne şekilde düzenleneceği tahdidi olarak belirlenmiştir. Bu
belirlemeye göre; Bakanlık merkez teşkilatında, 1 Müsteşarlık, Müsteşarlığa
bağlı Genel Müdürlük, Kurul veya Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük veya
Kurul Başkanlığına bağlı Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü şeklinde örgütlenmek
olasıdır ve dolayısıyla, kanun birden fazla müsteşarlığa cevaz vermediği
gibi, 5952 sayılı Kanunla öngörülen “merkez”; “il müdürlüğü” veya “büro”
şeklinde bir hiyerarşik kademenin kabulü de hukuk düzenimizde olası
değildir. Dolayısıyla,
İçişleri Bakanlığına bağlı, maddeyle öngörülen şekilde bir “İstihbarat
Değerlendirme Merkezi” kurulması hukuken olanaksızdır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını
buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986
gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve
E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa
koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek
tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk
da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında,
düzenleme; hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci
maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.
Diğer taraftan; Anayasanın 95 inci
maddesine göre yasama organı çalışmalarını kendi yaptığı iç tüzük hükümlerine
göre yürütmekle yükümlüdür. TBMM İç Tüzüğü’nün 85 inci maddesi; kanun
tasarı ve tekliflerinin Anayasa dili, kanun yazılış tekniği bakımından
incelenmesi şartını aramaktadır. Kanun tekniği bakımından kıstasın ise,
19.12.2005 tarih ve 2005/9986 sayılı, Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlük
kazanan “Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”
hükümlerinden alınacağı açıktır. Bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci
fıkrası (ç) bendi, bir tasarı taslağı hazırlanırken ilgili tüm mevzuatın
incelenmesini gerekiyorsa bunlarda da değişiklik yapılmasını öngörmektedir.
Bu hüküm de, yasalar arasında uyum sorununu engellemek amacına yöneliktir.
Bu uyumun sağlanmaması durumunda ise, hukuk devleti ilkesinin zedeleneceği
ve bu düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesine
aykırılık taşıyacağı açıktır.
Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih
ve E:1989/11, K:1989 sayılı kararında; “Anayasanın 2 nci
maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında Hukuk Devleti ilkesine
de yer vermiştir. Hukuk Devleti, Devletin bütün faaliyetlerinde hukukun
egemen olduğu devlettir. Bu tür devlette de “Hukuk güvenliği” ni sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Devlet,
görevlerini yerine getirirken, “Hukuk devleti” niteliğini yitirmemeli,
hukukun uygar ülkelerinde kabul edilen temel ilkelerini sürekli göz önünde
tutmalıdır. Böyle bir düzende, “Devlete güven” ilkesi, vazgeçilmez temel ögelerdendir. Devlete güven, hukuk devletinin sağlamak
istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar.
Yasaların Anayasaya uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven
ve saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak gerekir”
ifadelerine yer verilmiştir.
Bir başka husus, maddede kurulması
öngörülen Merkezin kuruluş amacı; “terörle mücadele alanında oluşturulacak
politika ve strateji ile alınacak tedbirlere esas olmak üzere, ilgili
birimlerden stratejik istihbaratın alınması ve değerlendirilmesi”; olarak
belirlenmiştir. Ancak, kanun uygulamasında “terör” kavramının neyi işaret
ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa
Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında ifade
edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001)
“Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği
ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci
maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez.
Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer
alan “kanunla düzenlenir” değiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna
Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü,
E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:
“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları
koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların
uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o
alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak
üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.
Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin,
yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.”
Verilen kararda da yer bulduğu üzere,
5952 sayılı kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer
verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında,
idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak
vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa,
kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına
gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla
yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.
Anayasanın 113 üncü maddesi birinci
fıkrası; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı
kanunla düzenlenir.” şeklindedir, dolayısıyla Bakanlık teşkilatına ilişkin
3046 sayılı çerçeve kanun hükümlerine uyum Anayasal zorunluluktur. 3046
sayılı kanunun 3 üncü maddesine göre; “Bakanlıkların kurulması,
kaldırılması, mevcut bakanlıkların bölünmesi veya birleştirilmesi,
bakanlıkların görevleri, yetkileri ve teşkilatı bu Kanun esaslarına göre
düzenlenir.” Böylelikle, her bir bakanlığın teşkilat ve görevleri hakkında
kanun, bu kanunda belirlenen esaslar ve ilkeler doğrultusunda kurallar
getirilmesinin zorunlu kılınması, Anayasanın 123 üncü maddesi ile getirilen
idarenin kanuniliği ilkesinin bir sonucudur. Nitekim,
Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı
Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde
“Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu
yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle
bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri,
merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu
tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye
dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve
organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek
şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
İkinci fıkra ile;
ihtiyaç duyulan istihbari bilgilerin Genelkurmay
Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı
tarafından Müsteşarlığa verilmesi buyurucu biçimde düzenlenmiş ve herhangi
bir sınırlama da getirilmemiştir. Oysa, sayılan
kurumların her biri doğrudan Başbakanlığa bağlı yapılar olup, bu şekilde
kurumsal hiyerarşinin aşılmasının Anayasanın 104 üncü maddesine aykırı
olduğu açıktır.
17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”
un; 8 inci maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve
123 üncü maddelerine aykırıdır.
9) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 9 uncu Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
9.1) Birinci Fıkrası, (a) Bendi
Birinci alt bendindeki; “….uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak..”
tümcesi, ikinci alt bendindeki, “Güvenlik kuruluşları” ibaresi, üçüncü alt
bendindeki; “Valilikler” ibaresi, dördüncü alt bendi “Belirlenen
politikalar ile sosyo – ekonomik politikaların
uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu
sağlamak”,
Kanunun 6 ncı
maddesinde Müsteşarlığa verilen görevler arasında, sadece politika ve
stratejilerin belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek sayılmışken, madde
ile belirlenen politikaların uygulanmasına ilişkin eylem planları hazırlamaktan
ve belirlenen politikalar ile sosyo – ekonomik
politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi de ana hizmet birimi görevleri
arasında sayılmıştır. Yine, Valilikler doğrudan ilgili mevzuat hükümlerine
tabi organlar olup, bu mevzuatla ilgi ve uyumu sağlanmadan yapılan
düzenleme Anayasanın 2 nci ve 104 üncü maddesine
aykırıdır.
Yine, düzenlemenin belirtilen ibare ve
tümceleri, Anayasamızın 6 ncı maddesinin üçüncü
fıkrası; “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet
yetkisini kullanamaz” hükmüne aykırıdır.
Kanun uygulamasında; “Güvenlik
kuruluşları” ve “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18,
K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme
yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki
Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak
düzenlenmiş alanda kural koyabilir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer
alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna
Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü,
E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:
“Yasa koyucu, belli konularda gerekli
kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların
uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o
alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak
üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.
Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin,
yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.
Verilen kararda da yer bulduğu üzere,
kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş
olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında,
idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak
vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa,
kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına
gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla
yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin,
15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7
nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun
açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve
sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde
öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile,
Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması kapsamında ölçülülük ilkesine uymamaktadır.
Düzenleme, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 104 üncü ve 123 üncü maddelerine
aykırıdır.
9.2) Birinci Fıkrası, (b) Bendi
Birinci alt bendi; “Veri, bilgi ve
belgeleri toplamak, tasnif etmek,” tümcesi,
Düzenlemede, herhangi bir sınırlama
getirilmeksizin “veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” görevinin
verilmesi hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Veri, bilgi ve belgeleri toplamak her
türlü kişisel verileri de kapsama alacağından, Anayasanın 13 üncü, 20 nci, 25 inci maddelerine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin, 21.06.1989 tarih
ve E:1988/38, K:1989/26 sayılı kararında; “Temel hak ve özgürlüklerin soyut
Anayasa kuralları olmaktan çıkarılması, kullanılabilir ve uygulanabilir
duruma getirilmeleri, dolayısıyla kişi yönünden pratik bir değer
taşıyabilmeleri için sınırlarının belirtilmesi, kullanma ve uygulama
yollarının gösterilmesi gerekir. Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak ve
özgürlükler üzerinde yerine göre yapılması gereken sınırlamaların ne tür
tasarruflarla, ne gibi sebeplere dayanılarak ve hangi ölçüler içerisinde
yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu belirlemeye göre, temel hak ve
özgürlükler üzerindeki sınırlama ancak yasayla yapılabilecek, sınırlamayı
haklı gösterecek sebep olarak ancak maddede sayılı ve sınırlı olarak
gösterilmiş bulunan genel sınırlama nedenleriyle Anayasanın ilgili diğer
maddelerinde öngörüleri özel sınırlama sebeplerine dayanılacak “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” de sınırlamanın ölçüsünü oluşturacaktır.”
Yine Anayasa Mahkemesinin 25.06.2009
tarih; E:2008/30 ve K:2009/96 sayılı kararında;
Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak
ve hürriyetlerin ancak Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da Anayasanın sözüne, ruhuna,
demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı
belirtildiği, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, Özel Hayatın ve Aile
Hayatının Korunması başlıklı 8 inci maddesinde ise; Herkesin özel ve aile
hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip
olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak
ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda,
zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu
olabileceği halde, bu gerekliliklere ve ilkelere uyulmaksızın soy bağı
kurumunun özüne dokunur nitelikte bir sınırlama getiren Türk Medeni Kanunu
289 uncu maddesi Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı düşmektedir.”
Yine, Anayasa Mahkemesinin 20.03.2008
tarih; E:2006/167 ve K:2008/86 sayılı kararında;
“İtiraza konu 8 inci madde hükmüyle
sayım ve örnekleme çalışmalarına konu olan, hakkında veri toplanacak gerçek
ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşların yetkililerine cevap verme yükümlülüğü
getirilmiş, bu yükümlülüğe uymayanların da 54 üncü maddede gösterilen
biçimde idari para cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür.
Maddede açıklayıcı bir düzenleme
bulunmadığı için, “kişisel veri” veya “isteme bağlı veri” olarak
adlandırılan, belirli veya belirlenebilir kişilerle ilgili her türlü
bilgilerin istenebileceği kuşkusuzdur.
İstatistiki birimlerin kendilerinden istenen
bilgileri belirlenen şekil ve sürede eksiksiz ve hatasız olarak vermek zorunluluğuna
uyulmaması idari para cezası yaptırımına bağlanmış olmasına karşın,
istenilecek veri ve bilgilerin kapsamı ya da sınırlarının ne/neler
olacağına, başka bir anlatımla, temel hak ve özgürlüklere müdahale
niteliğinde olan veri ve bilgilerin bu zorunluluk kapsamında bulunup
bulunmadığına ilişkin herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Dolayısıyla,
istatistiki birimler kendilerinden istenildiği
takdirde her türlü bilgiyi temel hak ve özgürlüklerine müdahale niteliğinde
olsa bile vermek zorundadırlar.
Anayasanın 20 nci
maddesinde herkesin özel hayatına ve aile yaşayışına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahip olduğu; 25 inci maddesinde de herkesin düşünce ve
kanaat özgürlüğüne sahip olduğu, her ne sebep ve amaçla olursa olsun
kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı hüküm altına
alınmıştır. 20 nci madde gerekçesinde, özel
hayatın korunmasının her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması,
resmi makamların özel hayata müdahale edememesi anlamına geldiği
belirtilmiştir.
AİHM kararlarında da belirtildiği gibi,
özel hayat bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar geniş bir kavram olup
devletin yetkili temsilcileri tarafından ilgililer hakkında rızası
olmaksızın bilgi toplamasının her zaman söz konusu kişinin özel hayatını ilgilendireceği
kuşkusuzdur.
Anket formlarında yer alan bazı sorular
özel yaşamın gizliliği ile düşünce ve kanaatin açıklanması sonucunu doğurabilir.
Bir ülkede en güçlü veri tekeli idaredir. Bu gücün sınırlandırılması özel
yaşamın ve düşünce ve kanaat özgürlüğünün korunması bakımından önemlidir.
Anayasanın 20 nci
ve 25 inci maddelerinde yer alan güvencelere rağmen itiraza konu 8 inci
madde hükmüyle kişiler, bilgi toplama, saklama, işleme ve değiştirme tekeli
olan idareye ve diğer kişilere karşı korumasız bırakılmış, veri toplamanın
sınırlarına yasal düzenlemede yer verilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu
kuralların Anayasanın 20 nci ve 25 inci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.”
Düzenleme, Anayasanın; 13 üncü, 20 nci, 25 inci maddelerine aykırıdır.
İkinci alt bendi, “……yaptırmak”
ibaresi
“İnceleme ve denetleme yapmak ya da
yaptırmak” düzenlemesi; Anayasanın 2 nci
maddesine aykırıdır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve
sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde
öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile,
Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması kapsamında ölçülülük ilkesine uymamaktadır.
Düzenleme, Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 13 üncü maddelerine aykırıdır.
Dördüncü alt bendi; “Terörle” ibaresi;
Kanun uygulamasında “terör” kavramının
tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta
bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme
yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını
çizmemektedir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel
hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren
kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü
maddesinde açıkça yer almaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin,
15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7
nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun
açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Düzenleme; Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 13 üncü
maddelerine aykırıdır.
10) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 10 uncu Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
Birinci fıkrasının, (b) bendinin;
Birinci alt bendi “Terörle mücadele
mevzuatını ve uygulamasını değerlendirmek, günün şartlarına göre geliştirmek.”
Cümlesi
Anayasanın 6 ncı
maddesinde, “Hiçbir kimse kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz” ve 7 nci maddesinde de, “Yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki
devredilemez.”; denilmektedir. Dolayısıyla, yasama yetkisini kapsar
biçimde, madde ile mevzuatı günün şartlarına göre geliştirmek görevinin
verilmesi Anayasanın 2 nci, 6 ncı
ve 7 nci maddelerine aykırıdır.
Birinci fıkrasının, (c) bendinin;
Birinci ve ikinci cümlesi “…Bakan onayı
ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel
çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit
edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan
ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık
brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel
olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde
ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme
bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya
statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.”
Anayasa 128 inci maddede; Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili olarak
“Genel İlkeler” başlığı altında, “Devletin, kamu iktisadî
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve
sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri,
aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
3046 sayılı Kanun Bakanlıkların Kuruluş
ve teşkilat esaslarını belirleyen çerçeve kanun olup, bu çerçeve kanun ile
bakanlıklarda sözleşmeli surette ve keza müsteşar müşaviri pozisyonunda istihdam
kabul edilmemiştir. Aynı şekilde, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanunda da bu tarz bir istihdama imkan
verilmemiştir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986
gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve
E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa
koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek
tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk
da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında,
düzenleme, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci
maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.
Düzenleme, Anayasanın 2 nci ve 128 inci maddelerine aykırıdır.
11) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 13 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
Madde ile,
özel uzmanlık isteyen konularda kadro karşılığı olmaksızın tam gün veya
kısmi gün veya belli bir konu veya proje bazında, konu veya projenin süresi
ile sınırlı olmak koşuluyla sözleşmeli personel ve yabancı uzman çalıştırılabilmesine
olanak tanınmıştır. Çalıştırılacak olan personel hakkında hiçbir kiritere ve vasfa yer verilmediği gibi çalıştırılacak
personelin sayısı hakkında da bir sınırlama getirilmemiştir. Çalıştırılma
şekli, sayısı gibi konularda tamamıyla ucu açık bir personel rejimi
öngörülmüştür. Bu madde ile binlerce hatta daha fazla sınırsız personel
istihdamı söz konusu olabilecektir. Ayrıca müsteşarlığın kuruluş amacına
yönelik bilgi birikimine sahip olmayan personel de söz konusu madde
uyarınca istihdam edilebilecektir. Çünkü bu konuda da herhangi bir
sınırlama öngörülmemiştir. Anayasanın 128 inci maddesinde; “Devletin, kamu
iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve
sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve
yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük
işleri kanunla düzenlenir.” hükmü yer almaktadır. Sözleşmeli personel konusunda
yasa ile yapılması gereken düzenlemeler idarenin takdirine bırakılmıştır.
Bu nedenle düzenleme Anayasanın 128 inci maddesine aykırıdır.
Ayrıca Devletin tüm istihbari
bilgilerinin toplanmasının öngörüldüğü Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nda
“yabancı uzman” çalıştırılabilmesinin benimsenmesi, bu istihdamın karşılıklılık
ilkesi koşuluna bağlanmamış olması, kamu yararının bulunmaması, ülke
bağımsızlığına zarar verebilecek nitelikte bulunması nedenleriyle Anayasaya
aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin 15.10.2009 tarih
ve E:2006/119, K:2009/145 sayılı kararında; “Diğer taraftan iptali istenen
düzenleme, “karşılıklılık” ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Türk Yabancılar
Hukukunun temel ilkelerinden en önde geleni, karşılıklılıktır.
Karşılıklılık (mütekabiliyet) esası, öğretide en az iki devlet arasında
uygulanan ve her birinin ülkesinde diğerinin vatandaşlarına aynı mahiyetteki
hakları karşılıklı tanımalarını ifade eden bir prensip olarak izah
olunmaktadır. Bu prensibe göre; bir yabancının Türkiye’de bir haktan
yararlanabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da o yabancının
ülkesinde aynı tür ve nitelikte olan haklardan yararlandırılmasına
bağlıdır. Karşılıklı muamele esası, antlaşma ile ya da kanunla konulabilir.
Anayasamızın Başlangıç kısmının ikinci
paragrafında yer alan “Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli
bir üyesi olarak ...” ibaresi, milletlerarası hukuk ilişkilerimizde
karşılıklılık ilkesinin esas alınacağını göstermektedir. Karşılıklılığın
etkisiz hale gelebildiği bir durumda ise, milletlerin eşit haklara sahip olduğundan
söz edilemez.” İfadeleri ile subut bulduğu üzere,
karşılıklılık ilkesini gözetmeyen düzenleme, Anayasaya aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin 23.12.2005 tarih
ve E:2004/68 ve K:2005/104 sayılı kararındaki gerekçeler de konunun
değerlendirilmesinde önem arzeden hususlardır:
“Yabancının klasik insan hak ve
özgürlüklerinden bazılarından vatandaş gibi yararlandırılmamasının, bu
hakların kimi sınırlama ya da kısıtlamalara tabi tutulmasının nedenlerini
Devleti korumak, onun devamlılığını sağlamak gibi düşüncelerde aramak
gerekir. Devletler arasında, ticari, iktisadi,
askeri ve kültürel ilişkilerin olabildiğince arttığı, insancıl düşüncelerin
son derece yaygınlaştığı günümüzde aynı mülahazaların büsbütün gücünü
yitirdiği söylenemez. Tarih boyunca, devletler ülkelerindeki yabancı
unsurlara kuşku ile bakmışlar, bazı hakları onlardan esirgemişler,
bazılarını ise kimi koşullara, bağlamak suretiyle sınırlamışlardır.
Anayasamızın 16 ncı maddesinde de, Anayasanın 12 nci maddesinde herkese tanınan temel hak ve özgürlüklerin,
yabancılar için, uluslararası hukuka uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği
kurala bağlanmıştır.
Yabancıların temel hak ve özgürlüklerin
kimilerinden yurttaşlar gibi yararlandırılmamasının, bu hakların kimi
sınırlama ya da kısıtlamalara bağlı tutulmasının nedenlerini Anayasa
Mahkemesinin yabancılara mülk satışı ile ilgili 13.06.1985 günlü,
E:1984/14, K:1985/7 sayılı kararında da belirtildiği gibi, Devlet’i
korumak, onun sürekliliğini sağlamak gibi düşüncelerde aramak gerekir.
Devletin geleceği üzerinde doğrudan
etkisi olan yaşamsal önemdeki konularda, yabancıların ağırlığını önleyici
kuralların getirilmesi, bağımsızlığın korunması yönünden zorunludur….
Türkiye Cumhuriyetinin dünya milletler
ailesine bağımsız bir devlet olarak kabulünün uluslararası belgesi Lozan
Barış Antlaşmasıdır. Bu antlaşmaya ekli İkamet ve Selahiyeti Adliye Hakkındaki Mukavelenamede;
yabancıların ülkede mülk edinmeleri konusunda mütekabiliyet şartı
öngörülmüş, bu tarihten sonra düzenlenen konu ile ilgili yasalarda ve
yapılan birçok antlaşmada mütekabiliyet şartı getirilmek suretiyle,
karşılıklı muamele esası, gerek antlaşmalar hukuku, gerek mevzuu hukuk
olarak Türk Yabancılar Hukukunun genel ilkelerinden biri haline
dönüştürülmüştür.
Anayasanın 176 ncı
maddesinde, Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten Başlangıç
kısmının, Anayasa metnine dahil olduğu açıklanmış,
anılan maddenin gerekçesinde de Başlangıç kısmının, Anayasanın diğer
hükümleriyle eşdeğerde olduğu vurgulanmıştır.
Anayasanın cumhuriyetin niteliklerini belirleyen
2 nci maddesinde ise “Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olduğu
belirtilmiştir.
Başlangıcın 2 nci
paragrafındaki; Türkiye Cumhuriyetinin “Dünya milletler ailesinin eşit
haklara sahip şerefli bir üyesi olduğu ilkesiyle, devletin beşeri unsurunu
oluşturan milletin diğer milletlerle hak eşitliğine sahip bulunduğu vurgulanmıştır.
Başlangıcın 5 inci paragrafında ise
“Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin karşısında korunma göremeyeceği”
ilkesi ile, Anayasanın öngördüğü hukuk düzeni içinde, milli menfaatlerin
her şeyin üstünde tutulması gereği belirlenmiştir….
Karşılıklı muamele (mütekabiliyet)
esası uluslararası ilişkilerde eşitliği sağlayan bir denge aracıdır…
Nitekim Anayasa Mahkemesinin 18.02.1985
tarih ve E:1984/9, K:1985/4 sayılı kararında, “Anayasanın 5 inci maddesinde
yer alan Türk Milletinin bağımsızlığı ilkesinin, siyasi ve ekonomik
bağımsızlığı içerdiği kuşkusuzdur; siyasi ve ekonomik bağımsızlık
kavramlarının yalnız başlarına bir anlam ifade etmedikleri, birbirlerini
tamamlayan kavramlar oldukları görüşü de doğrudur.”
denilmiştir. Ayrıca bir ülkedeki bağımsızlık
kavramının ulusal savunma ve ulusal güvenlik ile ilişkisi düşünüldüğünde
önemli bir haberleşme şebekesinin yabancı sermayeye bırakma sonucunu
verebilecek bir düzenlemenin, ülke savunması bakımından yaratacağı
sakıncaları ayrıntılı biçimde belirtmeye herhalde gerek yoktur. Çünkü, haberleşme birimleri yabancılarca işletilen bir
devletin bu alanda bağımsızlığından söz edilemeyeceği gibi, bir savaş
durumunda ulusal savunmasının temellerinden olan ulusal ve askeri
haberleşmesinin felce uğrayacağı, böylelikle eli kolu bağlı duruma düşeceği
herkesçe bilinmektedir.
