Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas
Sayısı : 2012/117
Karar
Sayısı : 2012/204
Karar
Günü : 27.12.2012
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN
: Hava Kuvveti Komutanlığı Eskişehir 1. Hava
Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 25.10.1963 günlü, 353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 10.
maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin, Anayasa’nın 2.,
10., 36. ve 145. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar
verilmesi istemidir.
I- OLAY
Türk Silahlı Kuvvetlerinde sivil işçi olarak
çalışan sanık hakkında “Hizmette Tekasülle Harp Malzemesini Hasara Uğratmak” suçundan
açılan kamu davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu
kanaatine varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
II-
İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“Sanık
hakkında 1. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 08.06.2012 gün ve
2012/453-199 esas ve karar sayılı iddianamesi ile 1632 sayılı ASCK.’nun 137’nci maddesinde düzenlenen “Hizmette Tekasülle Harp Malzemesini Mühimce Hasara
Uğratmak” suçundan kamu davası açılmış olup, bu suçtan mahkememizde
yargılanması devam etmektedir. Sanık hakkında mahkememizde yargılama devam
ederken Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 16.02.2012 gün ve 2012/6-21 E.K,
sayılı kararı ile özetle; “Svl.Me. ….
hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ve 28 Kasım 2011
tarihinde büyük daire tarafından temyiz talebinin reddedilmesi üzerine
kesinleşen Ocak 2012 tarihinde UYAP’ta yayınlanan
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2 nci Dairesinin
45912/06 numaralı kararı ve T.C. Anayasası’nın 2, 36, 37 ve 90’ncı
maddeleri dikkate alınarak Milli Savunma Bakanlığında veya Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli sivil memurların askeri mahkemelerde yargılanmaları
sonucu verilecek kararların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince adil
yargılama hakkının ihlali olarak kabul edileceği anlaşıldığından, AİHM.’nin sözleşmeyi yorumlamaya yetkili tek organ olması
nedeniyle sözleşmeye aykırılığını saptadığını Türk yasalarının (MSB ve TSK’da görevli sivil memurların, ve askeri işyerlerinde
çalışan ve İş Kanununa tabi bulunan işçilerin askeri mahkemelerde
yargılanmalarına olanak tanıyan düzenlemelerin,) uygulanmaması, sanığın
adil yargılama hakkının ihlal edilmemesi bakımından somut olayda adliye
mahkemelerinde yargılanmasının sağlanması gerektiğini belirterek, başka bir
suçtan yargılanan Svl.Me. ...’nin
Anayasanın 90’ncı maddesinin son fıkrası kapsamında uluslararası anlaşma
esas alınarak yargı yerinin belirlenmesi, sanığın yargılamasının adliye
mahkemelerinde yapılması gerektiği yönünde mahkumiyet
hükmünün görev yönünden bozulmasına” karar vermiştir.
Askeri
Yargıtay Daireler Kurulunun 16.02.2012 gün ve 2012/6-21 E.K sayılı
kararları ile atıfta bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2 nci Dairesinin 45912/06 numaralı kararı sonrasında
ortaya çıkan görev hususundaki hukuksal durumun değerlendirilmesi açısından
öncelikle mevcut iç hukuk mevzuatının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın, 5982 sayılı Yasa ile değiştirilen, “Askeri
Yargı” başlıklı 145/1-3’üncü maddesinde, askeri yargının görev alanı;
“Askeri yargı,
askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu
mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların
asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak
işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine,
anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her
halde adliye mahkemelerinde görülür.
Savaş hali
haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz. Askeri
mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili
oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adli yargı hakim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla
düzenlenir.” şeklinde düzenlenmiştir,
5982 sayılı
Yasa ile değiştirilen ve henüz Anayasaya uyumla ilgili düzenlemelerin
kanunlaşmaması sebebi ile 353 sayılı Kanun’a yansıtılmayan Anayasa
hükümlerine göre, savaş hali haricinde asker olmayan kişilerin Askeri
Mahkemede yargılanması söz konusu değildir.
