6 Mart 2013  ÇARŞAMBA

Resmî Gazete

Sayı : 28579

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı    : 2010/40

Karar Sayısı  : 2012/8

Karar Günü  : 19.1.2012

İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Hakkı Suha OKAY, Kemal KILIÇDAROĞLU ve Kemal ANADOL

İPTAL DAVASININ KONUSU : 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un;

1) 1. maddesinin, (1) numaralı fıkrasında yer alan “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı…” bölümünün,

2) 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerinin,

3) 3. maddesinin,

4) 4. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının,

5) 5. maddesinin;

a- (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları…” ibaresinin,

b- (3) numaralı fıkrasının,

6) 6. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasında yer alan “Terörle…” sözcüğünün,

b- (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,

c- (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresinin,

d- (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşlarına…” ve “…ilgili kurumlara…” ibarelerinin,

e- (1) numaralı fıkrasının (f) bendinin,

7) 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…Bakana…” sözcüğünün,

8) 8. maddesinin,

9) 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “…uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak...” ibaresinin,

b- (a) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşları…” ibaresinin,

c- (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan “Valilikler…” sözcüğünün,

d- (a) bendinin (4) numaralı alt bendinin,

e- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek,… ibaresinin,

f- (b) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “…yaptırmak…” sözcüğünün,

g- (b) bendinin (4) numaralı alt bendinde yer alan “Terörle…” sözcüğünün,

10) 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinin,

b- (c) bendinin birinci cümlesinin “…Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir…” bölümünün,

c- (c) bendinin “…Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.” şeklindeki ikinci, üçüncü ve dördüncü cümlelerinin,

11) 13. maddesinin;

a- (2) numaralı fıkrasının,

b- (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin,

12) 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin,

13) 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin,

14) 18. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,

b- (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,

c- (4) numaralı fıkrasının,

d- (5) numaralı fıkrasının,

Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 8., 11., 13., 20., 25., 95., 104., 113., 117., 123., 128., 138., 153., 159., 161. ve 162. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.

I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ

A- İptal ve yürürlüğün durdurulması istemini içeren 28.4.2010 tarihli dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:

“II. GEREKÇE

1) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 1 inci maddesinin, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı

05.02.2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kararlaştırılan, “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı” 11.05.2009 tarih ve 2021 sayılı T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü yazısı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na gönderilmiş ve 17.02.2010 kabul tarihi ile 04.03.2010 tarih ve 27511 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlük kazanmıştır.

Tasarının Genel Gerekçesi’nde; İç güvenlik hizmetlerinin bir parçası olan terörle mücadelenin esas olarak İçişleri Bakanlığı’nın görev ve sorumluluğu içinde olduğundan bahisle, bu görevin ifasında anılan bakanlık dışında diğer bazı kurum ve kuruluşların da çeşitli görevler ifa ettiği ve ancak bu alanda zaman zaman koordinasyon sorunları yaşandığı belirtilmiş, bu sorunların giderilmesi, ülkemizi tehdit eden terör odaklarının yurt dışı bağlantılarını izlemek ve etkisiz hale getirmek için diğer ülkelerle ortak tedbirler geliştirmenin zorunlu hale geldiği ifade edilmiş ve duyulan bu gereksinimlerin giderilmesi için de yeni stratejiler, yeni planlama ve tedbirler geliştirerek karar vericilere sunmak üzere tatmin edici ölçüde hizmet veren bir kuruma ihtiyaç duyulduğu hususları gerekçe alınmak suretiyle bu amaçlarla; terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak için 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na tabi genel bütçeli bir idare statüsünde olmak üzere İçişleri Bakanlığı’na bağlı “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” kurulduğu ve aynı zamanda güvenlik kuruluşları ile ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla da İç İşleri Bakanı başkanlığında “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” oluşturulduğu belirtilmiştir.

Yine gerekçede de ifade edildiği üzere, Müsteşarlık dört ana hizmet birimi, üç danışma birimi ve bir yardımcı hizmet biriminden oluşan bir örgüt yapısını haiz olup, bunun yanında güvenlik politikaları ve sosyo ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere de illerde İçişleri Bakanlığı teşkilatında İl Sosyal Etüd ve Proje Müdürlüğü kurulmuş, aynı amaçla da ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve Bakanlığın onayı ile bürolar kurulabilmesi öngörülmüştür.

Hukuk düzenimizde, 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13.12.1983 gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1 inci maddesi; “Bu Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkili, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülebilmesi için bakanlıkların kurulmasına, teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir.” hükmünü amir olup, “Kapsam” başlıklı 2 nci maddesi “Bu Kanun, Milli Savunma Bakanlığı hariç diğer bakanlıkların merkez, taşra, yurt dışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşlarını kapsar.” düzenlemesini içermektedir. 3046 sayılı Kanun’un 16 ncı maddesi (d) bendi; “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” buyurucu düzenlemesini içermektedir. Yine aynı Kanun’un 15 inci maddesi ise; “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları” başlığı altında; bakanlık merkez, taşra, yurtdışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşların hiyararşik kademelerini; hizmetin özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar dikkate alınmak kaydıyla ne şekilde düzenleneceği tahdidi olarak belirlenmiştir. Bu belirlemeye göre; Bakanlık merkez teşkilatında, bir Müsteşarlık, Müsteşarlığa bağlı Genel Müdürlük, Kurul veya Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük veya Kurul Başkanlığına bağlı Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü şeklinde örgütlenmek olasıdır ve dolayısıyla, kanun birden fazla müsteşarlığa cevaz vermediği gibi, 5952 sayılı Kanunla öngörülen “merkez”; “il müdürlüğü” veya “büro” şeklinde bir hiyerarşik kademenin kabulü de hukuk düzenimizde olası değildir. Dolayısıyla, İçişleri Bakanlığına bağlı, maddeyle öngörülen şekilde bir müsteşarlık kurulması hukuken olanaksızdır.

Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Hukuk devleti, aynı zamanda bireylerin haksızlıktan korunmasını ve mutluluğunu amaç edinir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986 gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, genel olarak 5952 sayılı Yasa bütünüyle ve amacını belirleyen 1 inci maddede talep konusu tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.

Diğer taraftan; Anayasanın 95 inci maddesine göre yasama organı çalışmalarını kendi yaptığı iç tüzük hükümlerine göre yürütmekle yükümlüdür. TBMM İç Tüzüğü’nün 85 inci maddesi; kanun tasarı ve tekliflerinin Anayasa dili, kanun yazılış tekniği bakımından incelenmesi şartını aramaktadır. Kanun tekniği bakımından kıstasın ise, 19.12.2005 tarih ve 2005/9986 sayılı, Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlük kazanan “Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” hükümlerinden alınacağı açıktır. Bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrası (ç) bendi, bir tasarı taslağı hazırlanırken ilgili tüm mevzuatın incelenmesini gerekiyorsa bunlarda da değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Bu hüküm de, yasalar arasında uyum sorununu engellemek amacına yöneliktir. Bu uyumun sağlanmaması durumunda ise, hukuk devleti ilkesinin zedeleneceği ve bu düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık taşıyacağı açıktır.

Yine, 5952 sayılı yasanın, tasarı metninin Meclis Başkanlığı tarafından esas olarak İçişleri Komisyonu’na tali olarak da Plan ve Bütçe Komisyonlarına havale edildiği, İçişleri Komisyonu tarafından hazırlanan 20.05.2009 tarih ve Esas No: 1/704, Karar No: 16 sayılı Raporu’nda; “Komisyonca “Müsteşarlığın kurulmasıyla, ilk defa bünyesinde iki müsteşarlığı barındıran bir bakanlık yapılanmasının ortaya çıktığı ve “otorite tecezzi kabul etmez ilkesi de dikkate alındığında müsteşarlıklar arasında muhtemel bir yetki çatışması yaşanabileceği...” konusunda yöneltilen fikre cevaben “iki müsteşarlık arasında bir yetki ve görev çatışmasının söz konusu olmayacağı, zira yeni kuruluşun müsteşarlık adını taşısa da bunun İçişleri Bakanlığı’nın bağlı kuruluşu olacağı, dolayısıyla iki müsteşarlıklı ifadesinin yanıltıcı olacağı” ifadeleri yer almaktadır. Görüşmeler sırasında Komisyon raporundaki bu açıklamanın gerçeği yansıtmadığına dair de herhangi bir açıklama, görüşme söz konusu değildir. Bu halde, 3046 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesi uyarınca; Bakanlık bağlı kuruluşları; bakanlığın hizmet ve görev alanına giren ana hizmetleri yürütmek üzere, bakanlığa bağlı olarak özel kanunla kurulan, genel bütçe içinde ayrı bütçeli veya katma bütçeli veya özel bütçeli kuruluşlar olarak ve keza 5952 sayılı Kanunun 16 ncı maddesi ile Müsteşarlığın “genel bütçeli bir idare” olarak öngörüldüğü hususları birlikte değerlendirildiğinde, yasa koyucunun hükümet iradesi ile hazırlanan kanun tasarısında gerçekleştirilen bir tür kanuna karşı hile mantığına hizmet ettiği açıkça görülmektedir. Bu paralelde, 3046 sayılı kanuna göre bağlı kuruluşların genel müdürlük olarak örgütlenme zorunluluğu bulunduğu, bu halde de işbu istem konusu düzenlemenin bağlı kuruluşu müsteşarlık düzeyinde örgütlenmesinin hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı açıktır.

Nitekim, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 15.07.2004 gününde kabul edilen ve ancak Cumhurbaşkanlığı Makamı’nın 03.08.2004 tarih ve 2004/890 sayılı yazısı ile Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince yeniden görüşülmek üzere geri gönderilen ve halen Komisyonda bulunan 5227 sayılı “Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun” un 28 inci maddesinde de; yürürlükteki mevzuat hükümlerinin idari örgütlenmede bu kabil bir hiyerarşik yapıya geçit vermediği görüldüğünden; Bakanlıklarda merkez teşkilatında “Müsteşarlık” biçiminde örgütlenme ve keza bağlı kuruluşların da “Müsteşarlık” veya “Başkanlık” biçiminde yapılanması öngörülmüştür. Ancak, anılan yasa bu haliyle yürürlük kazanmamış olduğundan, hukuk düzenimiz açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu halde söz konusu kanun yürürlük kazanmış gibi, yürürlükte bulunan 3046 sayılı Kanun hükümlerinin açık yasağına rağmen, halen tasarı halindeki bu kanun düzenlemeleri baz alınarak, devlet yapılanmasında hukuki alt yapısı bulunmayan bir örgütlenme modelinin benimsenmesi ve hatta Esas Komisyona da “bağlı kuruluş olup, Müsteşarlık biçiminde örgütlenmiş olduğunun” ifade edilmesi suretiyle hayat bulan düzenleme, kesinlikle Anayasanın 2 nci maddesinde öngörülen Hukuk Devleti ilkesine aykırılık içermektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.1989 tarih ve E:1989/11, K:1989 sayılı kararında; “Anayasanın 2 nci maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında Hukuk Devleti ilkesine de yer vermiştir. Hukuk Devleti, Devletin bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir. Bu tür devlette de “Hukuk güvenliği” ni sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Devlet, görevlerini yerine getirirken, “Hukuk devleti” niteliğini yitirmemeli, hukukun uygar ülkelerinde kabul edilen temel ilkelerini sürekli göz önünde tutmalıdır. Böyle bir düzende, “Devlete güven” ilkesi, vazgeçilmez temel ögelerdendir. Devlete güven, hukuk devletinin sağlamak istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. Yasaların Anayasaya uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak gerekir” ifadelerine yer verilmiştir.

Anayasanın 6 ncı maddesi “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmüne yer vermiştir. 5952 Sayılı yasa ile oluşturulmak istenilen yapılanma ve bu yapılanma ile verilecek olan yetki ve konulan esaslar 6 ncı maddenin belirlediği esaslara aykırıdır.

Bir başka husus, madde; kanun amacını açıkça ve sınırlı olarak “terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak” tanımlamıştır ancak, kanun uygulamasında “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.

Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan “kanunla düzenlenir” değiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü, E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:

“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.

Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.”

Verilen kararda da yer bulduğu üzere, kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.

Anayasanın 113 üncü maddesi birinci fıkrası; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı kanunla düzenlenir.” şeklindedir, dolayısıyla Bakanlık teşkilatına ilişkin 3046 sayılı çerçeve kanun hükümlerine uyum Anayasal zorunluluktur. 3046 sayılı kanunun 3 üncü maddesine göre; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, mevcut bakanlıkların bölünmesi veya birleştirilmesi, bakanlıkların görevleri, yetkileri ve teşkilatı bu Kanun esaslarına göre düzenlenir.” Böylelikle, her bir bakanlığın teşkilat ve görevleri hakkında kanun, bu kanunda belirlenen esaslar ve ilkeler doğrultusunda kurallar getirilmesinin zorunlu kılınması, Anayasanın 123 üncü maddesi ile getirilen idarenin kanuniliği ilkesinin bir sonucudur. Nitekim, Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 1 inci maddesinin, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesi Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

2) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının; (a) ve (d) Bendlerinin Anayasaya Aykırılığı

Maddede (a) bendi ile kanunda geçen “Bakan” ibaresinin İçişleri Bakanını, (b) bendi ile de kanunda geçen “Bakanlık” ibaresinin İçişleri Bakanlığını, (d) bendi ile de Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığını ifade ettiği belirtilmiş olup; yukarıda; 5952 sayılı kanunun 1 inci maddesi, birinci cümlesi, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesine ilişkin açıklamalar doğrultusunda, Anayasaya aykırıdır.

17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 2 nci maddesi birinci fıkrası; (a) ve (d) bendleri; Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

3) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 3 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

“(1) Terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.” düzenlemesi; yukarıda verilen; 5952 sayılı Kanunun 1 inci maddesi, birinci cümlesi, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesine ilişkin açıklamalar doğrultusunda, Anayasaya aykırıdır.

Ayrıca; 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun

Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri başlıklı 4 üncü maddesi;

“Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır;

a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.

b) Devletin milli güvenlik siyasetiyle ilgili planların hazırlanması ve yürütülmesinde; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile ilgili bakanlıkların istihbarat istek ve ihtiyaçlarını karşılamak.

c) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi için Milli Güvenlik Kurulu ve Başbakana tekliflerde bulunmak.

d) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetlerine teknik konularda müşavirlik yapmak ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcı olmak.

e) Genelkurmay Başkanlığınca Silahlı Kuvvetler için lüzum görülecek haber ve istihbaratı, yapılacak protokole göre Genelkurmay Başkanlığına ulaştırmak.

f) Milli Güvenlik Kurulunda belirlenecek diğer görevleri yapmak.

g) İstihbarata karşı koymak.” Hükmü ile

“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” başlıklı 5 inci madde:

“Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri şunlardır:

a) Kendi konularında;

1. Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak,

2. MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek,

3. İstihbarata karşı koymak.

b) Elde ettikleri milli güvenliğe ilişkin haber ve istihbaratı anında MİT’e ulaştırmak.

MİT mensuplarına hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruşları gereken her türlü yardım ve kolaylığı göstermekle yükümlüdürler.

Bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yukarıda belirtilen görev ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesiyle ilgili koordinasyonun sağlanması ve istihbarat çalışmalarının yöneltilmesinde, temel görüşleri oluşturmak üzere, MİT Müsteşarının Başkanlığında Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) kurulmuştur.

Kurul, üç ayda bir; Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri veya Yardımcısı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya Yardımcısı, bakanlıkların müsteşarları, kurum ve kuruluşların yetkili amirleri, MİT’in ilgili başkanları ile MİT Müsteşarının çağıracağı diğer kamu görevlilerinin iştirakiyle toplanır.” Hükmü ve

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1 inci maddesi “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” Hükmü birlikte nazara alındığında; her iki kurum arasında görev alanlarında çakışma bulunduğu ve bu nedenle düzenlemenin, Anayasa 104 üncü maddesi birinci fıkrası gereğince düzenli ve uyumlu çalışması Anayasal gereklilik olan Devlet organları arasında çatışma yaratabilecek nitelikte bulunduğu açıktır.

Yine; 3046 sayılı kanunun “Sürekli kurullar” başlıklı; 39 uncu maddesi; Bakanlıklarda ve bağlı kuruluşlarda hizmetin kurul biçiminde yürütülmesi gerektiğinde, görevleri ve teşekkül tarzı kuruluş kanunlarında veya diğer kanunlarda gösterilmek kaydıyla sürekli kurullar kurulabilir.” Hükmünü içermekle birlikte Müsteşarlık biçiminde bir örgütlenme meri mevzuat bakımından bağlı kuruluş niteliğinde bulunmadığından; kurulması öngörülen kurulun Müsteşarlık bünyesinde kurulması hukuken mümkün değildir, keza bu kurulun 3152 sayılı Kanunda değişiklik yapılmak suretiyle kurulmadığı nazara alındığında da Anayasanın 2 nci maddesi kapsamında düzenlemenin hukuk devleti ilkesine uymadığı açıktır.

Yukarıdaki izahatla birlikte dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle 17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 3 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

4) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 4 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

4.1) Birinci fıkrası

“(1) Güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu kurulmuştur.”

Kanun uygulamasında; “Güvenlik kuruluşları” ve “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.

Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü, E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:

“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”

Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.

Verilen kararda da yer bulduğu üzere, kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

Bu anlamda, Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları hakkında 3046 sayılı Kanun’un, “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları” başlıklı 15 inci maddesi uyarınca; Bakanlık merkez teşkilatında, Müsteşarlığa bağlı “Kurul Başkanlığı” kurulması ve buna bağlı olarak da Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü, Şeflik biçiminde alt birimlerin kurulması mümkündür. Dolayısıyla, müstakilen “Kurul” adı altında ve 5912 sayılı Kanunun “Teşkilat” başlıklı 5 inci maddesi ile Kanun eki (1) sayılı cetvelde yer verilmeksizin “Teşkilata” “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” adında bir birimin öngörülmesi hukuk düzenimizde, hem kanun tekniği açısından uyumsuz olup aynı zamanda da çerçeve kanun niteliğindeki 3046 sayılı kanun hükümlerine aykırı bir yasama faaliyeti niteliğindedir. Bu durum, İdarenin kanuniliği ilkesi ile çatışmaktadır.

Yukarıdaki izahatla birlikte dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle, 17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 4 üncü maddesi birinci fıkrası; Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

4.2) İkinci fıkrası

“(2) Kurul, İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşur. Gerektiğinde gündemle ilgili diğer kurum ve kuruluş temsilcileri de toplantıya davet edilebilir. Kurul İçişleri Bakanının daveti üzerine toplanır. Toplantı gündemi, Kurul üyelerinin görüşleri alınarak İçişleri Bakanı tarafından belirlenir. Kurulun sekreterya görevi Müsteşarlık tarafından yerine getirilir.” düzenlemesinde;

Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları hakkında 3046 sayılı Kanun’un, “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları” başlıklı 15 inci maddesi uyarınca; Bakanlık merkez teşkilatında, Müsteşarlığa bağlı “Kurul Başkanlığı” kurulması ve buna bağlı olarak da Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü, Şeflik biçiminde alt birimlerin kurulması mümkün olduğundan; müstakilen “Kurul” adı altında ve 5912 sayılı Kanun eki (1) sayılı cetvelde de yer verilmeksizin “Teşkilata”, “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” adında bir birimin öngörülmesi hukuk düzenimizde çerçeve kanun niteliğindeki 3046 sayılı kanun hükümlerine aykırı bir yasama faaliyeti niteliğinde olup, idarenin kanuniliği ilkesi ile çatışmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

Ayrıca, Anayasanın 118 inci maddesi üçüncü fıkrası; “Millî Güvenlik Kurulu; Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonunun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.” şeklindedir

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1 inci maddesi “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” Hükmüne göre; Anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu görev alanındaki düzenlemeler, yasa hükmüyle, “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” na devredilmektedir.

Diğer taraftan, Kurul oluşumunda, İçişleri bakanı başkanlığında Kurul üyeliği öngörülen, Genelkurmay İkinci Başkanı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı bakımından konu değerlendirildiğinde;

Anayasa 117 nci madde uyarınca, Silahlı Kuvvetler Komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanı namına yerine getiren ve Bakanlar Kurulu teklifi üzerine Cumhurbaşkanınca atanan, görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumlu bulunan Genelkurmay Başkanına bağlı ve aynı zamanda 1612 sayılı Yüksek Askeri Şuranın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Yüksek Askeri Şura Genel Sekreteri konumunda bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı’nın; Milli Güvenlik Kurulu ile görev çatışması bulunan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı bünyesinde kurulan “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” üyesi olarak yer alması; bağlı bulunduğu Genel Kurmay Başkanı’nın Milli Güvenlik Kurulu üyesi olduğu nazara alındığında; Anayasa 104 üncü maddesi birinci fıkrası gereğince düzenli ve uyumlu çalışması Anayasal gereklilik olan Devlet organları arasında çatışma yaratabilecek niteliktedir.

Aynı şekilde; Ayrıca; 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Kuruluş” başlıklı 3 üncü maddesi;

“Başbakana bağlı Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı kurulmuştur.

Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı; Müsteşar, Müsteşar yardımcıları, başkanlıklar, daireler ve şubeler ile diğer teşkilat birimlerinden oluşur.” Hükmü ve aynı kanunun 4 üncü maddesinin ikinci fıkrası “Milli İstihbarat Teşkilatına bu görevler dışında görev verilemez” hükmü birlikte değerlendirildiğinde; Teşkilat unsuru bulunan Müsteşara bu kanunda sayılan görevler dışında görev verilmesi mümkün değildir.

Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Hukuk devleti, aynı zamanda bireylerin haksızlıktan korunmasını ve mutluluğunu amaç edinir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986 gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, genel olarak 5952 sayılı Yasa bütünüyle ve amacını belirleyen 1 inci maddede talep konusu tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.

Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı’nın, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı bünyesinde kurulan “Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu” üyesi olarak yer alması; 2937 sayılı kanunun; “Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” başlıklı 5 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları;

“Bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yukarıda belirtilen görev ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesiyle ilgili koordinasyonun sağlanması ve istihbarat çalışmalarının yöneltilmesinde, temel görüşleri oluşturmak üzere, MİT Müsteşarının Başkanlığında Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) kurulmuştur.

Kurul, üç ayda bir; Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri veya Yardımcısı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya Yardımcısı, bakanlıkların müsteşarları, kurum ve kuruluşların yetkili amirleri, MİT’in ilgili başkanları ile MİT Müsteşarının çağıracağı diğer kamu görevlilerinin iştirakiyle toplanır.” Kapsamında her iki kurumun görev alanlarında çakışmalar bulunduğu ve ayrıca Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu’na Milli İstihbarat Müsteşarı başkanlık eder ve bu kurula İçişleri Bakanı katılırken, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına İçişleri Bakanının başkanlık etmesi büyük bir çelişki olup, arz edilen hususlar nazara alındığında, Anayasa 104 üncü maddesi birinci fıkrası gereğince düzenli ve uyumlu çalışması Anayasal gereklilik olan Devlet organları arasında çatışma yaratabilecek niteliktedir. Ayrıca 4 üncü maddenin ikinci fıkrasında Kurul içerisinde Adalet Bakanlığı müsteşarı da sayılmıştır. Oysa Anayasamızın 159 uncu maddesinde Adalet Bakanlığı müsteşarı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tabii üyesidir. Anayasamızın üçüncü bölümünde düzenlenen Yargı başlığı içinde yer alan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu niteliği itibariyle adli ve idari tüm yargı teşkilatının düzenlenmesinde belirleyici rolü olan bir kuruldur. Bu Kurulun üyesi olan Adalet Bakanı Müsteşarının İçişleri Bakanı Başkanlığında oluşan, başka bir kurula üye olarak belirlenmesi Anayasamıza özellikle 138 inci ve 159 uncu maddelerine aykırılık teşkil eder.

Yukarıdaki izahatla birlikte dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle, 17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 4 üncü maddesi ikinci fıkrası; Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü, 117 nci, 138 inci ve 159 uncu maddelerine aykırıdır.

5) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 5 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

5.1.) İkinci fıkrasının “Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları” İbaresi

Anayasanın 113 üncü maddesi birinci fıkrası şu şekildedir: “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı kanunla düzenlenir.”