Anayasanın başlangıç kısmının
03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun ile değişik beşinci paragrafında,
“Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatleri...nin karşısında korunma göremeyeceği...” ilkesine
aykırı, Anayasanın 5 inci maddesindeki “Türk Milletinin bağımsızlığını
koruma” görevi ile çelişen bir düzenlemedir.
Anayasa Mahkemesinin 07.11.1989 tarihli
E:1989/6, K:1989/42 sayılı kararında,
“Yasal düzenlemelerin Cumhuriyetin
temel niteliklerinden birisi olan hukuk devleti ilkesine uygun olması kaçınılmaz
bir zorunluluktur. Yönetilenlere, en güçlü, en etkin ve en kapsamlı biçimde
hukuksal güvenceyi sağlayan hukuk devleti, tüm devlet organlarının eylem ve
işlemlerinin hukuka uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayarak insan
hakları, temel haklar ve özgürlükler yönünden Anayasal ilkeler düzeyine
ulaşmış kurallara dayanır. Hukukun üstünlüğünü, toplumsal barışı ve ulusal
dayanışmayı amaçlamayan Anayasanın öncelik ve bağlayıcılığını gözetmeyen,
hukukun evrensel kurallarına saygılı olmayan, adaletli bir düzeni
gerçekleştirmeyen, kişilere değer vermeyen, çağdaş kurum ve kurallarla uyum
sağlamayan devletin hukuk devleti olduğundan söz edilemez. …
Anayasa Mahkemesinin bu kararında
devlete kaynak sağlamak amacıyla gerekli düzenlemeler gerçekleştirilirken
hukuksal ilkelerin yıpranıp yıkılmasına duyarsız kalınamayacağı açıkça
belirtilmiştir. 5189 sayılı Kanunun 2 nci
maddesinin 406 sayılı Kanunun ek 17 nci
maddesinin üçüncü fıkrasını madde metninden çıkarılması için yapılan
düzenlemede; Türk Telekom’un yabancılara satılarak devlete kaynak
yaratılmak istenmesi tek ölçek olarak görülmüş, hukuk devletinin
vazgeçilmez öğelerinden olan “yasaların kamu yararına dayanması” ilkesi
gözetilmediği gibi “karşılıklılık, “hukuk devleti” ve “Anayasanın üstünlüğü
ve bağlayıcılığı” ilkeleri de dikkate alınmamış ve nihayet “bağımsızlık
ilkesi” nin yıpranmasına duyarsız kalınmıştır. Bu
nedenle, yapılan bu düzenleme Anayasanın 2 nci ve
11 inci maddelerine ve Anayasa Mahkemesinin yukarıda açıklanan kararına da
aykırıdır.
Anayasanın 153 üncü maddesinin son
fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama yürütme ve yargı organları
ile yönetim makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı öngörülmüştür.
Bu kural gereğince Yasama Organı, yapacağı yeni düzenlemelerde daha önce
aynı konuda verilen Anayasa Mahkemesi kararlarını gözönünde
bulundurmak, bu kararları etkisiz bırakacak biçimde yeni yasa çıkarmamak ve
Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen kuralları tekrar yasalaştırmamak
yükümlülüğündedir.”
Düzenleme; Anayasanın 176 ncı maddesi uyarınca Başlangıç hükümlerine, Anayasanın
2 nci, 5 inci, 11 inci, 128 inci ve 153 üncü
maddelerine aykırıdır.
Dördüncü fıkrası;
Dördüncü fıkranın son cümlesinde “Bu
fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar ile söz konusu personele
yapılacak diğer ödemeler Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile tespit
edilir.” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla, diğer ödemeler olarak anılan
bir grup ödeme konusunda idareye yetki verilmiştir. Anayasanın 128 inci
maddesi “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri,
aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmüne
amirdir. Dördüncü fıkranın son cümlesi yasa ile yapılması gereken
düzenlemeler için idareye sınırsız yetki devrini içermektedir. Bu nedenle
söz konusu düzenleme Anayasanın 128 inci maddesine aykırıdır.
Düzenleme; Anayasanın 128 inci
maddesine aykırıdır.
12) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 15 inci Maddesinin İkinci Cümlesi, “Bu kapsamda Müsteşarlık
tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum
ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilir.” Düzenlemesinin
Anayasaya Aykırılığı
Düzenlemede, herhangi bir sınırlama
getirilmeksizin “her türlü bilgi ve belgele talebinin ilgili bakanlık,
kurum ve kuruluşlar tarafından yerine getirilmesi” nin
öngörülmüş olması hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Bilgi ve belgelerin, her türlü kişisel
verileri de kapsama alacağı açık olup düzenleme, Anayasanın 13 üncü, 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin, 21.06.1989 tarih
ve E:1988/38, K:1989/26 sayılı kararında; “Temel hak ve özgürlüklerin soyut
Anayasa kuralları olmaktan çıkarılması, kullanılabilir ve uygulanabilir
duruma getirilmeleri, dolayısıyla kişi yönünden pratik bir değer
taşıyabilmeleri için sınırlarının belirtilmesi, kullanma ve uygulama
yollarının gösterilmesi gerekir. Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak ve
özgürlükler üzerinde yerine göre yapılması gereken sınırlamaların ne tür
tasarruflarla, ne gibi sebeplere dayanılarak ve hangi ölçüler içerisinde
yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu belirlemeye göre, temel hak ve
özgürlükler üzerindeki sınırlama ancak yasayla yapılabilecek, sınırlamayı
haklı gösterecek sebep olarak ancak maddede sayılı ve sınırlı olarak
gösterilmiş bulunan genel sınırlama nedenleriyle Anayasanın ilgili diğer
maddelerinde öngörüleri özel sınırlama sebeplerine dayanılacak “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” de sınırlamanın ölçüsünü oluşturacaktır.”
Yine Anayasa Mahkemesinin 25.06.2009
tarih; E:2008/30 ve K:2009/96 sayılı kararında;
Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak
ve hürriyetlerin ancak Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da Anayasanın sözüne, ruhuna,
demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı
belirtildiği, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, Özel Hayatın ve Aile
Hayatının Korunması başlıklı 8 inci maddesinde ise; Herkesin özel ve aile
hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip
olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak
ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir
toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz
konusu olabileceği halde, bu gerekliliklere ve ilkelere uyulmaksızın soy
bağı kurumunun özüne dokunur nitelikte bir sınırlama getiren Türk Medeni
Kanunu 289 uncu maddesi Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı düşmektedir.”
Yine, Anayasa Mahkemesinin 20.03.2008
tarih; E:2006/167 ve K:2008/86 sayılı kararında;
“İtiraza konu 8 inci madde hükmüyle
sayım ve örnekleme çalışmalarına konu olan, hakkında veri toplanacak gerçek
ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşların yetkililerine cevap verme yükümlülüğü
getirilmiş, bu yükümlülüğe uymayanların da 54 üncü maddede gösterilen
biçimde idari para cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür.
Maddede açıklayıcı bir düzenleme
bulunmadığı için, “kişisel veri” veya “isteme bağlı veri” olarak
adlandırılan, belirli veya belirlenebilir kişilerle ilgili her türlü
bilgilerin istenebileceği kuşkusuzdur.
İstatistiki birimlerin kendilerinden istenen
bilgileri belirlenen şekil ve sürede eksiksiz ve hatasız olarak vermek
zorunluluğuna uyulmaması idari para cezası yaptırımına bağlanmış olmasına
karşın, istenilecek veri ve bilgilerin kapsamı ya da sınırlarının ne/neler
olacağına, başka bir anlatımla, temel hak ve özgürlüklere müdahale
niteliğinde olan veri ve bilgilerin bu zorunluluk kapsamında bulunup
bulunmadığına ilişkin herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Dolayısıyla,
istatistiki birimler kendilerinden istenildiği
takdirde her türlü bilgiyi temel hak ve özgürlüklerine müdahale niteliğinde
olsa bile vermek zorundadırlar.
Anayasanın 20 nci
maddesinde herkesin özel hayatına ve aile yaşayışına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahip olduğu; 25 inci maddesinde de herkesin düşünce ve
kanaat özgürlüğüne sahip olduğu, her ne sebep ve amaçla olursa olsun
kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı hüküm altına
alınmıştır. 20 nci madde gerekçesinde, özel
hayatın korunmasının her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması,
resmi makamların özel hayata müdahale edememesi anlamına geldiği
belirtilmiştir.
AİHM kararlarında da belirtildiği gibi,
özel hayat bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar geniş bir kavram olup devletin
yetkili temsilcileri tarafından ilgililer hakkında rızası olmaksızın bilgi
toplamasının her zaman söz konusu kişinin özel hayatını ilgilendireceği
kuşkusuzdur.
Anket formlarında yer alan bazı sorular
özel yaşamın gizliliği ile düşünce ve kanaatin açıklanması sonucunu doğurabilir.
Bir ülkede en güçlü veri tekeli idaredir. Bu gücün sınırlandırılması özel
yaşamın ve düşünce ve kanaat özgürlüğünün korunması bakımından önemlidir.
Anayasanın 20 nci
ve 25 inci maddelerinde yer alan güvencelere rağmen itiraza konu 8 inci
madde hükmüyle kişiler, bilgi toplama, saklama, işleme ve değiştirme tekeli
olan idareye ve diğer kişilere karşı korumasız bırakılmış, veri toplamanın
sınırlarına yasal düzenlemede yer verilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu
kuralların Anayasanın 20 nci ve 25 inci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.”
15 inci maddesinin ikinci cümlesi, “Bu
kapsamda Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi;
ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine
getirilir.”
Düzenleme, Anayasanın; 13 üncü, 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırıdır.
13) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 16 ncı Maddesinin İkinci Cümlesi, “Bu
Kanun kapsamında yürütülen ve gizlilik ihtiva eden işler için 5018 sayılı
Kanunun 24 üncü maddesi esaslarına göre Müsteşarlık bütçesine ödenek
konulur.” Düzenlemesinin Anayasaya Aykırılığı
5018 sayılı Kanunun Örtülü ödenek
başlıklı 24 üncü maddesi; “Örtülü ödenek; kapalı istihbarat ve kapalı savunma
hizmetleri, Devletin millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet
itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü
hizmetlerle ilgili Hükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine
konulan ödenektir. Kanunlarla verilen görevlerin gerektirdiği istihbarat
hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin bütçelerine de örtülü ödenek
konulabilir. Örtülü ödenek, bu amaçlar dışında ve Başbakanın ve ailesinin
kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare, propaganda ve seçim
ihtiyaçlarında kullanılamaz. İlgili yılda bu amaçla tahsis edilen ödenekler
toplamı, genel bütçe başlangıç ödenekleri toplamının binde beşini geçemez.
Başbakanlık ve diğer ilgili idare
bütçelerinde yer alan örtülü ödeneklerin kullanılma yeri, giderin kimin
tarafından yapılacağı, hesapların tutulma ve kapatılma yöntemi, gideri
yapanın değişmesi halinde yeni yetkiliye hangi belgelerin aktarılacağı
Başbakan tarafından belirlenir.
Örtülü ödeneklere ilişkin giderler
Başbakan, Maliye Bakanı ve ilgili Bakan tarafından imzalanan kararname esaslarına
göre gerçekleştirilir ve ödenir.” Şeklindedir. Madde ile belirlendiği
üzere, örtülü ödenek esasen başbakanlık bütçesine konulmakta ve ancak istisnaen kanunlarla verilen istihbarat hizmetlerinin
yürüten diğer kamu idarelerinin de bütçelerine örtülü ödenek
konulabilmektedir.
5952 sayılı Kanunun 1 inci ve 3 üncü
maddeleri kapsamında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, istihbarat
hizmetlerini yürüten bir kamu idaresi niteliğinde olmayıp, niteliği
itibariyle terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek
ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak
fonksiyonunu taşımaktadır. Bu anlamda, istihbari
bilgilerin toplandığı bir birim olup, bizzat istihbari
hizmet yürüttüğü iddia edilemez. Dolayısıyla, 5018 sayılı Kanun hükümleri
dairesinde bütçesine örtülü ödenek konulamaz. Nitekim;
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı
Kanunu’nun 4 üncü maddesinde sayılan görevler nazara alındığında, istihbari hizmetlerin niteliği açıkça anlaşılmaktadır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde
yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986
gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve
E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa
koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek
tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk
da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında,
Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık ortaya
çıkmaktadır.
Ayrıca, söz konusu düzenleme Anayasanın
161 inci ve 162 nci maddelerine de aykırıdır.
Anayasanın 161 inci maddesinde;
“Devletin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki kamu tüzelkişilerinin
harcamaları, yıllık bütçelerle yapılır.
Mali yıl başlangıcı ile merkezi yönetim
bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü kanunla düzenlenir.
Kanun, kalkınma planları ile ilgili
yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve
usuller koyabilir.
Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili
hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz.” Hükmü yer almaktadır.
Yine Anayasanın 162 nci
maddesinde;
“Bakanlar Kurulu, merkezi yönetim bütçe
tasarısı ile millî bütçe tahminlerini gösteren raporu, malî yılbaşından en
az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunar.
Bütçe tasarıları ve rapor, kırk üyeden
kurulu Bütçe Komisyonunda incelenir. Bu komisyonun kuruluşunda, iktidar
grubuna veya gruplarına en az yirmibeş üye
verilmek şartı ile, siyasî parti gruplarının ve
bağımsızların oranlarına göre temsili göz önünde tutulur.
Bütçe Komisyonunun ellibeş
gün içinde kabul edeceği metin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür
ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri,
Genel Kurulda, kamu idare bütçeleri hakkında düşüncelerini, her bütçenin
tümü üzerindeki görüşmeler sırasında açıklarlar; bölümler ve değişiklik
önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri,
bütçe kanunu tasarılarının Genel Kurulda görüşülmesi sırasında, gider artırıcı
veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar.” denilmektedir.
Anayasanın 161 inci ve 162 nci maddelerinde bütçelerin gerek hazırlanması gerekse
TBMM’de kabul edilmesi süreçlerinin şeffaf olması öngörülmektedir. Oysa söz
konusu düzenlemede, operasyonel yetkisi olmayan
bir oluşuma, 5018 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi esaslarına göre örtülü
ödenek ayrılması öngörülmektedir. Dolayısıyla, sadece bilgi üretiminden
sorumlu bir yapı, şeffaflıktan uzak bir şekilde harcama yetkisiyle
donatılmaktadır.
Düzenleme Anayasanın 2 nci, 161 inci ve 162 nci
maddelerine aykırıdır.
14) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 18 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
Birinci fıkrası (a) bendi ile değişik;
657 sayılı Kanuna ekli; “(I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri
Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi ve
Birinci fıkrası (b) bendi ile değişik;
657 sayılı Kanuna ekli; “(II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda”
bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresi,
Üçüncü fıkrası (a) bendi ile değişik,
14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 28 inci maddesine ek “Güvenlik politikaları ve sosyo – ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde
yürütülmesini sağlamak üzere, illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü
kurulmuştur. Bu amaçla, ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve
Bakanlığın onayı ile büro kurulabilir. Valilik, kadro, yer ve unvanlarına
bakılmaksızın ihtiyaç durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları
bu birimlerde görevlendirmeye yetkilidir.” fıkrası
Üçüncü fıkrası (b) bendi ile değişik,
14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunun 29 uncu maddesinin birinci fıkrasına ek (d) bendi; “d) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı.” ibaresi,
Dördüncü fıkrasının,
Beşinci fıkrasının,
3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve
Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13.12.1983
gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1 inci maddesi; “Bu
Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkili, verimli ve
ekonomik bir şekilde yürütülebilmesi için bakanlıkların kurulmasına,
teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir.”
hükmünü amir olup, “Kapsam” başlıklı 2 nci
maddesi “Bu Kanun, Milli Savunma Bakanlığı hariç diğer bakanlıkların
merkez, taşra, yurt dışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşlarını
kapsar.” düzenlemesini içermektedir. 3046 sayılı Kanun’un 16 ncı
maddesi (d) bendi; “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz”
buyurucu düzenlemesini içermektedir. Yine aynı Kanun’un 15 inci maddesi
ise; “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları” başlığı altında; bakanlık
merkez, taşra, yurtdışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşların hiyararşik kademelerini; hizmetin özelliklerinden
kaynaklanan farklılıklar dikkate alınmak kaydıyla ne şekilde düzenleneceği
tahdidi olarak belirlenmiştir. Bu belirlemeye göre;
Bakanlık merkez teşkilatında, 1 Müsteşarlık, Müsteşarlığa bağlı Genel
Müdürlük, Kurul veya Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük veya Kurul
Başkanlığına bağlı Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü şeklinde örgütlenmek
olasıdır ve dolayısıyla, kanun birden fazla müsteşarlığa cevaz vermediği
gibi, 5952 sayılı Kanunla öngörülen “merkez”; “il müdürlüğü” veya “büro”
şeklinde bir hiyerarşik kademenin kabulü de hukuk düzenimizde olası
değildir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven
duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve
üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken
Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986
gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve
E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa
koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek
tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk
da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, genel
olarak 5952 sayılı Yasa bütünüyle ve amacını belirleyen 1 inci maddede
talep konusu tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti”
ilkesine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih
ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir.
İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim
esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça
verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
Yine Anayasanın 128 inci maddesinde;
“Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği
aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle
görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmü yer almaktadır. İl Sosyal Etüt ve
Proje Müdürlüklerinin kurulmasına ilişkin birinci fıkranın (b) bendindeki
düzenleme ile ilçelerde büroların kurulmasının öngörüldüğü üçüncü fıkra
Anayasanın 128 inci ve 123 üncü maddelerine aykırıdır. Personelin, görevleri,
yetkileri ile personelin nitelikleri konusunda herhangi bir düzenlemeye yer
verilmediği gibi bu müdürlüklerin hiyerarşik konumu görev ve yetkileri
konusunda da hiçbir düzenleme öngörülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle düzenlemeler,
Anayasanın 2 nci, 123 üncü ve 128 inci
maddelerine aykırıdır.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
Anayasanın 2 nci
maddesinde Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
olarak tanımlanmıştır. Söz konusu düzenlemede soyut tanımlamalardan yola
çıkarak terörle mücadele edecek ve en ücra ilçede bile örgütü bulunacak
yeni bir idari yapı öngörmektedir. Terörle mücadelede koordinasyon amacı
ortaya konulsa bile güvenlikle ilgili birimlerin koordinasyonu amacından
çok tüm bu birimlerin isitihbarat açısından bir
çatı yönetimi öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumun hiyerarşik açıdan
güvenlikle ilgili birimler arasında yeni belirsizlikler ve hiyerarşik
çatışma alanları oluşturacağı aşikardır. Yasa ile
sınırları çizilmiş bir yapılanma yerine siyasi iktidarın keyfi
uygulamalarına ve istismara açık bir örgütlenme öngörülmektedir. Soyut
tanımlar ve esnek ve yasal dayanaktan yoksun istismara açık idari yapılanma
öngörülmesi, temel hak ve hürriyetlerin kullanımında sakıncalı durumların
ortaya çıkmasına neden olacağı açık bir gerçekliktir.
Ülke çıkarlarına ve kamu yararına
aykırı olan, ülkemizin güvenliği açısından da son derece ciddi sakıncalar
yaratacak ve Anayasa hükümlerine açıkça aykırı olan iptali istenen
kurulların uygulanması halinde sonradan giderilmesi olanaksız durum ve
zararlar doğabilecektir.
Öte yandan, Anayasal düzenin en kısa
sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın
gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken
hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü
ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında
sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama
bulunmamaktadır.
Bu zarar ve durumların doğmasını
önlemek amacıyla Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal
davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek
Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan gerekçelerle,
17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un;
1) 1 inci maddesinin, “…terörle
mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili
kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri
Bakanlığına bağlı” tümcesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü,
95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
2) 2 nci
maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (d) bendleri,
Anayasanın 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123
üncü maddelerine aykırı olduklarından,
3) 3 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve
123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
4.1) 4 üncü maddesinin birinci fıkrası,
Anayasanın 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123
üncü maddelerine aykırı olduğundan,
4.2) 4 üncü maddesi ikinci fıkrası,
Anayasanın 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113
üncü, 117 nci, 138 inci ve 159 uncu maddelerine
aykırı olduğundan,
5.1) 5 inci maddesi ikinci fıkrasının
“Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları” ibaresi, Anayasanın
2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü
maddelerine aykırı olduğundan,
5.2) 5 inci maddesi üçüncü fıkrası,
Anayasanın 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123
üncü maddelerine aykırı olduğundan,
6) 6 ncı
maddesi, birinci fıkra “Terörle” ibaresi; birinci fıkra (a) ve (b) bendleri, birinci fıkra (c) bendi “veya yaptırmak”
ibaresi; birinci fıkra (ç) bendi “Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara”
ibareleri; birinci fıkra (f) bendi, Anayasanın 2 nci,
7 nci, 8 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı
olduklarından,
7) 7 nci
maddesi birinci fıkra, “bakana” ibaresi, Anayasanın; 2 nci,
6 ncı, 7 nci, 8 inci,
13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
8) 8 inci maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 8 inci, 13 üncü,
95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
9) 9 uncu maddesi;
9.1) Birinci fıkrası, (a) bendi;
birinci alt bendindeki; “….uygulanmasına yönelik
eylem planları hazırlamak..” tümcesi, ikinci alt bendindeki, “Güvenlik
kuruluşları” ibaresi, üçüncü alt bendindeki; “Valilikler” ibaresi, dördüncü
alt bendi “Belirlenen politikalar ile sosyo –
ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar
arasında koordinasyonu sağlamak”, tümcesi, Anayasanın 2 nci,
5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8
inci, 13 üncü, 104 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduklarından,
9.2) Birinci fıkrası, (b) bendi,
birinci alt bendi, “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek,”
tümcesi, Anayasanın 13 üncü, 20 nci ve 25 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
İkinci alt bendi, “…yaptırmak” ibaresi,
Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 13 üncü maddelerine
aykırı olduğundan,
Dördüncü alt bendi, “Terörle” ibaresi,
Anayasanın 2 nci, 7 nci
ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
10) 10 uncu maddesinin;
10.1) Birinci fıkrasının, (b) bendinin;
Birinci alt bendi “Terörle mücadele
mevzuatını ve uygulamasını değerlendirmek, günün şartlarına göre geliştirmek.”
cümlesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı
ve 7 nci maddelerine aykırı olduğundan,
Birinci fıkrasının, (c) bendinin,
birinci ve ikinci cümlesi “…Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri
pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin
sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2)
sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere
Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir.
Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için
belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi
ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve
kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından
kazanılmış hak teşkil etmez.” hükmü, Anayasanın 2 nci
ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan,
11) 13 üncü maddesinin ikinci fıkrası,
Anayasanın 176 ncı maddesi uyarınca Başlangıç
hükümlerine, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 11 inci,
128 inci ve 153 üncü maddelerine aykırı olduğundan,
13 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının
son cümlesi, Anayasanın 128 inci maddesine aykırı olduğundan,
12) 15 inci maddesinin ikinci cümlesi,
“Bu kapsamda Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi;
ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine
getirilir.” düzenlemesi, Anayasanın; 13 üncü, 20 nci
ve 25 inci maddelerine aykırı olduğundan,
13) 16 ncı
maddesinin ikinci cümlesi, “Bu Kanun kapsamında yürütülen ve gizlilik
ihtiva eden işler için 5018 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi esaslarına göre
Müsteşarlık bütçesine ödenek konulur.” düzenlemesi, Anayasanın 2 nci, 161 inci ve 162 nci
maddelerine aykırı olduğundan,
14) 18 inci maddesi,
Birinci fıkrası (a) bendi ile değişik;
657 sayılı Kanuna ekli; “(I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri
Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi ve
Birinci fıkrası (b) bendi ile değişik;
657 sayılı Kanuna ekli; “(II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda”
bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresi,
Üçüncü fıkrası (a) bendi ile değişik,
14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 28 inci maddesine ek “Güvenlik politikaları ve sosyo – ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde
yürütülmesini sağlamak üzere, illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü
kurulmuştur. Bu amaçla, ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve
Bakanlığın onayı ile büro kurulabilir. Valilik, kadro, yer ve unvanlarına
bakılmaksızın ihtiyaç durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları
bu birimlerde görevlendirmeye yetkilidir.” fıkrası,
Üçüncü fıkrası (b) bendi ile değişik,
14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 29 uncu maddesinin birinci fıkrasına ek (d) bendi; “d) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı.” ibaresi,
Dördüncü fıkrasının,
Beşinci fıkrasının,
Anayasanın 2 nci,
123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırı olduklarından,
iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi
güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine
ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”
B- Anayasa Mahkemesince
alınan 13.5.2010 günlü dava dilekçesindeki eksiklik ve çelişkilerin
giderilmesi kararından sonra Grup Başkanvekili Kemal ANADOL tarafından verilen
2.6.2010 tarihli ek dava
dilekçesinin gerekçe bölümü ise şöyledir:
“6) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı;
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” un; 6 ncı Maddesi, Birinci Fıkra “Terörle”
İbaresi; Birinci Fıkra (a) ve (b) Bendleri,
Birinci Fıkra (c) Bendi “veya yaptırmak” İbaresi; Birinci Fıkra (ç) Bendi
“Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” İbareleri; Birinci Fıkra (f)
Bendinin Anayasaya Aykırılığı
Kanun uygulamasında; “Güvenlik
kuruluşları” ve “terör” ile “ilgili kurumlara” ibarelerinin neyi işaret
ettiği hususu belirsizdir. 6 ncı maddenin birinci
fıkrasında, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri ile yine birinci fıkranın
(ç) bendinde söz konusu ibarelere yer verilmiştir. Oysa,
Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında
ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001)
“Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği
ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci
maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez.
Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer
alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna
Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü,
E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:
“Yasa koyucu, belli konularda gerekli
kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların
uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o
alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak
üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.
Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin,
yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır
ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.
Verilen kararda da yer bulduğu üzere,
kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş
olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında,
idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak
vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Kaldı ki, “güvenlik
kuruluşları” ve “ilgili kurumlar” tanımlamaları da müphemdir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu
sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde
açıkça yer almaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin,
15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7
nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü
maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla
düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun
açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği
ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya
yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.
(f) alt bendi ile getirilen, “İnceleme
ve denetleme yapmak ya da yaptırmak” düzenlemesi ile (c) bendindeki “veya
yaptırmak” ibaresi; Anayasanın 2 nci maddesine
aykırıdır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve
işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence
sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.
Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik
ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise,
herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.
Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları,
maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve
özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü
sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.
Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması
gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve
sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde
öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile Anayasanın 13 üncü maddesinde
öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kapsamında ölçülülük
ilkesine uymamaktadır.
17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”
un; 6 ncı maddesi, birinci fıkra “Terörle”
ibaresi; birinci fıkra (a) ve (b) bendleri,
birinci fıkra (c) bendi “veya yaptırmak” ibaresi; birinci fıkra (ç) bendi
“Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” ibareleri; birinci fıkra (f)
bendi; Anayasanın 2 nci, 7 nci,
8 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
İlgi yazının 2 nci
maddesinde belirtilen hususlar: 5952 sayılı Yasanın 9 uncu maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (a) bendinin (4) numaralı alt bendinin Anayasaya
aykırılığının gerekçesi aşağıda belirtilmiştir.
Terörle mücadele politika ve
stratejileri kapsamında belirlenen politikalar ile sosyo-ekonomik
politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında
koordinasyonu sağlamak görevi Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek
Dairesine verilmiştir. “Terör” kavramı ile “ilgili kurumlar” kavramı ile
neye işaret edildiği belirsizdir.
İptali istenen maddede, “belirlenen
politikalar” kavramı ile hukuk devletinde kabullenilemeyecek olan bir müphemiyet
ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir
şekilde yürütülmesi amaçlanarak, terörle mücadele stratejileri yanına
müphem olarak belirtilen kimi politikaların da dâhil edilmesi ve ayrıca
“ilgili” kelimesiyle netleştirilemeyecek boyutta Devletin tüm kurumlarını dahil ederek bir koordinasyon sağlama görevi
verilmektedir. Böylesine belirsiz sınırı olmayan kim ve nasıl saptanacağı
konusunda bir açıklık bulunmayan kurallar ile Devletin bir müsteşarlığının
yetkilendirilmesi, yürütmenin emrine verilmesi Anayasanın emredici ve
önceki dilekçemizde arz ettiğimiz maddelerine aykırılık teşkil ettiği
muhakkaktır.
Anayasanın 7 nci
maddesinde “yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” hükmü yer almaktadır. Söz konusu
düzenleme yürütmeye asli düzenleme yetkisi verdiğinden Anayasanın 7 nci maddesine açıkça aykırılık taşımaktadır.
İlgi yazının 3 üncü maddesinde
belirtilen hususlar: İlgi yazının 3 üncü maddesinde, 9 uncu maddenin (1)
numaralı fıkrasının (b) bendinin (2) numaralı alt bendindeki “yaptırmak”
sözcüğünün Anayasaya aykırılığına ilişkin belirtilen eksiklikler aşağıda
tamamlanmıştır.
Dilekçemizin dava konusunu bölümünde ve
2. sayfada yer alan anılan kanununun 9 uncu maddenin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendinin (2) numaralı alt bendindeki “yaptırmak” ibaresi;
aynı şekilde Dava dilekçemizde iptali istenen hükümler bölümünde 10.
sayfada belirtilen “yaptırmak” ibaresi; yine aynı şekilde dava dilekçemizin
50. sayfasında yer alan “yaptırmak” ibaresi ile dava dilekçemizin sonuç ve
istem bölümünde ve 72. sayfada yer alan “yaptırmak” ibaresinin Anayasanın 2
nci, 5 inci, 13 üncü maddelerine aykırı olduğu
belirtilmiş olup, dava dilekçemizin 50. sayfasında yer alan “İnceleme ve
denetleme yapmak ya da yaptırmak” cümlesi sehven yazılmıştır. Söz konusu cümle “Araştırma yapmak ve
bu alandaki bilimsel çalışmaları desteklemek.” cümlesi yerine sehven
yazılmıştır. 2. alt bendin yalnızca “yaptırmak” ibaresi davamıza konu
iptali istenen ibaredir. Söz konusu ibarenin Yüce Mahkemeye sunmuş
olduğumuz dava dilekçemizde belirtilen maddelere aykırılık içerdiği
kanaatindeyiz.
İlgi yazının 4 üncü maddesinde
belirtilen hususlar:
Yürürlüğün durdurulması talebine
ilişkin belirtilen eksiklikler aşağıda tamamlanmıştır.
Anılan kanunun tehdit ettiği ilk husus
temel hak ve hürriyetlerin ihlal edilebilmesidir. Zira kanun terörle mücadele
amacı altında politika ve stratejileri geliştirmek üzerine bir misyon üstlendiği için ülkede yaşayan insanların
haklarının korunması konusunda tamamıyla yürütmeye bağlı olarak ve yasal
koruma sınırları çizilmeden geniş ve takdiri bir çalışma ve faaliyet alanı
sunmaktadır. Ülkemizde henüz kişisel verilerin korunması hususunda yasal
düzenlemeler olmadığı gibi, terörle mücadele adı altında temel hak ve
özgürlüklerin hukuka açıkça aykırı olarak askıya alındığı ve umursanmadığı
bir gerçektir. Benzer birçok olayda AİHS’nin
ihlal edildiğine dair Türkiye aleyhine AİHM’nin
birçok kararı mevcuttur. Bu sebeple ayrıca,
Kurulacak teşkilat ve yapılanmayla
illerde ve hatta ilçelerde dahi örgütlenilecek, bu yapı ile sınırsız sayıda
ve nitelikleri yasada yer almayan personel istihdamı ve yetkilendirmesi
gerçekleştirilecektir. Bunun gerek devlet yönetiminde gerekse idarenin
eylem ve işlemlerindeki hukuka uygunluk ve devamlılık konularında ciddi
sıkıntılar yaratacağı yine muhakkaktır. Ve ayrıca,
Her ne kadar yasada müsteşarlığın operasyonel yetkisinin bulunmadığına dair hüküm
bulunmasına karşın, yasanın tümü incelendiğinde bu yetkinin var olduğu ve
hatta bu yetkinin başka kuruluşlara da yaptırılabileceği bu kuruluşların
denetlenebileceği gibi hükümler tehlikenin boyutunu gözler önüne
sermektedir.
İstihbarat konusundaki merkezi yapı ve
bu yapının yetki sınırları belirsiz bir şekilde ilçelere bile taşınması güvenlik
kuruluşları arasında kaosa neden olacağı gibi bir
güvenlik zafiyeti de ortaya çıkaracaktır.
Farklı müsteşarlık devlet yapısında
yeni ve farklı bir örgütlenme, hiyerarşinin değiştirilmesi farklı
bakanlıklara ve Anayasal kurumlara bağlı olan merkezi idare yapısı içerisinde
bir arada bulunması var olan Anayasal düzenimiz içerisinde olamayacak olan
birlikteliğin bu yasa ile zorla ve Anayasaya aykırı olarak oluşturulmaya
çalışılması istihbarat toplama, paylaşma ve gizlilik teşkil eden birçok
bilgi, belge ve dokümanın Mahkemenizce bir iptal kararı sonrası aleniyet ve
ifşa ortamı yaratılmış olması kuvvetli ihtimali karşısında yine telafisi
güç hatta imkansız zararların doğacağı muhakkaktır.
Arz olunan ve Sayın Mahkemenize
sunulmuş olan dava dilekçemizde belirttiğimiz diğer sebeplerle anılan kanununun
yürütmesinin durdurulmasını istemek zarureti doğmuştur.
İlgi yazınıza beyanlarımızı saygı ile
arz ederiz.”
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenen Yasa Kuralları
17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kanun’un iptali istenen sözcük, ibare,
alt bent, bent, fıkra ve maddelerinin yer aldığı kurallar şöyledir:
“MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı; terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve
bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere
İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının
kurulması ile teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esasları
düzenlemektir.
MADDE 2- (1) Bu Kanunda geçen;
a) Bakan: İçişleri Bakanını,
b) Bakanlık: İçişleri Bakanlığını,
c) Kurul: Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunu,
ç) Müsteşar: Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarını,
d) Müsteşarlık: Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığını,
ifade
eder.
MADDE 3- (1) Terörle mücadeleye ilişkin politika
ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar
arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.
MADDE 4- (1) Güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele
alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve
uygulamaları değerlendirmek amacıyla Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu
kurulmuştur.
(2) Kurul, İçişleri Bakanının
başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri
Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından
oluşur. Gerektiğinde gündemle ilgili diğer kurum ve kuruluş temsilcileri de
toplantıya davet edilebilir. Kurul İçişleri Bakanının daveti üzerine
toplanır. Toplantı gündemi, Kurul üyelerinin görüşleri alınarak İçişleri
Bakanı tarafından belirlenir. Kurulun sekreterya
görevi Müsteşarlık tarafından yerine getirilir.
MADDE 5- (1) Müsteşarlık; Müsteşar, müsteşar
yardımcıları ile ana hizmet, danışma ve yardımcı hizmet birimlerinden
oluşur.
(2) Gerekli
görüldüğünde görevleri ve hizmet süreleri belirtilmek kaydıyla Müsteşarın
teklifi ve Bakanın onayı ile özel
ihtisas ve araştırma komisyonları kurulabilir.”
(3)
Müsteşarlık teşkilatı ekli (1) sayılı cetvelde gösterilmiştir.
MADDE 6- (1) Terörle mücadele alanında;
a)
Politika ve stratejiler belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek ve bu
politika ve stratejilerin uygulamasını izlemek,
b) Güvenlik kuruluşları
ve istihbarat birimlerinden gelen stratejik istihbaratı değerlendirmek ve
ilgili birimlerle paylaşmak,
c)
Gerekli araştırma, analiz ve değerlendirme çalışmaları yapmak veya yaptırmak,
ç)
Güvenlik kuruluşlarına ve ilgili kurumlara stratejik bilgi
desteği sağlamak ve bunlar arasında koordinasyonu temin etmek,
d)
Kamuoyunu bilgilendirmek ve halkla iletişimi sağlamak,
e)
Uluslararası gelişmeleri Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlarla işbirliği
içinde izlemek ve değerlendirmek,
f) İnceleme ve denetleme
yapmak ya da yaptırmak.
(2)
Müsteşarlığın güvenlikle ilgili operasyonel bir
görevi yoktur.”
MADDE 7- (1)
Müsteşar, Müsteşarlığın en üst amiri olup, Müsteşarlığın görev ve
hizmetlerinin mevzuata uygun olarak yürütülmesinden Bakana karşı sorumludur.
(2) Bu Kanunla
belirlenen görevlerin ifasında Müsteşara yardımcı olmak üzere iki müsteşar
yardımcısı görevlendirilir.
MADDE 8- (1) Terörle mücadele alanında oluşturulacak
politika ve stratejiler ile alınacak tedbirlere esas olmak üzere, ilgili
birimlerden stratejik istihbaratın alınması ve değerlendirilmesi amacıyla
doğrudan Müsteşara bağlı İstihbarat Değerlendirme Merkezi oluşturulur. Bu
çerçevede güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimleri ile Dışişleri
Bakanlığınca elde edilecek stratejik bilgi ve istihbarat bu merkezde
değerlendirilir.
(2) Terörle mücadeleye
yönelik strateji belirlemek amacıyla ihtiyaç duyulan istihbari
bilgiler; Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü
ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından Müsteşarlığa verilir. Bu bilgiler
doğrultusunda yapılacak analiz ve değerlendirmeler ilgili birimlerle
paylaşılır.
MADDE 9- (1) Müsteşarlığın ana
hizmet birimleri ve görevleri şunlardır:
a)
Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığı: Terörle mücadele
politika ve stratejileri kapsamında;
1)
Belirlenen politikaların uygulanmasına
yönelik eylem planları hazırlamak ve uygulamayı izlemek,
2)
Güvenlik kuruluşları arasında
bilgi paylaşımını ve koordinasyonu sağlamak,
3)
Valilikler arasında
koordinasyonu sağlamak,
4) Belirlenen politikalar
ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir
şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak,
5)
Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.
b)
Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı: Terörle mücadele alanında;
1) Veri, bilgi ve belgeleri toplamak,
tasnif etmek, analiz ve değerlendirmeler yapmak,
2)
Araştırma yapmak, yaptırmak ve
bu alandaki bilimsel çalışmaları desteklemek,
3)
Toplantı, sempozyum, seminer, eğitim ve benzeri
etkinlikler düzenlemek,
4)
Terörle Mücadele Raporu
hazırlamak,
5)
Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.
c) İletişim Daire Başkanlığı: Terörle mücadele politikaları kapsamında;
1) Kamuoyunu
bilgilendirmek,
2) Toplum desteğinin
sağlanmasına yönelik faaliyetleri yürütmek,
3) İlgili kamu
kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının işbirliğini sağlamak,
4) Müsteşarlıkça
verilecek diğer görevleri yapmak.
ç) Dış İlişkiler
Daire Başkanlığı: Terörle mücadeleye ilişkin;
1) Yabancı
devletlerdeki faaliyet ve gelişmeleri Dışişleri Bakanlığı ve ilgili diğer
kurumlarla işbirliği içinde izlemek ve tedbirler geliştirmek,
2) Uluslararası
gelişmeleri ve deneyimleri takip etmek ve uygulamaya kazandırmak,
3) İlgili
uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak,
4) Müsteşarlıkça
verilecek diğer görevleri yapmak.
MADDE 10- (1) Müsteşarlığın danışma birimleri ve görevleri şunlardır:
a) Strateji
Geliştirme Daire Başkanlığı:
1) Ulusal kalkınma
strateji ve politikaları ile yıllık program çerçevesinde Müsteşarlığın orta
ve uzun vadeli kurumsal strateji ve politikalarını belirlemek üzere gerekli
çalışmaları yapmak.
2) Müsteşarlığın
görev alanına giren konularda performans ve kalite ölçütleri geliştirmek,
izlemek, değerlendirmek, sürekli gelişim için önerilerde bulunmak.
3) Müsteşarlık
bütçesini stratejik plana ve yıllık hedeflere göre hazırlamak ve
Müsteşarlık faaliyetlerinin bunlara uygunluğunu izlemek ve değerlendirmek.
4) Müsteşarlığın
iç denetime yönelik işlevinin etkinliğini ve verimliliğini artırmak için
gerekli hazırlıkları yapmak.
5) Müsteşarlığın
yıllık idari faaliyet raporunu hazırlamak.
6) Müsteşarlıkça
verilecek diğer görevleri yapmak.
b)
Hukuk Müşavirliği:
1) Terörle mücadele
mevzuatını ve uygulamasını değerlendirmek, günün şartlarına göre
geliştirmek.
2)
Güvenlik ve terörle mücadele ile ilgili kanun, tüzük ve yönetmelik
taslakları ile diğer hukuki konular hakkında görüş bildirmek.
3)
Terörle mücadeleye ilişkin uluslararası mevzuatı takip etmek.
4)
Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.
c)
Müsteşarlık Müşavirleri: Terörle mücadele alanında özel bilgi ve
ihtisasından yararlanılmak üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve
diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki usul ve
esaslara bağlı olmaksızın, Bakan
onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli
personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları
Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen
taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan
onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta
sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve
esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde
çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir
pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.
MADDE 13- (1) Müsteşarlıkta;
Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, I. Hukuk Müşaviri, Daire Başkanı, Hukuk
Müşaviri, Uzman, Çözümleyici, Programcı, Mütercim, İstatistikçi, Mühendis,
Sosyolog, Psikolog, Antropolog ve Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni
kadroları karşılık gösterilmek suretiyle, 657 sayılı Kanun ve diğer
kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı
olmaksızın sözleşmeli personel çalıştırılabilir.
(2) Ayrıca özel uzmanlık
isteyen konularda kadro karşılığı olmaksızın tam gün veya kısmi gün veya
belli bir konu veya proje bazında, konu veya projenin süresi ile sınırlı olmak
koşuluyla sözleşmeli personel ve yabancı uzman çalıştırılabilir. Bunlara
ödenecek ücret Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile belirlenir.
(3)
Sözleşmeli olarak çalıştırılacak personel ve uzmanlara bu Kanuna ekli (2)
sayılı cetvelde unvanlar itibarıyla yer alan taban ve tavan ücretleri
arasında aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Sözleşmeli personel ve uzman
çalıştırmaya ilişkin esaslar ve ödenecek ücret Müsteşarın teklifi üzerine
Bakan onayı ile tespit edilir. Sözleşmeler Müsteşar tarafından imzalanır.
(4)
Başbakanlık merkez teşkilatında sözleşmeli olarak çalıştırılan emsali
personelin yararlandığı ücret artışlarından Müsteşarlıkta çalışan
sözleşmeli personel de aynı usul ve esaslara göre aynen yararlandırılır.
Söz konusu personele, çalıştıkları günlerle orantılı olarak (hastalık ve
yıllık izinleri dahil) Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekim
aylarında birer aylık sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödenir. Bunlardan
üstün gayret ve çalışmaları sonucunda emsallerine göre başarılı çalışma
yaptıkları tespit edilenlere Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile
Haziran ve Aralık aylarında birer aylık sözleşme ücreti tutarına kadar
teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu
fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar ile söz konusu personele
yapılacak diğer ödemeler Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile tespit
edilir.
MADDE 15-
(1)
Müsteşarlık, bu Kanunla belirlenen görevlerin ifasında bakanlıklar, kurum
ve kuruluşlar ile işbirliği içerisinde çalışır. Bu kapsamda Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge
talebi; ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin
yerine getirilir.
MADDE 16-
(1)
Müsteşarlık, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı
Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa tabi genel bütçeli bir idaredir. Bu Kanun kapsamında yürütülen ve
gizlilik ihtiva eden işler için 5018 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi
esaslarına göre Müsteşarlık bütçesine ödenek konulur.
MADDE 18-
(1) 657 sayılı Kanuna ekli;
a) (I) sayılı cetvelin
“VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,”,
b) (II) sayılı cetvelin
“4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne ‘‘Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,”
ibaresinden sonra gelmek üzere “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,”,
ibareleri eklenmiştir.
(2)
10/10/1984 tarihli ve 3056 sayılı Başbakanlık
Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü
Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinde yer alan “ve terörle mücadele” ibaresi yürürlükten
kaldırılmış ve (b) bendinde yer alan “, dış güvenlik ve terörle mücadeleyi”
ibaresi “ve dış güvenliği” şeklinde değiştirilmiştir.