Ve yine Anayasanın 6 ncı maddesi de;

“Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

Hükmünü amirdir. Buna göre; Anayasanın 113 üncü maddesi gereğince yürürlükte bulunan 3046 sayılı yasa ve yine 3152 sayılı yasa hükümleri kapsamında İçişleri Bakanına “özel ihtisas ve araştırma komisyonu kurma” yetkisi tanınmamıştır.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986 gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında madde tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.

Anayasa Mahkemesi’nin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

Bu anlamda, Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları hakkında çerçeve kanun niteliğindeki 3046 sayılı kanun hükümlerinde tanınmayan bir yetkinin 5952 sayılı kanunla dolaylı yoldan tanınması İdarenin kanuniliği ilkesi ile de çatışmaktadır.

Yukarıdaki izahatla birlikte dilekçemizin Anayasaya aykırılık nedenleri bölümünün 1 inci maddeye ilişkin birinci başlık bölümünde yer alan nedenlerle, 17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 5 inci maddesi ikinci fıkrasının “Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

5.2) Üçüncü Fıkrası

Düzenleme; yukarıda verilen; 5952 sayılı Kanunun 1 inci maddesi, birinci cümlesi, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesine ilişkin açıklamalar doğrultusunda, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

6) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 6 ncı Maddesi, Birinci Fıkra “Terörle” İbaresi; Birinci Fıkra (a) ve (b) Bendleri, Birinci Fıkra (c) Bendi “veya yaptırmak” İbaresi; Birinci Fıkra (ç) Bendi “Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” İbareleri; Birinci Fıkra (f) Bendinin Anayasaya Aykırılığı

Kanun uygulamasında; “Güvenlik kuruluşları” ve “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.

Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü, E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:

“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.

Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.

Verilen kararda da yer bulduğu üzere, kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

(f) alt bendi ile getirilen, “İnceleme ve denetleme yapmak ya da yaptırmak” düzenlemesi; Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kapsamında ölçülülük ilkesine uymamaktadır.

17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 6 ncı maddesi, birinci fıkra “Terörle” ibaresi; birinci fıkra (a) ve (b) bendleri, birinci fıkra (c) bendi “veya yaptırmak” ibaresi; birinci fıkra (ç) bendi “Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” ibareleri; birinci fıkra (f) bendi; Anayasanın 2 nci, 7 nci, 8 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

7) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 7 nci Maddesi Birinci Fıkra, “bakana” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı

Yukarıda, Kanunun 1 inci maddesi, birinci cümlesi, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesine dair açıklamalar kapsamında Anayasaya aykırıdır.

17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun “İstihbarat Değerlendirme Merkezi” başlıklı, 7 nci maddesi birinci fıkra, “bakana” ibaresi; Anayasanın; 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

8) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 8 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

Hukuk düzenimizde, 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13.12.1983 gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1 inci maddesi; “Bu Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkili, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülebilmesi için bakanlıkların kurulmasına, teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir.” hükmünü amir olup, “Kapsam” başlıklı 2 nci maddesi “Bu Kanun, Milli Savunma Bakanlığı hariç diğer bakanlıkların merkez, taşra, yurt dışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşlarını kapsar.” düzenlemesini içermektedir. 3046 sayılı Kanun’un 16 ncı maddesi (d) bendi; “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” buyurucu düzenlemesini içermekte olup, aynı Kanun’un 15 inci maddesi ise; “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları” başlığı altında; bakanlık merkez, taşra, yurtdışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşların hiyararşik kademelerini; hizmetin özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar dikkate alınmak kaydıyla ne şekilde düzenleneceği tahdidi olarak belirlenmiştir. Bu belirlemeye göre; Bakanlık merkez teşkilatında, 1 Müsteşarlık, Müsteşarlığa bağlı Genel Müdürlük, Kurul veya Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük veya Kurul Başkanlığına bağlı Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü şeklinde örgütlenmek olasıdır ve dolayısıyla, kanun birden fazla müsteşarlığa cevaz vermediği gibi, 5952 sayılı Kanunla öngörülen “merkez”; “il müdürlüğü” veya “büro” şeklinde bir hiyerarşik kademenin kabulü de hukuk düzenimizde olası değildir. Dolayısıyla, İçişleri Bakanlığına bağlı, maddeyle öngörülen şekilde bir “İstihbarat Değerlendirme Merkezi” kurulması hukuken olanaksızdır.

Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986 gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, düzenleme; hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.

Diğer taraftan; Anayasanın 95 inci maddesine göre yasama organı çalışmalarını kendi yaptığı iç tüzük hükümlerine göre yürütmekle yükümlüdür. TBMM İç Tüzüğü’nün 85 inci maddesi; kanun tasarı ve tekliflerinin Anayasa dili, kanun yazılış tekniği bakımından incelenmesi şartını aramaktadır. Kanun tekniği bakımından kıstasın ise, 19.12.2005 tarih ve 2005/9986 sayılı, Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlük kazanan “Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” hükümlerinden alınacağı açıktır. Bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrası (ç) bendi, bir tasarı taslağı hazırlanırken ilgili tüm mevzuatın incelenmesini gerekiyorsa bunlarda da değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Bu hüküm de, yasalar arasında uyum sorununu engellemek amacına yöneliktir. Bu uyumun sağlanmaması durumunda ise, hukuk devleti ilkesinin zedeleneceği ve bu düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık taşıyacağı açıktır.

Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve E:1989/11, K:1989 sayılı kararında; “Anayasanın 2 nci maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında Hukuk Devleti ilkesine de yer vermiştir. Hukuk Devleti, Devletin bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir. Bu tür devlette de “Hukuk güvenliği” ni sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Devlet, görevlerini yerine getirirken, “Hukuk devleti” niteliğini yitirmemeli, hukukun uygar ülkelerinde kabul edilen temel ilkelerini sürekli göz önünde tutmalıdır. Böyle bir düzende, “Devlete güven” ilkesi, vazgeçilmez temel ögelerdendir. Devlete güven, hukuk devletinin sağlamak istediği huzurlu ve istikrarlı bir ortamın sonucu olarak ortaya çıkar. Yasaların Anayasaya uygunluğu karinesi asıldır. Yasalara gösterilen güven ve saygıdan kaynaklanan oluşumların sonuçlarını korumak gerekir” ifadelerine yer verilmiştir.

Bir başka husus, maddede kurulması öngörülen Merkezin kuruluş amacı; “terörle mücadele alanında oluşturulacak politika ve strateji ile alınacak tedbirlere esas olmak üzere, ilgili birimlerden stratejik istihbaratın alınması ve değerlendirilmesi”; olarak belirlenmiştir. Ancak, kanun uygulamasında “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.

Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan “kanunla düzenlenir” değiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü, E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:

“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.

Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.”

Verilen kararda da yer bulduğu üzere, 5952 sayılı kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.

Anayasanın 113 üncü maddesi birinci fıkrası; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı kanunla düzenlenir.” şeklindedir, dolayısıyla Bakanlık teşkilatına ilişkin 3046 sayılı çerçeve kanun hükümlerine uyum Anayasal zorunluluktur. 3046 sayılı kanunun 3 üncü maddesine göre; “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, mevcut bakanlıkların bölünmesi veya birleştirilmesi, bakanlıkların görevleri, yetkileri ve teşkilatı bu Kanun esaslarına göre düzenlenir.” Böylelikle, her bir bakanlığın teşkilat ve görevleri hakkında kanun, bu kanunda belirlenen esaslar ve ilkeler doğrultusunda kurallar getirilmesinin zorunlu kılınması, Anayasanın 123 üncü maddesi ile getirilen idarenin kanuniliği ilkesinin bir sonucudur. Nitekim, Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

İkinci fıkra ile; ihtiyaç duyulan istihbari bilgilerin Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından Müsteşarlığa verilmesi buyurucu biçimde düzenlenmiş ve herhangi bir sınırlama da getirilmemiştir. Oysa, sayılan kurumların her biri doğrudan Başbakanlığa bağlı yapılar olup, bu şekilde kurumsal hiyerarşinin aşılmasının Anayasanın 104 üncü maddesine aykırı olduğu açıktır.

17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 8 inci maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

9) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 9 uncu Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

9.1) Birinci Fıkrası, (a) Bendi

Birinci alt bendindeki; “….uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak..” tümcesi, ikinci alt bendindeki, “Güvenlik kuruluşları” ibaresi, üçüncü alt bendindeki; “Valilikler” ibaresi, dördüncü alt bendi “Belirlenen politikalar ile sosyo – ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak”,

Kanunun 6 ncı maddesinde Müsteşarlığa verilen görevler arasında, sadece politika ve stratejilerin belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek sayılmışken, madde ile belirlenen politikaların uygulanmasına ilişkin eylem planları hazırlamaktan ve belirlenen politikalar ile sosyo – ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi de ana hizmet birimi görevleri arasında sayılmıştır. Yine, Valilikler doğrudan ilgili mevzuat hükümlerine tabi organlar olup, bu mevzuatla ilgi ve uyumu sağlanmadan yapılan düzenleme Anayasanın 2 nci ve 104 üncü maddesine aykırıdır.

Yine, düzenlemenin belirtilen ibare ve tümceleri, Anayasamızın 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrası; “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz” hükmüne aykırıdır.

Kanun uygulamasında; “Güvenlik kuruluşları” ve “terör” kavramının neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.

Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü, E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:

“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.

Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.

Verilen kararda da yer bulduğu üzere, kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile, Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kapsamında ölçülülük ilkesine uymamaktadır.

Düzenleme, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 104 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırıdır.

9.2) Birinci Fıkrası, (b) Bendi

Birinci alt bendi; “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek,” tümcesi,

Düzenlemede, herhangi bir sınırlama getirilmeksizin “veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” görevinin verilmesi hukuk devleti ilkesine aykırıdır.

Veri, bilgi ve belgeleri toplamak her türlü kişisel verileri de kapsama alacağından, Anayasanın 13 üncü, 20 nci, 25 inci maddelerine aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin, 21.06.1989 tarih ve E:1988/38, K:1989/26 sayılı kararında; “Temel hak ve özgürlüklerin soyut Anayasa kuralları olmaktan çıkarılması, kullanılabilir ve uygulanabilir duruma getirilmeleri, dolayısıyla kişi yönünden pratik bir değer taşıyabilmeleri için sınırlarının belirtilmesi, kullanma ve uygulama yollarının gösterilmesi gerekir. Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak ve özgürlükler üzerinde yerine göre yapılması gereken sınırlamaların ne tür tasarruflarla, ne gibi sebeplere dayanılarak ve hangi ölçüler içerisinde yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu belirlemeye göre, temel hak ve özgürlükler üzerindeki sınırlama ancak yasayla yapılabilecek, sınırlamayı haklı gösterecek sebep olarak ancak maddede sayılı ve sınırlı olarak gösterilmiş bulunan genel sınırlama nedenleriyle Anayasanın ilgili diğer maddelerinde öngörüleri özel sınırlama sebeplerine dayanılacak “demokratik toplum düzeninin gerekleri” de sınırlamanın ölçüsünü oluşturacaktır.”

Yine Anayasa Mahkemesinin 25.06.2009 tarih; E:2008/30 ve K:2009/96 sayılı kararında;

Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da Anayasanın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtildiği, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması başlıklı 8 inci maddesinde ise; Herkesin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği halde, bu gerekliliklere ve ilkelere uyulmaksızın soy bağı kurumunun özüne dokunur nitelikte bir sınırlama getiren Türk Medeni Kanunu 289 uncu maddesi Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı düşmektedir.”

Yine, Anayasa Mahkemesinin 20.03.2008 tarih; E:2006/167 ve K:2008/86 sayılı kararında;

“İtiraza konu 8 inci madde hükmüyle sayım ve örnekleme çalışmalarına konu olan, hakkında veri toplanacak gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşların yetkililerine cevap verme yükümlülüğü getirilmiş, bu yükümlülüğe uymayanların da 54 üncü maddede gösterilen biçimde idari para cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür.

Maddede açıklayıcı bir düzenleme bulunmadığı için, “kişisel veri” veya “isteme bağlı veri” olarak adlandırılan, belirli veya belirlenebilir kişilerle ilgili her türlü bilgilerin istenebileceği kuşkusuzdur.

İstatistiki birimlerin kendilerinden istenen bilgileri belirlenen şekil ve sürede eksiksiz ve hatasız olarak vermek zorunluluğuna uyulmaması idari para cezası yaptırımına bağlanmış olmasına karşın, istenilecek veri ve bilgilerin kapsamı ya da sınırlarının ne/neler olacağına, başka bir anlatımla, temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliğinde olan veri ve bilgilerin bu zorunluluk kapsamında bulunup bulunmadığına ilişkin herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Dolayısıyla, istatistiki birimler kendilerinden istenildiği takdirde her türlü bilgiyi temel hak ve özgürlüklerine müdahale niteliğinde olsa bile vermek zorundadırlar.

Anayasanın 20 nci maddesinde herkesin özel hayatına ve aile yaşayışına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu; 25 inci maddesinde de herkesin düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğu, her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı hüküm altına alınmıştır. 20 nci madde gerekçesinde, özel hayatın korunmasının her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması, resmi makamların özel hayata müdahale edememesi anlamına geldiği belirtilmiştir.

AİHM kararlarında da belirtildiği gibi, özel hayat bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar geniş bir kavram olup devletin yetkili temsilcileri tarafından ilgililer hakkında rızası olmaksızın bilgi toplamasının her zaman söz konusu kişinin özel hayatını ilgilendireceği kuşkusuzdur.

Anket formlarında yer alan bazı sorular özel yaşamın gizliliği ile düşünce ve kanaatin açıklanması sonucunu doğurabilir. Bir ülkede en güçlü veri tekeli idaredir. Bu gücün sınırlandırılması özel yaşamın ve düşünce ve kanaat özgürlüğünün korunması bakımından önemlidir.

Anayasanın 20 nci ve 25 inci maddelerinde yer alan güvencelere rağmen itiraza konu 8 inci madde hükmüyle kişiler, bilgi toplama, saklama, işleme ve değiştirme tekeli olan idareye ve diğer kişilere karşı korumasız bırakılmış, veri toplamanın sınırlarına yasal düzenlemede yer verilmemiştir.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralların Anayasanın 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.”

Düzenleme, Anayasanın; 13 üncü, 20 nci, 25 inci maddelerine aykırıdır.

İkinci alt bendi, “……yaptırmak” ibaresi

“İnceleme ve denetleme yapmak ya da yaptırmak” düzenlemesi; Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile, Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kapsamında ölçülülük ilkesine uymamaktadır.

Düzenleme, Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 13 üncü maddelerine aykırıdır.

Dördüncü alt bendi; “Terörle” ibaresi;

Kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Düzenleme; Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 13 üncü maddelerine aykırıdır.

10) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 10 uncu Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

Birinci fıkrasının, (b) bendinin;

Birinci alt bendi “Terörle mücadele mevzuatını ve uygulamasını değerlendirmek, günün şartlarına göre geliştirmek.” Cümlesi

Anayasanın 6 ncı maddesinde, “Hiçbir kimse kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” ve 7 nci maddesinde de, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez.”; denilmektedir. Dolayısıyla, yasama yetkisini kapsar biçimde, madde ile mevzuatı günün şartlarına göre geliştirmek görevinin verilmesi Anayasanın 2 nci, 6 ncı ve 7 nci maddelerine aykırıdır.

Birinci fıkrasının, (c) bendinin;

Birinci ve ikinci cümlesi “…Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.”

Anayasa 128 inci maddede; Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili olarak “Genel İlkeler” başlığı altında, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.

Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” denilmektedir.

3046 sayılı Kanun Bakanlıkların Kuruluş ve teşkilat esaslarını belirleyen çerçeve kanun olup, bu çerçeve kanun ile bakanlıklarda sözleşmeli surette ve keza müsteşar müşaviri pozisyonunda istihdam kabul edilmemiştir. Aynı şekilde, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda da bu tarz bir istihdama imkan verilmemiştir.

Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986 gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, düzenleme, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.

Düzenleme, Anayasanın 2 nci ve 128 inci maddelerine aykırıdır.

11) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 13 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı

Madde ile, özel uzmanlık isteyen konularda kadro karşılığı olmaksızın tam gün veya kısmi gün veya belli bir konu veya proje bazında, konu veya projenin süresi ile sınırlı olmak koşuluyla sözleşmeli personel ve yabancı uzman çalıştırılabilmesine olanak tanınmıştır. Çalıştırılacak olan personel hakkında hiçbir kiritere ve vasfa yer verilmediği gibi çalıştırılacak personelin sayısı hakkında da bir sınırlama getirilmemiştir. Çalıştırılma şekli, sayısı gibi konularda tamamıyla ucu açık bir personel rejimi öngörülmüştür. Bu madde ile binlerce hatta daha fazla sınırsız personel istihdamı söz konusu olabilecektir. Ayrıca müsteşarlığın kuruluş amacına yönelik bilgi birikimine sahip olmayan personel de söz konusu madde uyarınca istihdam edilebilecektir. Çünkü bu konuda da herhangi bir sınırlama öngörülmemiştir. Anayasanın 128 inci maddesinde; “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmü yer almaktadır. Sözleşmeli personel konusunda yasa ile yapılması gereken düzenlemeler idarenin takdirine bırakılmıştır. Bu nedenle düzenleme Anayasanın 128 inci maddesine aykırıdır.

Ayrıca Devletin tüm istihbari bilgilerinin toplanmasının öngörüldüğü Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nda “yabancı uzman” çalıştırılabilmesinin benimsenmesi, bu istihdamın karşılıklılık ilkesi koşuluna bağlanmamış olması, kamu yararının bulunmaması, ülke bağımsızlığına zarar verebilecek nitelikte bulunması nedenleriyle Anayasaya aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin 15.10.2009 tarih ve E:2006/119, K:2009/145 sayılı kararında; “Diğer taraftan iptali istenen düzenleme, “karşılıklılık” ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Türk Yabancılar Hukukunun temel ilkelerinden en önde geleni, karşılıklılıktır. Karşılıklılık (mütekabiliyet) esası, öğretide en az iki devlet arasında uygulanan ve her birinin ülkesinde diğerinin vatandaşlarına aynı mahiyetteki hakları karşılıklı tanımalarını ifade eden bir prensip olarak izah olunmaktadır. Bu prensibe göre; bir yabancının Türkiye’de bir haktan yararlanabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da o yabancının ülkesinde aynı tür ve nitelikte olan haklardan yararlandırılmasına bağlıdır. Karşılıklı muamele esası, antlaşma ile ya da kanunla konulabilir.

Anayasamızın Başlangıç kısmının ikinci paragrafında yer alan “Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak ...” ibaresi, milletlerarası hukuk ilişkilerimizde karşılıklılık ilkesinin esas alınacağını göstermektedir. Karşılıklılığın etkisiz hale gelebildiği bir durumda ise, milletlerin eşit haklara sahip olduğundan söz edilemez.” İfadeleri ile subut bulduğu üzere, karşılıklılık ilkesini gözetmeyen düzenleme, Anayasaya aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin 23.12.2005 tarih ve E:2004/68 ve K:2005/104 sayılı kararındaki gerekçeler de konunun değerlendirilmesinde önem arzeden hususlardır:

“Yabancının klasik insan hak ve özgürlüklerinden bazılarından vatandaş gibi yararlandırılmamasının, bu hakların kimi sınırlama ya da kısıtlamalara tabi tutulmasının nedenlerini Devleti korumak, onun devamlılığını sağlamak gibi düşüncelerde aramak gerekir. Devletler arasında, ticari, iktisadi, askeri ve kültürel ilişkilerin olabildiğince arttığı, insancıl düşüncelerin son derece yaygınlaştığı günümüzde aynı mülahazaların büsbütün gücünü yitirdiği söylenemez. Tarih boyunca, devletler ülkelerindeki yabancı unsurlara kuşku ile bakmışlar, bazı hakları onlardan esirgemişler, bazılarını ise kimi koşullara, bağlamak suretiyle sınırlamışlardır. Anayasamızın 16 ncı maddesinde de, Anayasanın 12 nci maddesinde herkese tanınan temel hak ve özgürlüklerin, yabancılar için, uluslararası hukuka uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği kurala bağlanmıştır.

Yabancıların temel hak ve özgürlüklerin kimilerinden yurttaşlar gibi yararlandırılmamasının, bu hakların kimi sınırlama ya da kısıtlamalara bağlı tutulmasının nedenlerini Anayasa Mahkemesinin yabancılara mülk satışı ile ilgili 13.06.1985 günlü, E:1984/14, K:1985/7 sayılı kararında da belirtildiği gibi, Devlet’i korumak, onun sürekliliğini sağlamak gibi düşüncelerde aramak gerekir.

Devletin geleceği üzerinde doğrudan etkisi olan yaşamsal önemdeki konularda, yabancıların ağırlığını önleyici kuralların getirilmesi, bağımsızlığın korunması yönünden zorunludur….

Türkiye Cumhuriyetinin dünya milletler ailesine bağımsız bir devlet olarak kabulünün uluslararası belgesi Lozan Barış Antlaşmasıdır. Bu antlaşmaya ekli İkamet ve Selahiyeti Adliye Hakkındaki Mukavelenamede; yabancıların ülkede mülk edinmeleri konusunda mütekabiliyet şartı öngörülmüş, bu tarihten sonra düzenlenen konu ile ilgili yasalarda ve yapılan birçok antlaşmada mütekabiliyet şartı getirilmek suretiyle, karşılıklı muamele esası, gerek antlaşmalar hukuku, gerek mevzuu hukuk olarak Türk Yabancılar Hukukunun genel ilkelerinden biri haline dönüştürülmüştür.

Anayasanın 176 ncı maddesinde, Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten Başlangıç kısmının, Anayasa metnine dahil olduğu açıklanmış, anılan maddenin gerekçesinde de Başlangıç kısmının, Anayasanın diğer hükümleriyle eşdeğerde olduğu vurgulanmıştır.

Anayasanın cumhuriyetin niteliklerini belirleyen 2 nci maddesinde ise “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olduğu belirtilmiştir.

Başlangıcın 2 nci paragrafındaki; Türkiye Cumhuriyetinin “Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olduğu ilkesiyle, devletin beşeri unsurunu oluşturan milletin diğer milletlerle hak eşitliğine sahip bulunduğu vurgulanmıştır.

Başlangıcın 5 inci paragrafında ise “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin karşısında korunma göremeyeceği” ilkesi ile, Anayasanın öngördüğü hukuk düzeni içinde, milli menfaatlerin her şeyin üstünde tutulması gereği belirlenmiştir….

Karşılıklı muamele (mütekabiliyet) esası uluslararası ilişkilerde eşitliği sağlayan bir denge aracıdır…

Nitekim Anayasa Mahkemesinin 18.02.1985 tarih ve E:1984/9, K:1985/4 sayılı kararında, “Anayasanın 5 inci maddesinde yer alan Türk Milletinin bağımsızlığı ilkesinin, siyasi ve ekonomik bağımsızlığı içerdiği kuşkusuzdur; siyasi ve ekonomik bağımsızlık kavramlarının yalnız başlarına bir anlam ifade etmedikleri, birbirlerini tamamlayan kavramlar oldukları görüşü de doğrudur.”

denilmiştir. Ayrıca bir ülkedeki bağımsızlık kavramının ulusal savunma ve ulusal güvenlik ile ilişkisi düşünüldüğünde önemli bir haberleşme şebekesinin yabancı sermayeye bırakma sonucunu verebilecek bir düzenlemenin, ülke savunması bakımından yaratacağı sakıncaları ayrıntılı biçimde belirtmeye herhalde gerek yoktur. Çünkü, haberleşme birimleri yabancılarca işletilen bir devletin bu alanda bağımsızlığından söz edilemeyeceği gibi, bir savaş durumunda ulusal savunmasının temellerinden olan ulusal ve askeri haberleşmesinin felce uğrayacağı, böylelikle eli kolu bağlı duruma düşeceği herkesçe bilinmektedir.

Anayasanın başlangıç kısmının 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun ile değişik beşinci paragrafında, “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatleri...nin karşısında korunma göremeyeceği...” ilkesine aykırı, Anayasanın 5 inci maddesindeki “Türk Milletinin bağımsızlığını koruma” görevi ile çelişen bir düzenlemedir.

Anayasa Mahkemesinin 07.11.1989 tarihli E:1989/6, K:1989/42 sayılı kararında,

“Yasal düzenlemelerin Cumhuriyetin temel niteliklerinden birisi olan hukuk devleti ilkesine uygun olması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Yönetilenlere, en güçlü, en etkin ve en kapsamlı biçimde hukuksal güvenceyi sağlayan hukuk devleti, tüm devlet organlarının eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu sayarak insan hakları, temel haklar ve özgürlükler yönünden Anayasal ilkeler düzeyine ulaşmış kurallara dayanır. Hukukun üstünlüğünü, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı amaçlamayan Anayasanın öncelik ve bağlayıcılığını gözetmeyen, hukukun evrensel kurallarına saygılı olmayan, adaletli bir düzeni gerçekleştirmeyen, kişilere değer vermeyen, çağdaş kurum ve kurallarla uyum sağlamayan devletin hukuk devleti olduğundan söz edilemez. …

Anayasa Mahkemesinin bu kararında devlete kaynak sağlamak amacıyla gerekli düzenlemeler gerçekleştirilirken hukuksal ilkelerin yıpranıp yıkılmasına duyarsız kalınamayacağı açıkça belirtilmiştir. 5189 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin 406 sayılı Kanunun ek 17 nci maddesinin üçüncü fıkrasını madde metninden çıkarılması için yapılan düzenlemede; Türk Telekom’un yabancılara satılarak devlete kaynak yaratılmak istenmesi tek ölçek olarak görülmüş, hukuk devletinin vazgeçilmez öğelerinden olan “yasaların kamu yararına dayanması” ilkesi gözetilmediği gibi “karşılıklılık, “hukuk devleti” ve “Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı” ilkeleri de dikkate alınmamış ve nihayet “bağımsızlık ilkesi” nin yıpranmasına duyarsız kalınmıştır. Bu nedenle, yapılan bu düzenleme Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine ve Anayasa Mahkemesinin yukarıda açıklanan kararına da aykırıdır.

Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama yürütme ve yargı organları ile yönetim makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı öngörülmüştür. Bu kural gereğince Yasama Organı, yapacağı yeni düzenlemelerde daha önce aynı konuda verilen Anayasa Mahkemesi kararlarını gözönünde bulundurmak, bu kararları etkisiz bırakacak biçimde yeni yasa çıkarmamak ve Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen kuralları tekrar yasalaştırmamak yükümlülüğündedir.”

Düzenleme; Anayasanın 176 ncı maddesi uyarınca Başlangıç hükümlerine, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 11 inci, 128 inci ve 153 üncü maddelerine aykırıdır.

Dördüncü fıkrası;

Dördüncü fıkranın son cümlesinde “Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar ile söz konusu personele yapılacak diğer ödemeler Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile tespit edilir.” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla, diğer ödemeler olarak anılan bir grup ödeme konusunda idareye yetki verilmiştir. Anayasanın 128 inci maddesi “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.

Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmüne amirdir. Dördüncü fıkranın son cümlesi yasa ile yapılması gereken düzenlemeler için idareye sınırsız yetki devrini içermektedir. Bu nedenle söz konusu düzenleme Anayasanın 128 inci maddesine aykırıdır.

Düzenleme; Anayasanın 128 inci maddesine aykırıdır.

12) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 15 inci Maddesinin İkinci Cümlesi, “Bu kapsamda Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilir.” Düzenlemesinin Anayasaya Aykırılığı

Düzenlemede, herhangi bir sınırlama getirilmeksizin “her türlü bilgi ve belgele talebinin ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından yerine getirilmesi” nin öngörülmüş olması hukuk devleti ilkesine aykırıdır.

Bilgi ve belgelerin, her türlü kişisel verileri de kapsama alacağı açık olup düzenleme, Anayasanın 13 üncü, 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin, 21.06.1989 tarih ve E:1988/38, K:1989/26 sayılı kararında; “Temel hak ve özgürlüklerin soyut Anayasa kuralları olmaktan çıkarılması, kullanılabilir ve uygulanabilir duruma getirilmeleri, dolayısıyla kişi yönünden pratik bir değer taşıyabilmeleri için sınırlarının belirtilmesi, kullanma ve uygulama yollarının gösterilmesi gerekir. Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak ve özgürlükler üzerinde yerine göre yapılması gereken sınırlamaların ne tür tasarruflarla, ne gibi sebeplere dayanılarak ve hangi ölçüler içerisinde yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu belirlemeye göre, temel hak ve özgürlükler üzerindeki sınırlama ancak yasayla yapılabilecek, sınırlamayı haklı gösterecek sebep olarak ancak maddede sayılı ve sınırlı olarak gösterilmiş bulunan genel sınırlama nedenleriyle Anayasanın ilgili diğer maddelerinde öngörüleri özel sınırlama sebeplerine dayanılacak “demokratik toplum düzeninin gerekleri” de sınırlamanın ölçüsünü oluşturacaktır.”

Yine Anayasa Mahkemesinin 25.06.2009 tarih; E:2008/30 ve K:2009/96 sayılı kararında;

Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamanın da Anayasanın sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtildiği, yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması başlıklı 8 inci maddesinde ise; Herkesin özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu, Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği halde, bu gerekliliklere ve ilkelere uyulmaksızın soy bağı kurumunun özüne dokunur nitelikte bir sınırlama getiren Türk Medeni Kanunu 289 uncu maddesi Anayasanın 13 üncü maddesine aykırı düşmektedir.”

Yine, Anayasa Mahkemesinin 20.03.2008 tarih; E:2006/167 ve K:2008/86 sayılı kararında;

“İtiraza konu 8 inci madde hükmüyle sayım ve örnekleme çalışmalarına konu olan, hakkında veri toplanacak gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve kuruluşların yetkililerine cevap verme yükümlülüğü getirilmiş, bu yükümlülüğe uymayanların da 54 üncü maddede gösterilen biçimde idari para cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür.

Maddede açıklayıcı bir düzenleme bulunmadığı için, “kişisel veri” veya “isteme bağlı veri” olarak adlandırılan, belirli veya belirlenebilir kişilerle ilgili her türlü bilgilerin istenebileceği kuşkusuzdur.

İstatistiki birimlerin kendilerinden istenen bilgileri belirlenen şekil ve sürede eksiksiz ve hatasız olarak vermek zorunluluğuna uyulmaması idari para cezası yaptırımına bağlanmış olmasına karşın, istenilecek veri ve bilgilerin kapsamı ya da sınırlarının ne/neler olacağına, başka bir anlatımla, temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliğinde olan veri ve bilgilerin bu zorunluluk kapsamında bulunup bulunmadığına ilişkin herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Dolayısıyla, istatistiki birimler kendilerinden istenildiği takdirde her türlü bilgiyi temel hak ve özgürlüklerine müdahale niteliğinde olsa bile vermek zorundadırlar.

Anayasanın 20 nci maddesinde herkesin özel hayatına ve aile yaşayışına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu; 25 inci maddesinde de herkesin düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğu, her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı hüküm altına alınmıştır. 20 nci madde gerekçesinde, özel hayatın korunmasının her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması, resmi makamların özel hayata müdahale edememesi anlamına geldiği belirtilmiştir.

AİHM kararlarında da belirtildiği gibi, özel hayat bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar geniş bir kavram olup devletin yetkili temsilcileri tarafından ilgililer hakkında rızası olmaksızın bilgi toplamasının her zaman söz konusu kişinin özel hayatını ilgilendireceği kuşkusuzdur.

Anket formlarında yer alan bazı sorular özel yaşamın gizliliği ile düşünce ve kanaatin açıklanması sonucunu doğurabilir. Bir ülkede en güçlü veri tekeli idaredir. Bu gücün sınırlandırılması özel yaşamın ve düşünce ve kanaat özgürlüğünün korunması bakımından önemlidir.

Anayasanın 20 nci ve 25 inci maddelerinde yer alan güvencelere rağmen itiraza konu 8 inci madde hükmüyle kişiler, bilgi toplama, saklama, işleme ve değiştirme tekeli olan idareye ve diğer kişilere karşı korumasız bırakılmış, veri toplamanın sınırlarına yasal düzenlemede yer verilmemiştir.

Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralların Anayasanın 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.”

15 inci maddesinin ikinci cümlesi, “Bu kapsamda Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilir.”

Düzenleme, Anayasanın; 13 üncü, 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırıdır.

13) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 16 ncı Maddesinin İkinci Cümlesi, “Bu Kanun kapsamında yürütülen ve gizlilik ihtiva eden işler için 5018 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi esaslarına göre Müsteşarlık bütçesine ödenek konulur.” Düzenlemesinin Anayasaya Aykırılığı

5018 sayılı Kanunun Örtülü ödenek başlıklı 24 üncü maddesi; “Örtülü ödenek; kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Hükümet icapları için kullanılmak üzere Başbakanlık bütçesine konulan ödenektir. Kanunlarla verilen görevlerin gerektirdiği istihbarat hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin bütçelerine de örtülü ödenek konulabilir. Örtülü ödenek, bu amaçlar dışında ve Başbakanın ve ailesinin kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare, propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılamaz. İlgili yılda bu amaçla tahsis edilen ödenekler toplamı, genel bütçe başlangıç ödenekleri toplamının binde beşini geçemez.

Başbakanlık ve diğer ilgili idare bütçelerinde yer alan örtülü ödeneklerin kullanılma yeri, giderin kimin tarafından yapılacağı, hesapların tutulma ve kapatılma yöntemi, gideri yapanın değişmesi halinde yeni yetkiliye hangi belgelerin aktarılacağı Başbakan tarafından belirlenir.

Örtülü ödeneklere ilişkin giderler Başbakan, Maliye Bakanı ve ilgili Bakan tarafından imzalanan kararname esaslarına göre gerçekleştirilir ve ödenir.” Şeklindedir. Madde ile belirlendiği üzere, örtülü ödenek esasen başbakanlık bütçesine konulmakta ve ancak istisnaen kanunlarla verilen istihbarat hizmetlerinin yürüten diğer kamu idarelerinin de bütçelerine örtülü ödenek konulabilmektedir.

5952 sayılı Kanunun 1 inci ve 3 üncü maddeleri kapsamında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, istihbarat hizmetlerini yürüten bir kamu idaresi niteliğinde olmayıp, niteliği itibariyle terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak fonksiyonunu taşımaktadır. Bu anlamda, istihbari bilgilerin toplandığı bir birim olup, bizzat istihbari hizmet yürüttüğü iddia edilemez. Dolayısıyla, 5018 sayılı Kanun hükümleri dairesinde bütçesine örtülü ödenek konulamaz. Nitekim; 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 4 üncü maddesinde sayılan görevler nazara alındığında, istihbari hizmetlerin niteliği açıkça anlaşılmaktadır.

Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986 gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca, söz konusu düzenleme Anayasanın 161 inci ve 162 nci maddelerine de aykırıdır.

Anayasanın 161 inci maddesinde; “Devletin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki kamu tüzelkişilerinin harcamaları, yıllık bütçelerle yapılır.

Mali yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü kanunla düzenlenir.

Kanun, kalkınma planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller koyabilir.

Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz.” Hükmü yer almaktadır.

Yine Anayasanın 162 nci maddesinde;

“Bakanlar Kurulu, merkezi yönetim bütçe tasarısı ile millî bütçe tahminlerini gösteren raporu, malî yılbaşından en az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar.

Bütçe tasarıları ve rapor, kırk üyeden kurulu Bütçe Komisyonunda incelenir. Bu komisyonun kuruluşunda, iktidar grubuna veya gruplarına en az yirmibeş üye verilmek şartı ile, siyasî parti gruplarının ve bağımsızların oranlarına göre temsili göz önünde tutulur.

Bütçe Komisyonunun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda, kamu idare bütçeleri hakkında düşüncelerini, her bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler sırasında açıklarlar; bölümler ve değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bütçe kanunu tasarılarının Genel Kurulda görüşülmesi sırasında, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar.” denilmektedir.

Anayasanın 161 inci ve 162 nci maddelerinde bütçelerin gerek hazırlanması gerekse TBMM’de kabul edilmesi süreçlerinin şeffaf olması öngörülmektedir. Oysa söz konusu düzenlemede, operasyonel yetkisi olmayan bir oluşuma, 5018 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi esaslarına göre örtülü ödenek ayrılması öngörülmektedir. Dolayısıyla, sadece bilgi üretiminden sorumlu bir yapı, şeffaflıktan uzak bir şekilde harcama yetkisiyle donatılmaktadır.

Düzenleme Anayasanın 2 nci, 161 inci ve 162 nci maddelerine aykırıdır.

14) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 18 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

Birinci fıkrası (a) bendi ile değişik; 657 sayılı Kanuna ekli; “(I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi ve

Birinci fıkrası (b) bendi ile değişik; 657 sayılı Kanuna ekli; “(II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresi,

Üçüncü fıkrası (a) bendi ile değişik, 14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 28 inci maddesine ek “Güvenlik politikaları ve sosyo – ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere, illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü kurulmuştur. Bu amaçla, ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve Bakanlığın onayı ile büro kurulabilir. Valilik, kadro, yer ve unvanlarına bakılmaksızın ihtiyaç durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu birimlerde görevlendirmeye yetkilidir.” fıkrası

Üçüncü fıkrası (b) bendi ile değişik, 14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 29 uncu maddesinin birinci fıkrasına ek (d) bendi; “d) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı.” ibaresi,

Dördüncü fıkrasının,

Beşinci fıkrasının,

3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13.12.1983 gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1 inci maddesi; “Bu Kanunun amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkili, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülebilmesi için bakanlıkların kurulmasına, teşkilat, görev ve yetkilerine ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir.” hükmünü amir olup, “Kapsam” başlıklı 2 nci maddesi “Bu Kanun, Milli Savunma Bakanlığı hariç diğer bakanlıkların merkez, taşra, yurt dışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşlarını kapsar.” düzenlemesini içermektedir. 3046 sayılı Kanun’un 16 ncı maddesi (d) bendi; “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” buyurucu düzenlemesini içermektedir. Yine aynı Kanun’un 15 inci maddesi ise; “Hiyerarşik kademeler ve birim unvanları” başlığı altında; bakanlık merkez, taşra, yurtdışı teşkilatları ile bağlı ve ilgili kuruluşların hiyararşik kademelerini; hizmetin özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar dikkate alınmak kaydıyla ne şekilde düzenleneceği tahdidi olarak belirlenmiştir. Bu belirlemeye göre; Bakanlık merkez teşkilatında, 1 Müsteşarlık, Müsteşarlığa bağlı Genel Müdürlük, Kurul veya Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük veya Kurul Başkanlığına bağlı Daire Başkanlığı, Şube Müdürlüğü şeklinde örgütlenmek olasıdır ve dolayısıyla, kanun birden fazla müsteşarlığa cevaz vermediği gibi, 5952 sayılı Kanunla öngörülen “merkez”; “il müdürlüğü” veya “büro” şeklinde bir hiyerarşik kademenin kabulü de hukuk düzenimizde olası değildir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Yine Anayasa Mahkemesinin; 10.12.1986 gün ve 19307 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan; 11.09.1986 tarih ve E:1985/33, K:1986/22 sayılı kararında; “……yasa koymak, değiştirmek, yasayı yürürlükten kaldırmak ve yerindeliği gözetmek tümüyle yasa koyucunun yetkisi içindedir. Yasalar arasında uyum ve uygunluk da yasa koyucunun arayacağı durumlardır.” İfadesi nazara alındığında, genel olarak 5952 sayılı Yasa bütünüyle ve amacını belirleyen 1 inci maddede talep konusu tümce, hukuk düzenine dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile hüküm altına alınan “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.

Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

Yine Anayasanın 128 inci maddesinde; “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmü yer almaktadır. İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüklerinin kurulmasına ilişkin birinci fıkranın (b) bendindeki düzenleme ile ilçelerde büroların kurulmasının öngörüldüğü üçüncü fıkra Anayasanın 128 inci ve 123 üncü maddelerine aykırıdır. Personelin, görevleri, yetkileri ile personelin nitelikleri konusunda herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gibi bu müdürlüklerin hiyerarşik konumu görev ve yetkileri konusunda da hiçbir düzenleme öngörülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle düzenlemeler, Anayasanın 2 nci, 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırıdır.

III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ

Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmıştır. Söz konusu düzenlemede soyut tanımlamalardan yola çıkarak terörle mücadele edecek ve en ücra ilçede bile örgütü bulunacak yeni bir idari yapı öngörmektedir. Terörle mücadelede koordinasyon amacı ortaya konulsa bile güvenlikle ilgili birimlerin koordinasyonu amacından çok tüm bu birimlerin isitihbarat açısından bir çatı yönetimi öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumun hiyerarşik açıdan güvenlikle ilgili birimler arasında yeni belirsizlikler ve hiyerarşik çatışma alanları oluşturacağı aşikardır. Yasa ile sınırları çizilmiş bir yapılanma yerine siyasi iktidarın keyfi uygulamalarına ve istismara açık bir örgütlenme öngörülmektedir. Soyut tanımlar ve esnek ve yasal dayanaktan yoksun istismara açık idari yapılanma öngörülmesi, temel hak ve hürriyetlerin kullanımında sakıncalı durumların ortaya çıkmasına neden olacağı açık bir gerçekliktir.

Ülke çıkarlarına ve kamu yararına aykırı olan, ülkemizin güvenliği açısından da son derece ciddi sakıncalar yaratacak ve Anayasa hükümlerine açıkça aykırı olan iptali istenen kurulların uygulanması halinde sonradan giderilmesi olanaksız durum ve zararlar doğabilecektir.

Öte yandan, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.

Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.

IV. SONUÇ VE İSTEM

Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un;

1) 1 inci maddesinin, “…terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı” tümcesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

2) 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (d) bendleri, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduklarından,

3) 3 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

4.1) 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

4.2) 4 üncü maddesi ikinci fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü, 117 nci, 138 inci ve 159 uncu maddelerine aykırı olduğundan,

5.1) 5 inci maddesi ikinci fıkrasının “Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

5.2) 5 inci maddesi üçüncü fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

6) 6 ncı maddesi, birinci fıkra “Terörle” ibaresi; birinci fıkra (a) ve (b) bendleri, birinci fıkra (c) bendi “veya yaptırmak” ibaresi; birinci fıkra (ç) bendi “Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” ibareleri; birinci fıkra (f) bendi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 8 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduklarından,

7) 7 nci maddesi birinci fıkra, “bakana” ibaresi, Anayasanın; 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

8) 8 inci maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 95 inci, 104 üncü, 113 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

9) 9 uncu maddesi;

9.1) Birinci fıkrası, (a) bendi; birinci alt bendindeki; “….uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak..” tümcesi, ikinci alt bendindeki, “Güvenlik kuruluşları” ibaresi, üçüncü alt bendindeki; “Valilikler” ibaresi, dördüncü alt bendi “Belirlenen politikalar ile sosyo – ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak”, tümcesi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 13 üncü, 104 üncü ve 123 üncü maddelerine aykırı olduklarından,

9.2) Birinci fıkrası, (b) bendi, birinci alt bendi, “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek,” tümcesi, Anayasanın 13 üncü, 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırı olduğundan,

İkinci alt bendi, “…yaptırmak” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

Dördüncü alt bendi, “Terörle” ibaresi, Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

10) 10 uncu maddesinin;

10.1) Birinci fıkrasının, (b) bendinin;

Birinci alt bendi “Terörle mücadele mevzuatını ve uygulamasını değerlendirmek, günün şartlarına göre geliştirmek.” cümlesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı ve 7 nci maddelerine aykırı olduğundan,

Birinci fıkrasının, (c) bendinin, birinci ve ikinci cümlesi “…Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.” hükmü, Anayasanın 2 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan,

11) 13 üncü maddesinin ikinci fıkrası, Anayasanın 176 ncı maddesi uyarınca Başlangıç hükümlerine, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 11 inci, 128 inci ve 153 üncü maddelerine aykırı olduğundan,

13 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesi, Anayasanın 128 inci maddesine aykırı olduğundan,

12) 15 inci maddesinin ikinci cümlesi, “Bu kapsamda Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilir.” düzenlemesi, Anayasanın; 13 üncü, 20 nci ve 25 inci maddelerine aykırı olduğundan,

13) 16 ncı maddesinin ikinci cümlesi, “Bu Kanun kapsamında yürütülen ve gizlilik ihtiva eden işler için 5018 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi esaslarına göre Müsteşarlık bütçesine ödenek konulur.” düzenlemesi, Anayasanın 2 nci, 161 inci ve 162 nci maddelerine aykırı olduğundan,

14) 18 inci maddesi,

Birinci fıkrası (a) bendi ile değişik; 657 sayılı Kanuna ekli; “(I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi ve

Birinci fıkrası (b) bendi ile değişik; 657 sayılı Kanuna ekli; “(II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresi,

Üçüncü fıkrası (a) bendi ile değişik, 14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 28 inci maddesine ek “Güvenlik politikaları ve sosyo – ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere, illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü kurulmuştur. Bu amaçla, ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve Bakanlığın onayı ile büro kurulabilir. Valilik, kadro, yer ve unvanlarına bakılmaksızın ihtiyaç durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu birimlerde görevlendirmeye yetkilidir.” fıkrası,

Üçüncü fıkrası (b) bendi ile değişik, 14.02.1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 29 uncu maddesinin birinci fıkrasına ek (d) bendi; “d) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı.” ibaresi,

Dördüncü fıkrasının,

Beşinci fıkrasının,

Anayasanın 2 nci, 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırı olduklarından,

iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”

B- Anayasa Mahkemesince alınan 13.5.2010 günlü dava dilekçesindeki eksiklik ve çelişkilerin giderilmesi kararından sonra Grup Başkanvekili Kemal ANADOL tarafından verilen 2.6.2010 tarihli ek dava dilekçesinin gerekçe bölümü ise şöyledir:

“6) 17.02.2010 Tarih ve 5952 Sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 6 ncı Maddesi, Birinci Fıkra “Terörle” İbaresi; Birinci Fıkra (a) ve (b) Bendleri, Birinci Fıkra (c) Bendi “veya yaptırmak” İbaresi; Birinci Fıkra (ç) Bendi “Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” İbareleri; Birinci Fıkra (f) Bendinin Anayasaya Aykırılığı

Kanun uygulamasında; “Güvenlik kuruluşları” ve “terör” ile “ilgili kurumlara” ibarelerinin neyi işaret ettiği hususu belirsizdir. 6 ncı maddenin birinci fıkrasında, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri ile yine birinci fıkranın (ç) bendinde söz konusu ibarelere yer verilmiştir. Oysa, Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 tarih E:1987/18, K:1986/23, sayılı kararında ifade edildiği üzere; (R.G. 26.11.1988, sa.2001) “Anayasaya göre yürütmenin asli düzenleme yetkisi, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir ve devredilemez. Yürütme, ancak yasayla asli olarak düzenlenmiş alanda kural koyabilir.

Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan “kanunla düzenlenir” deyiminden neyin anlaşılması gerektiği hususuna Anayasa Mahkemesi, kararlarıyla açıklık getirmiştir. Örneğin, 18.06.1985 günlü, E:1985/3, K:1985/8 sayılı kararında, konuyu şöyle belirginleştirmiştir:

“Yasa koyucu, belli konularda gerekli kuralları koyacak, çerçeveyi çizecek, eğer uygun ve zorunlu görürse, onların uygulanması yolunda sınırları belirlenmiş alanlar bırakacak, idare, ancak o alanlar içinde takdir yetkisine dayanmak suretiyle yasalara aykırı olmamak üzere bir takım kurallar koyarak yasanın uygulanmasını sağlayacaktır.”.

Esasen Anayasanın 8 inci maddesinin, yürütme yetkisi ve görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir, hükmünün anlamı da budur.

Verilen kararda da yer bulduğu üzere, kanun uygulamasında “terör” kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması ve keza ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak vermekte, yasa ile kesin sınırlarını çizmemektedir. Kaldı ki, “güvenlik kuruluşları” ve “ilgili kurumlar” tanımlamaları da müphemdir. Oysa, kanun uygulamasında, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanması anlamına gelebilecek düzenlemeler içeren kanunda bu sınırlamaların ancak kanunla yapılması gereği Anayasanın 13 üncü maddesinde açıkça yer almaktadır.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesinin, 15.01.2009 tarih ve E:2006/99, K:2009/9 sayılı Kararına göre; “Anayasanın 7 nci maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”; 123 üncü maddesinde, “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” Bu anlamda, İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar.