(3) 14/2/1985
tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunun;
a) 28 inci maddesine
aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Güvenlik politikaları ve
sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde
yürütülmesini sağlamak üzere, illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü
kurulmuştur. Bu amaçla, ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve
Bakanlığın onayı ile büro kurulabilir. Valilik, kadro, yer ve unvanlarına
bakılmaksızın ihtiyaç durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları
bu birimlerde görevlendirmeye yetkilidir.”
b) 29 uncu maddesinin
birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“d) Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığı.”
(4) 5018 sayılı Kanuna
ekli (I) sayılı cetvele 33 üncü sırasından sonra gelmek üzere “34) Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” ibaresi eklenmiş ve diğer sıralar buna
göre teselsül ettirilmiştir.
(5) 27/6/1989
tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesinin
birinci fıkrasına “Savunma Sanayii Müsteşarlığı,”
ibaresinden sonra gelmek üzere “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,”
ibaresi eklenmiştir.”
B- Dayanılan Anayasa
Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 8., 11., 13., 20., 25., 95., 104., 113.,
117., 123., 128., 138., 153., 159., 161. ve 162. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8.
maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN,
Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh
KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun
katılmalarıyla 8.6.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında;
1- 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine ilişkin dava dilekçesindeki
noksanlığın verilen süre içerisinde giderilmemesi nedeniyle, 2949 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 27.
maddesinin beşinci fıkrası uyarınca bu bent yönünden iptal davasının
açılmamış sayılmasına,
2- 5952 sayılı Yasa’nın 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi dışındaki iptali istenen kurallar yönünden, dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
3- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme
aşamasında karara bağlanmasına,
oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör
Mustafa ÇAĞATAY tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen
Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile
diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
A- İptal
Başvurusundan Sonra Yapılan Değişikliklerin İptal Konusu Kurallara Etkisi
1- 3.6.2011 günlü, 643
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yapılan Değişiklik
İptal başvurusundan sonra 8.6.2011 gün
ve 27958 sayılı Resmi Gazete’de (mükerrer) yayımlanarak yürürlüğe giren
3.6.2011 günlü, 643 sayılı “3046 sayılı Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin 2.
maddesiyle 3046 sayılı Kanun’a 19/A maddesi eklenmiştir.
643 sayılı KHK ile yapılan
değişiklikle; Bakanlık bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşları (10/12/2003
tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (III)
sayılı cetvelde yer alan kurumlar dahil)
Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile, Başbakanlıkla veya diğer
bakanlıklarla ilgilendirilebileceği, söz konusu kuruluşların özel
kanunlarında bağlı, ilgili ve ilişkili olunan bakanlığa ya da bakana
verilen yetki ve görevlerin ilgilendirilen bakanlık veya bakan tarafından
kullanılacağı ve yerine getirileceği kurala bağlanmıştır.
Anılan KHK’nin verdiği yetkiye
dayanılarak Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062
sayılı teklifi ve Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507
sayılı onayıyla İçişlerine bağlı olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı, Başbakanlık’la ilgilendirilmiştir.
Bu durumda;
Kanun’un 1. maddesinin, (1) numaralı
fıkrasının “…Terörle Mücadeleye İlişkin Politika ve Stratejileri Geliştirmek
ve Bu Konuda İlgili Kurum ve Kuruluşlar Arasında Koordinasyonu Sağlamak
Üzere İçişleri Bakanlığına Bağlı…” bölümü,
Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi,
Kanun’un 3. maddesi,
Kanun’un 4. maddesinin (2) numaralı
fıkrası,
Kanun’un 5. maddesinin (2) numaralı
fıkrasındaki “…Bakanın Onayı İle Özel İhtisas ve Araştırma Komisyonları…”
ibaresi,
Kanun’un 7. maddesinin (1) numaralı
fıkrasındaki “…Bakana…” sözcüğü,
Kanun’un 10. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin “…Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla
sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları
Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde
belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın
teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca
Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen
usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu
statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında
herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak
teşkil etmez.” bölümü,
Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı
fıkrası,
Kanun’un 18. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (b) bendiyle 3152 sayılı Kanun’un 29. maddesinin birinci fıkrasına
eklenen (d) bendi,
643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı
Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011
günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi
ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı
onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, söz konusu madde, fıkra, bent,
bölüm, ibare ve sözcüğe ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri
NECİPOĞLU;
Kanun’un 1. maddesinin, (1) numaralı
fıkrasındaki iptal konusu bölüm ile 3. maddesi için verilen karar verilmesine
yer olmadığına kararına “Sadece ‘İçişleri Bakanlığına bağlı’ ibaresi için
karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”,
Kanun’un 4. maddesinin (2) numaralı
fıkrası için verilen karar verilmesine yer olmadığına kararına “Sadece
‘İçişleri Bakanının’ ve ‘İçişleri Bakanı’ ibareleri yönünden karar
verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”,
Kanun’un 5. maddesinin (2) numaralı
fıkrasındaki iptal konusu ibare ile 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası
için verilen karar verilmesine yer olmadığına kararına “Sadece ‘Bakanın’
sözcüğü için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”,
Kanun’un 10. Maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin iptal konusu bölümü için verilen karar verilmesine
yer olmadığına kararına “Sadece bölümde yer alan ‘Bakan’ sözcüğü ile ‘…ve
bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri
arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt
sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam
edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik
ikramiyesi ödenebilir. …’ ibaresi yönünden karar verilmesine yer olmadığına
karar verilmesi gerektiği”,
yönündeki gerekçeyle katılmamışlardır.
2- 11.10.2011 günlü, 666
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yapılan Değişiklik
Kanun’un 13. maddesinin (4) numaralı
fıkrasının son cümlesi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen
ek 12. maddenin (3) numaralı fıkrasının (n) bendiyle,
Kanun’un 18.
maddesinin (5) numaralı fıkrasıyla 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin
Ek 3. maddesinin birinci fıkrasına “Savunma Sanayi Müsteşarlığı,”
ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı,” ibaresi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen
ek 12. maddenin (1) numaralı fıkrasının (m) bendiyle,
yürürlükten kaldırıldığından, söz konusu cümle ve
ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilmesi gerekir.
3- 10.10.2011 günlü, 657
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yapılan Değişiklik
Kanun’un 18. maddesinin(1) numaralı
fıkrasının (a) bendiyle 14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na
ekli (I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün
(a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni
ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi, 10.10.2011 günlü, 657 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 37. maddesiyle,
yürürlükten kaldırıldığından, söz konusu ibareye
ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilmesi gerekir.
B- Kanun’un 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (d) Bendinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde; Kanun’un 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan ibareye yönelik iptal istemindeki gerekçelerle kuralın Anayasa’nın 2., 6.,
7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava dilekçesinde yollama yapılan kurala ilişkin
gerekçede ise 3046 sayılı “Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında
174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13.12.1983 gün ve 174 sayılı
Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü
Hakkında Kanun”un 16. maddesinin (d) bendinde yer alan “Bir bakanlıkta
birden fazla müsteşarlık kurulamaz” biçimindeki kural uyarınca İçişleri
Bakanlığına bağlı ikinci bir müsteşarlık kurulamayacağı, 3046 sayılı
Kanun’da müsteşarlıkların örgütlenmesinde öngörülmeyen “merkez”, “il
müdürlüğü” ve “büro” şeklindeki bir yapılanmanın mümkün olmadığı, yine 3046
sayılı Kanun uyarınca bağlı kuruluşların ancak genel müdürlük olarak
örgütlenmelerinin zorunlu bulunduğu, kuralda geçen “terör” kavramının
tanımının yapılmaması ya da ilgili mevzuata atıfta bulunulmadığı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8.,
13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, Kanun’da geçen
“Müsteşarlık” ibaresinin Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığını ifade
ettiği belirtilmiştir. Kuralda, terör sözcüğüne yer verilmediği gibi Müsteşarlığın
İçişleri Bakanlığına bağlı olduğuna ve Müsteşarlığın örgütlenme biçimine
ilişkin hükümler de yer almamaktadır. Ayrıca, 3.6.2011
günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı
Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011
günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi
ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı
onayıyla Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı İçişleri Bakanlığına bağlı
olmaktan çıkarılıp, Başbakanlıkla ilgilendirilmiştir.
Bir yasa kuralının başka bir yasa
kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum
değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt
düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu
denetlemektedir.
Dava dilekçesinde ileri sürülen kurala
ilişkin Anayasa’ya aykırılık gerekçelerinin bir kısmının kuralla ilgisinin
bulunmaması, bir kısım gerekçelerin ise yukarıda belirtilen yasal
değişikliklerle ortadan kalkması nedeniyle iptal isteminin reddine karar
vermek gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 2.,
6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
C- Kanun’un 4. Maddesinin
(1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde; iptali istenen kuralda geçen “güvenlik kuruluşları”
ve “terör” kavramının tanımlarının yapılmaması nedeniyle, bu kavramların
neyi işaret ettiği hususunun belirsiz olduğu, “terör”
kavramının tanımına yer verilmemiş olması veya ilgili mevzuata atıfta
bulunulmamış olması karşısında idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme
yetkisinin dolaylı olarak verildiği, terör kavramının tanımının
yapılmamasının kanunun uygulanmasında kişisel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasına neden olabileceği, kurul başkanlığı ve buna bağlı
olarak daire başkanlığı, şube müdürlüğü ve şeflik biçiminde bir yapılanmaya
gidilmeksizin Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu adında bağımsız bir
kurulun kurulmasının 3046 sayılı Kanun’a uygun bulunmadığı belirtilerek, iptali
istenen kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13.,
95., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen fıkrada Terörle Mücadele
Koordinasyon Kurulunun kuruluş amacı belirtilmektedir. Buna göre adı geçen
Kurul’un görevi, güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle
mücadele konusunda gerekli koordinasyonu sağlamak ve bu alandaki politika
ve uygulamaları değerlendirmektir. 3046 sayılı Kanun’un 39. maddesinde görevleri
ve kuruluş biçimleri kanunlarında veya diğer kanunlarda gösterilmesi
kaydıyla, gerektiğinde sürekli kurullar kurulabileceği belirtilmektedir.
Kuralda öngörülen Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunun, 3046 sayılı
Kanun’un 39. maddesi anlamında, istişari
nitelikte bir kurul olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devletinin
temel ilkelerinden biri de “belirlilik”tir. Bu
ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, bireylerin hukuksal
güvenliğinin sağlanması bakımından da önem arz etmektedir
Anayasa’nın 7. maddesinde “Yasama
yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki
devredilemez”; Anayasa’nın 8. maddesinde ise “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı
ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir.” denilmektedir.
Anayasa’nın 113. maddesinde,
Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatının
kanunla düzenleneceği hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 123. maddesinde ise “İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin
kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına
dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği
yetkiye dayanılarak kurulur” denilmektedir.
Bir yasa kuralının başka bir yasa
kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum
değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt
düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu gerekçeye
dayanan Anayasa’ya aykırılık savları yerinde değildir. Kaldı ki, Anayasa’nın 113.
maddesinde bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve
teşkilatının kanunla düzenleneceği belirtilmek suretiyle bu konuda yasama
organına takdir yetkisi tanınmıştır. Yasama organının bu takdir yetkisini
3046 sayılı Kanun çerçevesinde ya da başka bir kanunla da kullanabileceği
açıktır.
Anayasa’nın 123. maddesinde anlamını bulan idarenin
bütünlüğü ilkesi, tek tip yapılanmayı gerektirmemektedir. Yasakoyucu, anayasal sınırlar içinde kalmak koşuluyla,
merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına uygun olarak değişik
yapılanmaya da gidebilir. Anayasa’nın 123. maddesinde öngörülen idarenin yaptığı işlem ve eylemlerin kanuna dayalı
olması zorunluluğu, yasama organı için geçerli değildir. Bir başka ifadeyle
idarenin kanuniliği ilkesi, idare organına hitap etmektedir. Yasakoyucu, yasamanın asliliği ve genelliği ilkesinin
bir gereği olarak, Anayasa’da düzenlenmeyen bir alanı doğrudan
düzenleyebilir. Bu bağlamda, yasama organının daha önce çıkardığı 3046
sayılı Kanun’a göre işlem yapması gerektiği yönündeki düşüncenin idarenin
kanuniliği ilkesiyle bir ilgisi bulunmamaktadır.
5952 sayılı Kanun’da “terör” kavramının
tanımına yer verilmemiştir. Terör kavramının tanımındaki belirsizlikten
dolayı terörle mücadeleyi konu edinen uluslararası sözleşmelerde terörle
ilgili bir tanıma yer verilmemiş, sadece terör eylemleri olarak
nitelendirilebilecek suçlara ilişkin ayrıntılı bir liste yapılmış ise de
Türk Hukukunda terör kavramının tanımının 12.4.1991 günlü, 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde yapılmıştır. 3713 sayılı Kanun’da
yer alan terör tanımı, öğreti ve yargısal kararlarda da benimsenmiştir. Bu
durumda, mevzuatta tanımı yapılmış, uygulamada yerleşmiş, uygulama ve
öğretinin yardımıyla açıklık kazanmış “terör” kavramının belirsiz
olduğundan söz edilemez. Dolayısıyla, kavramın içeriğinin belirlenmesi
konusunda yasama yetkisinin devri de söz konusu değildir.
Öte yandan, iptali istenen kuralda geçen “güvenlik
kuruluşları” ibaresinin Kanun’un genel gerekçesinde de belirtildiği üzere,
iç güvenlik kuruluşları olan Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kara
Kuvvetleri Komutanlığına bağlı bazı askeri birlikler ile Milli İstihbarat
Teşkilatını ifade ettiği açık olduğundan, söz konusu ibarenin de belirsiz
olduğu sonucu çıkarılamaz.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 2.,
6., 7., 113. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 8.,
13. ve 95. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
D- Kanun’un 5. Maddesinin
(3) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde; 5952 sayılı Kanun’un 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki ibareye ilişkin
gerekçeler doğrultusunda, iptali istenen fıkranın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, Müsteşarlık teşkilatının
kimlerden oluştuğunun Kanun’a eklenen (1) sayılı cetvelde gösterildiği
ifade edilmektedir. Dava dilekçesinde, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının
İçişleri Bakanlığına bağlı ayrı bir müsteşarlık olarak kurulmasının
Anayasa’ya aykırı olduğunun iddia edilmesi üzerine, bu kabulün doğal sonucu
olarak söz konusu müsteşarlığın alt birimlerini düzenleyen kuralın da
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptalinin istendiği anlaşılmaktadır. Ancak
iptal başvurusunun yapılmasından sonra yürürlüğe giren 643 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin verdiği yetkiye dayanılarak Başbakanlığın 7.7.2011
günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi
ve Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla
İçişlerine bağlı olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,
Başbakanlıkla ilgilendirilmiştir. Bu durumda, dava dilekçesinde iptali
istenen kural için ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık gerekçeleri ortadan
kalkmıştır. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır.
Açıklanan nedenlerle iptali istenen
kural, Anayasa’nın 2.,
6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
E- Kanun’un 6. Maddesinin İncelenmesi
1- (1) Numaralı
Fıkrasında Yer Alan “Terörle…” Sözcüğünün İncelenmesi
Dava dilekçesinde; maddenin (1)
numaralı fıkrasında yer alan “terör” kavramının tanımına yer verilmemiş olması
veya ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında idareye
uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisinin dolaylı olarak verildiği,
terör kavramının tanımının yapılmamasının kanunun uygulanmasında kişisel
hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına neden olabileceği belirtilerek, iptali
istenen sözcüğün Anayasa’nın 2., 7., 8. ve 13.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine
ilişkin gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 8. ve 13. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
2- (1) Numaralı Fıkranın
(b) Bendi ile (ç) Bendinde Yer Alan ‘Güvenlik kuruluşlarına…” ve “…ilgili kurumlara…”
İbarelerinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; Kanun’un 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile (ç) bendinde geçen
“güvenlik kuruluşları” ve “ilgili kurumlar” ibarelerinin belirsiz olduğu ifade
edilerek iptali istenen bent ve ibarelerin Anayasa’nın 2.,
7., 8. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen ibarelerin yer aldığı
kurallarda, Müsteşarlığın terörle mücadele alanında güvenlik kuruluşları ve
istihbarat birimlerinden gelen stratejik istihbaratı değerlendirip, ilgili
birimlerle paylaşacağı, güvenlik kuruluşlarına ve ilgili kurumlara
stratejik bilgi desteği sağlayacağı ve bunlar arasında koordinasyonu temin
edeceği hükme bağlanmıştır.
Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine
ilişkin gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
İptal isteminin reddi gerekir.
Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ç) bendinde geçen “ilgili kurumlar” ibaresinin maddenin bir bütün
olarak yorumlandığında terörle mücadele alanında görev yapan ve güvenlik
kuruluşları dışında kalan diğer kamu kurumlarını ifade ettiği açıkça
anlaşılmaktadır. Terörle mücadele, çok boyutlu bir mücadeledir. Bu
mücadelenin güvenlik boyutu yanında, sosyolojik, psikolojik, adli, idari,
ekonomik, siyasi bir çok boyutu ya da nedeni
bulunmakta ve dolayısıyla bir çok kamu kurumu da işin içine müdahil
olabilmektedir. Keza ortaya çıkış nedenlerine bağlı olarak terörün farklı
yansımaları bulunmaktadır. Bu anlamda, terörle mücadele alanında,
bakanlıklardan bağımsız idari kurullara kadar pek çok kamu kurumu arasında
işbirliği ya da koordinasyona ihtiyaç bulunması kaçınılmazdır. Kuralda söz
konusu “ilgili kurumlar”ın teker teker sayılmasına gerek bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Kanun’un 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde geçen “…ilgili kurumlar…”
ibaresi, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 8. ve 13. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
3- (1) Numaralı Fıkranın
(c) Bendinde Yer Alan “…veya yaptırmak” İbaresi ile (f) Bendinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde; kuralla idareye
muhatabı, yaptırımı ve sınırları belirsiz bir araştırma, analiz,
değerlendirme, inceleme ve denetleme çalışmaları yapması veya
yaptırabilmesine yetki verilmesinin Anayasa’nın 2.,
7., 8. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen ibarenin de yer aldığı
(c) bendindeki kuralla, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına, terörle
mücadele alanında gerekli araştırma, analiz ve değerlendirme çalışmalarını
bizzat yapabilme ya da kurum dışındaki kurum ya da kuruluşlar aracılığıyla
yaptırabilme yetkisi, (f) bendinde ise Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığına, terörle mücadele alanında inceleme ve denetleme yapmak ya
da yaptırmak görevi verilmektedir.
“Teröristle mücadele”, esas itibarıyla
güvenlik kuvvetlerinin yürüttüğü silahlı mücadeleyi, “terörle mücadele” ise
güvenlik tedbirleriyle birlikte toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlarda
devletin bütün kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının topyekun
mücadelesini ifade etmektedir. Bu bağlamda, Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığına terörle mücadele alanında gerektiğinde konusunda uzman olan
kişi, kurum veya kuruluşlardan yardım alabilme ya da inceleme ve denetleme
yapabilme yetkisinin tanınması, Kurumun işlevlerini yerine getirmesi
açısından bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
İptali istenen her iki kuralda
“araştırma, analiz ve değerlendirme çalışmaları” ile “inceleme ve
denetleme” yapmak ya da yaptırmanın “terörle mücadele” alanıyla ilgili ve
sınırlı olarak yapılacağı hususu açıkça belirtildiğinden sınırsız bir yetki
devrinden söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, Kanun’un 6.
maddesinin (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresi ile (f) bendi,
Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
F- Kanun’un 8. Maddesinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde; 3046 sayılı Kanun’un
16. maddesinin (d) bendinde yer alan “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık
kurulamaz” biçimindeki kural uyarınca İçişleri Bakanlığına bağlı ikinci bir
müsteşarlık kurulamayacağı, aynı Kanun’un 15. maddesinde bakanlık merkez
teşkilatının müsteşarlık, müsteşarlığa bağlı genel müdürlük, kurul veya
daire başkanlığı, genel müdürlük veya kurul başkanlığına bağlı şube
müdürlüğü şeklinde bir örgütlenmenin öngörüldüğü, iptali istenen kuralla
öngörülen “merkez” şeklinde bir yapının oluşturulmasının 3046 sayılı
Kanun’a göre mümkün olmadığı, iptali istenen kuralda Mevzuat Hazırlama Usul
ve Esasları Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre tüm mevzuatın incelenerek
yasalar arasında uyumun sağlanması gerektiği, kuralda geçen “terör”
kavramının tanımının yapılmadığı ya da ilgili mevzuata atıfta
bulunulmadığı, öngörülen düzenlemenin idarenin kanuniliği ilkesine aykırı
olduğu, ayrıca kuralın ikinci fıkrasıyla Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri
Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından
Müsteşarlığa ihtiyaç duyulan istihbari bilgilerin
verilmesinin buyurucu biçimde düzenlendiği ve herhangi bir sınırlama da
getirilmediği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2.,
7., 8., 13., 95., 104., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, müsteşara bağlı
olarak kurulan İstihbarat Değerlendirme Merkezinin kuruluş amacı ve görevi
ile ihtiyaç duyulan istihbari bilgilerin güvenlik
kuruluşları, istihbarat birimleri ve Dışişleri Bakanlığınca Müsteşarlığa
verilmesi hususları düzenlenmektedir. Kuralda ayrıca, istihbari
bilgiler doğrultusunda Müsteşarlıkça yapılacak analiz ve değerlendirmelerin
de ilgili birimlerle paylaşılacağı belirtilmektedir.
Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen gerekçelerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 2., 7., 113. ve 123. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 8.,
13., 95. ve 104. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
G- Kanun’un 9. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
1- (a) Bendinin (1)
Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “…uygulanmasına yönelik eylem planları
hazırlamak…” İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; Kanun’un 6.
maddesinde müsteşarlığa verilen görevlerin sadece politika ve stratejilerin
belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek olduğu belirtilmişken, iptali
istenen kuralla belirlenen politikaların uygulanmasına ilişkin eylem
planları hazırlamanın da müsteşarlığın ana hizmet birimi olarak öngörülen
Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının görevleri
arasında sayılmak suretiyle Kanun’un maddeleri arasında uyumsuzluğa yol
açıldığı, ayrıca kuralla yürütme organına kaynağı Anayasa’da bulunmayan bir
yetki verildiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 6. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığının ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon
ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve
stratejileri kapsamında belirlenen politikaların uygulanmasına yönelik
eylem planları hazırlamakla görevli olduğu belirtilmektedir.
Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu
olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa
Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara
uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte
olduğundan, bu gerekçeye dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı
yerinde değildir. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de
bulunamamıştır.
Anayasa’nın 6. maddesinde egemenliğin,
kayıtsız şartsız Millete ait olduğu, Türk Milletinin egemenliğini, Anayasa’nın
koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanacağı, egemenliğin
kullanılmasının, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa
bırakılamayacağı ve hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamayacağı ifade edilmiştir.
Anayasa’da engelleyici bir hüküm
bulunmaması durumunda yasakoyucunun genel
düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması, kaynağını Anayasa’dan
almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez. İptali istenen kuralla,
Müsteşarlık bünyesinde ana hizmet birimi olarak düzenlenen Planlama,
Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığına, kurumun amaçları doğrultusunda
belirlenen politikaların uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak
görevinin verilmesi, Anayasa’da buna ilişkin engelleyici bir hüküm olmadığı
gözetildiğinde, Anayasa’nın 6. maddesine aykırılık tan söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
ibare, Anayasa’nın 2. ve 6. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
2- (a) Bendinin (2)
Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Güvenlik kuruluşları…” İbaresinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde; “güvenlik kuruluşları”
ibaresinin neyi işaret ettiğinin belirsiz olduğu ve kuralın Anayasa’nın 2., 5., 7., 8., 13., 104. ve 123. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen ibarenin de yer aldığı
kuralda, Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon
ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve
stratejileri kapsamında güvenlik kuruluşları arasında bilgi paylaşımını ve
koordinasyonu sağlamakla görevli olduğu belirtilmektedir.
Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. maddesine ilişkin
gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır. İptal
isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 5.,
7., 8., 13., 104. ve 123. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
3- (a) Bendinin (3)
Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Valilikler…” Sözcüğünün İncelenmesi
Dava dilekçesinde; kuralla ilgili
mevzuatla uyum gözetilmeden valilikler arasında koordinasyon sağlanmasına
ilişkin düzenleme yapılmasının Anayasa’nın 2. ve 104. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen sözcüğün de yer aldığı
kuralda, Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon
ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve
stratejileri kapsamında valilikler arasında koordinasyonu sağlamakla
görevli olduğu belirtilmektedir.
Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu
olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa
Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu
değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu
gerekçeye dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı yerinde değildir.
Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır. İptal isteminin
reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 104. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir.
4- (a) Bendinin (4)
Numaralı Alt Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; Kanun’un
6. maddesinde müsteşarlığa verilen görevlerin sadece politika ve
stratejilerin belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek olduğu
belirtilmişken, iptali istenen kuralla belirlenen politikalar ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde
yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamanın da müsteşarlığın
ana hizmet birimi olarak öngörülen Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek
Daire Başkanlığının görevleri arasında sayılmak suretiyle Kanun’un
maddeleri arasında uyumsuzluğa neden olunduğu, ayrıca kuralda yer alan
“belirlenen politikalar” ve “ilgili kurumlar” gibi müphem ve sınırları
belli olmayan kavramlarla yürütme organına asli düzenleme yetkisi verildiği
belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığının ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon
ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve
stratejileri kapsamında belirlenen politikalar ile sosyo-ekonomik
politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında
koordinasyonu sağlamakla görevli olduğu belirtilmektedir.
Terörle mücadele alanında politikanın
belirlenmesi Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına ait bir görev olmayıp,
Müsteşarlığın görevi politikaların belirlenmesine yönelik hazırlık
çalışmaları yapmaktır. Kuralda, Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek
Daire Başkanlığına terörle mücadele alanında politika belirleme yetkisi
verilmesi söz konusu değildir.
Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ç) bendinin incelendiği bölümde belirtilen gerekçelerle, iptali
istenen kuralda geçen “ilgili kurumlar” ibaresinin Anayasa’ya aykırı bir
yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
5- (b) Bendinin (1)
Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif
etmek,…” İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; iptali istenen
kuralla herhangi bir sınırlama getirilmeksizin Araştırma-Geliştirme Daire
Başkanlığına “veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” görevinin
verildiği, “veri, bilgi ve belgeleri toplama”nın
her türlü kişisel verileri de kapsama alacağı, veri toplamanın sınırlarına
yasal düzenleme getirilmeyerek kişilerin idareye karşı korumasız
bırakıldığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 13.,
20. ve 25. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralda Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığının ana hizmet birimlerinden olan
Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığının terörle mücadele alanında, veri,
bilgi ve belgeleri toplayabileceği, tasnif edebileceği, analiz ve değerlendirmeler
yapabileceği hükme bağlanmaktadır.
Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin
kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu,
bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında
bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya
silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı ifade edilmiştir. Maddede ayrıca
kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve
usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne de yer verilmiştir.
Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak
ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
İptali istenen kuralda geçen “veri”, “bir
araştırmanın, bir tartışmanın, bir muhakemenin temeli olan ana öğe, muta, done” anlamına gelmekte olup, bilimsel, istatistiki,
ekonomik, kişisel bilgileri de içine alan bir kavramdır. Kişisel veri
kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye
ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Kişisel verilerin korunması
hakkı, kişinin insan onurunun korunmasının ve kişiliğini serbestçe
geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi
sırasında korumayı amaçlamaktadır. Ancak söz konusu hak sınırsız değildir. Kişisel verilerin korunması hakkı, veri sahibinin
mutlak ve sınırsız bir veri hakimiyetini mümkün
kılmamaktadır. Nitekim Türkiye’nin imzaladığı ancak uygulama kanununun yürürlüğe konamaması nedeniyle taraf olmadığı 1981
tarihli ve 108 sayılı Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması
Karşısında Kişilerin Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 9.
maddesinde de devlet güvenliği, kamu güvenliği, devletin ekonomik menfaatlerinin
korunması ve suçlarla mücadele edilmesi, ilgilinin veya üçüncü kişilerin
hak ve özgürlüklerinin
korunması ile verilerin istatistiki veya bilimsel
amaçlarla kullanılması durumlarında kişisel verilerin korunmasına
sınırlamalar getirilebileceği öngörülmüştür. Bu nedenle, kişisel verilerin
korunması temel hakkına kamu yararı nedenlerine dayalı olarak müdahale
edilebilmesine olanak tanınmaktadır.
Terörle mücadele alanında strateji ve
politikalar geliştirmekle görevli olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının
kendisine verilen görevleri yerine getirebilmesi için kişisel veriler de dahil olmak üzere bir takım bilgi ve belgelere
ihtiyacının bulunması kaçınılmazdır. İptali istenen kuralda, veri ve
bilgilerin terörle mücadele alanıyla sınırlı olacağı açıkça ifade
edilmiştir. Kuralda kişisel verilerin korunmasıyla ilgili olarak
Anayasa’nın 20. maddesinde öngörülen güvencelere aykırı bir hüküm de yer
almamaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun kişisel verilerin korunmasına ilişkin
cezai hükümleri, Müsteşarlık personeli için de geçerlidir. Bu nedenle, dava konusu kuralla Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına terörle mücadele alanıyla sınırlı olmak
üzere verilen veri ve bilgi toplama yetkisinin özel hayatın gizliliği kapsamında
kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına ölçüsüz bir müdahale
olduğu söylenemez. Ayrıca, söz konusu düzenlemenin kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkını aşırı derecede zorlaştıran ya da ortadan
kaldıran, dolayısıyla hakkın özüne dokunan bir sınırlama olmadığı da
açıktır.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Engin
YILDIRIM bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın
Anayasa’nın 25. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
6- (b) Bendinin (2)
Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “…yaptırmak…” Sözcüğünün İncelenmesi
Dava dilekçesinde; iptali istenen
kuralla Araştırma – Geliştirme Daire Başkanlığına muhatabı, yaptırımı ve
sınırları belirsiz bir araştırma yaptırma yetkisinin tanınmasının
Anayasa’nın 2., 5. ve 13. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, Müsteşarlığın
ana hizmet birimlerinden olan Araştırma – Geliştirme Daire Başkanlığının,
terörle mücadele alanında, araştırma yaptırabileceği hükme bağlanmaktadır.
Kural, anılan Daire Başkanlığının Müsteşarlık dışındaki kurum, kuruluş veya
uzmanlar aracılığıyla terörle mücadele alanında araştırmalar
yaptırılabilmesine olanak tanımaktadır.
Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” şeklindeki ibarenin
incelendiği bölümde belirtilen gerekçelerle, iptali istenen sözcük,
Anayasa’nın 2. ve 5. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir.
7- (b) Bendinin (4)
Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Terörle…” Sözcüğünün İncelenmesi
Dava dilekçesinde; terör kavramının
tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması veya ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış
olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini
dolaylı olarak verdiği belirtilerek, iptali istenen ibarenin Anayasa’nın 2., 7. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, Müsteşarlığın
ana hizmet birimlerinden olan Araştırma – Geliştirme Daire Başkanlığının,
terörle mücadele alanında Terörle Mücadele Raporu hazırlamakla görevli
olduğu hükme bağlanmaktadır.
Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine
ilişkin gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi
görülmemiştir.
H- Kanun’un 10. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b)
Bendinin (1) Numaralı Alt Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; iptali istenen
kuralla hukuk müşavirliğine yasama yetkisini kapsar biçimde mevzuatı günün
şartlarına göre geliştirme görevinin verilmesinin Anayasa’nın 2., 6. ve 7. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kuralla, Müsteşarlığın danışma birimi
olarak kurulan Hukuk Müşavirliğine, terörle mücadele mevzuatını ve uygulamasını
değerlendirmek ve günün şartlarına göre geliştirmek görevi verilmiştir.
Anayasa’nın 88. maddesinde kanun teklif
etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekillerinin yetkili olduğu belirtilmiştir.
Buna karşılık, kanun teklif ve tasarılarının Anayasa’nın 88. maddesi
dışında kalan kişi veya kuruluşlar tarafından hazırlanmasına Anayasal bir
engel bulunmamaktadır. Kuralla, Hukuk Müşavirliğine verilen görev,
Müsteşarlığın görev alanına giren konularla ilgili mevzuatı takip etme,
değerlendirme ve gerektiğinde taslak metinler hazırlamaktır. 3046 sayılı
Kanun’un bakanlıkların danışma birimi olarak öngörülen hukuk
müşavirliklerinin görevlerini düzenleyen 25. maddesinin birinci fıkrasının (d)
ve (e) bentlerinde, hukuk müşavirliklerinin gerek bakanlık gerekse bakanlık
kuruluşlarınca mevzuat (kanun, tüzük, yönetmelik vs.) teklifleri
hazırlamalarının kendilerine bir görev olarak verildiği açıkça ifade
edilmektedir. Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 5.
maddesinde de mevzuat taslaklarının konuyla ilgili kurum ve kuruluşların
görevli birimleri (hukuk müşavirlikleri) tarafından hazırlanacağı hükmüne
yer verilmiştir. Bu durumda, kuralla hukuk müşavirliğine taslak hazırlama
görevinin verilmesinde Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 2., 6. ve 7. maddelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
I- Kanun’un 15. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İkinci
Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; iptali istenen
kuralla herhangi bir sınırlama getirilmeksizin her türlü bilgi ve belge
talebinin ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından yerine
getirilmesinin öngörüldüğü, bilgi ve belge ibarelerinin her türlü kişisel
verileri de kapsama alacağı, veri toplamanın sınırlarına yasal düzenleme
getirilmeyerek kişilerin idareye karşı korumasız hale getirildiği
belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 13., 20. ve 25.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kuralda, Müsteşarlığın bu kanun
çerçevesinde belirlenen terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri
geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu
sağlamak görevini yerine getirirken, bu kapsamda istediği her türlü bilgi
ve belge talebinin ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlarca gecikmeksizin
yerine getirileceği hükme bağlanmaktadır.
Kuralda geçen “her türlü bilgi ve
belge” ibaresinin, 5952 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “Veri, bilgi ve
belgeleri toplamak, tasnif etmek, analiz ve değerlendirmeler yapmak”
biçimindeki hükümle birlikte değerlendirildiğinde ve kuralda “veri”
ibaresinin de geçmediği dikkate alındığında, “kişisel veri” niteliğinde
bulunmayan her türlü bilgi ve belgeyi kapsadığı anlaşılmaktadır.
Terörle mücadele alanında strateji ve
politikalar geliştirmekle görevli olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının
da kendisine verilen görevleri yerine getirebilmesi için bazı bilgi ve
belgelere ihtiyaç duyması kaçınılmazdır. İptali istenen kuralda, bilgi ve
belgelerin Müsteşarlığa 5952 sayılı Kanun kapsamında verilen terörle
mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili
kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak göreviyle sınırlı
olacağı açıkça ifade edilmiştir. Kuralda kişisel verilerin korunmasıyla
ilgili olarak Anayasa’nın 20. maddesinde öngörülen güvencelere aykırı bir
hüküm de yer almamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 20. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın
Anayasa’nın 13. ve 25. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
J- Kanun’un 16. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İkinci
Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; 5018 sayılı Kanun’un
24. maddesi uyarınca örtülü ödeneğin esasen Başbakanlık bütçesine konulduğu
ve ancak istisnaen kanunlarla verilen istihbarat
hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin de bütçelerine örtülü ödenek
konulabildiği, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının ise istihbarat
hizmetlerini yürüten bir kamu idaresi niteliğinde olmaması nedeniyle 5018
sayılı Kanun hükümleri dairesinde bütçesine örtülü ödenek konulamayacağı,
ayrıca Anayasa’nın 161. ve 162. maddelerinde bütçelerin gerek hazırlanması
gerekse TBMM’de kabul edilmesi süreçlerinin şeffaf olmasının öngörüldüğünü
oysa söz konusu düzenlemede, operasyonel yetkisi
olmayan bir oluşuma örtülü ödenek ayrılması öngörülmek suretiyle
şeffaflıktan uzak bir şekilde harcama yetkisi verildiği belirtilerek,
kuralın Anayasa’nın 2., 161. ve 162. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un 16. maddesinde Müsteşarlığın
bütçesine ilişkin düzenleme yer almaktadır. Maddenin (1) numaralı fıkrasının
birinci cümlesinde, Müsteşarlığın 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol
Kanunu’na tabi genel bütçeli bir idare olduğu belirtilmiştir. Aynı fıkranın
iptali istenen ikinci cümlesinde ise 5952 sayılı Kanun kapsamında yürütülen
ve gizlilik ihtiva eden işler için 5018 sayılı Kanun’un 24. maddesi
esaslarına göre Müsteşarlık bütçesine ödenek konulacağı kurala bağlanmıştır.
Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu
olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa
Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara
uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte
olduğundan, bu gerekçeye dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı
yerinde değildir. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de
bulunamamıştır. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 161. ve 162. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
K- Kanun’un 18. Maddesinin İncelenmesi
1- (1) Numaralı Fıkranın (b) Bendi ile (3) Numaralı Fıkranın
(a) Bendinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde; iptali istenen
kurallarla illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü, ihtiyaç duyulan
ilçelerde ise bürolar kurulmasının 3046 sayılı Kanun’da öngörülmeyen bir
teşkilatlanma biçimi olduğu, bu durumun aynı zamanda idarenin kanuniliği
ilkesine aykırı olduğu, söz konusu birimlerde çalışacak personelin görev,
yetki ve nitelikleri konusunda da herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği
belirtilerek, kuralların Anayasa’nın 2., 123. ve
128. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür.
Kanun’un 18. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının iptali istenen (b) bendiyle 657 sayılı Kanun’a ekli (II) sayılı
cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne ‘‘Nüfus ve Vatandaşlık
Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,”
ibaresi eklenmiştir. Söz konusu (II) sayılı cetvelde ise kadroları genel
idare hizmetleri sınıfının birinci derecesinde bulunanların ek göstergeleri
düzenlenmektedir.
Kanun’un 18. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (a) bendiyle, 14.2.1985 günlü, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un İçişleri Bakanlığının taşra
teşkilatını düzenleyen 28. maddesine eklenen fıkrayla, illerde İl Sosyal
Etüt ve Proje Müdürlüğü kurulduğuna ilişkin hüküm eklenmiş, ayrıca ihtiyaç
duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve Bakanlığın onayı ile büro
kurulabileceği, valiliğin kadro, yer ve unvanlarına bakılmaksızın ihtiyaç
durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu birimlerde
görevlendirmeye yetkili olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 128. maddesinde, Devletin,
kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevlerinin memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle yürütüleceği, bu kapsama giren personelin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin de Kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir.
İptali istenen kuralla, illerde yeni
ihdas edilen İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğünün acil eleman ihtiyacının
karşılanması için Valilere özel olarak yetki verilmektedir. İptali istenen
kural, Valinin genel görevlendirme yetkisinin özel olarak düzenlenmesinden
başka bir anlam ifade etmemektedir. Kuralda geçen “görevlendirme” nin mevcut olan uzman, sözleşmeli personel ve memurlar
arasından yapılacağı açıktır. Bir başka ifadeyle söz konusu personel, 657
sayılı Kanun’un 4. maddesi kapsamında kalan ve halen kamuda çalışmakta olan
personeldir. Bu durumda, atanmaları, görev ve yetkileri ile hak ve
yükümlülükleri 657 sayılı Kanun’a tabi olan personelin Valiler tarafından
İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğünde görevlendirilmesinde Anayasa’nın 128.
maddesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Kuralın 3046 sayılı Kanun’da
öngörülmeyen bir yapılanma öngördüğü ve idarenin kanuniliği ilkesine aykırı
olduğu yönünde ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık itirazları, Kanun’un 4.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen
gerekçelerle, yerinde görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kurallar, Anayasa’nın 2., 123. ve 128. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
2- (4) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
Dava dilekçesinde; 3046 sayılı Kanun’un 16. maddesinin (d) bendinde yer alan “Bir
bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” biçimindeki kural uyarınca
İçişleri Bakanlığına bağlı ikinci bir Müsteşarlık kurulamayacağı belirtilerek,
kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralla 5018 sayılı Kanun’a ekli (I)
sayılı cetvele 33. sırasından sonra gelmek üzere “34)
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” ibaresi eklenmiş ve diğer sıralar
buna göre teselsül ettirilmiştir. 5018 sayılı Kanun’a ekli (I) sayılı
cetvelde, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin isimleri
bulunmaktadır.
3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A
maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının
aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığı İçişleri Bakanlığına bağlı olmaktan çıkarılıp, Başbakanlıkla
ilgilendirildiğinden, kurala ilişkin olarak ileri sürülen Anayasa’ya
aykırılık gerekçesi ortadan kalkmıştır.
Kaldı ki, bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu olmaması onun
iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların
başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil,
yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu gerekçeye
dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı yerinde değildir. Kuralın
Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır. İptal isteminin reddi gerekir.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen
kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASI İSTEMİ
17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un:
A- 1- 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (d) bendine,
2- 4. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına,
3- 5. maddesinin (3) numaralı
fıkrasına,
4- 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının;
a- Başında yer alan “Terörle…” sözcüğüne,
b- (b) bendine,
c- (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresine,
d- (ç) bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşlarına…” ve
“…ilgili kurumlara…” ibarelerine,
e- (f) bendine,
5- 8. maddesine,
6- 9. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının;
a- (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan
“…uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak …” ibaresine,
b- (a) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan
“Güvenlik kuruluşları …” ibaresine,
c- (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan
“Valilikler …” sözcüğüne,
d- (a) bendinin (4) numaralı alt bendine,
e- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “Veri,
bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek, …” ibaresine,
f- (b) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan
“…yaptırmak …” sözcüğüne,
g- (b) bendinin (4) numaralı alt bendindeki “Terörle …”
sözcüğüne,
7- 10. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendine,
8- 15. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesine,
9- 16. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ikinci cümlesine,
10- 18. maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 657 Sayılı
Kanun’a ekli (II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda”
bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresine,
b- (3) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 14.2.1985 günlü,
3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 28.
maddesine eklenen fıkraya,
c- (4) numaralı fıkrasına,
yönelik iptal istemleri 19.1.2012 günlü, E.
2010/40, K. 2012/8 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, fıkra, bent,
alt bent, cümle, ibare ve sözcüklere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin
REDDİNE,
B- 1- 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının “… terörle mücadeleye ilişkin politika
ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar
arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı …” bölümü,
2- 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendi,
3- 3. maddesi,
4- 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası,
5- 5. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan “… Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma
komisyonları …” ibaresi,
6- 7. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında yer alan “… Bakana …” sözcüğü,
7- 10. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin “… Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon
unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve
esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde
belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın
teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca
Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen
usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu
statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında
herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak
teşkil etmez.” bölümü,
8- 13. maddesinin;
a- (2) numaralı fıkrası,
b- (4) numaralı fıkrasının son cümlesi,
9- 18. maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 14.7.1965 günlü,
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki
İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,”
ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarı,” ibaresi,
b- (3) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 3152 sayılı
Kanun’un 29. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (d) bendi,
c- (5) numaralı fıkrasıyla 27.6.1989 günlü, 375 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin Ek 3. maddesinin birinci fıkrasına “Savunma
Sanayi Müsteşarlığı,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni
ve Güvenliği Müsteşarlığı,” ibaresi,
hakkında, 19.1.2012 günlü, E. 2010/40, K.
2012/8 sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden,
bu madde, fıkra, bent, bölüm, cümle, ibare ve sözcüklere ilişkin yürürlüğün
durdurulması istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
19.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
VI- SONUÇ
17.2.2010
günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun’un:
1- 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…
terörle mücadeleye ilişkin politika ve
stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı …” bölümünde yer
alan “...İçişleri Bakanlığına bağlı …” ibaresi, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen
19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü,
B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün
ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından,
konusu kalmayan bu bölüme ilişkin iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya
KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘İçişleri Bakanlığına bağlı’
ibaresi için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”
yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- (a) bendi,
3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046
sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın
7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile
Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla
yürürlükten kaldırıldığından, bu bende ilişkin konusu kalmayan iptal istemi
hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
b- (d) bendinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
yer alan “…İçişleri Bakanlığına bağlı…” ibaresi, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen
19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile
Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla
yürürlükten kaldırıldığından, bu maddeye ilişkin konusu kalmayan iptal
istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ
ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘İçişleri Bakanlığına
bağlı’ ibaresi için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi
gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- 4. maddesinin;
a- (1) numaralı
fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- (2) numaralı
fıkrasının, birinci cümlesinde yer alan “...İçişleri Bakanının …”, ikinci
cümlesinde yer alan “...İçişleri Bakanının …” ve üçüncü cümlesinde yer alan
“...İçişleri Bakanı …” ibareleri, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin
verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062
sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507
sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu fıkraya ilişkin konusu
kalmayan iptal istemi hakkında
KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece
‘İçişleri Bakanının’ ve ‘İçişleri Bakanı’ ibareleri yönünden karar
verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
5- 5. maddesinin;
a- (2) numaralı
fıkrasında yer alan “… Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma
komisyonları …” ibaresindeki “... Bakanın...” sözcüğü, 3.6.2011 günlü, 643
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a
eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile
Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla
yürürlükten kaldırıldığından, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal
istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ
ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘Bakanın’ sözcüğü
için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
b- (3) numaralı
fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
6- 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- Başında yer alan “Terörle…”
sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- (b) bendinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
c- (c) bendinde yer
alan “…veya yaptırmak” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
d- (ç) bendinde yer
alan “Güvenlik kuruluşlarına…” ve “…ilgili kurumlara…” ibarelerinin Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
e- (f) bendinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
7- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “… Bakana …” sözcüğü,
3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046
sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın
7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile
Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla
yürürlükten kaldırıldığından, bu sözcüğe ilişkin konusu kalmayan iptal
istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
8- 8. maddesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
9- 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- (a) bendinin (1)
numaralı alt bendinde yer alan “…uygulanmasına yönelik eylem planları
hazırlamak …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- (a) bendinin (2)
numaralı alt bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşları …” ibaresinin Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
c- (a) bendinin (3)
numaralı alt bendinde yer alan “Valilikler …” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
d- (a) bendinin (4)
numaralı alt bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
e- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “Veri, bilgi ve
belgeleri toplamak, tasnif etmek, …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Engin
YILDIRIM’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
f- (b) bendinin (2)
numaralı alt bendinde yer alan “…yaptırmak …” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
g- (b) bendinin (4)
numaralı alt bendindeki “Terörle …” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
10- 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- (b) bendinin (1)
numaralı alt bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- (c) bendinin “…
Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla
sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları
Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen
taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı
ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli
personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar
çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde
çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir
pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.”
bölümünde yer alan ”Bakan…” sözcüğü, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A
maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının
aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla; yine aynı bölümde yer
alan “…ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan
ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık
brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel
olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde
ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. …” ibaresi de
11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle 375
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin (3) numaralı
fıkrasının (n) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu bölüme ilişkin
konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece
bölümde yer alan ‘Bakan’ sözcüğü ile ‘…ve bu Kanuna ekli (2) sayılı
cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere
Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca
Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen
usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. …’ ibaresi
yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”
yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
11- 13. maddesinin;
a- (2) numaralı
fıkrasında yer alan “Bakan…” sözcüğü, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A
maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü,
B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün
ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından,
bu fıkraya ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya
KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘Bakan’ sözcüğü için karar
verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
b- (4) numaralı fıkrasının son cümlesi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin (3) numaralı fıkrasının (n) bendi ile
yürürlükten kaldırıldığından, bu cümleye ilişkin konusu kalmayan iptal
istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
12- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
13- 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
14- 18. maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 14.7.1965 günlü, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare
Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden
sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi,
10.10.2011 günlü, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 37. maddesiyle
yürürlükten kaldırıldığından, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal
istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
b- (1) numaralı
fıkrasının (b) bendiyle 657 Sayılı Kanun’a ekli (II) sayılı cetvelin “4.
Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,”
ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
c- (3) numaralı
fıkrasının (a) bendiyle 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun’un 28. maddesine eklenen fıkranın Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
d- (3) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 3152 sayılı Kanun’un 29.
maddesinin birinci fıkrasına eklenen (d) bendi, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen
19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü,
B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün
ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından,
bu bende ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
e- (4) numaralı
fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
f- (5) numaralı fıkrasıyla 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Ek 3.
maddesinin birinci fıkrasına “Savunma Sanayi Müsteşarlığı,” ibaresinden
sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,”
ibaresi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1.
maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin
(1) numaralı fıkrasının (m) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu
ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
19.1.2012 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet
ERTEN
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
I- 3.6.2011 günlü, 643 sayılı ve 11.10.2011 günlü,
666 sayılı Kararnamelerin Etkilediği Kurallar Yönünden
17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kanun’un bazı
maddelerinin iptali istemiyle 3.6.2010 tarihinde açılan davadan sonra,
anılan Yasa’da 643 ve 666 sayılı KHK’lerin yürürlüğe girmesi sonucu yapılan
değişikliklerin, ilgili oldukları dava konusu kuralların tümünü etkilediği
gerekçesiyle bu maddeler hakkındaki incelemenin esasına girilmesine gerek
görülmeyerek “karar verilmesine yer olmadığı” yolunda karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’ne yapılan iptal başvurularının
konusunu oluşturan kuralların tümüyle yasal değişikliğe uğramaları halinde,
iptal davalarının doğrudan soyut norm denetimine ilişkin oldukları da
gözetildiğinde, söz konusu başvurular hakkında esastan karar verilmesinde,
hukuki yarar bulunmamakta ise de yapılan değişikliğin, dava konusu kuralın
bir bölümüne yönelik olması durumunda, kalan bölüm hakkında incelemenin
sürdürülmesi gerekir. Aksi
halde dava konusu kurallarda, daha sonraki yasal düzenlemelerle yapılacak
en küçük değişiklikler o kuralların, iptal davası yoluyla Anayasal
denetiminin engellenmesi sonucunu doğurur. Böyle bir sonucu, Anayasa
yargısının amacı ve işleviyle bağdaştırmak olanaksızdır.
Açıklanan nedenlerle 5952 sayılı Yasa’nın, tümü
değiştirilmeyerek sadece bazı bölüm, ibare ve sözcüklerinde değişiklik
yapılan kurallarının, kalan bölümlerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminin
yapılarak esas hakkında karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.
II- Yasa’nın 9. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının
(b) Bendinin (1) Numaralı Alt Bendinin “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif
etmek” Bölümünün İncelenmesi
5952 sayılı Yasa’nın 9. maddesi ile Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığı’nın Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı’na dava
konusu kuralla terörle mücadele alanında “veri, bilgi ve belgeleri
toplamak, tasnif etmek görevi verilmiştir. Hiçbir ayırım ve sınırlama
getirilmediğinden Kural’ın, kişilerin temel hak ve özgürlük alanlarını da
kapsayacak biçimde her türlü veri, bilgi ve belge toplamayı içerdiği
açıktır.
Anayasa’nın 20. maddesinin ilk fıkrasında herkesin;
özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu özel hayatın
ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş, son fıkrasında
da Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilen korunmasını isteme hakkına
sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında
bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya
silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını
öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya
kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin
esas ve usuller kanunla düzenlenir” denilerek kişisel verilerin korunması,
özel hayatın gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.
Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
sağlanan Anayasal güvencenin yaşama geçirilebilmesi için, bu hakkı
ilgilendiren yasal düzenlemelerin, açık, anlaşılabilir ve kişilerin söz
konusu haklarını kullanabilmelerine elverişli olması gerekir. Ancak böyle
bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren veri, bilgi ve
belgelerin resmi makamların keyfi müdahalelerine karşı korunması olanaklı
hale getirilebilir.
Dava konusu kural ile Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığının Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı’na kapsamı ve
koşulları belirlenmeksizin her türlü veri, bilgi ve belgeleri toplama görevi
verilerek kişilerin özel hayatlarının gizliliğinin korunması kapsamında
bulunan, kişisel verilerin korunmasını isteme hakları ihlâl edilmiştir.
Açıklanan nedenlerle Kural’ın Anayasa’nın 20. maddesine
aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
KARŞIOY GEREKÇESİ
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde,
müsteşarlığın hizmet birimlerinden olan Araştırma Geliştirme Daire
Başkanlığı’nın terörle mücadele alanındaki görevleri sayılırken, söz konusu
(b) bendinin iptali istenilen (1) numaralı alt bendinde, veri, bilgi ve
belgeleri toplamanın da bu görevler arasında olduğu ifade edilmiştir.
İptali
istenen kuralda, açıklayıcı bir düzenleme bulunmadığı için, veri, bilgi ve
belgeleri toplama olarak adlandırılan görevlendirme uyarınca, Araştırma
Geliştirme Daire Başkanlığı’nın kişisel veri, bilgi ve belgeler dahil her türlü veri, bilgi ve belgeyi toplama
yetkisinin bulunduğunda duraksama bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin kendisiyle ilgili kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kişinin
kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere
erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları
doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkını kapsadığı ifade
edilmiş, ayrıca, kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya
kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne de yer verilmiştir.
Araştırma
Geliştirme Daire Başkanlığı, iptali istenilen kural uyarınca, temel hak ve
özgürlüklere müdahale niteliğinde de olsa her türlü kişisel veri, bilgi ve
belgeyi toplayabilecektir.
Anayasa’da
yer alan güvenceye rağmen, iptale konu kuralla, veri, bilgi ve belgelerin
toplanmasına her hangi bir sınırlama getirilmeyerek, temel hak ve
özgürlüklere müdahale niteliğinde olanlar dâhil, her türlü kişisel veri,
bilgi ve belgelerin toplanmasına imkân tanınmakta, böylece kişiler idareye
karşı korunmasız hale getirilmektedir. Bu durum, Anayasa’nın 20.maddesinde
öngörülen kişisel veri, bilgi ve belgelerin korunması hakkına aykırılık
oluşturmaktadır.
Açıklanan
nedenle kuralın iptali gerektiğinden, çoğunluk görüşüne katılmadım.
Üye
Mehmet
ERTEN
KARŞIOY YAZISI
5952 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde Müsteşarlığın, terörle
mücadele alanında görevleri arasında “veri,
bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” de yer almıştır.
Kişisel bilgi ve verilerin korunması, Anayasa’nın “Özel
hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin
birinci fıkrasında herkesin, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiştir. Maddenin
üçüncü fıkrasında herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını
isteme hakkına sahip olduğu; bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların
düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda
kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı; kişisel verilerin ancak
kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği;
kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla
düzenleneceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve
hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabileceği; bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamayacağı ifade edilmiştir.
İptali istenen kural, kişisel verilerin, bilgi ve
belgelerin toplanmasına ve tasnif edilmesine olanak vermekte, veri, bilgi
ve belgelerin kişisel veri ve bilgileri kapsamadığı yönünde bir güvence de
içermemektedir.
Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliğine
milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve
genel ahlakın korunması sebeplerine bağlı olarak hakim
kararıyla sınırlanabileceği öngörülmüş ise de iptali istenen kural bu
kapsama girmemektedir. Kişinin bu kural uyarınca fişlendiğinden haberdar
olması, bunların silinmesini talep etmesi ve amaçları doğrultusunda
kullanılıp kullanılmadığını öğrenmesi de mümkün değildir. Bu nedenle kural,
Anayasa’nın 20. maddesiyle güvence altına alınmak istenen temel hakka karşı
yapılmış pervasız bir müdahaledir.
Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olan kural,
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletine de ters düşmektedir.
Bu nedenlerle iptali gerekir.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
KARŞIOY GEREKÇESİ
Dava 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat Görevleri Hakkında Kanun’un bazı
maddelerinde yer alan fıkra, bent, tümce, ibare ve sözcüklerin Anayasa’ya
aykırılığı ileri sürülerek iptali istemiyle açılmıştır.
1- 1.
maddenin (1) numaralı fıkrasının “…İçişleri Bakanlığına…” ibaresi; 3. maddenin (1) numaralı fıkrasında yer
alan “İçişleri Bakanlığına bağlı…” ibaresi; 4. maddenin (2) numaralı fıkrasının
birinci, ikinci ve üçüncü cümlesinde yer alan “…İçişleri Bakanının…”
ibareleri; 5. maddenin (2) numaralı fıkrasında; 10. maddenin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinde ve 13. maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan
“…Bakanın…” sözcüğü 3.6.2011 günlü 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
kaldırıldığından bahisle sözü geçen kuralların iptali istemi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvurularının
konusunu oluşturan kuralların tümüyle yasal değişikliğe uğramaları halinde,
söz konusu başvurular hakkında karar verilmesinde hukuki yarar bulunmamakta
ise de, yapılan değişikliğin dava konusu tümce, ibare veya sözcüklere
ilişkin olması durumunda incelemenin sürdürülerek istemle ilgili karar
verilmesi gerekir. Aksi halde dava konusu kurallarda yapılacak en küçük
ekleme ve çıkarma şeklindeki değişiklikler sonucunda bu kuralların anayasal
denetimin dışında kalmasına sebep olacağından bu durum Anayasa yargısının
amacıyla ve işleviyle bağdaşmaz.
Bu nedenle, 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Yasa’nın
1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının, 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, 5. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının, 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, 13.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının değiştirilmeyen ibare dışında kalan
bölümüne ilişkin incelemenin sürdürülmesi gerektiğinden sözü geçen
maddelerin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolundaki
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
2- 9.
maddenin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer
alan “veri,bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif
etmek” ibaresinin incelenmesi;
Maddede; Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının
ana hizmet birimlerinden Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığının
terörle mücadelede görevlerinin neler olduğu düzenlenmekte olup, (1)
numaralı alt bendinde ise “veri, bilgi ve belgeleri toplamak tasnif etmek”
ibaresi yer almaktadır.
Anayasa’nın “özel hayatın gizliliği” başlıklı 20.
maddesinde “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme
hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında
bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya
silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar.” denilmektedir. Maddede ayrıca
kişisel verilerin ancak Kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve
usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne de yer verilmiştir. Bilindiği gibi;
“kişisel veri” kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla
bir kişiye ait bütün bilgileri ifade etmektedir.
İptali istenilen kuralda ise herhangi bir sınırlama
getirilmeden kişilere ait verilerin toplanması konusunda Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığına yetki verilmesi, kişileri idareye karşı korunmasız
duruma getirmekte olup, bu haliyle kural Anayasa’nın 20. maddesinde
öngörülen, kişisel veri, bilgi ve belgelerin korunması hakkına aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı
Kanun’un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrası, 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 5. maddesinin (2) numaralı
fıkrası, 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası (c) bendi, 13. maddesinin (2)
numaralı fıkrası hakkında incelemenin sürdürülmesi ve esası hakkında karar
verilmesi gerektiği, 9. maddenin (b) bendinin (1) numaralı fıkrasının (1)
numaralı alt bendinde yer alan “…veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif
etmek…” ibaresinin iptali gerektiği düşüncesi ile verilen karara
katılmıyorum.
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
KARŞI OY YAZISI
Geçici
güvenlik için özgürlüğünü feda edenler,
ne
özgürlüğü hak eder, ne de güvenliği.
Benjamin Franklin, 1755
5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığının (KDGM) Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 9.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin, (1) numaralı alt bendinde,
Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Araştırma-Geliştirme Daire
Başkanlığının, “terörle mücadele alanında; veri, bilgi ve belgeleri
toplamak, tasnif etmek, analiz ve değerlendirmeler” yapmakla görevli olduğu
hükmü yer almaktadır. Burada,
“veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek”, kısmının iptali
istenmektedir.
Bu düzenlemede anayasal bir sorun görmeyen çoğunluk
görüşüne katılmanın neden mümkün olmadığını üç bölümden oluşan karşı oy
yazısıyla açıklamaya çalışacağız. İlk bölümde uluslararası sözleşmelerin
ilgili hükümlerini ve mahkeme kararlarını, ikinci bölümde ise iptali
istenilen kuralın anayasaya aykırı olduğu yönündeki iddiamızı temellendirebilmek
için konuyla yakından ilgili olduğunu düşündüğümüz özgürlük ve güvenlik
arasındaki ilişkiyi, iktisat teorisinden de yararlanarak kısaca
inceleyeceğiz. Son bölümde ise, ilgili düzenlemenin Anayasa’nın hangi
maddelerine aykırılık taşıdığını ilk iki bölümden hareketle ele alacağız.
Uluslar arası Hukuki Durum:
Sözleşmeler ve Mahkeme Kararları
Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 17. maddesinde, “Hiç kimsenin özel hayatına,
ailesine, evine ya da haberleşmesine keyfi ya da yasadışı olarak müdahale
edilemeyeceği” belirtilirken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 8.
maddesinin ilk fıkrasında da, “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir”, hükmü yer almaktadır.
İkinci fıkrada ise, “Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin
müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı,
dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik
bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz
konusu olabilir” denmektedir. Bu
düzenlemeyle Sözleşme’nin 8. maddesinin ilk fıkrasında tanınan hakların
kullanılmasına, ikinci fıkrada belirtilen hususlarla sınırlı olmak kaydıyla
kısıtlamalar getirilebilmektedir. İptali istenen kural
açısından değerlendirildiğinde, devletin negatif yükümlülüğü, 8. maddeye
aykırı olarak kişisel ve hassas verilerde dâhil olmak üzere her çeşit veri,
bilgi ve belgeyi toplama, saklama, işleme ve üçüncü taraflarla paylaşma
gibi müdahalelerden kaçınmasını ifade ederken, pozitif yükümlülüğü, özel
yaşam hakkına saygıyı güvence altına almak için gerekli önlemleri almasına
işaret etmektedir.
Konumuz açısından önemli olan bir sözleşmede, 1981
tarihli ve 108 sayılı, “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması
Karşısında Kişilerin Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesidir”Bu Sözleşme’nin 2. maddesi,
kişisel veriyi belirli veya belirlenebilir bir kişiye ait tüm bilgiler
şeklinde tanımlamaktadır. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan “Kişisel Verilerin
Korunması Kanun” tasarısında da bu tanım benimsenmiştir. Sözleşme’nin 5.
maddesine göre, kişisel veriler açıkça belirlenmiş meşru amaçlar için,
toplanma gerekçesiyle sınırlı olmak ve gerekli olan süreyi aşmamak
şartlarıyla tutulabilir. 6. maddede ise, kişinin ırkî ve etnik kökeni,
siyasi düşüncesi, dini veya benzer inançları, sağlık, cinsel hayat ve ceza
mahkûmiyetleriyle ilgili verileri hassas veri olarak kabul edilerek,
bunların toplanmasına ve işlenmesine ulusal mevzuatta koruyucu
tedbirlerinin alınması şartıyla izin verilmektedir. Sözleşme’nin 9.
maddesinde de, kamu güvenliğinin sağlanması, suçla mücadele edilmesi,
ilgilinin veya üçüncü kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına
alınması ile kişisel verilerin korunmasının sınırlanabileceği
belirtilmiştir.
Avrupa Konseyince 2002’de kabul edilen, “İnsan
Hakları ve Terörle Mücadele Hakkında İlkeler”, rehberinde de, devletin
güvenlik birimleri bünyesinde herhangi bir yetkili merci tarafından kişisel
veri ve bilgilerin toplanması ve incelenmesinin, yasayla yapılması,
amacıyla orantılılık içermesi ve bağımsız bir makamın gözetimine tâbi
olması şartıyla meşru olduğu ifade edilmiştir. Rehberde, “Bir yandan,
demokratik bir toplumun… kendisini korumak üzere birtakım önleyici ya da
bastırıcı tedbirler alması gerekirken, öte yandan, kamu makamları…Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer enstrümanlarda belirlenmiş olan insan
hakları ve temel özgürlükleri gözetmek konusunda yasal bir yükümlülük
altındadır”, ifadesi de yer almaktadır (Avrupa Konseyi 2002: 16).
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, “Emniyet
Alanında Kişisel Verilerin Kullanılmasını” düzenleyen R(87)15 sayılı
Tavsiye Kararına göre ise, verilerin polisiye amaçlarla toplanmasına ancak
gerçek bir tehlikenin önlenmesi ya da belirli bir suçun engellenmesi için
zorunlu olması durumunda başvurulması gerekmektedir. Kişinin bilgisi dışında
kişiye ilişkin verilerin toplanması ve saklanması durumunda, bu veriler
silinmediği takdirde, kişiye bu konuda bilgi verilmesi de bu ilke
çerçevesinde istenmiştir (Atak 2010: 106).
AİHS kişisel verilerin korunması ile ilgili ayrı
bir hüküm içermemekle birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu
verilerin özel yaşam alanı içinde yer aldığını kabul ederek, konuyu 8.
madde kapsamında incelemektedir. AİHM, özel hayatı, kişinin kendi hayatını
istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ve bunun da ötesinde, başkalarıyla
ilişki kurmak ve bu ilişkileri geliştirmek suretiyle özgür olarak
kişiliğini oluşturmasını ve geliştirmesini sağlayan daha geniş bir alandan
ibaret görmektedir.
Nitekim AİHM, Klass ve Diğerleri-Almanya (1978) davasında, bireyin özel hayatına
ilişkin verilerin kamusal organlar tarafından toplanmasına, saklanmasına ve
işlenmesine dayanak oluşturacak önemli ilkeleri belirlemiştir. Mahkeme bu
davada, mektupların ve telgrafların okunmasına, telefon görüşmelerinin
dinlenmesi ve kaydedilmesine olanak tanıyan bir yasanın Sözleşme’ye
uygunluğunu incelemiştir. AİHM genel olarak gizli izleme yöntemlerine
demokratik kurumların korunması için kesinlikle zorunlu olması durumunda
başvurulabileceğini kabul etmiş, ancak bireyin 8. maddede güvence altına
alınan hakkı kullanabilmesi ile demokratik bir toplumu koruma amacıyla
gizli izlemenin yapılmasının gerekliliği arasında bir denge kurulması
gerektiğini belirterek, “Milli güvenliği korumak için oluşturulan bir gizli
izleme sisteminin, demokrasiyi korumak adına demokrasiye zarar
verebileceği, hatta demokrasiyi yok edebileceği riski dikkate alındığında,
kötüye kullanmaya karşı teminatların gerekli olduğu konusunda bir tereddüt
bulunmamaktadır”, görüşünü dile getirmiştir (Klass ve Diğerleri-Almanya para. 42 ve 49). Bu kararda, Mahkeme, bireyin özel yaşamı kapsamındaki
bilgilere ilişkin kamusal müdahaleleri, bireyi koruyucu uygun ve etkili
garantiler içeren yasal düzenlemeler ve istismar ve kötü kullanıma karşı
güvenceler bulunmadığı sürece Sözleşmenin 8. maddesinde belirtilen hakların
bir ihlali olarak değerlendirmiştir (Klass ve Diğerleri-Almanya para. 50). Mahkeme, istihbarat örgütlerinin gizli izleme yoluyla
bireylerin haklarına yönelik gerçekleştirdikleri müdahalelerin etkili bir
denetime tabi olması gerektiğini, ulusal güvenlikten kaynaklanan
ihtiyaçlara her durumda öncelik verilemeyeceğini, sınırsız önlemler
alınmasına izin veren bir yasanın demokrasi için tehdit oluşturacağını ve
Avrupa ülkelerinin casusluk ve terörizmle mücadeleyi gerekçe göstererek
uygun gördükleri her türlü tedbiri alamayacaklarını önemle vurgulamıştır.