(f) alt bendi ile getirilen, “İnceleme ve denetleme yapmak ya da yaptırmak” düzenlemesi ile (c) bendindeki “veya yaptırmak” ibaresi; Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü en kapsamlı şekilde hukuksal güvence sağlayan devlettir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.

Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ve öngörülebilirlik ise, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesidir.

Kişi ve kuruluşların devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğü sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde gerçekleştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.

Bu kapsamda, muhatabı ve yaptırımı ve sınırları belirsiz bir inceleme ve denetlemenin, Anayasanın 5 inci maddesinde öngörülen Devletin temel amaç ve görevleri ile Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kapsamında ölçülülük ilkesine uymamaktadır.

17.02.2010 tarih ve 5952 sayılı; “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” un; 6 ncı maddesi, birinci fıkra “Terörle” ibaresi; birinci fıkra (a) ve (b) bendleri, birinci fıkra (c) bendi “veya yaptırmak” ibaresi; birinci fıkra (ç) bendi “Güvenlik kuruluşlarına” ve “ilgili kurumlara” ibareleri; birinci fıkra (f) bendi; Anayasanın 2 nci, 7 nci, 8 inci ve 13 üncü maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.

İlgi yazının 2 nci maddesinde belirtilen hususlar: 5952 sayılı Yasanın 9 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin (4) numaralı alt bendinin Anayasaya aykırılığının gerekçesi aşağıda belirtilmiştir.

Terörle mücadele politika ve stratejileri kapsamında belirlenen politikalar ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak görevi Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Dairesine verilmiştir. “Terör” kavramı ile “ilgili kurumlar” kavramı ile neye işaret edildiği belirsizdir.

İptali istenen maddede, “belirlenen politikalar” kavramı ile hukuk devletinde kabullenilemeyecek olan bir müphemiyet ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi amaçlanarak, terörle mücadele stratejileri yanına müphem olarak belirtilen kimi politikaların da dâhil edilmesi ve ayrıca “ilgili” kelimesiyle netleştirilemeyecek boyutta Devletin tüm kurumlarını dahil ederek bir koordinasyon sağlama görevi verilmektedir. Böylesine belirsiz sınırı olmayan kim ve nasıl saptanacağı konusunda bir açıklık bulunmayan kurallar ile Devletin bir müsteşarlığının yetkilendirilmesi, yürütmenin emrine verilmesi Anayasanın emredici ve önceki dilekçemizde arz ettiğimiz maddelerine aykırılık teşkil ettiği muhakkaktır.

Anayasanın 7 nci maddesinde “yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” hükmü yer almaktadır. Söz konusu düzenleme yürütmeye asli düzenleme yetkisi verdiğinden Anayasanın 7 nci maddesine açıkça aykırılık taşımaktadır.

İlgi yazının 3 üncü maddesinde belirtilen hususlar: İlgi yazının 3 üncü maddesinde, 9 uncu maddenin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin (2) numaralı alt bendindeki “yaptırmak” sözcüğünün Anayasaya aykırılığına ilişkin belirtilen eksiklikler aşağıda tamamlanmıştır.

Dilekçemizin dava konusunu bölümünde ve 2. sayfada yer alan anılan kanununun 9 uncu maddenin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin (2) numaralı alt bendindeki “yaptırmak” ibaresi; aynı şekilde Dava dilekçemizde iptali istenen hükümler bölümünde 10. sayfada belirtilen “yaptırmak” ibaresi; yine aynı şekilde dava dilekçemizin 50. sayfasında yer alan “yaptırmak” ibaresi ile dava dilekçemizin sonuç ve istem bölümünde ve 72. sayfada yer alan “yaptırmak” ibaresinin Anayasanın 2 nci, 5 inci, 13 üncü maddelerine aykırı olduğu belirtilmiş olup, dava dilekçemizin 50. sayfasında yer alan “İnceleme ve denetleme yapmak ya da yaptırmak” cümlesi sehven yazılmıştır. Söz konusu cümle “Araştırma yapmak ve bu alandaki bilimsel çalışmaları desteklemek.” cümlesi yerine sehven yazılmıştır. 2. alt bendin yalnızca “yaptırmak” ibaresi davamıza konu iptali istenen ibaredir. Söz konusu ibarenin Yüce Mahkemeye sunmuş olduğumuz dava dilekçemizde belirtilen maddelere aykırılık içerdiği kanaatindeyiz.

İlgi yazının 4 üncü maddesinde belirtilen hususlar:

Yürürlüğün durdurulması talebine ilişkin belirtilen eksiklikler aşağıda tamamlanmıştır.

Anılan kanunun tehdit ettiği ilk husus temel hak ve hürriyetlerin ihlal edilebilmesidir. Zira kanun terörle mücadele amacı altında politika ve stratejileri geliştirmek üzerine bir misyon üstlendiği için ülkede yaşayan insanların haklarının korunması konusunda tamamıyla yürütmeye bağlı olarak ve yasal koruma sınırları çizilmeden geniş ve takdiri bir çalışma ve faaliyet alanı sunmaktadır. Ülkemizde henüz kişisel verilerin korunması hususunda yasal düzenlemeler olmadığı gibi, terörle mücadele adı altında temel hak ve özgürlüklerin hukuka açıkça aykırı olarak askıya alındığı ve umursanmadığı bir gerçektir. Benzer birçok olayda AİHS’nin ihlal edildiğine dair Türkiye aleyhine AİHM’nin birçok kararı mevcuttur. Bu sebeple ayrıca,

Kurulacak teşkilat ve yapılanmayla illerde ve hatta ilçelerde dahi örgütlenilecek, bu yapı ile sınırsız sayıda ve nitelikleri yasada yer almayan personel istihdamı ve yetkilendirmesi gerçekleştirilecektir. Bunun gerek devlet yönetiminde gerekse idarenin eylem ve işlemlerindeki hukuka uygunluk ve devamlılık konularında ciddi sıkıntılar yaratacağı yine muhakkaktır. Ve ayrıca,

Her ne kadar yasada müsteşarlığın operasyonel yetkisinin bulunmadığına dair hüküm bulunmasına karşın, yasanın tümü incelendiğinde bu yetkinin var olduğu ve hatta bu yetkinin başka kuruluşlara da yaptırılabileceği bu kuruluşların denetlenebileceği gibi hükümler tehlikenin boyutunu gözler önüne sermektedir.

İstihbarat konusundaki merkezi yapı ve bu yapının yetki sınırları belirsiz bir şekilde ilçelere bile taşınması güvenlik kuruluşları arasında kaosa neden olacağı gibi bir güvenlik zafiyeti de ortaya çıkaracaktır.

Farklı müsteşarlık devlet yapısında yeni ve farklı bir örgütlenme, hiyerarşinin değiştirilmesi farklı bakanlıklara ve Anayasal kurumlara bağlı olan merkezi idare yapısı içerisinde bir arada bulunması var olan Anayasal düzenimiz içerisinde olamayacak olan birlikteliğin bu yasa ile zorla ve Anayasaya aykırı olarak oluşturulmaya çalışılması istihbarat toplama, paylaşma ve gizlilik teşkil eden birçok bilgi, belge ve dokümanın Mahkemenizce bir iptal kararı sonrası aleniyet ve ifşa ortamı yaratılmış olması kuvvetli ihtimali karşısında yine telafisi güç hatta imkansız zararların doğacağı muhakkaktır.

Arz olunan ve Sayın Mahkemenize sunulmuş olan dava dilekçemizde belirttiğimiz diğer sebeplerle anılan kanununun yürütmesinin durdurulmasını istemek zarureti doğmuştur.

İlgi yazınıza beyanlarımızı saygı ile arz ederiz.”

II- YASA METİNLERİ

A- İptali İstenen Yasa Kuralları

17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kanun’un iptali istenen sözcük, ibare, alt bent, bent, fıkra ve maddelerinin yer aldığı kurallar şöyledir:

“MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı; terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının kurulması ile teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esasları düzenlemektir.

MADDE 2- (1) Bu Kanunda geçen;

a) Bakan: İçişleri Bakanını,

b) Bakanlık: İçişleri Bakanlığını,

c) Kurul: Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunu,

ç) Müsteşar: Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarını,

d) Müsteşarlık: Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığını,

ifade eder.

MADDE 3- (1) Terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.

MADDE 4- (1) Güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu kurulmuştur.

(2) Kurul, İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşur. Gerektiğinde gündemle ilgili diğer kurum ve kuruluş temsilcileri de toplantıya davet edilebilir. Kurul İçişleri Bakanının daveti üzerine toplanır. Toplantı gündemi, Kurul üyelerinin görüşleri alınarak İçişleri Bakanı tarafından belirlenir. Kurulun sekreterya görevi Müsteşarlık tarafından yerine getirilir.

MADDE 5- (1) Müsteşarlık; Müsteşar, müsteşar yardımcıları ile ana hizmet, danışma ve yardımcı hizmet birimlerinden oluşur.

(2) Gerekli görüldüğünde görevleri ve hizmet süreleri belirtilmek kaydıyla Müsteşarın teklifi ve Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları kurulabilir.”

(3) Müsteşarlık teşkilatı ekli (1) sayılı cetvelde gösterilmiştir.

MADDE 6- (1) Terörle mücadele alanında;

a) Politika ve stratejiler belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek ve bu politika ve stratejilerin uygulamasını izlemek,

b) Güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimlerinden gelen stratejik istihbaratı değerlendirmek ve ilgili birimlerle paylaşmak,

c) Gerekli araştırma, analiz ve değerlendirme çalışmaları yapmak veya yaptırmak,

ç) Güvenlik kuruluşlarına ve ilgili kurumlara stratejik bilgi desteği sağlamak ve bunlar arasında koordinasyonu temin etmek,

d) Kamuoyunu bilgilendirmek ve halkla iletişimi sağlamak,

e) Uluslararası gelişmeleri Dışişleri Bakanlığı ve ilgili kurumlarla işbirliği içinde izlemek ve değerlendirmek,

f) İnceleme ve denetleme yapmak ya da yaptırmak.

(2) Müsteşarlığın güvenlikle ilgili operasyonel bir görevi yoktur.”

MADDE 7- (1) Müsteşar, Müsteşarlığın en üst amiri olup, Müsteşarlığın görev ve hizmetlerinin mevzuata uygun olarak yürütülmesinden Bakana karşı sorumludur.

(2) Bu Kanunla belirlenen görevlerin ifasında Müsteşara yardımcı olmak üzere iki müsteşar yardımcısı görevlendirilir.

MADDE 8- (1) Terörle mücadele alanında oluşturulacak politika ve stratejiler ile alınacak tedbirlere esas olmak üzere, ilgili birimlerden stratejik istihbaratın alınması ve değerlendirilmesi amacıyla doğrudan Müsteşara bağlı İstihbarat Değerlendirme Merkezi oluşturulur. Bu çerçevede güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimleri ile Dışişleri Bakanlığınca elde edilecek stratejik bilgi ve istihbarat bu merkezde değerlendirilir.

(2) Terörle mücadeleye yönelik strateji belirlemek amacıyla ihtiyaç duyulan istihbari bilgiler; Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından Müsteşarlığa verilir. Bu bilgiler doğrultusunda yapılacak analiz ve değerlendirmeler ilgili birimlerle paylaşılır.

MADDE 9- (1) Müsteşarlığın ana hizmet birimleri ve görevleri şunlardır:

a) Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığı: Terörle mücadele politika ve stratejileri kapsamında;

1) Belirlenen politikaların uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak ve uygulamayı izlemek,

2) Güvenlik kuruluşları arasında bilgi paylaşımını ve koordinasyonu sağlamak,

3) Valilikler arasında koordinasyonu sağlamak,

4) Belirlenen politikalar ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak,

5) Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

b) Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı: Terörle mücadele alanında;

1) Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek, analiz ve değerlendirmeler yapmak,

2) Araştırma yapmak, yaptırmak ve bu alandaki bilimsel çalışmaları desteklemek,

3) Toplantı, sempozyum, seminer, eğitim ve benzeri etkinlikler düzenlemek,

4) Terörle Mücadele Raporu hazırlamak,

5) Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

c) İletişim Daire Başkanlığı: Terörle mücadele politikaları kapsamında;

1) Kamuoyunu bilgilendirmek,

2) Toplum desteğinin sağlanmasına yönelik faaliyetleri yürütmek,

3) İlgili kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının işbirliğini sağlamak,

4) Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

ç) Dış İlişkiler Daire Başkanlığı: Terörle mücadeleye ilişkin;

1) Yabancı devletlerdeki faaliyet ve gelişmeleri Dışişleri Bakanlığı ve ilgili diğer kurumlarla işbirliği içinde izlemek ve tedbirler geliştirmek,

2) Uluslararası gelişmeleri ve deneyimleri takip etmek ve uygulamaya kazandırmak,

3) İlgili uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak,

4) Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

MADDE 10- (1) Müsteşarlığın danışma birimleri ve görevleri şunlardır:

a) Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı:

1) Ulusal kalkınma strateji ve politikaları ile yıllık program çerçevesinde Müsteşarlığın orta ve uzun vadeli kurumsal strateji ve politikalarını belirlemek üzere gerekli çalışmaları yapmak.

2) Müsteşarlığın görev alanına giren konularda performans ve kalite ölçütleri geliştirmek, izlemek, değerlendirmek, sürekli gelişim için önerilerde bulunmak.

3) Müsteşarlık bütçesini stratejik plana ve yıllık hedeflere göre hazırlamak ve Müsteşarlık faaliyetlerinin bunlara uygunluğunu izlemek ve değerlendirmek.

4) Müsteşarlığın iç denetime yönelik işlevinin etkinliğini ve verimliliğini artırmak için gerekli hazırlıkları yapmak.

5) Müsteşarlığın yıllık idari faaliyet raporunu hazırlamak.

6) Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

b) Hukuk Müşavirliği:

1) Terörle mücadele mevzuatını ve uygulamasını değerlendirmek, günün şartlarına göre geliştirmek.

2) Güvenlik ve terörle mücadele ile ilgili kanun, tüzük ve yönetmelik taslakları ile diğer hukuki konular hakkında görüş bildirmek.

3) Terörle mücadeleye ilişkin uluslararası mevzuatı takip etmek.

4) Müsteşarlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

c) Müsteşarlık Müşavirleri: Terörle mücadele alanında özel bilgi ve ihtisasından yararlanılmak üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki usul ve esaslara bağlı olmaksızın, Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.

MADDE 13- (1) Müsteşarlıkta; Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, I. Hukuk Müşaviri, Daire Başkanı, Hukuk Müşaviri, Uzman, Çözümleyici, Programcı, Mütercim, İstatistikçi, Mühendis, Sosyolog, Psikolog, Antropolog ve Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni kadroları karşılık gösterilmek suretiyle, 657 sayılı Kanun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli personel çalıştırılabilir.

(2) Ayrıca özel uzmanlık isteyen konularda kadro karşılığı olmaksızın tam gün veya kısmi gün veya belli bir konu veya proje bazında, konu veya projenin süresi ile sınırlı olmak koşuluyla sözleşmeli personel ve yabancı uzman çalıştırılabilir. Bunlara ödenecek ücret Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile belirlenir.

(3) Sözleşmeli olarak çalıştırılacak personel ve uzmanlara bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde unvanlar itibarıyla yer alan taban ve tavan ücretleri arasında aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Sözleşmeli personel ve uzman çalıştırmaya ilişkin esaslar ve ödenecek ücret Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile tespit edilir. Sözleşmeler Müsteşar tarafından imzalanır.

(4) Başbakanlık merkez teşkilatında sözleşmeli olarak çalıştırılan emsali personelin yararlandığı ücret artışlarından Müsteşarlıkta çalışan sözleşmeli personel de aynı usul ve esaslara göre aynen yararlandırılır. Söz konusu personele, çalıştıkları günlerle orantılı olarak (hastalık ve yıllık izinleri dahil) Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekim aylarında birer aylık sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödenir. Bunlardan üstün gayret ve çalışmaları sonucunda emsallerine göre başarılı çalışma yaptıkları tespit edilenlere Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile Haziran ve Aralık aylarında birer aylık sözleşme ücreti tutarına kadar teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar ile söz konusu personele yapılacak diğer ödemeler Müsteşarın teklifi üzerine Bakan onayı ile tespit edilir.

MADDE 15- (1) Müsteşarlık, bu Kanunla belirlenen görevlerin ifasında bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar ile işbirliği içerisinde çalışır. Bu kapsamda Müsteşarlık tarafından istenen her türlü bilgi ve belge talebi; ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından gecikmeksizin yerine getirilir.

MADDE 16- (1) Müsteşarlık, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa tabi genel bütçeli bir idaredir. Bu Kanun kapsamında yürütülen ve gizlilik ihtiva eden işler için 5018 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi esaslarına göre Müsteşarlık bütçesine ödenek konulur.

MADDE 18- (1) 657 sayılı Kanuna ekli;

a) (I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,”,

b) (II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne ‘‘Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,”,

ibareleri eklenmiştir.

(2) 10/10/1984 tarihli ve 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “ve terörle mücadele” ibaresi yürürlükten kaldırılmış ve (b) bendinde yer alan “, dış güvenlik ve terörle mücadeleyi” ibaresi “ve dış güvenliği” şeklinde değiştirilmiştir.

(3) 14/2/1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun;

a) 28 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“Güvenlik politikaları ve sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere, illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü kurulmuştur. Bu amaçla, ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve Bakanlığın onayı ile büro kurulabilir. Valilik, kadro, yer ve unvanlarına bakılmaksızın ihtiyaç durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu birimlerde görevlendirmeye yetkilidir.”

b) 29 uncu maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.

“d) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı.”

(4) 5018 sayılı Kanuna ekli (I) sayılı cetvele 33 üncü sırasından sonra gelmek üzere “34) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” ibaresi eklenmiş ve diğer sıralar buna göre teselsül ettirilmiştir.

(5) 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesinin birinci fıkrasına “Savunma Sanayii Müsteşarlığı,” ibaresinden sonra gelmek üzere “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,” ibaresi eklenmiştir.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 8., 11., 13., 20., 25., 95., 104., 113., 117., 123., 128., 138., 153., 159., 161. ve 162. maddelerine dayanılmıştır.

III- İLK İNCELEME

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Engin YILDIRIM ve Nuri NECİPOĞLU’nun katılmalarıyla 8.6.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında;

1- 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine ilişkin dava dilekçesindeki noksanlığın verilen süre içerisinde giderilmemesi nedeniyle, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 27. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca bu bent yönünden iptal davasının açılmamış sayılmasına,

2- 5952 sayılı Yasa’nın 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi dışındaki iptali istenen kurallar yönünden, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,

3- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına,

oybirliğiyle karar verilmiştir.

IV- ESASIN İNCELENMESİ

Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Mustafa ÇAĞATAY tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- İptal Başvurusundan Sonra Yapılan Değişikliklerin İptal Konusu Kurallara Etkisi

1- 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yapılan Değişiklik

İptal başvurusundan sonra 8.6.2011 gün ve 27958 sayılı Resmi Gazete’de (mükerrer) yayımlanarak yürürlüğe giren 3.6.2011 günlü, 643 sayılı “3046 sayılı Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin 2. maddesiyle 3046 sayılı Kanun’a 19/A maddesi eklenmiştir.

643 sayılı KHK ile yapılan değişiklikle; Bakanlık bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşları (10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (III) sayılı cetvelde yer alan kurumlar dahil) Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile, Başbakanlıkla veya diğer bakanlıklarla ilgilendirilebileceği, söz konusu kuruluşların özel kanunlarında bağlı, ilgili ve ilişkili olunan bakanlığa ya da bakana verilen yetki ve görevlerin ilgilendirilen bakanlık veya bakan tarafından kullanılacağı ve yerine getirileceği kurala bağlanmıştır.

Anılan KHK’nin verdiği yetkiye dayanılarak Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ve Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla İçişlerine bağlı olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Başbakanlık’la ilgilendirilmiştir. Bu durumda;

Kanun’un 1. maddesinin, (1) numaralı fıkrasının “…Terörle Mücadeleye İlişkin Politika ve Stratejileri Geliştirmek ve Bu Konuda İlgili Kurum ve Kuruluşlar Arasında Koordinasyonu Sağlamak Üzere İçişleri Bakanlığına Bağlı…” bölümü,

Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi,

Kanun’un 3. maddesi,

Kanun’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası,

Kanun’un 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki “…Bakanın Onayı İle Özel İhtisas ve Araştırma Komisyonları…” ibaresi,

Kanun’un 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “…Bakana…” sözcüğü,

Kanun’un 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin “…Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.” bölümü,

Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası,

Kanun’un 18. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 3152 sayılı Kanun’un 29. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (d) bendi,

643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, söz konusu madde, fıkra, bent, bölüm, ibare ve sözcüğe ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU;

Kanun’un 1. maddesinin, (1) numaralı fıkrasındaki iptal konusu bölüm ile 3. maddesi için verilen karar verilmesine yer olmadığına kararına “Sadece ‘İçişleri Bakanlığına bağlı’ ibaresi için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”,

Kanun’un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası için verilen karar verilmesine yer olmadığına kararına “Sadece ‘İçişleri Bakanının’ ve ‘İçişleri Bakanı’ ibareleri yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”,

Kanun’un 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki iptal konusu ibare ile 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası için verilen karar verilmesine yer olmadığına kararına “Sadece ‘Bakanın’ sözcüğü için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”,

Kanun’un 10. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin iptal konusu bölümü için verilen karar verilmesine yer olmadığına kararına “Sadece bölümde yer alan ‘Bakan’ sözcüğü ile ‘…ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. …’ ibaresi yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği”,

yönündeki gerekçeyle katılmamışlardır.

2- 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yapılan Değişiklik

Kanun’un 13. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin (3) numaralı fıkrasının (n) bendiyle,

Kanun’un 18. maddesinin (5) numaralı fıkrasıyla 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Ek 3. maddesinin birinci fıkrasına “Savunma Sanayi Müsteşarlığı,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,” ibaresi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin (1) numaralı fıkrasının (m) bendiyle,

yürürlükten kaldırıldığından, söz konusu cümle ve ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

3- 10.10.2011 günlü, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yapılan Değişiklik

Kanun’un 18. maddesinin(1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi, 10.10.2011 günlü, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 37. maddesiyle,

yürürlükten kaldırıldığından, söz konusu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

B- Kanun’un 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (d) Bendinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; Kanun’un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan ibareye yönelik iptal istemindeki gerekçelerle kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava dilekçesinde yollama yapılan kurala ilişkin gerekçede ise 3046 sayılı “Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13.12.1983 gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun”un 16. maddesinin (d) bendinde yer alan “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” biçimindeki kural uyarınca İçişleri Bakanlığına bağlı ikinci bir müsteşarlık kurulamayacağı, 3046 sayılı Kanun’da müsteşarlıkların örgütlenmesinde öngörülmeyen “merkez”, “il müdürlüğü” ve “büro” şeklindeki bir yapılanmanın mümkün olmadığı, yine 3046 sayılı Kanun uyarınca bağlı kuruluşların ancak genel müdürlük olarak örgütlenmelerinin zorunlu bulunduğu, kuralda geçen “terör” kavramının tanımının yapılmaması ya da ilgili mevzuata atıfta bulunulmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda, Kanun’da geçen “Müsteşarlık” ibaresinin Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığını ifade ettiği belirtilmiştir. Kuralda, terör sözcüğüne yer verilmediği gibi Müsteşarlığın İçişleri Bakanlığına bağlı olduğuna ve Müsteşarlığın örgütlenme biçimine ilişkin hükümler de yer almamaktadır. Ayrıca, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı İçişleri Bakanlığına bağlı olmaktan çıkarılıp, Başbakanlıkla ilgilendirilmiştir.

Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektedir.