AİHM, Leander-İsveç (1987)
kararında ise, başvurucu hakkında güvenlik soruşturması yapılması suretiyle
bilgi toplanmasının ve bunların doğruluğuna ilişkin olarak kendisine itiraz
hakkı verilmemesinin, AİHS 8. madde birinci fıkra kapsamında özel hayatın
gizliliğine müdahale oluşturduğuna, ancak, bu müdahalenin aynı maddenin
ikinci fıkrası gereğince milli güvenliği koruma meşru amacını
gerçekleştirmek için taraf devletlere tanınan geniş takdir hakkı içinde olduğu
sonucuna ulaşmıştır. Bununla
birlikte, Mahkeme, verilerin toplanmasına olanak tanıyan düzenlemelerin
makul denetim mekanizmaları öngörmek zorunda olduğunu, bunların da, hangi
durumlarda verilerin toplanabileceği, ne kadar süre ile muhafaza edileceği
ve imhasına ilişkin hususlara yer vermesi gerektiğini not etmiştir.
Amann v.
İsviçre (2000) davasında bireyin
özel yaşamına ilişkin bilgilerin kamu görevlileri tarafından saklanmasının
özel yaşama bir müdahale oluşturduğunu kabul etmiştir. Yapılan müdahale
yasaya dayanmakla birlikte, mevcut yasal düzenleme yeterli korumayı
sağlamamaktadır. İlgili yasada savcılığın veri toplama, kaydetme ve saklama
yetkisini kullanma şartları ve kapsamı belirtilmemekte, hangi bilgilerin
saklanacağı ve nasıl bir yöntem izleneceği konusunda açıklık
bulunmamaktadır (Amann- İsviçre para. 76 ve 80).
AİHM’nin
Rotaru-Romanya (2000) kararı da konumuz
açısından önem taşımaktadır. Bu davada, Romanya İstihbarat Örgütü’nün
başvurucu hakkında tuttuğu gizli dosya ele alınmıştır. İlgili devlet,
dosyada yer alan bilgilerin özel yaşama ilişkin olmadığını, kamusal
alandaki faaliyetlerle ilgili olan bilgileri içerdiğini ileri sürmüşse de,
Mahkeme, 108 sayılı Sözleşme’nin kişisel veri tanımına atıfla, bunu kabul
etmemiştir. AİHM, terörle mücadelede özel yöntemlerin kullanılabileceğini
kabul ederek, istisnaî hallerde ve bir yasal düzenlemeye dayanmak şartıyla,
demokratik bir toplumda milli güvenlik ve/veya asayişin bozulması ya da
suçun önlenmesi gibi amaçlar dâhilinde veri toplanabileceğini kabul
etmektedir (Rotaru-Romanya para. 57-58). AİHM, yetkili
otoriteler tarafından kişinin kamusal hayatına ilişkin bilginin sistematik
olarak toplandığı ve saklandığı durumları özel hayat kapsamında
değerlendirerek, bunun kişinin çok uzak geçmişiyle ilgili bilgiler içermesi
halinde dahi geçerli olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, yürürlükte olan
yasanın milli güvenliği etkileyecek bilgilerin toplanmasına, kaydedilmesine
ve gizli dosyalarda arşivlenmesine izin verdiğini saptamış ancak bu yasanın
AİHS ile uyumlu olmadığını tespit etmiştir. AİHM, hangi
koşullar altında, hangi amaçla, ne kadar süreyle kamu otoritelerinin özel
hayatla ilgili bilgileri saklayacağı ve kullanacağının belirsizliğini,
istismarlara karşı hiçbir önlem alınmamasını, kötüye kullanımı engellemeye
yönelik etkili denetim mekanizmalarının öngörülmemesini ve verilerin
değerlendirilmesine ilişkin hukuki sınırlar çizilmemesini, AİHS’nin 8.maddesinin ihlali olarak görmüştür (Rotaru v.Romanya para.57 ve 59).
Mahkeme, Segerstedt-Wiber ve Diğerleri-İsveç (2006) davasında da
kişisel verilerin kamu birimleri tarafından toplanması ve saklanması
incelenmiştir. Başvurucular, kişisel verilerinin gizli polis biriminde
saklanmasının ve bunların içeriği hakkında kendilerine bilgi verilmemesinin
AİHS 8. maddeye aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir. AİHM saklanan
bilgilerin özel hayata ait bilgiler olduğunu tespit etmiştir. Ancak, ilk
başvurucu bakımından, bu bilgilerin bir kısmının suçun önlenmesi amacı
taşıması nedeniyle ihlal bulmamıştır. Aynı şekilde saklanan verilerin
tamamının başvuruculara açıklanmamasını da, ilgili yasanın buna izin verip,
yeterli güvenceyi sağladığı gerekçesiyle 8. maddeye aykırı bulmamıştır.
Buna karşılık Mahkeme, diğer başvurucular açısından, toplanan ve muhafaza
edilen verilerin katıldıkları siyasi faaliyetler ilgili olması ve bu
faaliyetlerin taraf devletin milli güvenliğini tehdit ettiğine dair yeterli
kanıtın olmamasından hareketle, bu verilerin sürekli saklanmasının,
Sözleşme’nin 8.maddesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır (Segerstedt-Wiber ve
Diğerleri-. İsveç para.88-92)
AİHM’nin
kararları kadar ulusal anayasa mahkemelerinin, özellikle de Almanya Federal
Anayasa Mahkemesi’nin, konumuz bağlamında verdiği önemli bazı kararlardan
da bahsetmek yerinde olacaktır.
Alman Mahkemesi 1983’de nüfus sayımıyla ilgili bir
kararında, Alman Anayasasının insan onurunu teminat altına alan md. 1/1 ile
bağlantılı olarak, md. 2/1’de düzenlenen kamu düzenini bozmama, genel
ahlaka aykırı olmama ve kimseye zarar vermeme kaydıyla, bireylerin
kişiliklerini istedikleri gibi geliştirebilme hakkı düzenlemesinden
hareketle, kişisel veriler üzerinde kendi kaderini tayin temel hakkının
varlığını kabul etmiştir. “Enformasyonel
özerklik” olarak tanımlanan bu hak, kişiliğin serbestçe geliştirilmesi
hakkı ile insan onurundan kaynaklanan genel kişilik hakkının bir yansıması
olarak, bireyin kendi hakkındaki bilgileri kontrol edebilme, kendisine
ilişkin herhangi bir bilginin rızası olmaksızın açıklanmaması, yayılmaması,
bu bilgilere başkalarının ulaşamaması, kişisel verilerin sınırsız
toplanması, kaydedilmesi, kullanılması ve nakledilmesine karsı bireyin
korunmasını içermektedir (Küzeci 2010: 67-8).
Federal Anayasa Mahkemesi, 2006’da önüne gelen bir
bireysel başvuruda, “enformasyonel özerkliğin”
ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. 24 yaşında Fas’lı
bir öğrenci olan başvurucu, El-Kaide yanlısı “uyuyan hücreler” olup,
olmadığını ortaya çıkarmak için 18-40 yaş arası tüm Müslüman erkek öğrencilerle
ilgili veri toplanmasına olanak tanıyan Kuzey Ren Westphalia
Eyaleti Polis Yasası’nın 31. maddesinin Alman anayasasına aykırılığını
iddia etmiştir. Bu uygulama sonucunda, yukarıdaki kişisel özellikleri
taşıyan ve adı geçen eyalette ikamet eden 32 bin kişi ile ilgili toplam 5
milyon kayıt elde edilip, dosyalanmış sadece 8 kişi için ayrıntılı
araştırma yapılmasına ihtiyaç duyulmuş ve sonuçta bunların hiçbiri aleyhine
dava açılmamıştır (Young 2008: 338). Şüpheli
olmayan ve demokratik toplum düzeni için herhangi bir tehlike arz etmeyen
bu kişiler hakkında sırf belli dini, etnik ve yaş grupları içinde
olmalarından dolayı bilgi toplanmış, yani bu insanlar, ülkemizdeki
tabiriyle fişlenmiştir. Olayı inceleyen Mahkeme, Alman Anayasası’nın 1. maddesi
ile birlikte değerlendirildiğinde 2. maddesinin ilk fıkrasının ihlal
edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme kararında, “Anayasanın, yasa koyucunun
özgürlük ve güvenlik arasında makul bir denge bulmasını belirttiğine”
dikkati çekerek bunun da “her halükarda imkânsız olan mutlak bir güvenlik
peşinde koşmayı dışladığını” belirtmiştir (Young
2008: 386). Mahkeme’ye göre, toplanan bilgiler ve veriler kişilik açısından
önemsiz olsa bile, genel bir terör tehdidi karşısında polise verilen
yetkinin çok geniş ve açık uçlu olması ve toplanan verilerin çapraz
referans olarak başka amaçlar için kullanılabilme olasılığının varlığı,
Alman Anayasa’sının yukarıda belirtilen fıkrasının ihlal edilmesi sonucunu
doğurmaktadır. Alman Mahkemesi için varsayımsal temellerden hareketle, soyut
ve genel bir tehlike terörle mücadele adı altında meşrulaştırılsa dahi,
kişiler hakkında veri toplanmamalı ve kişisel veri elde etmek için veri
madenciliği (data mining)
ve benzeri faaliyetlere ancak ve ancak somut ve yakın belirli bir ciddi suç
işlenmesi tehlikesi karşısından girişilmesi meşru olacaktır (Schwartz 2011: 372).
Anayasa Mahkemesi de, Türkiye İstatistik Kanunuyla
ilgili bir kararında (E: 2006/167 Esas, K:2008/86), istenecek bilgilerin
kapsam ya da sınırlarının belirsizliğinin, bireyi İdareye karşı korumasız
bıraktığını, bunun da Anayasa’nın özel hayatın gizliliğini koruyan
hükümlerine aykırı olduğunu tespit etmiştir.
Şu ana kadar anlatılanlardan iki önemli sonuç
ortaya çıkmaktadır. İlk olarak, Uluslararası Sözleşmeler ve Mahkeme
kararlarına baktığımızda, terörle mücadelede, kişisel verilerin toplanması,
saklanması ve işlenmesi yakın ve somut bir tehlike varsa meşru
görülmektedir. İkinci sonuçta ise, ilgili yasal düzenlemelerin ucu açık ve
belirsiz olmamasının önemi vurgulanmakta ve bu işin bağımsız, dışsal bir
otorite tarafından denetlenmesi gerektiğinin altı ısrarla çizilmektedir.
Özgürlük-Güvenlik: Denge mi; İkilem
mi?
KDGM’nin
internet sayfasında, Müsteşarlığın, “Özgürlük ve güvenlik dengesini daima
gözeten” bir kurum olduğu vurgulanmaktadır. Oysa iptali istenen kural
özgürlük-güvenlik dengesini gözetmemekte, tam tersine güvenliği özgürlüğe
öncelemektedir. Güvenlik diğer tüm hakları ve özgürlükleri temellendiren
bir tür meta-hak değildir (Michaelsen 2006:
14-5). Güvenlik ve özgürlük arasında bir öncelik veya hiyerarşi yoktur.
Bununla birlikte, bir an için olduğunu varsayalım. Böyle bir durumda
özgürlük güvenlik temelli değil, güvenlik özgürlük temelli olmalıdır.
Özgürlük-güvenlik dengesi azami etkinliği gerçekleştirecek bir güvenlik
sağlamayabilir ama bu otoriter bir siyasi sistemden ziyade anayasal bir
demokraside yaşamanın bedeli olarak düşünülmelidir.
Şüphesiz ki, insan hayatını, malını, haklarını ve
özgürlüğünü tehdit eden terör ile mücadele etmek devletin asli
görevlerinden biridir. Ancak, bunun başarılı olabilmesi için uygulanacak
politikaların, evrensel insan hakları ve hukuk devleti ilkelerine uygun
olması, devletin demokratik sınırlar içinde kalarak, insan haklarına mümkün
olduğunca asgari seviyede müdahaleyi gerektiren önlemleri tercih etmesi
gerekmektedir. Terör örgütleri neredeyse hiçbir kural tanımadan her türlü
faaliyetleri ve eylemleri gerçekleştirirken, demokratik ve insan haklarına
saygılı olduğunu iddia eden devletler terör ile mücadelede hukuk ve
demokrasi sınırları içinde kalmak mecburiyetindedirler. Bu bir zafiyet
değil, demokrasinin ahlaki üstünlüğünün ve erdemliliğinin bir sonucu olarak
değerlendirilmelidir.
Devletin terör eylemlerini tespit etme ve önlemeye
dönük faaliyetlerinde, korumaya çalıştığı bireylerin haklarını ihlal etmeme
ve bunları aşırı sınırlamama hususlarında özen göstermesi demokratik toplum
düzeninin oluşturulması, korunması ve geliştirilmesi açısından hayati öneme
haizdir. Teröre karşı, devletin bireylerin başta yaşam hakkı olmak üzere
çeşitli haklarını korumak pozitif yükümlülüğünün yanı sıra, negatif olarak
da anayasal düzenin tanıdığı haklara saygı yükümlülüğü vardır. Burada
açıklığa kavuşturulması gereken konu, temel hakları korumak adına bunlarla
ilgili sınırlamaların derecesinin ne olacağıdır. Sorun, “özgürlüğün
güvenlikten daha çok veya daha az önemli olup olmadığından ziyade, belli
bir güvenlik tedbirinin özgürlüğü, koruduğu güvenlikten daha az mı, daha
çok mu zarar verip, vermediğinin belirlenmesidir” (Posner
2006: 31-2). Bir demokrasiyi otoriter bir siyasi, hukuki ve toplumsal
düzenden ayıran en önemli hususlardan biri güvenliğin özgürlük ortamında
sağlanabilmesidir.
Belli düzeylerde güvenlik ve özgürlük birbirine
ikame edebileceği gibi tamamlayıcı olabilir. Güvenlik olmadan özgürlüğün
bir anlamı olmadığı gibi, özgürlüğe yer vermeyen, onu kısıtlama eğilimi
taşıyan bir güvenlik anlayışının da anlamı yoktur (Waldron
2003: 195). Güvenliğin olmadığı yerde kim kendini özgür his eder ne kadar
doğruysa, özgürlüğün olmadığı yerde kim kendini güvende his edebilir de o
kadar doğrudur. Demokrasilerde güvenlik ve özgürlük birbirini tamamlayıcı
olup, taraflardan birinin kazanıp diğerinin kaybettiği sıfır toplamlı bir
oyun değildir.
Güvenlik için hakların, özgürlüklerin kolayca
kısıtlanması devlet gücünün artması sonucunu doğurmaktadır. Zaten güvenlik
dediğimiz andan itibaren devleti adeta ayrıcalıklı kılan bir alana girdiğimizden,
bir Leviathan
yaratma tehlikesiyle karşı karşıya gelebiliriz. Bunun anlamı, John
Locke’nin, “Hükümet Üzerine İkinci İncelemede” vurguladığı gibi, “insanların
sansar veya tilkilerden gelebilecek zararlara karşı kendilerini korumaktan
kaçınacak, fakat aslanlar tarafından yutulmaktan memnun olacak kadar aptal
olduklarını düşünmektir” (2010: 88-9). Bizi falanca veya filanca tehlikeden
korumak için devletin aldığı her tedbiri meşru görmek, insanların tilkiler
ve sansarlardan gelebilecek tehlikelere karşı korunayım derken aslanlar
tarafından yutulmasına güvenlik adına razı olmak demektir.
Demokratik bir toplumda yasa koyucuların
karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri kamu güvenliğini sağlamak için
alınacak tedbirlerle insan haklarının korunması ve geliştirilmesi
arasındaki ilişkidir. Bu özgürlük-güvenlik ilişkisini, iktisat teorisinde
yaygın olarak kullanılan Pareto Sınırı kavramıyla
göstermeye çalışalım.

Kaynak: Vermeule, 2011: 2
Eksenlerin birinde özgürlük, diğerinde ise güvenlik
gösterilmektedir. Eğrinin veya sınırın üzerinde güvenlikteki bir artış
özgürlükte bir azalamaya neden olacaktır ve bunun tersi de doğrudur. Pareto Sınırı altında, mesela P noktasında, güvenlik ve
özgürlük birbirinden taviz vermeden arttırılabilir. Sınırın ötesindeki
politikalar kaynak yokluğundan veya siyaseten uygulanamaz olduğundan tercih
edilemez ve yasa koyucunun toplam refahı arttıracak özgürlük ve güvenlik
politikalarını takip etmesi beklenir. Güvenliğe ve özgürlüğe yönelik
politikaların toplumsal refaha marjinal katkısının
eşit olduğu nokta uygun politika seçimi olabilir. K-K* noktasının altında
özgürlük politikalarının olmasına toplum, güvenlik ve toplam refah artsa
bile izin vermeyebilir. Q–Q*’ a doğru gittiğimizde ise güvenlikte bir artış
olmadan özgürlük azalmakta ve aynı şekilde R-R*’ya doğru gittiğimizde
özgürlük artmadan güvenlik azalmaktadır.
Güvenlik ve özgürlük bireysel refaha katkı yapan
değerli mallar olup, bireyler açısından birbirleriyle karşılaştırılabilirler(Posner ve Vermeule 2007: 22).
Başka bir deyişle, birini göz ardı ederek, diğerini maksimize edemeyiz.
Güvenlik-özgürlük sınırında, güvenlikteki bir artış, özgürlükte bir azalma
gerektirmekte olup, bunun tersi de doğrudur (Posner
ve Vermeule 2007: 26). Pareto
sınırı bir kere oluştuktan sonra değişmeyen bir sınır değildir.
Güvenlikteki artış özgürlüklerdeki azalmaya değerse devlet güvenliği
arttırır. Benzer şekilde, güvenlikteki azalma, özgürlük artışına değerse,
güvenliği azaltarak Pareto sınırını
değiştirebilir. Benzer şekilde, terörle mücadele eden bir kamu kurumu ve
saldırı planlayan bir terörist örgüt arasındaki etkileşimi oyun teorisi
bağlamında inceleyen bir çalışmada, özgürlüğü azaltıcı tedbirlerin
terörizme karşı artan bir güvenlik sağlamadığı görülmüştür (Dragu 2011: 64).
Elbette, ilgili hukuki düzenlemeler çerçevesinde
şüphe duyulan bir kişi hakkında veri toplanabilir. Ancak hiçbir şüphe
olmadan geliştirilen ve tanımlanan profiller
çerçevesinde veri toplanması sorunlu bir uygulamadır. Unutulmamalıdır ki,
Kafka’nın “Dava” romanının kahramanı K’nın başına
gelen her bireyin başına da gelebilir. K’nın
neden tutuklandığı ona bir türlü söylenmediği için kendisine yönelik
iddiaları çürütme şansı hiç olmuyor. Her türlü veri, veri madenciliği
yapmaya olanak tanıdığından, kendilerinden şüphelenilen bireylerin neden
şüphelenildiğini asla öğrenememeleri ve bu şüpheyi giderici hiçbir şey
yapamamaları sonucunu doğurabilir.
Büyük veri yığınları içerisinden gelecekle ilgili
tahminde bulunmayı sağlayacak bağıntıların bilgisayar programı ve
istatistiksel teknikler kullanarak aranması demek olan veri madenciliği,
konumuz bağlamında, toplanan kişisel verilerin birleştirilerek şüpheli
görülen belli özelliklerin ve davranış biçimlerinin bu temelden hareketle
çözümlenmesini içermektedir. Bir suç işlenmesi olasılığı karşısında veri
madenciliği ve profil oluşturulabilir ama bunun
ağla yapılan balık avı gibi, “ne çıkarsa bahtımıza” anlayışıyla yürütülmesi
tehlikelidir (Solove 2011: 190-195).
Veri madenciliği ve hassas kişisel veriler esas
alınarak profil oluşturma, idari bir kararla
hiçbir suçu olmayan çok sayıda insan için özel hayatlarını içeren bilgi ve
verilerin toplanması anlamına gelmektedir ve bunun demokratik bir toplumda
kabul edilemeyeceğini Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de 2008’de
konuyla ilgili olarak yayınladığı bir raporda belirtmiştir (2008: 4). BM
İnsan Hakları Konseyi, “Terörle Mücadelede Temel Özgürlüklerin ve İnsan Haklarının
Korunması ve Teşvik Edilmesi” özel raportörü de,
terörizmle mücadelenin, mahremiyete, özel yaşamın gizliliğine otomatikman
müdahaleyi meşrulaştıran bir koz olmadığını vurgulayarak, kötüye kullanma
olasılığına karşı güvencelerin varlığını ve elde edilen veri ve bilginin
kullanımının, saklanmasının ve paylaşımının sınırlarının belirli olması
gerektiğinin altını çizmektedir. Raportör, özel yaşam ihlalinin seviyesi
arttıkça ilgili kurumun karar verme mekanizmasında daha üst düzey
yetkililerin onayının aranması, mahremiyet etki değerlendirmesi ile ilgili
düzenlemelerin yapılmasını ve bütün bunları denetleyecek bağımsız bir
makamın oluşturulmasını da önerileri arasında saymaktadır (Scheinin 2009).
Kamu güvenliğini tehdit edici faaliyetlere katılma
olasılığının yüksek olduğu düşünülen bireylerle ve gruplar bunun ceremesini
çoğunluğa göre çok daha fazla çekmektedir (Michaelsen
2005: 78). Genel olarak özgürlük bireysel bir hak olarak belirsiz ve soyut
bir şey gibi algılanırken, güvenlik somut olarak can ve mal emniyetini akla
getirmektedir. Bu nedenle de insanların çoğunluğu daha güvenli olmak veya
öyle hissetmek için hak ve özgürlüklerinden fedakârlığa hazırdır. Bununla
birlikte, özgürlüğü sınırlayan tedbirler ve özgürlüğün kısıtlanmasının
getirdiği maliyetler dağıtımsal özelliğe sahip olduğundan herkes bu
durumdan aynı oranda etkilenmemektedir. Toplumdaki herkes özgürlüğünden
azıcık fedakârlık edip, daha çok güvenlik içinde olmamaktadır (Waldron 2007: 503). Özellikle siyasi görüş, etnik, ırk,
din, cinsiyet ve cinsel tercih olarak ötekileştirilen, azınlıkta kalan
bireyler ve gruplar hakkında önyargılı bir şekilde profiller
oluşturulabilir. İnsanlar güvenlik için haklarından ve özgürlüklerinden
fedakârlık yaptıklarında aslında vazgeçtikleri kendilerinin değil,
başkalarının, özellikle de ötekileştirilenlerin ve azınlıkların haklarıdır
(Sottiaux 2008: 8).
Güvenlik politikası, hukuk devleti ve insan
haklarına dayalı olmalıdır ve gerçek anlamda güvenliğin, ancak demokrasiyle
sağlanabileceği unutulmamalıdır. Terörle mücadele sırasında demokrasiyi
koruyayım derken onu zayıflatabilecek, hatta tahrip edebilecek önlemler
alınmasından kaçınmak gerekir. Amaç aracı meşru kılarsa terörist ile
terörle mücadele edenler arasındaki ahlaki ve hukuki ayrım azalır ve
özgürlüğü daraltmanın uzun dönemli sonuçları kısa dönemde terörle
mücadelenin getirdiği kazançları zayıflatabilir. Zaten, özgürlükten
yapılacak fedakârlıkların etkin güvenlik sağlamadığı da bir gerçektir.
Güvenliğin etkinliğini zayıflattığı düşünülen insan hak ve özgürlüklerin
tamamen ortadan kaldırıldığı bir durumda bile mutlak bir güvenliki sağlamak mümkün değildir (Hein
van Kempen 2013: 14).
Demokratik bir devlette güvenlik önlemleri sadece güvenlik bürokrasisinin
takdirine bırakılmayacak kadar önemlidir. Sağlıklı bir demokraside devlet,
“merak etmeyin, bana güvenin” diyerek, terörle mücadele için alınan
tedbirlerin kişi hak ve özgürlüklerine olan etkisini göz ardı edemez.
Görüldüğü üzere özgürlük ve güvenlik arasındaki
ilişki bir ikilemden ziyade dengeye dayanmaktadır. İptali istenen kuralda
bu denge gözetilmeyerek, aşağıda ele alacağımız anayasal haklar ihlal
edilmiştir.
13. Madde Yönünden
Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve
özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın ölçülülük ilkesine uygun şekilde,
yasayla sınırlandırılabileceği belirtilmektedir. Ölçülülük ilkesi
sınırlamada başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını; bu aracın
sınırlama amacı açısından gerekli
olmasını ve araçla amacın ölçüsüz bir oran
içinde bulunmamasını ifade eder. Burada kısıtlama için kullanılan araçla
amaç arasında hak ve özgürlüğü en az sınırlayacak dengeli bir orantı
aranmaktadır.
KDGM’nin
terörle mücadele etmek için kişinin özel hayatını da içerecek şekilde, ona
ait veri, bilgi ve belgeleri toplamasının, saklamasının ve işlemesinin o
bireyin özel hayatına müdahale anlamına geldiği hususunda bir şüphe bulunmamaktadır.
Toplanacak veri, bilgi ve belgelerin türü, içeriği, hangi insan gruplarını
kapsayacağı, toplanmış veri, bilgi ve belgelerin ne kadar süre ile muhafaza
edileceği ölçülülük ve demokratik toplumda gereklilik testine göre değerlendirilmelidir.
Burada sorulması gereken soru bu hak ihlalinin terörle mücadele alanında
demokratik toplum gereklerine ve zorunluluklarına ne ölçüde uyup,
uymadığıdır.
Bireylerin korunması ve güvenliklerinin sağlanması
amacını taşıyan terörle mücadele, bu yönüyle insan haklarını korumaya katkı
yaparken, bu mücadelede alınan bazı tedbirler bireylerin hak ve
özgürlüklerinin sınırlandırılmasına neden olmaktadır. İptali istenen kural
temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerden muaf
düşünülemez. Veri, bilgi ve belge toplama demokratik bir toplumda milli
güvenlik, kamu düzeni ve suçun önlenmesi gibi amaçlara ulaşmak için dahi
olsa ölçülü olmalıdır.
Elverişlilik ölçütüne göre bir yasal düzenlemenin
sınırlama amacı bakımından elverişli sayılması için bu düzenlemenin
arzulanan amaca katkı yapması gerekmektedir. Konumuz açısından bakıldığında,
veri, bilgi ve belge toplanmasının terörle mücadele amacına hizmet ettiğini
söyleyebiliriz. Gereklilik ise bir temel hakkı en az sınırlayan aracın seçilmesini
gerektirmekle birlikte iptali istenen kuralın, hakkı en az sınırlayan
yumuşak bir araç olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü söz konusu kural çok geniş ve
sınırsız bir çerçeveyi kapsayarak, terörle mücadele adına, bireyin her
türlü eylemini kapsamı dâhilinde görmekte, ona devlet müdahalesine karşı
nefes alacak bir alan bırakmamaktadır. Orantılılıkta aranan ise araç ve
amacın birbirine karşı ölçüsüz bir oran içerisinde olmamasıdır. Terörle
mücadele amacıyla sınırsız bir şekilde, herhangi bir bağımsız denetime tabi
olmadan, neredeyse başıboş bir tarzda veri, bilgi ve belge toplanması ölçüsüz
bir orantısızlık yaratmaktadır. Orantılılık, yetkililerin, makul, dikkatli
ve iyi niyetli hareket etmelerini ve müdahaleyi haklı kılmak için ileri
sürülen sebeplerin tatmin edici, gerekli ve yeterli olmasını da kapsar.
Bireyin özel alanının tehlikeye girmesi, onun hakkında veri, bilgi ve belge
toplanması kadar, kime, hangi amaçlarla bunların aktarılacağı konusunda
denetim imkânını da kaybetmesinde yatmaktadır. Yasal olarak veri, bilgi ve
belge toplayan, kamu kuruluşları amacı gerçekleştirmeye yetecek kadar
veriyle kendilerini sınırlamalıdır. İtiraza konu olan ibarede bu hususta
hiçbir güvenceye yer verilmemiş olması, düzenlemenin orantısız olduğunun
bir göstergesidir.
Veri, bilgi ve belgelerin toplanması ve tasnif
edilmesinin terörle mücadele alanıyla sınırlı olacağı belirtilmekle
birlikte, bu alanının kapsamının belirsiz ve tanımlanamaz olması, devlete
çok geniş ve ucu açık bir takdir hakkı bırakmaktadır. Ayrıca, bunun terörle
mücadelede ne derece etkinlik sağlayacağı da şüphelidir. Amerikan Bilimler
Akademisinin konuyla ilgili hazırladığı bir çalışmada, çok sayıda veri
içeren çok büyük veri tabanlarından potansiyel teröristleri bulabilmenin matematiksel
olarak ya hatalı pozitif (suçsuz insanları şüpheli olarak değerlendirmek)
ya da hatalı negatif (gerçek suçluları veya teröristleri tespit edememek)
gibi sonuçlar doğurduğu belirtilmiştir (National Research Council 2008: 2-3).
Mesela, dünyada uçakla günde yaklaşık olarak 2 milyon kişi seyahat etmektedir.
Tüm bu kişiler arasında terörist profiline
benzeyen ve hatalı pozitif çıkanların oranının %1 olduğunu varsayalım.
Bunun anlamı 20 bin kişinin haksız yere terörist olma olasılığına karşı
çeşitli sınırlayıcı muamelelere maruz kalmasıdır (Solove
2008: 353). Yakın tarihe bakmakta konumuz açısından aydınlatıcı olabilir.
Örneğin, Doğu Alman Hükümeti nüfusunun dörtte biri ile ilgili veri, bilgi
ve belge toplamasına rağmen, kendi sonunu öngörememişti. Çok sayıda veri ve
bilgiyi etkili bir şekilde çözümleyebilmek, samanlıkta iğne aramaya
benzemektedir. Çeşitli gerekçelerle aşırı veri toplanmasının, bu verileri
toplayanların amaçlarına ne derece hizmet ettiği de kuşkuludur. Çünkü aşırı
veri toplanması, veri kirliliğine yol açmakta ve amaca uygun verilerin bu
veri çöplüğünden çıkarılması, ayıklanması ve çözümlenmesi zorlaşmaktadır.
Demokratik toplumda gereklilikten anlaşılması
gereken başvurulan tedbirin demokratik toplumu açıklayan ilkelerle uyumlu
olup, olmamasıdır. Bu ilkelerin değerini azaltan her uygulama demokratik
toplum için gerekli değildir. Demokratik toplum, ayrıca hak ve özgürlüklere
karşı gerçekleştirilen her müdahaleye karşı kişilere bir takım güvencelerin
de sağlanmasını gerektirir. Oysa iptali istenen ibare, kötüye kullanım
olasılığı karşısında engelleyici etkili ve yeterli tedbirlere yer
vermemektedir. Örneğin, KDGM’nin
Araştırma-Geliştirme Dairesinin bu son derece geniş yetkisini denetleyecek
bağımsız bir makam yoktur.
İptali istenilen düzenlemenin temel amacının
insanları ve toplumu teröre karşı korumak olduğu görülmektedir. Bu son
derece meşru bir amaçtır ve bu açıdan anayasaya aykırılık iddia edilemez.
Ancak, bu amaca ulaşmak için kullanılan yöntemin uygunluğu ise sorunludur.
Hakkı sınırlayan düzenlemeyle, ilgili güvenlik kuruluşuna belirsiz ve
ihtiyaç duyulandan çok daha geniş bir şekilde, sınırsız veri, bilgi ve
belge toplama ve tasnif yetkisi verilmektedir. Veri, bilgi ve belgelerin
toplanması sırasında kişinin temel hak ve özgürlük alanına zorunlu
olmadıkça müdahale edilmemeli, terörle mücadele gibi meşru bir amaç için
dahi yapılacaksa, müdahalenin sınırları iyi çizilmelidir.
17. ve 20. Maddeler Yönünden
Anayasa’nın 17. maddesi herkesin, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu hükmünü
içermektedir. “Özel hayatın gizliliği” başlığını taşıyan Anayasa’nın 20.
maddesine göre de, “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz. Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili
kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların
düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda
kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak
kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir”.
Özel hayatın gizliliği ve bu kapsamda kişisel
verilerin korunması konusu her şeyden önce insan onuruna saygı ve kişilik
haklarına dayanmaktadır. Bu hak, kişinin saygınlığını ve kişiliğini serbestçe
geliştirmesini mümkün kılan şeref ve haysiyet, özel yaşam ve sağlık gibi
kişisel değerler üzerindeki çıkarlarını belirterek, bireye kişiliğini
dilediği şekilde, serbestçe geliştirebileceği, kendisi ve sevdikleriyle bir
arada olabileceği özerk bir yaşam alanına sahip olma şansı vermektedir. Bu
alanda birey, maddi ve manevi kişiliğini geliştirmek ve başkaları
tarafından bilinmesini istemediği hususların güvence altına alınmasını
istemek hakkına sahiptir.
İptali istenen kural, KDGM’ye
Anayasaya aykırı bir şekilde son derece geniş ve sınırsız bir yetki
vererek, muazzam bir veri, bilgi ve belge toplama, saklama, işleme ve
değiştirme gücü olan devlet karşısında bireyi kişi olarak yok saymakta, onu
basit bir veri nesnesi haline dönüştürmektedir. Adı geçen kural, insanı
hakkında veri toplanan basit bir veri nesnesi konumuna indirgemektedir.
İnsan onuruna saygı, insanlara nesneymiş gibi davranmayı yasaklamaktadır.
Alman Anayasa Mahkemesi de insanın devlet için basit bir nesne olarak
görülmesinin insan onuruna aykırı olduğunu ve devletin insana bir eşya gibi
yaklaşmamasının gerekliliğini vurgulamıştır (Şimşek 2008: 5).
Kişisel verilerin korunması kişinin maddi ve manevi
varlığını geliştirmesine imkân tanıyarak, bireyin hayatını kendi özgür
iradesiyle düzenlemesine katkı sağlamaktadır. Bireyin kişisel verileri
üzerindeki hakkı yeteri kadar korunmazsa, kişiliğini serbestçe geliştirmesi
zora gireceğinden, özgür iradeleriyle yaşamlarını biçimlendiren bireylerden
oluşan demokratik bir toplum düzeninin ortaya çıkması ve korunması da
güçleşecektir. Kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi, ancak ve
ancak, faaliyetlerini özgürce gerçekleştirmesi ile mümkündür. Kişisel
verilerin korunmasıyla, kişisel veri toplanması, saklanması ve işlenmesi
sırasında bireyin hak ve özgürlüklerinin korunarak demokratik toplum
düzeninin oluşmasına katkı yapmak hedeflenmektedir.
Bireyin özel hayatını, kendi tercihleri ile nasıl
şekillendirdiği ilke olarak, bir başka kişinin veya devletin ilgi alanına
girmemelidir. Yaşam ilişkilerine ait tüm kişisel verileri kapsamlı bir
kayda tutulan ve özel yaşamının gizliliği adeta ortadan kalkan bireyin
kişiliğini geliştirmesi mümkün değildir. Kişisel verilerin korunması hakkı
ihlal edildiğinde bireyin diğer temel hak ve özgürlükleri kullanması
zorlaşmaktadır. Kayıt altına alınan veya alındığını düşünen birey kendi
özgür kişiliğinin gereği gibi değil, kendisinden istenilen veya beklenilen
davranış tarzıyla hareket edecektir. Bireyler çeşitli faaliyetlerinin
devlet tarafından izleneceği endişesiyle bunları gerçekleştirmekten
vazgeçebilirler. Aykırı hareket tarzlarının sürekli kayıt altına alındığını
düşünen birey, örneğin örgütlenme, toplantı ve düşünce özgürlüklerini kullanmama
eğilimine girecektir. Eğer insanlar seyahat etmek, iletişimde bulunmak gibi
belli eylemlerin hükümet tarafından yakından izleneceğini düşünürlerse, bu
eylemleri gerçekleştirmekten kaçınabilirler ve yasal faaliyetlerinde kendi
kendilerini sınırlama eğilimine girebilirler. Bu durum kişinin özerkliğini
etkileyerek, yurttaşların özgür iradeleriyle kendi yaşamlarını
belirleyebildikleri özgürlükçü demokratik esaslara dayanan bir toplum
düzeninin oluşmasını engelleyecektir.
Teknolojideki gelişmeler nedeniyle çok çeşitli
denetim, gözetleme ve izleme biçimleriyle bireyin özel hayatının
gizliliğini muhafaza etmek gittikçe zorlaşmaktadır. Fransız filozofu Foucault’un deyişiyle “panoptik
bir gözetleme” hayatı kuşatmaktadır. Gözetlemenin esas alındığı panoptik yaşam biçimlerine doğru evrilen
modern toplumlarda özel yaşama saygı hakkının ve bu hak kapsamında korunan
en önemli hukuksal çıkarlardan olan mahremiyetin nasıl korunacağı önemli
bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyin, ahlaki ve toplumsal
kişiliğinin gelişiminde ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenlemede
önemli bir kavram olan mahremiyetin ihlali insan onurunun ve kişiliğinin
ihlali anlamına gelmektedir. Birey muazzam ve dehşet verici bir bilgi
bankası veya veri tabanı içinde bir numaradan ibaret bir nesneye indirgenme
riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu gücün sınırlandırılması, özel
hayatın ve kişilik haklarının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Kişisel verilerin korunması, bir özgürlük sorunudur
ve özel hayatın gizliliği, yalnız kalma hakkından kişinin kendisi
hakkındaki veri ve bilgileri kontrol hakkını içerir bir şekle dönüşmüştür.
Bireylere hayatlarını diledikleri gibi düzenleme fırsatı sunan bir alan
yaratma imkânı tanıyan özel yaşamın gizliliği hakkı, kişinin özerk bir birey
olması açısından son derece önemlidir. Bu hak, başkaları ve devlet
tarafından ihlal edilmemesi, saygı gösterilmesi gereken bir çeşit onursal
duvar yaratmaktadır. Bireyin özel yaşamının gizliliği hakkı ile devletin
güvenlik sağlama görevi arasında çatışmada güvenlik her zaman öncelik
taşıyacaksa özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması
haklarında söz etmenin çok fazla bir anlamı kalmamaktadır.
90. Madde Yönünden
Bu maddeye göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Usulüne göre yürürlüğe
konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler
içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” İptal konusu düzenleme,
ilk bölümde de anlatıldığı üzere, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 17. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 8. maddesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 90. maddesine de
aykırıdır.
Sonuç
İptali istenen düzenleme, Anayasanın, temel hak ve
hürriyetlerin demokratik toplum düzenin gereklerine aykırı olarak
sınırlanamayacağını belirten 13., herkesin maddi
ve manevi kişiliğini geliştirme hakkına sahip olmasını güvence altına alan
17., özel hayatın gizliliğini ve kişisel verilerin korunmasını düzenleyen
20., ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma
hükümlerini anayasal güvence altına alan 90. maddelerine aykırı olduğundan
çoğunluk görüşüne muhalif kalınmıştır.
Üye
Engin
YILDIRIM
Kaynakça
Atak, Songül,
(2010), “Avrupa Konseyi’nin Kişisel Veriler Açısından Sağladığı Temel
Güvenceler”, Türkiye Barolar Birliği
Dergisi, sayı 87, ss: 90-120.
Avrupa Konseyi,
(2008), Protecting the Right to Privacy
in the Fight against Terrorism, CommDH/IssuePaper(2008),https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?Index=no&command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=1416463&SecMode=1&DocId=1426260&Usage=2,
erişim tarihi 15.11.2012
Avrupa Konseyi,
(2002),İnsan Hakları ve Terörle
Mücadele Hakkında İlkeler, http://www.jp.coe.int/upload/90_guidelineshumanrights_terrorism_tur.pdf,
erişim tarihi 15.11.2012.
Dragu, Tiberiu, (2011), “Is There a Tradeoff between Security and Liberty? Executive Bias, Privacy Protections and Terrorism Preventions”, American Political Science Review, 105(1): 64-78.
Hein van Kempen, Piet (2013), “Four Concepts of Security-A Human Rights Perspective”, Human Righst Law Review,13: 1-23.
Küzeci,
Elif, (2010), Kişisel Verilerin
Korunması, Ankara: Turhan Kitabevi.
Locke, John, (2010), Hükümet Üstüne İkinci Tez, çev. Aysel
Doğan, İzmir: İlya Yayınevi.
Michaelsen, Christopher, (2006), Balancing
Civil Liberties against National Security: A Critique of Counterterrorism Rhetoric”, Univeristy of New South Wales
Law Journal, 29
(1): 1-21.
National
Research Council
(2008), Protecting Individual Privacy in the Struggle Against Terrorists: A Framework for Program Assessment, Executive Summary http://www.nap.edu/catalog.php?record_id=12452,
erişim tarihi, 19.11.2012.
Posner,
Richard, (2006), Not a Suicide Pact: The Constitution in a Time of
National Emergency, Oxford: Oxford University Press.
Posner,
Eric A. ve Adrian, Vermeule (2007), Terror in the Balance:
Security, Liberty and the Courts,
New York: Oxford University
Press.
Scheinin,
Martin, (2009), Report of the Special Rapporteur on the Promotion and Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms while Countering Terrorism, Human Rights, Council,UN,http://www2.ohchr.org/english/bodies/hrcouncil/docs/13session/A-HRC-13-37.pdf,
erişim tarihi, 19.11.2012.
Schwartz,
Paul, M (2011), “Regulating Governmental
Data Mining in the
United States and Germany: Constitutional Courts, the State and New Technology”, William
and Mary Law Review, 53: 351-387.
Solove,
J. Daniel (2011), Nothing to Hide: The False Tradeoff
between Privacy and Security, New Haven: Yale University Press.
Solove,
J. Daniel, (2008), “Data Mining
and the Security-Liberty Debate”, The University of Chicago Law Review, 75: 343-362.
Sottiaux,
Stefan, (2008), Terrorism and the Limitation of the Rights: The ECHR and the US Constitution, Oxford: Hart Publishing.
Şimşek, Oğuz, (2008), Anayasa Hukukunda Kişisel Verilerin Korunması, İstanbul: Beta.
Vermeule,
Adrian, (2011), “Security
and Liberty: Critiques of Tradeoff Thesis”, Harvard Law School Public Law and Legal Theory Working Paper Series, paper no: 11-19 http://ssrn.com/abstract=1888334
s. 2, erişim tarihi, 2.11.2012.
Waldron,
Jeremy, (2007), “Safety
and Security”, Nebraska Law Review 85(1): 455-507.
Waldron
Jeremy, (2003), “Security
and Liberty: The Image of Balance”, The Journal of Political Philosophy, 11 (2): 191-210.
Young, Raymond, (2008) “Germany: Shooting Down Aircraft and Analysing Computer Data”, International Journal of Constitutional Law, 6(2):
331-348.
MUHALEFET ŞERHİ
17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un:
1- 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “...
terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu
konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere
İçişleri Bakanlığına bağlı ...” bölümünde yer alan “... İçişleri Bakanlığına
bağlı ...” ibaresi;
2- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan
“... İçişleri Bakanlığına bağlı ...” ibaresi;
3- 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, birinci
cümlesinde yer alan “... İçişleri Bakanının ...”, ikinci cümlesinde yer
alan “... İçişleri Bakanının ...” ve üçüncü cümlesinde yer alan “...
İçişleri Bakanı ...” ibareleri;
4- 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan
“... Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları ...”
ibaresindeki “... Bakanın ...” sözcüğü;
5- 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendinin “... Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon
unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve
esasları Müşteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen
taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan
onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta
sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve
esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde
çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir
pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.”
bölümünde yer alan “Bakan ...” sözcüğü ile yine aynı bölümde yer alan “...
ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri
arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt
sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak
istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve
teşvik ikramiyesi ödenebilir. ...” ibaresi;
6- 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan
“Bakan ...” sözcüğünün;
643 ve 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile
yürürlükten kaldırıldığından sözü geçen kuralların iptali istemi hakkında
‘karar verilmesine yer olmadığına’ karar verilmiştir.
Anayasa
Mahkemesi’ne yapılan iptal başvurularının konusunu oluşturan kuralların
tümüyle yasal değişikliğe uğramaları halinde, söz konusu başvurular
hakkında karar verilmesinde hukuki yarar bulunmamaktadır. Ancak; yapılan
değişikliğin dava konusu tümce, ibare veya sözcüklere ilişkin olması
durumunda incelemenin sürdürülerek sonuca gidilmesi dolayısıyle
istemle ilgili karar verilmesi gerekir. Aksi takdirde dava konusu kurallarda
esasa müessir olmayacak şekilde yapılacak ekleme ve çıkarma şeklindeki
değişiklikler anayasal denetimin dışında kalmasına neden olacağı, bu
durumun da Anayasa Yargısının amacı ve işlevine ters düşeceğinden çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|