Dava dilekçesinde ileri sürülen kurala ilişkin Anayasa’ya aykırılık gerekçelerinin bir kısmının kuralla ilgisinin bulunmaması, bir kısım gerekçelerin ise yukarıda belirtilen yasal değişikliklerle ortadan kalkması nedeniyle iptal isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

C- Kanun’un 4. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde; iptali istenen kuralda geçen “güvenlik kuruluşları” ve “terör” kavramının tanımlarının yapılmaması nedeniyle, bu kavramların neyi işaret ettiği hususunun belirsiz olduğu, “terör” kavramının tanımına yer verilmemiş olması veya ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisinin dolaylı olarak verildiği, terör kavramının tanımının yapılmamasının kanunun uygulanmasında kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına neden olabileceği, kurul başkanlığı ve buna bağlı olarak daire başkanlığı, şube müdürlüğü ve şeflik biçiminde bir yapılanmaya gidilmeksizin Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu adında bağımsız bir kurulun kurulmasının 3046 sayılı Kanun’a uygun bulunmadığı belirtilerek, iptali istenen kuralın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen fıkrada Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunun kuruluş amacı belirtilmektedir. Buna göre adı geçen Kurul’un görevi, güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele konusunda gerekli koordinasyonu sağlamak ve bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmektir. 3046 sayılı Kanun’un 39. maddesinde görevleri ve kuruluş biçimleri kanunlarında veya diğer kanunlarda gösterilmesi kaydıyla, gerektiğinde sürekli kurullar kurulabileceği belirtilmektedir. Kuralda öngörülen Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulunun, 3046 sayılı Kanun’un 39. maddesi anlamında, istişari nitelikte bir kurul olduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, bireylerin hukuksal güvenliğinin sağlanması bakımından da önem arz etmektedir

Anayasa’nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez”; Anayasa’nın 8. maddesinde ise “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” denilmektedir.

Anayasa’nın 113. maddesinde, Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatının kanunla düzenleneceği hükmü yer almaktadır.

Anayasa’nın 123. maddesinde ise “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” denilmektedir.

Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu gerekçeye dayanan Anayasa’ya aykırılık savları yerinde değildir. Kaldı ki, Anayasa’nın 113. maddesinde bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatının kanunla düzenleneceği belirtilmek suretiyle bu konuda yasama organına takdir yetkisi tanınmıştır. Yasama organının bu takdir yetkisini 3046 sayılı Kanun çerçevesinde ya da başka bir kanunla da kullanabileceği açıktır.

Anayasa’nın 123. maddesinde anlamını bulan idarenin bütünlüğü ilkesi, tek tip yapılanmayı gerektirmemektedir. Yasakoyucu, anayasal sınırlar içinde kalmak koşuluyla, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına uygun olarak değişik yapılanmaya da gidebilir. Anayasa’nın 123. maddesinde öngörülen idarenin yaptığı işlem ve eylemlerin kanuna dayalı olması zorunluluğu, yasama organı için geçerli değildir. Bir başka ifadeyle idarenin kanuniliği ilkesi, idare organına hitap etmektedir. Yasakoyucu, yasamanın asliliği ve genelliği ilkesinin bir gereği olarak, Anayasa’da düzenlenmeyen bir alanı doğrudan düzenleyebilir. Bu bağlamda, yasama organının daha önce çıkardığı 3046 sayılı Kanun’a göre işlem yapması gerektiği yönündeki düşüncenin idarenin kanuniliği ilkesiyle bir ilgisi bulunmamaktadır.

5952 sayılı Kanun’da “terör” kavramının tanımına yer verilmemiştir. Terör kavramının tanımındaki belirsizlikten dolayı terörle mücadeleyi konu edinen uluslararası sözleşmelerde terörle ilgili bir tanıma yer verilmemiş, sadece terör eylemleri olarak nitelendirilebilecek suçlara ilişkin ayrıntılı bir liste yapılmış ise de Türk Hukukunda terör kavramının tanımının 12.4.1991 günlü, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde yapılmıştır. 3713 sayılı Kanun’da yer alan terör tanımı, öğreti ve yargısal kararlarda da benimsenmiştir. Bu durumda, mevzuatta tanımı yapılmış, uygulamada yerleşmiş, uygulama ve öğretinin yardımıyla açıklık kazanmış “terör” kavramının belirsiz olduğundan söz edilemez. Dolayısıyla, kavramın içeriğinin belirlenmesi konusunda yasama yetkisinin devri de söz konusu değildir.

Öte yandan, iptali istenen kuralda geçen “güvenlik kuruluşları” ibaresinin Kanun’un genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, iç güvenlik kuruluşları olan Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı bazı askeri birlikler ile Milli İstihbarat Teşkilatını ifade ettiği açık olduğundan, söz konusu ibarenin de belirsiz olduğu sonucu çıkarılamaz.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 2., 6., 7., 113. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 8., 13. ve 95. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

D- Kanun’un 5. Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde; 5952 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki ibareye ilişkin gerekçeler doğrultusunda, iptali istenen fıkranın Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda, Müsteşarlık teşkilatının kimlerden oluştuğunun Kanun’a eklenen (1) sayılı cetvelde gösterildiği ifade edilmektedir. Dava dilekçesinde, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının İçişleri Bakanlığına bağlı ayrı bir müsteşarlık olarak kurulmasının Anayasa’ya aykırı olduğunun iddia edilmesi üzerine, bu kabulün doğal sonucu olarak söz konusu müsteşarlığın alt birimlerini düzenleyen kuralın da Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptalinin istendiği anlaşılmaktadır. Ancak iptal başvurusunun yapılmasından sonra yürürlüğe giren 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin verdiği yetkiye dayanılarak Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ve Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla İçişlerine bağlı olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Başbakanlıkla ilgilendirilmiştir. Bu durumda, dava dilekçesinde iptali istenen kural için ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık gerekçeleri ortadan kalkmıştır. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır.

Açıklanan nedenlerle iptali istenen kural, Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 13., 95., 113. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

E- Kanun’un 6. Maddesinin İncelenmesi

1- (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “Terörle…” Sözcüğünün İncelenmesi

Dava dilekçesinde; maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan “terör” kavramının tanımına yer verilmemiş olması veya ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisinin dolaylı olarak verildiği, terör kavramının tanımının yapılmamasının kanunun uygulanmasında kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına neden olabileceği belirtilerek, iptali istenen sözcüğün Anayasa’nın 2., 7., 8. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine ilişkin gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 8. ve 13. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

2- (1) Numaralı Fıkranın (b) Bendi ile (ç) Bendinde Yer Alan ‘Güvenlik kuruluşlarına…” ve “…ilgili kurumlara…” İbarelerinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile (ç) bendinde geçen “güvenlik kuruluşları” ve “ilgili kurumlar” ibarelerinin belirsiz olduğu ifade edilerek iptali istenen bent ve ibarelerin Anayasa’nın 2., 7., 8. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen ibarelerin yer aldığı kurallarda, Müsteşarlığın terörle mücadele alanında güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimlerinden gelen stratejik istihbaratı değerlendirip, ilgili birimlerle paylaşacağı, güvenlik kuruluşlarına ve ilgili kurumlara stratejik bilgi desteği sağlayacağı ve bunlar arasında koordinasyonu temin edeceği hükme bağlanmıştır.

Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine ilişkin gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.

Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde geçen “ilgili kurumlar” ibaresinin maddenin bir bütün olarak yorumlandığında terörle mücadele alanında görev yapan ve güvenlik kuruluşları dışında kalan diğer kamu kurumlarını ifade ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Terörle mücadele, çok boyutlu bir mücadeledir. Bu mücadelenin güvenlik boyutu yanında, sosyolojik, psikolojik, adli, idari, ekonomik, siyasi bir çok boyutu ya da nedeni bulunmakta ve dolayısıyla bir çok kamu kurumu da işin içine müdahil olabilmektedir. Keza ortaya çıkış nedenlerine bağlı olarak terörün farklı yansımaları bulunmaktadır. Bu anlamda, terörle mücadele alanında, bakanlıklardan bağımsız idari kurullara kadar pek çok kamu kurumu arasında işbirliği ya da koordinasyona ihtiyaç bulunması kaçınılmazdır. Kuralda söz konusu “ilgili kurumlar”ın teker teker sayılmasına gerek bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde geçen “…ilgili kurumlar…” ibaresi, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralların Anayasa’nın 8. ve 13. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

3- (1) Numaralı Fıkranın (c) Bendinde Yer Alan “…veya yaptırmak” İbaresi ile (f) Bendinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; kuralla idareye muhatabı, yaptırımı ve sınırları belirsiz bir araştırma, analiz, değerlendirme, inceleme ve denetleme çalışmaları yapması veya yaptırabilmesine yetki verilmesinin Anayasa’nın 2., 7., 8. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen ibarenin de yer aldığı (c) bendindeki kuralla, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına, terörle mücadele alanında gerekli araştırma, analiz ve değerlendirme çalışmalarını bizzat yapabilme ya da kurum dışındaki kurum ya da kuruluşlar aracılığıyla yaptırabilme yetkisi, (f) bendinde ise Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına, terörle mücadele alanında inceleme ve denetleme yapmak ya da yaptırmak görevi verilmektedir.

“Teröristle mücadele”, esas itibarıyla güvenlik kuvvetlerinin yürüttüğü silahlı mücadeleyi, “terörle mücadele” ise güvenlik tedbirleriyle birlikte toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlarda devletin bütün kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının topyekun mücadelesini ifade etmektedir. Bu bağlamda, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına terörle mücadele alanında gerektiğinde konusunda uzman olan kişi, kurum veya kuruluşlardan yardım alabilme ya da inceleme ve denetleme yapabilme yetkisinin tanınması, Kurumun işlevlerini yerine getirmesi açısından bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.

İptali istenen her iki kuralda “araştırma, analiz ve değerlendirme çalışmaları” ile “inceleme ve denetleme” yapmak ya da yaptırmanın “terörle mücadele” alanıyla ilgili ve sınırlı olarak yapılacağı hususu açıkça belirtildiğinden sınırsız bir yetki devrinden söz edilemez.

Açıklanan nedenlerle, Kanun’un 6. maddesinin (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresi ile (f) bendi, Anayasa’nın 2., 7. ve 8. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralların Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.

F- Kanun’un 8. Maddesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; 3046 sayılı Kanun’un 16. maddesinin (d) bendinde yer alan “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” biçimindeki kural uyarınca İçişleri Bakanlığına bağlı ikinci bir müsteşarlık kurulamayacağı, aynı Kanun’un 15. maddesinde bakanlık merkez teşkilatının müsteşarlık, müsteşarlığa bağlı genel müdürlük, kurul veya daire başkanlığı, genel müdürlük veya kurul başkanlığına bağlı şube müdürlüğü şeklinde bir örgütlenmenin öngörüldüğü, iptali istenen kuralla öngörülen “merkez” şeklinde bir yapının oluşturulmasının 3046 sayılı Kanun’a göre mümkün olmadığı, iptali istenen kuralda Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre tüm mevzuatın incelenerek yasalar arasında uyumun sağlanması gerektiği, kuralda geçen “terör” kavramının tanımının yapılmadığı ya da ilgili mevzuata atıfta bulunulmadığı, öngörülen düzenlemenin idarenin kanuniliği ilkesine aykırı olduğu, ayrıca kuralın ikinci fıkrasıyla Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından Müsteşarlığa ihtiyaç duyulan istihbari bilgilerin verilmesinin buyurucu biçimde düzenlendiği ve herhangi bir sınırlama da getirilmediği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 7., 8., 13., 95., 104., 113. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda, müsteşara bağlı olarak kurulan İstihbarat Değerlendirme Merkezinin kuruluş amacı ve görevi ile ihtiyaç duyulan istihbari bilgilerin güvenlik kuruluşları, istihbarat birimleri ve Dışişleri Bakanlığınca Müsteşarlığa verilmesi hususları düzenlenmektedir. Kuralda ayrıca, istihbari bilgiler doğrultusunda Müsteşarlıkça yapılacak analiz ve değerlendirmelerin de ilgili birimlerle paylaşılacağı belirtilmektedir.

Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen gerekçelerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 2., 7., 113. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 8., 13., 95. ve 104. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

G- Kanun’un 9. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi

1- (a) Bendinin (1) Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “…uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak…” İbaresinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; Kanun’un 6. maddesinde müsteşarlığa verilen görevlerin sadece politika ve stratejilerin belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek olduğu belirtilmişken, iptali istenen kuralla belirlenen politikaların uygulanmasına ilişkin eylem planları hazırlamanın da müsteşarlığın ana hizmet birimi olarak öngörülen Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının görevleri arasında sayılmak suretiyle Kanun’un maddeleri arasında uyumsuzluğa yol açıldığı, ayrıca kuralla yürütme organına kaynağı Anayasa’da bulunmayan bir yetki verildiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 6. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve stratejileri kapsamında belirlenen politikaların uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamakla görevli olduğu belirtilmektedir.

Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu gerekçeye dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı yerinde değildir. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır.

Anayasa’nın 6. maddesinde egemenliğin, kayıtsız şartsız Millete ait olduğu, Türk Milletinin egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanacağı, egemenliğin kullanılmasının, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı ve hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı ifade edilmiştir.

Anayasa’da engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda yasakoyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması, kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez. İptali istenen kuralla, Müsteşarlık bünyesinde ana hizmet birimi olarak düzenlenen Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığına, kurumun amaçları doğrultusunda belirlenen politikaların uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak görevinin verilmesi, Anayasa’da buna ilişkin engelleyici bir hüküm olmadığı gözetildiğinde, Anayasa’nın 6. maddesine aykırılık tan söz edilemez.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen ibare, Anayasa’nın 2. ve 6. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

2- (a) Bendinin (2) Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Güvenlik kuruluşları…” İbaresinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; “güvenlik kuruluşları” ibaresinin neyi işaret ettiğinin belirsiz olduğu ve kuralın Anayasa’nın 2., 5., 7., 8., 13., 104. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen ibarenin de yer aldığı kuralda, Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve stratejileri kapsamında güvenlik kuruluşları arasında bilgi paylaşımını ve koordinasyonu sağlamakla görevli olduğu belirtilmektedir.

Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. maddesine ilişkin gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 5., 7., 8., 13., 104. ve 123. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

3- (a) Bendinin (3) Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Valilikler…” Sözcüğünün İncelenmesi

Dava dilekçesinde; kuralla ilgili mevzuatla uyum gözetilmeden valilikler arasında koordinasyon sağlanmasına ilişkin düzenleme yapılmasının Anayasa’nın 2. ve 104. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen sözcüğün de yer aldığı kuralda, Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve stratejileri kapsamında valilikler arasında koordinasyonu sağlamakla görevli olduğu belirtilmektedir.

Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu gerekçeye dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı yerinde değildir. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 104. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.

4- (a) Bendinin (4) Numaralı Alt Bendinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; Kanun’un 6. maddesinde müsteşarlığa verilen görevlerin sadece politika ve stratejilerin belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütmek olduğu belirtilmişken, iptali istenen kuralla belirlenen politikalar ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamanın da müsteşarlığın ana hizmet birimi olarak öngörülen Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının görevleri arasında sayılmak suretiyle Kanun’un maddeleri arasında uyumsuzluğa neden olunduğu, ayrıca kuralda yer alan “belirlenen politikalar” ve “ilgili kurumlar” gibi müphem ve sınırları belli olmayan kavramlarla yürütme organına asli düzenleme yetkisi verildiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının ana hizmet birimlerinden olan Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığının, terörle mücadele politika ve stratejileri kapsamında belirlenen politikalar ile sosyo-ekonomik politikaların uyumlu bir şekilde yürütülmesi için ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamakla görevli olduğu belirtilmektedir.

Terörle mücadele alanında politikanın belirlenmesi Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına ait bir görev olmayıp, Müsteşarlığın görevi politikaların belirlenmesine yönelik hazırlık çalışmaları yapmaktır. Kuralda, Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığına terörle mücadele alanında politika belirleme yetkisi verilmesi söz konusu değildir.

Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinin incelendiği bölümde belirtilen gerekçelerle, iptali istenen kuralda geçen “ilgili kurumlar” ibaresinin Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

5- (b) Bendinin (1) Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek,…” İbaresinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; iptali istenen kuralla herhangi bir sınırlama getirilmeksizin Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığına “veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” görevinin verildiği, “veri, bilgi ve belgeleri toplama”nın her türlü kişisel verileri de kapsama alacağı, veri toplamanın sınırlarına yasal düzenleme getirilmeyerek kişilerin idareye karşı korumasız bırakıldığı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 13., 20. ve 25. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının ana hizmet birimlerinden olan Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığının terörle mücadele alanında, veri, bilgi ve belgeleri toplayabileceği, tasnif edebileceği, analiz ve değerlendirmeler yapabileceği hükme bağlanmaktadır.

Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı ifade edilmiştir. Maddede ayrıca kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne de yer verilmiştir.

Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.

İptali istenen kuralda geçen “veri”, “bir araştırmanın, bir tartışmanın, bir muhakemenin temeli olan ana öğe, muta, done” anlamına gelmekte olup, bilimsel, istatistiki, ekonomik, kişisel bilgileri de içine alan bir kavramdır. Kişisel veri kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Kişisel verilerin korunması hakkı, kişinin insan onurunun korunmasının ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır. Ancak söz konusu hak sınırsız değildir. Kişisel verilerin korunması hakkı, veri sahibinin mutlak ve sınırsız bir veri hakimiyetini mümkün kılmamaktadır. Nitekim Türkiye’nin imzaladığı ancak uygulama kanununun yürürlüğe konamaması nedeniyle taraf olmadığı 1981 tarihli ve 108 sayılı Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Kişilerin Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 9. maddesinde de devlet güvenliği, kamu güvenliği, devletin ekonomik menfaatlerinin korunması ve suçlarla mücadele edilmesi, ilgilinin veya üçüncü kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması ile verilerin istatistiki veya bilimsel amaçlarla kullanılması durumlarında kişisel verilerin korunmasına sınırlamalar getirilebileceği öngörülmüştür. Bu nedenle, kişisel verilerin korunması temel hakkına kamu yararı nedenlerine dayalı olarak müdahale edilebilmesine olanak tanınmaktadır.

Terörle mücadele alanında strateji ve politikalar geliştirmekle görevli olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının kendisine verilen görevleri yerine getirebilmesi için kişisel veriler de dahil olmak üzere bir takım bilgi ve belgelere ihtiyacının bulunması kaçınılmazdır. İptali istenen kuralda, veri ve bilgilerin terörle mücadele alanıyla sınırlı olacağı açıkça ifade edilmiştir. Kuralda kişisel verilerin korunmasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 20. maddesinde öngörülen güvencelere aykırı bir hüküm de yer almamaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun kişisel verilerin korunmasına ilişkin cezai hükümleri, Müsteşarlık personeli için de geçerlidir. Bu nedenle, dava konusu kuralla Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına terörle mücadele alanıyla sınırlı olmak üzere verilen veri ve bilgi toplama yetkisinin özel hayatın gizliliği kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu söylenemez. Ayrıca, söz konusu düzenlemenin kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını aşırı derecede zorlaştıran ya da ortadan kaldıran, dolayısıyla hakkın özüne dokunan bir sınırlama olmadığı da açıktır.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamışlardır.

Kuralın Anayasa’nın 25. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.

6- (b) Bendinin (2) Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “…yaptırmak…” Sözcüğünün İncelenmesi

Dava dilekçesinde; iptali istenen kuralla Araştırma – Geliştirme Daire Başkanlığına muhatabı, yaptırımı ve sınırları belirsiz bir araştırma yaptırma yetkisinin tanınmasının Anayasa’nın 2., 5. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda, Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Araştırma – Geliştirme Daire Başkanlığının, terörle mücadele alanında, araştırma yaptırabileceği hükme bağlanmaktadır. Kural, anılan Daire Başkanlığının Müsteşarlık dışındaki kurum, kuruluş veya uzmanlar aracılığıyla terörle mücadele alanında araştırmalar yaptırılabilmesine olanak tanımaktadır.

Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” şeklindeki ibarenin incelendiği bölümde belirtilen gerekçelerle, iptali istenen sözcük, Anayasa’nın 2. ve 5. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.

7- (b) Bendinin (4) Numaralı Alt Bendinde Yer Alan “Terörle…” Sözcüğünün İncelenmesi

Dava dilekçesinde; terör kavramının tanımsal karşılığına yer verilmemiş olması veya ilgili mevzuata atıfta bulunulmamış olması karşısında, idareye uygulamada “terör” kapsamını belirleme yetkisini dolaylı olarak verdiği belirtilerek, iptali istenen ibarenin Anayasa’nın 2., 7. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralda, Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Araştırma – Geliştirme Daire Başkanlığının, terörle mücadele alanında Terörle Mücadele Raporu hazırlamakla görevli olduğu hükme bağlanmaktadır.

Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine ilişkin gerekçelerle kuralda Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 13. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.

H- Kanun’un 10. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin (1) Numaralı Alt Bendinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; iptali istenen kuralla hukuk müşavirliğine yasama yetkisini kapsar biçimde mevzuatı günün şartlarına göre geliştirme görevinin verilmesinin Anayasa’nın 2., 6. ve 7. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kuralla, Müsteşarlığın danışma birimi olarak kurulan Hukuk Müşavirliğine, terörle mücadele mevzuatını ve uygulamasını değerlendirmek ve günün şartlarına göre geliştirmek görevi verilmiştir.

Anayasa’nın 88. maddesinde kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekillerinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık, kanun teklif ve tasarılarının Anayasa’nın 88. maddesi dışında kalan kişi veya kuruluşlar tarafından hazırlanmasına Anayasal bir engel bulunmamaktadır. Kuralla, Hukuk Müşavirliğine verilen görev, Müsteşarlığın görev alanına giren konularla ilgili mevzuatı takip etme, değerlendirme ve gerektiğinde taslak metinler hazırlamaktır. 3046 sayılı Kanun’un bakanlıkların danışma birimi olarak öngörülen hukuk müşavirliklerinin görevlerini düzenleyen 25. maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentlerinde, hukuk müşavirliklerinin gerek bakanlık gerekse bakanlık kuruluşlarınca mevzuat (kanun, tüzük, yönetmelik vs.) teklifleri hazırlamalarının kendilerine bir görev olarak verildiği açıkça ifade edilmektedir. Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 5. maddesinde de mevzuat taslaklarının konuyla ilgili kurum ve kuruluşların görevli birimleri (hukuk müşavirlikleri) tarafından hazırlanacağı hükmüne yer verilmiştir. Bu durumda, kuralla hukuk müşavirliğine taslak hazırlama görevinin verilmesinde Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 2., 6. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

I- Kanun’un 15. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; iptali istenen kuralla herhangi bir sınırlama getirilmeksizin her türlü bilgi ve belge talebinin ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar tarafından yerine getirilmesinin öngörüldüğü, bilgi ve belge ibarelerinin her türlü kişisel verileri de kapsama alacağı, veri toplamanın sınırlarına yasal düzenleme getirilmeyerek kişilerin idareye karşı korumasız hale getirildiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 13., 20. ve 25. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kuralda, Müsteşarlığın bu kanun çerçevesinde belirlenen terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak görevini yerine getirirken, bu kapsamda istediği her türlü bilgi ve belge talebinin ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlarca gecikmeksizin yerine getirileceği hükme bağlanmaktadır.

Kuralda geçen “her türlü bilgi ve belge” ibaresinin, 5952 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek, analiz ve değerlendirmeler yapmak” biçimindeki hükümle birlikte değerlendirildiğinde ve kuralda “veri” ibaresinin de geçmediği dikkate alındığında, “kişisel veri” niteliğinde bulunmayan her türlü bilgi ve belgeyi kapsadığı anlaşılmaktadır.

Terörle mücadele alanında strateji ve politikalar geliştirmekle görevli olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının da kendisine verilen görevleri yerine getirebilmesi için bazı bilgi ve belgelere ihtiyaç duyması kaçınılmazdır. İptali istenen kuralda, bilgi ve belgelerin Müsteşarlığa 5952 sayılı Kanun kapsamında verilen terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak göreviyle sınırlı olacağı açıkça ifade edilmiştir. Kuralda kişisel verilerin korunmasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 20. maddesinde öngörülen güvencelere aykırı bir hüküm de yer almamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 20. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 13. ve 25. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

J- Kanun’un 16. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; 5018 sayılı Kanun’un 24. maddesi uyarınca örtülü ödeneğin esasen Başbakanlık bütçesine konulduğu ve ancak istisnaen kanunlarla verilen istihbarat hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin de bütçelerine örtülü ödenek konulabildiği, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının ise istihbarat hizmetlerini yürüten bir kamu idaresi niteliğinde olmaması nedeniyle 5018 sayılı Kanun hükümleri dairesinde bütçesine örtülü ödenek konulamayacağı, ayrıca Anayasa’nın 161. ve 162. maddelerinde bütçelerin gerek hazırlanması gerekse TBMM’de kabul edilmesi süreçlerinin şeffaf olmasının öngörüldüğünü oysa söz konusu düzenlemede, operasyonel yetkisi olmayan bir oluşuma örtülü ödenek ayrılması öngörülmek suretiyle şeffaflıktan uzak bir şekilde harcama yetkisi verildiği belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2., 161. ve 162. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un 16. maddesinde Müsteşarlığın bütçesine ilişkin düzenleme yer almaktadır. Maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde, Müsteşarlığın 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na tabi genel bütçeli bir idare olduğu belirtilmiştir. Aynı fıkranın iptali istenen ikinci cümlesinde ise 5952 sayılı Kanun kapsamında yürütülen ve gizlilik ihtiva eden işler için 5018 sayılı Kanun’un 24. maddesi esaslarına göre Müsteşarlık bütçesine ödenek konulacağı kurala bağlanmıştır.

Bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu gerekçeye dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı yerinde değildir. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 161. ve 162. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

K- Kanun’un 18. Maddesinin İncelenmesi

1- (1) Numaralı Fıkranın (b) Bendi ile (3) Numaralı Fıkranın (a) Bendinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde; iptali istenen kurallarla illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü, ihtiyaç duyulan ilçelerde ise bürolar kurulmasının 3046 sayılı Kanun’da öngörülmeyen bir teşkilatlanma biçimi olduğu, bu durumun aynı zamanda idarenin kanuniliği ilkesine aykırı olduğu, söz konusu birimlerde çalışacak personelin görev, yetki ve nitelikleri konusunda da herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği belirtilerek, kuralların Anayasa’nın 2., 123. ve 128. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür.

Kanun’un 18. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenen (b) bendiyle 657 sayılı Kanun’a ekli (II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne ‘‘Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresi eklenmiştir. Söz konusu (II) sayılı cetvelde ise kadroları genel idare hizmetleri sınıfının birinci derecesinde bulunanların ek göstergeleri düzenlenmektedir.

Kanun’un 18. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendiyle, 14.2.1985 günlü, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un İçişleri Bakanlığının taşra teşkilatını düzenleyen 28. maddesine eklenen fıkrayla, illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğü kurulduğuna ilişkin hüküm eklenmiş, ayrıca ihtiyaç duyulan ilçelerde valiliğin teklifi ve Bakanlığın onayı ile büro kurulabileceği, valiliğin kadro, yer ve unvanlarına bakılmaksızın ihtiyaç durumuna göre uzman, sözleşmeli personel ve memurları bu birimlerde görevlendirmeye yetkili olduğu kurala bağlanmıştır.

Anayasa’nın 128. maddesinde, Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerinin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütüleceği, bu kapsama giren personelin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülüklerinin de Kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.

İptali istenen kuralla, illerde yeni ihdas edilen İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğünün acil eleman ihtiyacının karşılanması için Valilere özel olarak yetki verilmektedir. İptali istenen kural, Valinin genel görevlendirme yetkisinin özel olarak düzenlenmesinden başka bir anlam ifade etmemektedir. Kuralda geçen “görevlendirme” nin mevcut olan uzman, sözleşmeli personel ve memurlar arasından yapılacağı açıktır. Bir başka ifadeyle söz konusu personel, 657 sayılı Kanun’un 4. maddesi kapsamında kalan ve halen kamuda çalışmakta olan personeldir. Bu durumda, atanmaları, görev ve yetkileri ile hak ve yükümlülükleri 657 sayılı Kanun’a tabi olan personelin Valiler tarafından İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürlüğünde görevlendirilmesinde Anayasa’nın 128. maddesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.

Kuralın 3046 sayılı Kanun’da öngörülmeyen bir yapılanma öngördüğü ve idarenin kanuniliği ilkesine aykırı olduğu yönünde ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık itirazları, Kanun’un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelendiği bölümde belirtilen gerekçelerle, yerinde görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kurallar, Anayasa’nın 2., 123. ve 128. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

2- (4) Numaralı Fıkranın İncelenmesi

Dava dilekçesinde; 3046 sayılı Kanun’un 16. maddesinin (d) bendinde yer alan “Bir bakanlıkta birden fazla müsteşarlık kurulamaz” biçimindeki kural uyarınca İçişleri Bakanlığına bağlı ikinci bir Müsteşarlık kurulamayacağı belirtilerek, kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

İptali istenen kuralla 5018 sayılı Kanun’a ekli (I) sayılı cetvele 33. sırasından sonra gelmek üzere “34) Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” ibaresi eklenmiş ve diğer sıralar buna göre teselsül ettirilmiştir. 5018 sayılı Kanun’a ekli (I) sayılı cetvelde, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin isimleri bulunmaktadır.

3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı İçişleri Bakanlığına bağlı olmaktan çıkarılıp, Başbakanlıkla ilgilendirildiğinden, kurala ilişkin olarak ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık gerekçesi ortadan kalkmıştır. Kaldı ki, bir yasa kuralının başka bir yasa kuralı ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren bir durum değildir. Anayasa Mahkemesi yasaların başka yasalara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uygunluğunu değil, yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekte olduğundan, bu gerekçeye dayanan Anayasa’ya 2. maddesine aykırılık savı yerinde değildir. Kuralın Anayasa’ya aykırı başka bir yönü de bulunamamıştır. İptal isteminin reddi gerekir.

Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ

17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un:

A- 1- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendine,

2- 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,

3- 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasına,

4- 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- Başında yer alan “Terörle…” sözcüğüne,

b- (b) bendine,

c- (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresine,

d- (ç) bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşlarına…” ve “…ilgili kurumlara…” ibarelerine,

e- (f) bendine,

5- 8. maddesine,

6- 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “…uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak …” ibaresine,

b- (a) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşları …” ibaresine,

c- (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan “Valilikler …” sözcüğüne,

d- (a) bendinin (4) numaralı alt bendine,

e- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek, …” ibaresine,

f- (b) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “…yaptırmak …” sözcüğüne,

g- (b) bendinin (4) numaralı alt bendindeki “Terörle …” sözcüğüne,

7- 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendine,

8- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesine,

9- 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesine,

10- 18. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 657 Sayılı Kanun’a ekli (II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresine,

b- (3) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 14.2.1985 günlü, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 28. maddesine eklenen fıkraya,

c- (4) numaralı fıkrasına,

yönelik iptal istemleri 19.1.2012 günlü, E. 2010/40, K. 2012/8 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, fıkra, bent, alt bent, cümle, ibare ve sözcüklere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,

B- 1- 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “… terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı …” bölümü,

2- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi,

3- 3. maddesi,

4- 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası,

5- 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları …” ibaresi,

6- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “… Bakana …” sözcüğü,

7- 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin “… Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.” bölümü,

8- 13. maddesinin;

a- (2) numaralı fıkrası,

b- (4) numaralı fıkrasının son cümlesi,

9- 18. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi,

b- (3) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 3152 sayılı Kanun’un 29. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (d) bendi,

c- (5) numaralı fıkrasıyla 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Ek 3. maddesinin birinci fıkrasına “Savunma Sanayi Müsteşarlığı,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,” ibaresi,

hakkında, 19.1.2012 günlü, E. 2010/40, K. 2012/8 sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu madde, fıkra, bent, bölüm, cümle, ibare ve sözcüklere ilişkin yürürlüğün durdurulması istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

19.1.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

VI- SONUÇ

17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un:

1- 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “… terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı …” bölümünde yer alan “...İçişleri Bakanlığına bağlı …” ibaresi, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu bölüme ilişkin iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘İçişleri Bakanlığına bağlı’ ibaresi için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- (a) bendi, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu bende ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

b- (d) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

3- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “…İçişleri Bakanlığına bağlı…” ibaresi, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu maddeye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘İçişleri Bakanlığına bağlı’ ibaresi için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

4- 4. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b- (2) numaralı fıkrasının, birinci cümlesinde yer alan “...İçişleri Bakanının …”, ikinci cümlesinde yer alan “...İçişleri Bakanının …” ve üçüncü cümlesinde yer alan “...İçişleri Bakanı …” ibareleri, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu fıkraya ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘İçişleri Bakanının’ ve ‘İçişleri Bakanı’ ibareleri yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

5- 5. maddesinin;

a- (2) numaralı fıkrasında yer alan “… Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları …” ibaresindeki “... Bakanın...” sözcüğü, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘Bakanın’ sözcüğü için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

b- (3) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

6- 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- Başında yer alan “Terörle…” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b- (b) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

c- (c) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

d- (ç) bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşlarına…” ve “…ilgili kurumlara…” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

e- (f) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

7- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “… Bakana …” sözcüğü, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu sözcüğe ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

8- 8. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

9- 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “…uygulanmasına yönelik eylem planları hazırlamak …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b- (a) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “Güvenlik kuruluşları …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

c- (a) bendinin (3) numaralı alt bendinde yer alan “Valilikler …” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

d- (a) bendinin (4) numaralı alt bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

e- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek, …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Engin YILDIRIM’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

f- (b) bendinin (2) numaralı alt bendinde yer alan “…yaptırmak …” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

g- (b) bendinin (4) numaralı alt bendindeki “Terörle …” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

10- 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

a- (b) bendinin (1) numaralı alt bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b- (c) bendinin “… Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müsteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.” bölümünde yer alan ”Bakan…” sözcüğü, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla; yine aynı bölümde yer alan “…ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. …” ibaresi de 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin (3) numaralı fıkrasının (n) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu bölüme ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece bölümde yer alan ‘Bakan’ sözcüğü ile ‘…ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. …’ ibaresi yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

11- 13. maddesinin;

a- (2) numaralı fıkrasında yer alan “Bakan…” sözcüğü, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu fıkraya ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Nuri NECİPOĞLU’nun “Sadece ‘Bakan’ sözcüğü için karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

b- (4) numaralı fıkrasının son cümlesi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin (3) numaralı fıkrasının (n) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu cümleye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

12- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

13- 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

14- 18. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelin “VIII. Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı” bölümünün (a) bendine “Müsteşar,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,” ibaresi, 10.10.2011 günlü, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 37. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

b- (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 657 Sayılı Kanun’a ekli (II) sayılı cetvelin “4. Başbakanlık ve Bakanlıklarda” bölümüne “Nüfus ve Vatandaşlık Müdürü,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü,” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

c- (3) numaralı fıkrasının (a) bendiyle 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 28. maddesine eklenen fıkranın Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

d- (3) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 3152 sayılı Kanun’un 29. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (d) bendi, 3.6.2011 günlü, 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesi ile 3046 sayılı Kanun’a eklenen 19/A maddesinin verdiği yetkiyle Başbakanlığın 7.7.2011 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/7062 sayılı teklifi ile Cumhurbaşkanlığının aynı gün ve B.01.0.KKB.01-08/D-1-507 sayılı onayıyla yürürlükten kaldırıldığından, bu bende ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

e- (4) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

f- (5) numaralı fıkrasıyla 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Ek 3. maddesinin birinci fıkrasına “Savunma Sanayi Müsteşarlığı,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,” ibaresi, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen ek 12. maddenin (1) numaralı fıkrasının (m) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

19.1.2012 gününde karar verildi.

 

 

Başkan

Haşim KILIÇ

Başkanvekili

Serruh KALELİ

Başkanvekili

Alparslan ALTAN

 

 

Üye

Fulya KANTARCIOĞLU

Üye

Mehmet ERTEN

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Üye

Zehra Ayla PERKTAŞ

Üye

Recep KÖMÜRCÜ

Üye

Burhan ÜSTÜN

 

 

Üye

Engin YILDIRIM

Üye

Nuri NECİPOĞLU

Üye

Hicabi DURSUN

 

 

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

Üye

Erdal TERCAN

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

I- 3.6.2011 günlü, 643 sayılı ve 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kararnamelerin Etkilediği Kurallar Yönünden

17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kanun’un bazı maddelerinin iptali istemiyle 3.6.2010 tarihinde açılan davadan sonra, anılan Yasa’da 643 ve 666 sayılı KHK’lerin yürürlüğe girmesi sonucu yapılan değişikliklerin, ilgili oldukları dava konusu kuralların tümünü etkilediği gerekçesiyle bu maddeler hakkındaki incelemenin esasına girilmesine gerek görülmeyerek “karar verilmesine yer olmadığı” yolunda karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan iptal başvurularının konusunu oluşturan kuralların tümüyle yasal değişikliğe uğramaları halinde, iptal davalarının doğrudan soyut norm denetimine ilişkin oldukları da gözetildiğinde, söz konusu başvurular hakkında esastan karar verilmesinde, hukuki yarar bulunmamakta ise de yapılan değişikliğin, dava konusu kuralın bir bölümüne yönelik olması durumunda, kalan bölüm hakkında incelemenin sürdürülmesi gerekir. Aksi halde dava konusu kurallarda, daha sonraki yasal düzenlemelerle yapılacak en küçük değişiklikler o kuralların, iptal davası yoluyla Anayasal denetiminin engellenmesi sonucunu doğurur. Böyle bir sonucu, Anayasa yargısının amacı ve işleviyle bağdaştırmak olanaksızdır.

Açıklanan nedenlerle 5952 sayılı Yasa’nın, tümü değiştirilmeyerek sadece bazı bölüm, ibare ve sözcüklerinde değişiklik yapılan kurallarının, kalan bölümlerinin Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılarak esas hakkında karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

II- Yasa’nın 9. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin (1) Numaralı Alt Bendinin “Veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” Bölümünün İncelenmesi

5952 sayılı Yasa’nın 9. maddesi ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı’na dava konusu kuralla terörle mücadele alanında “veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek görevi verilmiştir. Hiçbir ayırım ve sınırlama getirilmediğinden Kural’ın, kişilerin temel hak ve özgürlük alanlarını da kapsayacak biçimde her türlü veri, bilgi ve belge toplamayı içerdiği açıktır.

Anayasa’nın 20. maddesinin ilk fıkrasında herkesin; özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş, son fıkrasında da Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilen korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir” denilerek kişisel verilerin korunması, özel hayatın gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.

Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sağlanan Anayasal güvencenin yaşama geçirilebilmesi için, bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin, açık, anlaşılabilir ve kişilerin söz konusu haklarını kullanabilmelerine elverişli olması gerekir. Ancak böyle bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren veri, bilgi ve belgelerin resmi makamların keyfi müdahalelerine karşı korunması olanaklı hale getirilebilir.

Dava konusu kural ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı’na kapsamı ve koşulları belirlenmeksizin her türlü veri, bilgi ve belgeleri toplama görevi verilerek kişilerin özel hayatlarının gizliliğinin korunması kapsamında bulunan, kişisel verilerin korunmasını isteme hakları ihlâl edilmiştir.

Açıklanan nedenlerle Kural’ın Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

                                                                                                                            Üye

                                                                                                          Fulya KANTARCIOĞLU

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, müsteşarlığın hizmet birimlerinden olan Araştırma Geliştirme Daire Başkanlığı’nın terörle mücadele alanındaki görevleri sayılırken, söz konusu (b) bendinin iptali istenilen (1) numaralı alt bendinde, veri, bilgi ve belgeleri toplamanın da bu görevler arasında olduğu ifade edilmiştir.

İptali istenen kuralda, açıklayıcı bir düzenleme bulunmadığı için, veri, bilgi ve belgeleri toplama olarak adlandırılan görevlendirme uyarınca, Araştırma Geliştirme Daire Başkanlığı’nın kişisel veri, bilgi ve belgeler dahil her türlü veri, bilgi ve belgeyi toplama yetkisinin bulunduğunda duraksama bulunmamaktadır.

Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkını kapsadığı ifade edilmiş, ayrıca, kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne de yer verilmiştir.

Araştırma Geliştirme Daire Başkanlığı, iptali istenilen kural uyarınca, temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliğinde de olsa her türlü kişisel veri, bilgi ve belgeyi toplayabilecektir.

Anayasa’da yer alan güvenceye rağmen, iptale konu kuralla, veri, bilgi ve belgelerin toplanmasına her hangi bir sınırlama getirilmeyerek, temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliğinde olanlar dâhil, her türlü kişisel veri, bilgi ve belgelerin toplanmasına imkân tanınmakta, böylece kişiler idareye karşı korunmasız hale getirilmektedir. Bu durum, Anayasa’nın 20.maddesinde öngörülen kişisel veri, bilgi ve belgelerin korunması hakkına aykırılık oluşturmaktadır.

Açıklanan nedenle kuralın iptali gerektiğinden, çoğunluk görüşüne katılmadım.

                                                                                                                      Üye

                                                                                                            Mehmet ERTEN

 

KARŞIOY YAZISI

5952 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde Müsteşarlığın, terörle mücadele alanında görevleri arasında “veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” de yer almıştır.

Kişisel bilgi ve verilerin korunması, Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında herkesin, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu; bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı; kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği; kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.

Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği; bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı ifade edilmiştir.

İptali istenen kural, kişisel verilerin, bilgi ve belgelerin toplanmasına ve tasnif edilmesine olanak vermekte, veri, bilgi ve belgelerin kişisel veri ve bilgileri kapsamadığı yönünde bir güvence de içermemektedir.

Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliğine milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması sebeplerine bağlı olarak hakim kararıyla sınırlanabileceği öngörülmüş ise de iptali istenen kural bu kapsama girmemektedir. Kişinin bu kural uyarınca fişlendiğinden haberdar olması, bunların silinmesini talep etmesi ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmesi de mümkün değildir. Bu nedenle kural, Anayasa’nın 20. maddesiyle güvence altına alınmak istenen temel hakka karşı yapılmış pervasız bir müdahaledir.

Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olan kural, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletine de ters düşmektedir. Bu nedenlerle iptali gerekir.

                                                                                                                        Üye

                                                                                                     Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Dava 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat Görevleri Hakkında Kanun’un bazı maddelerinde yer alan fıkra, bent, tümce, ibare ve sözcüklerin Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek iptali istemiyle açılmıştır.

1- 1. maddenin (1) numaralı fıkrasının “…İçişleri Bakanlığına…” ibaresi;  3. maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan “İçişleri Bakanlığına bağlı…” ibaresi; 4. maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci, ikinci ve üçüncü cümlesinde yer alan “…İçişleri Bakanının…” ibareleri; 5. maddenin (2) numaralı fıkrasında; 10. maddenin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde ve 13. maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Bakanın…” sözcüğü 3.6.2011 günlü 643 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırıldığından bahisle sözü geçen kuralların iptali istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvurularının konusunu oluşturan kuralların tümüyle yasal değişikliğe uğramaları halinde, söz konusu başvurular hakkında karar verilmesinde hukuki yarar bulunmamakta ise de, yapılan değişikliğin dava konusu tümce, ibare veya sözcüklere ilişkin olması durumunda incelemenin sürdürülerek istemle ilgili karar verilmesi gerekir. Aksi halde dava konusu kurallarda yapılacak en küçük ekleme ve çıkarma şeklindeki değişiklikler sonucunda bu kuralların anayasal denetimin dışında kalmasına sebep olacağından bu durum Anayasa yargısının amacıyla ve işleviyle bağdaşmaz.

Bu nedenle, 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasının değiştirilmeyen ibare dışında kalan bölümüne ilişkin incelemenin sürdürülmesi gerektiğinden sözü geçen maddelerin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığı yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

2- 9. maddenin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan “veri,bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek” ibaresinin incelenmesi;

Maddede; Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının ana hizmet birimlerinden Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığının terörle mücadelede görevlerinin neler olduğu düzenlenmekte olup, (1) numaralı alt bendinde ise “veri, bilgi ve belgeleri toplamak tasnif etmek” ibaresi yer almaktadır.

Anayasa’nın “özel hayatın gizliliği” başlıklı 20. maddesinde “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar.” denilmektedir. Maddede ayrıca kişisel verilerin ancak Kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne de yer verilmiştir. Bilindiği gibi; “kişisel veri” kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla bir kişiye ait bütün bilgileri ifade etmektedir.

İptali istenilen kuralda ise herhangi bir sınırlama getirilmeden kişilere ait verilerin toplanması konusunda Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına yetki verilmesi, kişileri idareye karşı korunmasız duruma getirmekte olup, bu haliyle kural Anayasa’nın 20. maddesinde öngörülen, kişisel veri, bilgi ve belgelerin korunması hakkına aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle 17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 10. maddesinin (1) numaralı fıkrası (c) bendi, 13. maddesinin (2) numaralı fıkrası hakkında incelemenin sürdürülmesi ve esası hakkında karar verilmesi gerektiği, 9. maddenin (b) bendinin (1) numaralı fıkrasının (1) numaralı alt bendinde yer alan “…veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek…” ibaresinin iptali gerektiği düşüncesi ile verilen karara katılmıyorum.

                                                                                                                        Üye

                                                                                                         Zehra Ayla PERKTAŞ

 

KARŞI OY YAZISI

Geçici güvenlik için özgürlüğünü feda edenler,

ne özgürlüğü hak eder, ne de güvenliği.

Benjamin Franklin, 1755

5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının (KDGM) Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinin, (1) numaralı alt bendinde, Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden olan Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığının, “terörle mücadele alanında; veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek, analiz ve değerlendirmeler” yapmakla görevli olduğu hükmü yer almaktadır. Burada, “veri, bilgi ve belgeleri toplamak, tasnif etmek”, kısmının iptali istenmektedir.

Bu düzenlemede anayasal bir sorun görmeyen çoğunluk görüşüne katılmanın neden mümkün olmadığını üç bölümden oluşan karşı oy yazısıyla açıklamaya çalışacağız. İlk bölümde uluslararası sözleşmelerin ilgili hükümlerini ve mahkeme kararlarını, ikinci bölümde ise iptali istenilen kuralın anayasaya aykırı olduğu yönündeki iddiamızı temellendirebilmek için konuyla yakından ilgili olduğunu düşündüğümüz özgürlük ve güvenlik arasındaki ilişkiyi, iktisat teorisinden de yararlanarak kısaca inceleyeceğiz. Son bölümde ise, ilgili düzenlemenin Anayasa’nın hangi maddelerine aykırılık taşıdığını ilk iki bölümden hareketle ele alacağız.

Uluslar arası Hukuki Durum: Sözleşmeler ve Mahkeme Kararları

Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 17. maddesinde, “Hiç kimsenin özel hayatına, ailesine, evine ya da haberleşmesine keyfi ya da yasadışı olarak müdahale edilemeyeceği” belirtilirken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 8. maddesinin ilk fıkrasında da, “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir”, hükmü yer almaktadır. İkinci fıkrada ise, “Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir” denmektedir. Bu düzenlemeyle Sözleşme’nin 8. maddesinin ilk fıkrasında tanınan hakların kullanılmasına, ikinci fıkrada belirtilen hususlarla sınırlı olmak kaydıyla kısıtlamalar getirilebilmektedir. İptali istenen kural açısından değerlendirildiğinde, devletin negatif yükümlülüğü, 8. maddeye aykırı olarak kişisel ve hassas verilerde dâhil olmak üzere her çeşit veri, bilgi ve belgeyi toplama, saklama, işleme ve üçüncü taraflarla paylaşma gibi müdahalelerden kaçınmasını ifade ederken, pozitif yükümlülüğü, özel yaşam hakkına saygıyı güvence altına almak için gerekli önlemleri almasına işaret etmektedir.

Konumuz açısından önemli olan bir sözleşmede, 1981 tarihli ve 108 sayılı, “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Kişilerin Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesidir”*. Bu Sözleşme’nin 2. maddesi, kişisel veriyi belirli veya belirlenebilir bir kişiye ait tüm bilgiler şeklinde tanımlamaktadır. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan “Kişisel Verilerin Korunması Kanun” tasarısında da bu tanım benimsenmiştir. Sözleşme’nin 5. maddesine göre, kişisel veriler açıkça belirlenmiş meşru amaçlar için, toplanma gerekçesiyle sınırlı olmak ve gerekli olan süreyi aşmamak şartlarıyla tutulabilir. 6. maddede ise, kişinin ırkî ve etnik kökeni, siyasi düşüncesi, dini veya benzer inançları, sağlık, cinsel hayat ve ceza mahkûmiyetleriyle ilgili verileri hassas veri olarak kabul edilerek, bunların toplanmasına ve işlenmesine ulusal mevzuatta koruyucu tedbirlerinin alınması şartıyla izin verilmektedir. Sözleşme’nin 9. maddesinde de, kamu güvenliğinin sağlanması, suçla mücadele edilmesi, ilgilinin veya üçüncü kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ile kişisel verilerin korunmasının sınırlanabileceği belirtilmiştir.

Avrupa Konseyince 2002’de kabul edilen, “İnsan Hakları ve Terörle Mücadele Hakkında İlkeler”, rehberinde de, devletin güvenlik birimleri bünyesinde herhangi bir yetkili merci tarafından kişisel veri ve bilgilerin toplanması ve incelenmesinin, yasayla yapılması, amacıyla orantılılık içermesi ve bağımsız bir makamın gözetimine tâbi olması şartıyla meşru olduğu ifade edilmiştir. Rehberde, “Bir yandan, demokratik bir toplumun… kendisini korumak üzere birtakım önleyici ya da bastırıcı tedbirler alması gerekirken, öte yandan, kamu makamları…Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer enstrümanlarda belirlenmiş olan insan hakları ve temel özgürlükleri gözetmek konusunda yasal bir yükümlülük altındadır”, ifadesi de yer almaktadır (Avrupa Konseyi 2002: 16).

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, “Emniyet Alanında Kişisel Verilerin Kullanılmasını” düzenleyen R(87)15 sayılı Tavsiye Kararına göre ise, verilerin polisiye amaçlarla toplanmasına ancak gerçek bir tehlikenin önlenmesi ya da belirli bir suçun engellenmesi için zorunlu olması durumunda başvurulması gerekmektedir. Kişinin bilgisi dışında kişiye ilişkin verilerin toplanması ve saklanması durumunda, bu veriler silinmediği takdirde, kişiye bu konuda bilgi verilmesi de bu ilke çerçevesinde istenmiştir (Atak 2010: 106).

AİHS kişisel verilerin korunması ile ilgili ayrı bir hüküm içermemekle birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu verilerin özel yaşam alanı içinde yer aldığını kabul ederek, konuyu 8. madde kapsamında incelemektedir. AİHM, özel hayatı, kişinin kendi hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ve bunun da ötesinde, başkalarıyla ilişki kurmak ve bu ilişkileri geliştirmek suretiyle özgür olarak kişiliğini oluşturmasını ve geliştirmesini sağlayan daha geniş bir alandan ibaret görmektedir.

Nitekim AİHM, Klass ve Diğerleri-Almanya (1978) davasında, bireyin özel hayatına ilişkin verilerin kamusal organlar tarafından toplanmasına, saklanmasına ve işlenmesine dayanak oluşturacak önemli ilkeleri belirlemiştir. Mahkeme bu davada, mektupların ve telgrafların okunmasına, telefon görüşmelerinin dinlenmesi ve kaydedilmesine olanak tanıyan bir yasanın Sözleşme’ye uygunluğunu incelemiştir. AİHM genel olarak gizli izleme yöntemlerine demokratik kurumların korunması için kesinlikle zorunlu olması durumunda başvurulabileceğini kabul etmiş, ancak bireyin 8. maddede güvence altına alınan hakkı kullanabilmesi ile demokratik bir toplumu koruma amacıyla gizli izlemenin yapılmasının gerekliliği arasında bir denge kurulması gerektiğini belirterek, “Milli güvenliği korumak için oluşturulan bir gizli izleme sisteminin, demokrasiyi korumak adına demokrasiye zarar verebileceği, hatta demokrasiyi yok edebileceği riski dikkate alındığında, kötüye kullanmaya karşı teminatların gerekli olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır”, görüşünü dile getirmiştir (Klass ve Diğerleri-Almanya para. 42 ve 49). Bu kararda, Mahkeme, bireyin özel yaşamı kapsamındaki bilgilere ilişkin kamusal müdahaleleri, bireyi koruyucu uygun ve etkili garantiler içeren yasal düzenlemeler ve istismar ve kötü kullanıma karşı güvenceler bulunmadığı sürece Sözleşmenin 8. maddesinde belirtilen hakların bir ihlali olarak değerlendirmiştir (Klass ve Diğerleri-Almanya para. 50). Mahkeme, istihbarat örgütlerinin gizli izleme yoluyla bireylerin haklarına yönelik gerçekleştirdikleri müdahalelerin etkili bir denetime tabi olması gerektiğini, ulusal güvenlikten kaynaklanan ihtiyaçlara her durumda öncelik verilemeyeceğini, sınırsız önlemler alınmasına izin veren bir yasanın demokrasi için tehdit oluşturacağını ve Avrupa ülkelerinin casusluk ve terörizmle mücadeleyi gerekçe göstererek uygun gördükleri her türlü tedbiri alamayacaklarını önemle vurgulamıştır.

AİHM, Leander-İsveç (1987) kararında ise, başvurucu hakkında güvenlik soruşturması yapılması suretiyle bilgi toplanmasının ve bunların doğruluğuna ilişkin olarak kendisine itiraz hakkı verilmemesinin, AİHS 8. madde birinci fıkra kapsamında özel hayatın gizliliğine müdahale oluşturduğuna, ancak, bu müdahalenin aynı maddenin ikinci fıkrası gereğince milli güvenliği koruma meşru amacını gerçekleştirmek için taraf devletlere tanınan geniş takdir hakkı içinde olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bununla birlikte, Mahkeme, verilerin toplanmasına olanak tanıyan düzenlemelerin makul denetim mekanizmaları öngörmek zorunda olduğunu, bunların da, hangi durumlarda verilerin toplanabileceği, ne kadar süre ile muhafaza edileceği ve imhasına ilişkin hususlara yer vermesi gerektiğini not etmiştir.

Amann v. İsviçre (2000) davasında bireyin özel yaşamına ilişkin bilgilerin kamu görevlileri tarafından saklanmasının özel yaşama bir müdahale oluşturduğunu kabul etmiştir. Yapılan müdahale yasaya dayanmakla birlikte, mevcut yasal düzenleme yeterli korumayı sağlamamaktadır. İlgili yasada savcılığın veri toplama, kaydetme ve saklama yetkisini kullanma şartları ve kapsamı belirtilmemekte, hangi bilgilerin saklanacağı ve nasıl bir yöntem izleneceği konusunda açıklık bulunmamaktadır (Amann- İsviçre para. 76 ve 80).

AİHM’nin Rotaru-Romanya (2000) kararı da konumuz açısından önem taşımaktadır. Bu davada, Romanya İstihbarat Örgütü’nün başvurucu hakkında tuttuğu gizli dosya ele alınmıştır. İlgili devlet, dosyada yer alan bilgilerin özel yaşama ilişkin olmadığını, kamusal alandaki faaliyetlerle ilgili olan bilgileri içerdiğini ileri sürmüşse de, Mahkeme, 108 sayılı Sözleşme’nin kişisel veri tanımına atıfla, bunu kabul etmemiştir. AİHM, terörle mücadelede özel yöntemlerin kullanılabileceğini kabul ederek, istisnaî hallerde ve bir yasal düzenlemeye dayanmak şartıyla, demokratik bir toplumda milli güvenlik ve/veya asayişin bozulması ya da suçun önlenmesi gibi amaçlar dâhilinde veri toplanabileceğini kabul etmektedir (Rotaru-Romanya para. 57-58). AİHM, yetkili otoriteler tarafından kişinin kamusal hayatına ilişkin bilginin sistematik olarak toplandığı ve saklandığı durumları özel hayat kapsamında değerlendirerek, bunun kişinin çok uzak geçmişiyle ilgili bilgiler içermesi halinde dahi geçerli olduğunu ifade etmiştir. Mahkeme, yürürlükte olan yasanın milli güvenliği etkileyecek bilgilerin toplanmasına, kaydedilmesine ve gizli dosyalarda arşivlenmesine izin verdiğini saptamış ancak bu yasanın AİHS ile uyumlu olmadığını tespit etmiştir. AİHM, hangi koşullar altında, hangi amaçla, ne kadar süreyle kamu otoritelerinin özel hayatla ilgili bilgileri saklayacağı ve kullanacağının belirsizliğini, istismarlara karşı hiçbir önlem alınmamasını, kötüye kullanımı engellemeye yönelik etkili denetim mekanizmalarının öngörülmemesini ve verilerin değerlendirilmesine ilişkin hukuki sınırlar çizilmemesini, AİHS’nin 8.maddesinin ihlali olarak görmüştür (Rotaru v.Romanya para.57 ve 59).

Mahkeme, Segerstedt-Wiber ve Diğerleri-İsveç (2006) davasında da kişisel verilerin kamu birimleri tarafından toplanması ve saklanması incelenmiştir. Başvurucular, kişisel verilerinin gizli polis biriminde saklanmasının ve bunların içeriği hakkında kendilerine bilgi verilmemesinin AİHS 8. maddeye aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir. AİHM saklanan bilgilerin özel hayata ait bilgiler olduğunu tespit etmiştir. Ancak, ilk başvurucu bakımından, bu bilgilerin bir kısmının suçun önlenmesi amacı taşıması nedeniyle ihlal bulmamıştır. Aynı şekilde saklanan verilerin tamamının başvuruculara açıklanmamasını da, ilgili yasanın buna izin verip, yeterli güvenceyi sağladığı gerekçesiyle 8. maddeye aykırı bulmamıştır. Buna karşılık Mahkeme, diğer başvurucular açısından, toplanan ve muhafaza edilen verilerin katıldıkları siyasi faaliyetler ilgili olması ve bu faaliyetlerin taraf devletin milli güvenliğini tehdit ettiğine dair yeterli kanıtın olmamasından hareketle, bu verilerin sürekli saklanmasının, Sözleşme’nin 8.maddesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır (Segerstedt-Wiber ve Diğerleri-. İsveç para.88-92)

AİHM’nin kararları kadar ulusal anayasa mahkemelerinin, özellikle de Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nin, konumuz bağlamında verdiği önemli bazı kararlardan da bahsetmek yerinde olacaktır.

Alman Mahkemesi 1983’de nüfus sayımıyla ilgili bir kararında, Alman Anayasasının insan onurunu teminat altına alan md. 1/1 ile bağlantılı olarak, md. 2/1’de düzenlenen kamu düzenini bozmama, genel ahlaka aykırı olmama ve kimseye zarar vermeme kaydıyla, bireylerin kişiliklerini istedikleri gibi geliştirebilme hakkı düzenlemesinden hareketle, kişisel veriler üzerinde kendi kaderini tayin temel hakkının varlığını kabul etmiştir. “Enformasyonel özerklik” olarak tanımlanan bu hak, kişiliğin serbestçe geliştirilmesi hakkı ile insan onurundan kaynaklanan genel kişilik hakkının bir yansıması olarak, bireyin kendi hakkındaki bilgileri kontrol edebilme, kendisine ilişkin herhangi bir bilginin rızası olmaksızın açıklanmaması, yayılmaması, bu bilgilere başkalarının ulaşamaması, kişisel verilerin sınırsız toplanması, kaydedilmesi, kullanılması ve nakledilmesine karsı bireyin korunmasını içermektedir (Küzeci 2010: 67-8).

Federal Anayasa Mahkemesi, 2006’da önüne gelen bir bireysel başvuruda, “enformasyonel özerkliğin” ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. 24 yaşında Fas’lı bir öğrenci olan başvurucu, El-Kaide yanlısı “uyuyan hücreler” olup, olmadığını ortaya çıkarmak için 18-40 yaş arası tüm Müslüman erkek öğrencilerle ilgili veri toplanmasına olanak tanıyan Kuzey Ren Westphalia Eyaleti Polis Yasası’nın 31. maddesinin Alman anayasasına aykırılığını iddia etmiştir. Bu uygulama sonucunda, yukarıdaki kişisel özellikleri taşıyan ve adı geçen eyalette ikamet eden 32 bin kişi ile ilgili toplam 5 milyon kayıt elde edilip, dosyalanmış sadece 8 kişi için ayrıntılı araştırma yapılmasına ihtiyaç duyulmuş ve sonuçta bunların hiçbiri aleyhine dava açılmamıştır (Young 2008: 338). Şüpheli olmayan ve demokratik toplum düzeni için herhangi bir tehlike arz etmeyen bu kişiler hakkında sırf belli dini, etnik ve yaş grupları içinde olmalarından dolayı bilgi toplanmış, yani bu insanlar, ülkemizdeki tabiriyle fişlenmiştir. Olayı inceleyen Mahkeme, Alman Anayasası’nın 1. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 2. maddesinin ilk fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme kararında, “Anayasanın, yasa koyucunun özgürlük ve güvenlik arasında makul bir denge bulmasını belirttiğine” dikkati çekerek bunun da “her halükarda imkânsız olan mutlak bir güvenlik peşinde koşmayı dışladığını” belirtmiştir (Young 2008: 386). Mahkeme’ye göre, toplanan bilgiler ve veriler kişilik açısından önemsiz olsa bile, genel bir terör tehdidi karşısında polise verilen yetkinin çok geniş ve açık uçlu olması ve toplanan verilerin çapraz referans olarak başka amaçlar için kullanılabilme olasılığının varlığı, Alman Anayasa’sının yukarıda belirtilen fıkrasının ihlal edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Alman Mahkemesi için varsayımsal temellerden hareketle, soyut ve genel bir tehlike terörle mücadele adı altında meşrulaştırılsa dahi, kişiler hakkında veri toplanmamalı ve kişisel veri elde etmek için veri madenciliği (data mining) ve benzeri faaliyetlere ancak ve ancak somut ve yakın belirli bir ciddi suç işlenmesi tehlikesi karşısından girişilmesi meşru olacaktır (Schwartz 2011: 372).

Anayasa Mahkemesi de, Türkiye İstatistik Kanunuyla ilgili bir kararında (E: 2006/167 Esas, K:2008/86), istenecek bilgilerin kapsam ya da sınırlarının belirsizliğinin, bireyi İdareye karşı korumasız bıraktığını, bunun da Anayasa’nın özel hayatın gizliliğini koruyan hükümlerine aykırı olduğunu tespit etmiştir.

Şu ana kadar anlatılanlardan iki önemli sonuç ortaya çıkmaktadır. İlk olarak, Uluslararası Sözleşmeler ve Mahkeme kararlarına baktığımızda, terörle mücadelede, kişisel verilerin toplanması, saklanması ve işlenmesi yakın ve somut bir tehlike varsa meşru görülmektedir. İkinci sonuçta ise, ilgili yasal düzenlemelerin ucu açık ve belirsiz olmamasının önemi vurgulanmakta ve bu işin bağımsız, dışsal bir otorite tarafından denetlenmesi gerektiğinin altı ısrarla çizilmektedir.

Özgürlük-Güvenlik: Denge mi; İkilem mi?

KDGM’nin internet sayfasında, Müsteşarlığın, “Özgürlük ve güvenlik dengesini daima gözeten” bir kurum olduğu vurgulanmaktadır. Oysa iptali istenen kural özgürlük-güvenlik dengesini gözetmemekte, tam tersine güvenliği özgürlüğe öncelemektedir. Güvenlik diğer tüm hakları ve özgürlükleri temellendiren bir tür meta-hak değildir (Michaelsen 2006: 14-5). Güvenlik ve özgürlük arasında bir öncelik veya hiyerarşi yoktur. Bununla birlikte, bir an için olduğunu varsayalım. Böyle bir durumda özgürlük güvenlik temelli değil, güvenlik özgürlük temelli olmalıdır. Özgürlük-güvenlik dengesi azami etkinliği gerçekleştirecek bir güvenlik sağlamayabilir ama bu otoriter bir siyasi sistemden ziyade anayasal bir demokraside yaşamanın bedeli olarak düşünülmelidir.

Şüphesiz ki, insan hayatını, malını, haklarını ve özgürlüğünü tehdit eden terör ile mücadele etmek devletin asli görevlerinden biridir. Ancak, bunun başarılı olabilmesi için uygulanacak politikaların, evrensel insan hakları ve hukuk devleti ilkelerine uygun olması, devletin demokratik sınırlar içinde kalarak, insan haklarına mümkün olduğunca asgari seviyede müdahaleyi gerektiren önlemleri tercih etmesi gerekmektedir. Terör örgütleri neredeyse hiçbir kural tanımadan her türlü faaliyetleri ve eylemleri gerçekleştirirken, demokratik ve insan haklarına saygılı olduğunu iddia eden devletler terör ile mücadelede hukuk ve demokrasi sınırları içinde kalmak mecburiyetindedirler. Bu bir zafiyet değil, demokrasinin ahlaki üstünlüğünün ve erdemliliğinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

Devletin terör eylemlerini tespit etme ve önlemeye dönük faaliyetlerinde, korumaya çalıştığı bireylerin haklarını ihlal etmeme ve bunları aşırı sınırlamama hususlarında özen göstermesi demokratik toplum düzeninin oluşturulması, korunması ve geliştirilmesi açısından hayati öneme haizdir. Teröre karşı, devletin bireylerin başta yaşam hakkı olmak üzere çeşitli haklarını korumak pozitif yükümlülüğünün yanı sıra, negatif olarak da anayasal düzenin tanıdığı haklara saygı yükümlülüğü vardır. Burada açıklığa kavuşturulması gereken konu, temel hakları korumak adına bunlarla ilgili sınırlamaların derecesinin ne olacağıdır. Sorun, “özgürlüğün güvenlikten daha çok veya daha az önemli olup olmadığından ziyade, belli bir güvenlik tedbirinin özgürlüğü, koruduğu güvenlikten daha az mı, daha çok mu zarar verip, vermediğinin belirlenmesidir” (Posner 2006: 31-2). Bir demokrasiyi otoriter bir siyasi, hukuki ve toplumsal düzenden ayıran en önemli hususlardan biri güvenliğin özgürlük ortamında sağlanabilmesidir.

Belli düzeylerde güvenlik ve özgürlük birbirine ikame edebileceği gibi tamamlayıcı olabilir. Güvenlik olmadan özgürlüğün bir anlamı olmadığı gibi, özgürlüğe yer vermeyen, onu kısıtlama eğilimi taşıyan bir güvenlik anlayışının da anlamı yoktur (Waldron 2003: 195). Güvenliğin olmadığı yerde kim kendini özgür his eder ne kadar doğruysa, özgürlüğün olmadığı yerde kim kendini güvende his edebilir de o kadar doğrudur. Demokrasilerde güvenlik ve özgürlük birbirini tamamlayıcı olup, taraflardan birinin kazanıp diğerinin kaybettiği sıfır toplamlı bir oyun değildir.

Güvenlik için hakların, özgürlüklerin kolayca kısıtlanması devlet gücünün artması sonucunu doğurmaktadır. Zaten güvenlik dediğimiz andan itibaren devleti adeta ayrıcalıklı kılan bir alana girdiğimizden, bir Leviathan yaratma tehlikesiyle karşı karşıya gelebiliriz. Bunun anlamı, John Locke’nin, “Hükümet Üzerine İkinci İncelemede” vurguladığı gibi, “insanların sansar veya tilkilerden gelebilecek zararlara karşı kendilerini korumaktan kaçınacak, fakat aslanlar tarafından yutulmaktan memnun olacak kadar aptal olduklarını düşünmektir” (2010: 88-9). Bizi falanca veya filanca tehlikeden korumak için devletin aldığı her tedbiri meşru görmek, insanların tilkiler ve sansarlardan gelebilecek tehlikelere karşı korunayım derken aslanlar tarafından yutulmasına güvenlik adına razı olmak demektir.

Demokratik bir toplumda yasa koyucuların karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri kamu güvenliğini sağlamak için alınacak tedbirlerle insan haklarının korunması ve geliştirilmesi arasındaki ilişkidir. Bu özgürlük-güvenlik ilişkisini, iktisat teorisinde yaygın olarak kullanılan Pareto Sınırı kavramıyla göstermeye çalışalım.

 

Kaynak: Vermeule, 2011: 2

Eksenlerin birinde özgürlük, diğerinde ise güvenlik gösterilmektedir. Eğrinin veya sınırın üzerinde güvenlikteki bir artış özgürlükte bir azalamaya neden olacaktır ve bunun tersi de doğrudur. Pareto Sınırı altında, mesela P noktasında, güvenlik ve özgürlük birbirinden taviz vermeden arttırılabilir. Sınırın ötesindeki politikalar kaynak yokluğundan veya siyaseten uygulanamaz olduğundan tercih edilemez ve yasa koyucunun toplam refahı arttıracak özgürlük ve güvenlik politikalarını takip etmesi beklenir. Güvenliğe ve özgürlüğe yönelik politikaların toplumsal refaha marjinal katkısının eşit olduğu nokta uygun politika seçimi olabilir. K-K* noktasının altında özgürlük politikalarının olmasına toplum, güvenlik ve toplam refah artsa bile izin vermeyebilir. Q–Q*’ a doğru gittiğimizde ise güvenlikte bir artış olmadan özgürlük azalmakta ve aynı şekilde R-R*’ya doğru gittiğimizde özgürlük artmadan güvenlik azalmaktadır.

Güvenlik ve özgürlük bireysel refaha katkı yapan değerli mallar olup, bireyler açısından birbirleriyle karşılaştırılabilirler(Posner ve Vermeule 2007: 22). Başka bir deyişle, birini göz ardı ederek, diğerini maksimize edemeyiz. Güvenlik-özgürlük sınırında, güvenlikteki bir artış, özgürlükte bir azalma gerektirmekte olup, bunun tersi de doğrudur (Posner ve Vermeule 2007: 26). Pareto sınırı bir kere oluştuktan sonra değişmeyen bir sınır değildir. Güvenlikteki artış özgürlüklerdeki azalmaya değerse devlet güvenliği arttırır. Benzer şekilde, güvenlikteki azalma, özgürlük artışına değerse, güvenliği azaltarak Pareto sınırını değiştirebilir. Benzer şekilde, terörle mücadele eden bir kamu kurumu ve saldırı planlayan bir terörist örgüt arasındaki etkileşimi oyun teorisi bağlamında inceleyen bir çalışmada, özgürlüğü azaltıcı tedbirlerin terörizme karşı artan bir güvenlik sağlamadığı görülmüştür (Dragu 2011: 64).

Elbette, ilgili hukuki düzenlemeler çerçevesinde şüphe duyulan bir kişi hakkında veri toplanabilir. Ancak hiçbir şüphe olmadan geliştirilen ve tanımlanan profiller çerçevesinde veri toplanması sorunlu bir uygulamadır. Unutulmamalıdır ki, Kafka’nın “Dava” romanının kahramanı K’nın başına gelen her bireyin başına da gelebilir. K’nın neden tutuklandığı ona bir türlü söylenmediği için kendisine yönelik iddiaları çürütme şansı hiç olmuyor. Her türlü veri, veri madenciliği yapmaya olanak tanıdığından, kendilerinden şüphelenilen bireylerin neden şüphelenildiğini asla öğrenememeleri ve bu şüpheyi giderici hiçbir şey yapamamaları sonucunu doğurabilir.

Büyük veri yığınları içerisinden gelecekle ilgili tahminde bulunmayı sağlayacak bağıntıların bilgisayar programı ve istatistiksel teknikler kullanarak aranması demek olan veri madenciliği, konumuz bağlamında, toplanan kişisel verilerin birleştirilerek şüpheli görülen belli özelliklerin ve davranış biçimlerinin bu temelden hareketle çözümlenmesini içermektedir. Bir suç işlenmesi olasılığı karşısında veri madenciliği ve profil oluşturulabilir ama bunun ağla yapılan balık avı gibi, “ne çıkarsa bahtımıza” anlayışıyla yürütülmesi tehlikelidir (Solove 2011: 190-195).

Veri madenciliği ve hassas kişisel veriler esas alınarak profil oluşturma, idari bir kararla hiçbir suçu olmayan çok sayıda insan için özel hayatlarını içeren bilgi ve verilerin toplanması anlamına gelmektedir ve bunun demokratik bir toplumda kabul edilemeyeceğini Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri de 2008’de konuyla ilgili olarak yayınladığı bir raporda belirtmiştir (2008: 4). BM İnsan Hakları Konseyi, “Terörle Mücadelede Temel Özgürlüklerin ve İnsan Haklarının Korunması ve Teşvik Edilmesi” özel raportörü de, terörizmle mücadelenin, mahremiyete, özel yaşamın gizliliğine otomatikman müdahaleyi meşrulaştıran bir koz olmadığını vurgulayarak, kötüye kullanma olasılığına karşı güvencelerin varlığını ve elde edilen veri ve bilginin kullanımının, saklanmasının ve paylaşımının sınırlarının belirli olması gerektiğinin altını çizmektedir. Raportör, özel yaşam ihlalinin seviyesi arttıkça ilgili kurumun karar verme mekanizmasında daha üst düzey yetkililerin onayının aranması, mahremiyet etki değerlendirmesi ile ilgili düzenlemelerin yapılmasını ve bütün bunları denetleyecek bağımsız bir makamın oluşturulmasını da önerileri arasında saymaktadır (Scheinin 2009).

Kamu güvenliğini tehdit edici faaliyetlere katılma olasılığının yüksek olduğu düşünülen bireylerle ve gruplar bunun ceremesini çoğunluğa göre çok daha fazla çekmektedir (Michaelsen 2005: 78). Genel olarak özgürlük bireysel bir hak olarak belirsiz ve soyut bir şey gibi algılanırken, güvenlik somut olarak can ve mal emniyetini akla getirmektedir. Bu nedenle de insanların çoğunluğu daha güvenli olmak veya öyle hissetmek için hak ve özgürlüklerinden fedakârlığa hazırdır. Bununla birlikte, özgürlüğü sınırlayan tedbirler ve özgürlüğün kısıtlanmasının getirdiği maliyetler dağıtımsal özelliğe sahip olduğundan herkes bu durumdan aynı oranda etkilenmemektedir. Toplumdaki herkes özgürlüğünden azıcık fedakârlık edip, daha çok güvenlik içinde olmamaktadır (Waldron 2007: 503). Özellikle siyasi görüş, etnik, ırk, din, cinsiyet ve cinsel tercih olarak ötekileştirilen, azınlıkta kalan bireyler ve gruplar hakkında önyargılı bir şekilde profiller oluşturulabilir. İnsanlar güvenlik için haklarından ve özgürlüklerinden fedakârlık yaptıklarında aslında vazgeçtikleri kendilerinin değil, başkalarının, özellikle de ötekileştirilenlerin ve azınlıkların haklarıdır (Sottiaux 2008: 8).

Güvenlik politikası, hukuk devleti ve insan haklarına dayalı olmalıdır ve gerçek anlamda güvenliğin, ancak demokrasiyle sağlanabileceği unutulmamalıdır. Terörle mücadele sırasında demokrasiyi koruyayım derken onu zayıflatabilecek, hatta tahrip edebilecek önlemler alınmasından kaçınmak gerekir. Amaç aracı meşru kılarsa terörist ile terörle mücadele edenler arasındaki ahlaki ve hukuki ayrım azalır ve özgürlüğü daraltmanın uzun dönemli sonuçları kısa dönemde terörle mücadelenin getirdiği kazançları zayıflatabilir. Zaten, özgürlükten yapılacak fedakârlıkların etkin güvenlik sağlamadığı da bir gerçektir. Güvenliğin etkinliğini zayıflattığı düşünülen insan hak ve özgürlüklerin tamamen ortadan kaldırıldığı bir durumda bile mutlak bir güvenliki sağlamak mümkün değildir (Hein van Kempen 2013: 14). Demokratik bir devlette güvenlik önlemleri sadece güvenlik bürokrasisinin takdirine bırakılmayacak kadar önemlidir. Sağlıklı bir demokraside devlet, “merak etmeyin, bana güvenin” diyerek, terörle mücadele için alınan tedbirlerin kişi hak ve özgürlüklerine olan etkisini göz ardı edemez.

Görüldüğü üzere özgürlük ve güvenlik arasındaki ilişki bir ikilemden ziyade dengeye dayanmaktadır. İptali istenen kuralda bu denge gözetilmeyerek, aşağıda ele alacağımız anayasal haklar ihlal edilmiştir.

13. Madde Yönünden

Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın ölçülülük ilkesine uygun şekilde, yasayla sınırlandırılabileceği belirtilmektedir. Ölçülülük ilkesi sınırlamada başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını; bu aracın sınırlama amacı açısından gerekli olmasını ve araçla amacın ölçüsüz bir oran içinde bulunmamasını ifade eder. Burada kısıtlama için kullanılan araçla amaç arasında hak ve özgürlüğü en az sınırlayacak dengeli bir orantı aranmaktadır.

KDGM’nin terörle mücadele etmek için kişinin özel hayatını da içerecek şekilde, ona ait veri, bilgi ve belgeleri toplamasının, saklamasının ve işlemesinin o bireyin özel hayatına müdahale anlamına geldiği hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Toplanacak veri, bilgi ve belgelerin türü, içeriği, hangi insan gruplarını kapsayacağı, toplanmış veri, bilgi ve belgelerin ne kadar süre ile muhafaza edileceği ölçülülük ve demokratik toplumda gereklilik testine göre değerlendirilmelidir. Burada sorulması gereken soru bu hak ihlalinin terörle mücadele alanında demokratik toplum gereklerine ve zorunluluklarına ne ölçüde uyup, uymadığıdır.

Bireylerin korunması ve güvenliklerinin sağlanması amacını taşıyan terörle mücadele, bu yönüyle insan haklarını korumaya katkı yaparken, bu mücadelede alınan bazı tedbirler bireylerin hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasına neden olmaktadır. İptali istenen kural temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerden muaf düşünülemez. Veri, bilgi ve belge toplama demokratik bir toplumda milli güvenlik, kamu düzeni ve suçun önlenmesi gibi amaçlara ulaşmak için dahi olsa ölçülü olmalıdır.

Elverişlilik ölçütüne göre bir yasal düzenlemenin sınırlama amacı bakımından elverişli sayılması için bu düzenlemenin arzulanan amaca katkı yapması gerekmektedir. Konumuz açısından bakıldığında, veri, bilgi ve belge toplanmasının terörle mücadele amacına hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Gereklilik ise bir temel hakkı en az sınırlayan aracın seçilmesini gerektirmekle birlikte iptali istenen kuralın, hakkı en az sınırlayan yumuşak bir araç olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü söz konusu kural çok geniş ve sınırsız bir çerçeveyi kapsayarak, terörle mücadele adına, bireyin her türlü eylemini kapsamı dâhilinde görmekte, ona devlet müdahalesine karşı nefes alacak bir alan bırakmamaktadır. Orantılılıkta aranan ise araç ve amacın birbirine karşı ölçüsüz bir oran içerisinde olmamasıdır. Terörle mücadele amacıyla sınırsız bir şekilde, herhangi bir bağımsız denetime tabi olmadan, neredeyse başıboş bir tarzda veri, bilgi ve belge toplanması ölçüsüz bir orantısızlık yaratmaktadır. Orantılılık, yetkililerin, makul, dikkatli ve iyi niyetli hareket etmelerini ve müdahaleyi haklı kılmak için ileri sürülen sebeplerin tatmin edici, gerekli ve yeterli olmasını da kapsar. Bireyin özel alanının tehlikeye girmesi, onun hakkında veri, bilgi ve belge toplanması kadar, kime, hangi amaçlarla bunların aktarılacağı konusunda denetim imkânını da kaybetmesinde yatmaktadır. Yasal olarak veri, bilgi ve belge toplayan, kamu kuruluşları amacı gerçekleştirmeye yetecek kadar veriyle kendilerini sınırlamalıdır. İtiraza konu olan ibarede bu hususta hiçbir güvenceye yer verilmemiş olması, düzenlemenin orantısız olduğunun bir göstergesidir.

Veri, bilgi ve belgelerin toplanması ve tasnif edilmesinin terörle mücadele alanıyla sınırlı olacağı belirtilmekle birlikte, bu alanının kapsamının belirsiz ve tanımlanamaz olması, devlete çok geniş ve ucu açık bir takdir hakkı bırakmaktadır. Ayrıca, bunun terörle mücadelede ne derece etkinlik sağlayacağı da şüphelidir. Amerikan Bilimler Akademisinin konuyla ilgili hazırladığı bir çalışmada, çok sayıda veri içeren çok büyük veri tabanlarından potansiyel teröristleri bulabilmenin matematiksel olarak ya hatalı pozitif (suçsuz insanları şüpheli olarak değerlendirmek) ya da hatalı negatif (gerçek suçluları veya teröristleri tespit edememek) gibi sonuçlar doğurduğu belirtilmiştir (National Research Council 2008: 2-3). Mesela, dünyada uçakla günde yaklaşık olarak 2 milyon kişi seyahat etmektedir. Tüm bu kişiler arasında terörist profiline benzeyen ve hatalı pozitif çıkanların oranının %1 olduğunu varsayalım. Bunun anlamı 20 bin kişinin haksız yere terörist olma olasılığına karşı çeşitli sınırlayıcı muamelelere maruz kalmasıdır (Solove 2008: 353). Yakın tarihe bakmakta konumuz açısından aydınlatıcı olabilir. Örneğin, Doğu Alman Hükümeti nüfusunun dörtte biri ile ilgili veri, bilgi ve belge toplamasına rağmen, kendi sonunu öngörememişti. Çok sayıda veri ve bilgiyi etkili bir şekilde çözümleyebilmek, samanlıkta iğne aramaya benzemektedir. Çeşitli gerekçelerle aşırı veri toplanmasının, bu verileri toplayanların amaçlarına ne derece hizmet ettiği de kuşkuludur. Çünkü aşırı veri toplanması, veri kirliliğine yol açmakta ve amaca uygun verilerin bu veri çöplüğünden çıkarılması, ayıklanması ve çözümlenmesi zorlaşmaktadır.

Demokratik toplumda gereklilikten anlaşılması gereken başvurulan tedbirin demokratik toplumu açıklayan ilkelerle uyumlu olup, olmamasıdır. Bu ilkelerin değerini azaltan her uygulama demokratik toplum için gerekli değildir. Demokratik toplum, ayrıca hak ve özgürlüklere karşı gerçekleştirilen her müdahaleye karşı kişilere bir takım güvencelerin de sağlanmasını gerektirir. Oysa iptali istenen ibare, kötüye kullanım olasılığı karşısında engelleyici etkili ve yeterli tedbirlere yer vermemektedir. Örneğin, KDGM’nin Araştırma-Geliştirme Dairesinin bu son derece geniş yetkisini denetleyecek bağımsız bir makam yoktur.

İptali istenilen düzenlemenin temel amacının insanları ve toplumu teröre karşı korumak olduğu görülmektedir. Bu son derece meşru bir amaçtır ve bu açıdan anayasaya aykırılık iddia edilemez. Ancak, bu amaca ulaşmak için kullanılan yöntemin uygunluğu ise sorunludur. Hakkı sınırlayan düzenlemeyle, ilgili güvenlik kuruluşuna belirsiz ve ihtiyaç duyulandan çok daha geniş bir şekilde, sınırsız veri, bilgi ve belge toplama ve tasnif yetkisi verilmektedir. Veri, bilgi ve belgelerin toplanması sırasında kişinin temel hak ve özgürlük alanına zorunlu olmadıkça müdahale edilmemeli, terörle mücadele gibi meşru bir amaç için dahi yapılacaksa, müdahalenin sınırları iyi çizilmelidir.

17. ve 20. Maddeler Yönünden

Anayasa’nın 17. maddesi herkesin, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu hükmünü içermektedir. “Özel hayatın gizliliği” başlığını taşıyan Anayasa’nın 20. maddesine göre de, “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir”.

Özel hayatın gizliliği ve bu kapsamda kişisel verilerin korunması konusu her şeyden önce insan onuruna saygı ve kişilik haklarına dayanmaktadır. Bu hak, kişinin saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini mümkün kılan şeref ve haysiyet, özel yaşam ve sağlık gibi kişisel değerler üzerindeki çıkarlarını belirterek, bireye kişiliğini dilediği şekilde, serbestçe geliştirebileceği, kendisi ve sevdikleriyle bir arada olabileceği özerk bir yaşam alanına sahip olma şansı vermektedir. Bu alanda birey, maddi ve manevi kişiliğini geliştirmek ve başkaları tarafından bilinmesini istemediği hususların güvence altına alınmasını istemek hakkına sahiptir.

İptali istenen kural, KDGM’ye Anayasaya aykırı bir şekilde son derece geniş ve sınırsız bir yetki vererek, muazzam bir veri, bilgi ve belge toplama, saklama, işleme ve değiştirme gücü olan devlet karşısında bireyi kişi olarak yok saymakta, onu basit bir veri nesnesi haline dönüştürmektedir. Adı geçen kural, insanı hakkında veri toplanan basit bir veri nesnesi konumuna indirgemektedir. İnsan onuruna saygı, insanlara nesneymiş gibi davranmayı yasaklamaktadır. Alman Anayasa Mahkemesi de insanın devlet için basit bir nesne olarak görülmesinin insan onuruna aykırı olduğunu ve devletin insana bir eşya gibi yaklaşmamasının gerekliliğini vurgulamıştır (Şimşek 2008: 5).

Kişisel verilerin korunması kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesine imkân tanıyarak, bireyin hayatını kendi özgür iradesiyle düzenlemesine katkı sağlamaktadır. Bireyin kişisel verileri üzerindeki hakkı yeteri kadar korunmazsa, kişiliğini serbestçe geliştirmesi zora gireceğinden, özgür iradeleriyle yaşamlarını biçimlendiren bireylerden oluşan demokratik bir toplum düzeninin ortaya çıkması ve korunması da güçleşecektir. Kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi, ancak ve ancak, faaliyetlerini özgürce gerçekleştirmesi ile mümkündür. Kişisel verilerin korunmasıyla, kişisel veri toplanması, saklanması ve işlenmesi sırasında bireyin hak ve özgürlüklerinin korunarak demokratik toplum düzeninin oluşmasına katkı yapmak hedeflenmektedir.

Bireyin özel hayatını, kendi tercihleri ile nasıl şekillendirdiği ilke olarak, bir başka kişinin veya devletin ilgi alanına girmemelidir. Yaşam ilişkilerine ait tüm kişisel verileri kapsamlı bir kayda tutulan ve özel yaşamının gizliliği adeta ortadan kalkan bireyin kişiliğini geliştirmesi mümkün değildir. Kişisel verilerin korunması hakkı ihlal edildiğinde bireyin diğer temel hak ve özgürlükleri kullanması zorlaşmaktadır. Kayıt altına alınan veya alındığını düşünen birey kendi özgür kişiliğinin gereği gibi değil, kendisinden istenilen veya beklenilen davranış tarzıyla hareket edecektir. Bireyler çeşitli faaliyetlerinin devlet tarafından izleneceği endişesiyle bunları gerçekleştirmekten vazgeçebilirler. Aykırı hareket tarzlarının sürekli kayıt altına alındığını düşünen birey, örneğin örgütlenme, toplantı ve düşünce özgürlüklerini kullanmama eğilimine girecektir. Eğer insanlar seyahat etmek, iletişimde bulunmak gibi belli eylemlerin hükümet tarafından yakından izleneceğini düşünürlerse, bu eylemleri gerçekleştirmekten kaçınabilirler ve yasal faaliyetlerinde kendi kendilerini sınırlama eğilimine girebilirler. Bu durum kişinin özerkliğini etkileyerek, yurttaşların özgür iradeleriyle kendi yaşamlarını belirleyebildikleri özgürlükçü demokratik esaslara dayanan bir toplum düzeninin oluşmasını engelleyecektir.

Teknolojideki gelişmeler nedeniyle çok çeşitli denetim, gözetleme ve izleme biçimleriyle bireyin özel hayatının gizliliğini muhafaza etmek gittikçe zorlaşmaktadır. Fransız filozofu Foucault’un deyişiyle “panoptik bir gözetleme” hayatı kuşatmaktadır. Gözetlemenin esas alındığı panoptik yaşam biçimlerine doğru evrilen modern toplumlarda özel yaşama saygı hakkının ve bu hak kapsamında korunan en önemli hukuksal çıkarlardan olan mahremiyetin nasıl korunacağı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyin, ahlaki ve toplumsal kişiliğinin gelişiminde ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenlemede önemli bir kavram olan mahremiyetin ihlali insan onurunun ve kişiliğinin ihlali anlamına gelmektedir. Birey muazzam ve dehşet verici bir bilgi bankası veya veri tabanı içinde bir numaradan ibaret bir nesneye indirgenme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu gücün sınırlandırılması, özel hayatın ve kişilik haklarının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Kişisel verilerin korunması, bir özgürlük sorunudur ve özel hayatın gizliliği, yalnız kalma hakkından kişinin kendisi hakkındaki veri ve bilgileri kontrol hakkını içerir bir şekle dönüşmüştür. Bireylere hayatlarını diledikleri gibi düzenleme fırsatı sunan bir alan yaratma imkânı tanıyan özel yaşamın gizliliği hakkı, kişinin özerk bir birey olması açısından son derece önemlidir. Bu hak, başkaları ve devlet tarafından ihlal edilmemesi, saygı gösterilmesi gereken bir çeşit onursal duvar yaratmaktadır. Bireyin özel yaşamının gizliliği hakkı ile devletin güvenlik sağlama görevi arasında çatışmada güvenlik her zaman öncelik taşıyacaksa özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması haklarında söz etmenin çok fazla bir anlamı kalmamaktadır.

90. Madde Yönünden

Bu maddeye göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” İptal konusu düzenleme, ilk bölümde de anlatıldığı üzere, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 17. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesini ihlal ettiğinden, Anayasa’nın 90. maddesine de aykırıdır.

Sonuç

İptali istenen düzenleme, Anayasanın, temel hak ve hürriyetlerin demokratik toplum düzenin gereklerine aykırı olarak sınırlanamayacağını belirten 13., herkesin maddi ve manevi kişiliğini geliştirme hakkına sahip olmasını güvence altına alan 17., özel hayatın gizliliğini ve kişisel verilerin korunmasını düzenleyen 20., ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerini anayasal güvence altına alan 90. maddelerine aykırı olduğundan çoğunluk görüşüne muhalif kalınmıştır.

 

                                                                                                                    Üye

                                                                                                         Engin YILDIRIM

 

Kaynakça

Atak, Songül, (2010), “Avrupa Konseyi’nin Kişisel Veriler Açısından Sağladığı Temel Güvenceler”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, sayı 87, ss: 90-120.

Avrupa Konseyi, (2008), Protecting the Right to Privacy in the Fight against Terrorism, CommDH/IssuePaper(2008),https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?Index=no&command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=1416463&SecMode=1&DocId=1426260&Usage=2, erişim tarihi 15.11.2012

Avrupa Konseyi, (2002),İnsan Hakları ve Terörle Mücadele Hakkında İlkeler, http://www.jp.coe.int/upload/90_guidelineshumanrights_terrorism_tur.pdf, erişim tarihi 15.11.2012.

Dragu, Tiberiu, (2011), “Is There a Tradeoff between Security and Liberty? Executive Bias, Privacy Protections and Terrorism Preventions”, American Political Science Review, 105(1): 64-78.

Hein van Kempen, Piet (2013), “Four Concepts of Security-A Human Rights Perspective”, Human Righst Law Review,13: 1-23.

Küzeci, Elif, (2010), Kişisel Verilerin Korunması, Ankara: Turhan Kitabevi.

Locke, John, (2010), Hükümet Üstüne İkinci Tez, çev. Aysel Doğan, İzmir: İlya Yayınevi.

Michaelsen, Christopher, (2006), Balancing Civil Liberties against National Security: A Critique of Counterterrorism Rhetoric”, Univeristy of New South Wales Law Journal, 29 (1): 1-21.

National Research Council (2008), Protecting Individual Privacy in the Struggle Against Terrorists: A Framework for Program Assessment, Executive Summary http://www.nap.edu/catalog.php?record_id=12452, erişim tarihi, 19.11.2012.

Posner, Richard, (2006), Not a Suicide Pact: The Constitution in a Time of National Emergency, Oxford: Oxford University Press.

Posner, Eric A. ve Adrian, Vermeule (2007), Terror in the Balance: Security, Liberty and the Courts, New York: Oxford University Press.

Scheinin, Martin, (2009), Report of the Special Rapporteur on the Promotion and Protection of Human Rights and Fundamental Freedoms while Countering Terrorism, Human Rights, Council,UN,http://www2.ohchr.org/english/bodies/hrcouncil/docs/13session/A-HRC-13-37.pdf, erişim tarihi, 19.11.2012.

Schwartz, Paul, M (2011), “Regulating Governmental Data Mining in the United States and Germany: Constitutional Courts, the State and New Technology”, William and Mary Law Review, 53: 351-387.

Solove, J. Daniel (2011), Nothing to Hide: The False Tradeoff between Privacy and Security, New Haven: Yale University Press.

Solove, J. Daniel, (2008), “Data Mining and the Security-Liberty Debate”, The University of Chicago Law Review, 75: 343-362.

Sottiaux, Stefan, (2008), Terrorism and the Limitation of the Rights: The ECHR and the US Constitution, Oxford: Hart Publishing.

Şimşek, Oğuz, (2008), Anayasa Hukukunda Kişisel Verilerin Korunması, İstanbul: Beta.

Vermeule, Adrian, (2011), “Security and Liberty: Critiques of Tradeoff Thesis”, Harvard Law School Public Law and Legal Theory Working Paper Series, paper no: 11-19 http://ssrn.com/abstract=1888334 s. 2, erişim tarihi, 2.11.2012.

Waldron, Jeremy, (2007), “Safety and Security”, Nebraska Law Review 85(1): 455-507.

Waldron Jeremy, (2003), “Security and Liberty: The Image of Balance”, The Journal of Political Philosophy, 11 (2): 191-210.

Young, Raymond, (2008) “Germany: Shooting Down Aircraft and Analysing Computer Data”, International Journal of Constitutional Law, 6(2): 331-348.

 

MUHALEFET ŞERHİ

17.2.2010 günlü, 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un:

1- 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “... terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı ...” bölümünde yer alan “... İçişleri Bakanlığına bağlı ...” ibaresi;

2- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “... İçişleri Bakanlığına bağlı ...” ibaresi;

3- 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, birinci cümlesinde yer alan “... İçişleri Bakanının ...”, ikinci cümlesinde yer alan “... İçişleri Bakanının ...” ve üçüncü cümlesinde yer alan “... İçişleri Bakanı ...” ibareleri;

4- 5. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “... Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları ...” ibaresindeki “... Bakanın ...” sözcüğü;

5- 10. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin “... Bakan onayı ile en çok on Müsteşarlık Müşaviri pozisyon unvanıyla sözleşmeli personel çalıştırılabilir. Personelin sözleşme usul ve esasları Müşteşarlıkça tespit edilir ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. Bu statüde çalıştırılma, sözleşme bitiminde kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir pozisyon, kadro veya statüde çalışma açısından kazanılmış hak teşkil etmez.” bölümünde yer alan “Bakan ...” sözcüğü ile yine aynı bölümde yer alan “... ve bu Kanuna ekli (2) sayılı cetvelde belirlenen taban ve tavan ücretleri arasında kalmak üzere Müsteşarın teklifi ve Bakan onayı ile aylık brüt sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca Müsteşarlıkta sözleşmeli personel olarak istihdam edilenler için belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ikramiye ve teşvik ikramiyesi ödenebilir. ...” ibaresi;

6- 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “Bakan ...” sözcüğünün;

643 ve 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile yürürlükten kaldırıldığından sözü geçen kuralların iptali istemi hakkında ‘karar verilmesine yer olmadığına’ karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan iptal başvurularının konusunu oluşturan kuralların tümüyle yasal değişikliğe uğramaları halinde, söz konusu başvurular hakkında karar verilmesinde hukuki yarar bulunmamaktadır. Ancak; yapılan değişikliğin dava konusu tümce, ibare veya sözcüklere ilişkin olması durumunda incelemenin sürdürülerek sonuca gidilmesi dolayısıyle istemle ilgili karar verilmesi gerekir. Aksi takdirde dava konusu kurallarda esasa müessir olmayacak şekilde yapılacak ekleme ve çıkarma şeklindeki değişiklikler anayasal denetimin dışında kalmasına neden olacağı, bu durumun da Anayasa Yargısının amacı ve işlevine ters düşeceğinden çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

 

                                                                                                              Üye

                                                                                                 Nuri NECİPOĞLU

 

 



* Türkiye, bu Sözleşmeyi imzalamakla birlikte, “Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun”, henüz yasalaşmadığından Sözleşme’nin ilgili hükmü gereğince taraf olmamıştır.