Asker kişi
tanımı Anayasa’da yapılmamakla birlikte, 353 sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Asker kişiler” başlıklı 10’uncu
maddesinde, bu Kanun’un uygulanmasında kimlerin asker kişi sayılacağı, 1632
sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “Askeri şahıslar” başlıklı 3’üncü maddesinde
de; kimlerin askeri şahıs olduğu sayma yöntemi ile gösterilmiştir. Bu
maddelerde gösterilmeyen/sayılmayan kişilerin “sivil kişiler” olarak kabul
edilmesi gerektiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Öte yandan,
211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 2/2’nci maddesinde, Asker; “Askerlik
mükellefiyeti altına giren şahıslarla (Erbaş ve erler) özel kanunlarla
Silahlı Kuvvetlere intisabeden ve resmi bir
kıyafet taşıyan şahsa denir.” şeklinde tanımlanmıştır. 211 sayılı TSK İç
Hizmet Kanunu’nun 2/2’nci maddesinde belirtilen asker tanımı açısından
temel kriterin özel biçime sahip, ayırıcı
özelliklere sahip, yasalarla belirlenen rütbe, işaret gibi semboller taşıyan,
asker kişiyi diğer kişilerden ayıran resmi bir kıyafet taşıma olduğu
açıktır.
As.C.K’nın 3/2’nci maddesinde
(4551 sayılı Kanun ile yapılan bu düzenlemenin (değişikliğin), Anayasa
Mahkemesinin 25.11.2005 tarihli ve 2003/34 Esas-2005/91 Karar sayılı
kararıyla, Anayasa’nın 2, 10, 19, 38, 128 ve 129’uncu maddelerine aykırı
olmadığına karar verilmiştir), “Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı
Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan devlet memurlarının asker kişi
sıfatları, 04.01.1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun 115’inci maddesinde belirtilen yükümlülükleri ile
sınırlıdır,” şeklinde yer alan ifadeyle, Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşunda çalışan sivil personelin As.C.K’nın
uygulaması anlamında asker kişi sıfatları sınırlandırılmıştır (Askeri
Yargıtay Daireler Kurulunun 01.02.2001 tarihli ve 2001/7-13 sayılı kararı).
211 sayılı İç
Hizmet Kanunu’nun 115’inci maddesi; “Silahlı Kuvvetlerde çalışan sivil
memur, müstahdem, müteferrik müstahdem ve gündelikçi sivil personel bu
kanunun askerlere tahmil ettiği, sorumluluk ve hizmetlerin ifası
bakımından:
a) Amir vazifesi alanlar, maiyetindeki bütün
askeri ve sivil personele hizmetin icap ettirdiği emirleri verebilir. Ceza
vermek salahiyetleri yoktur. Maiyetin cezalandırılması icabeden
hallerde en yakın askeri amire müracaat edilir
b) Bütün sivil
personel emrinde çalıştıkları askeri amirlere karşı ast durumunda olup bu
Kanunun 14’üncu maddesinin asta tahmil ettiği vazifeleri aynen yapmaya
mecburdurlar. Hilafına hareket edenler askerlerin tabi olduğu cezai müeyyidelere
tabi olurlar.”
Aynı Kanun’un
14’üncü maddesi ise; “Ast; amir ve üstüne umumi adap ve askeri usullere
uygun tam bir hürmet göstermeye, amirlerine mutlak surette itaate ve kanun
ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdur.
Ast muayyen
olan vazifeleri, aldığı emri vaktinde yapar ve değiştiremez, haddini
aşamaz. İcradan doğacak mesuliyetler emri verene aittir.
İtaat hissini
tehdit eden her türlü tezahürler, sözler, yazılar ve fiil ve hareketler
cezai müeyyidelerle men olunur.” hükümlerini içermektedir.
Bu itibarla,
madde metinlerinden açıkça anlaşılacağı üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görevli tüm sivil personelin emrinde çalıştıkları askeri amirlere karşı ast
durumunda oldukları, İç Hizmet Kanunu’nun 14’üncü maddesinde asta yüklenen
görevleri aynen yapmaya mecbur oldukları, aksine hareket edenlerin
askerlerin tabi olduğu cezai müeyyidelere tabi olacakları belirtilmiştir. Buna göre ve yerleşmiş Askeri Yargıtay İçtihatları da nazara
alındığında, Milli Savunma Bakanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
tüm sivil personel, Askeri Ceza Kanununda yazılı, “amiri tehdit”, “amire
hakaret”, “amire mukavemet”, “amire fiilen taarruz”, “emre itaatsizlikte
ısrar” gibi askeri cürümleri, 477 sayılı Disiplin Suç ve Cezaları
Hakkındaki Kanunda yazılı, “amire saygısızlık”, “emre itaatsizlik”, “amire
bilerek doğru söylememek” gibi disiplin suçlarını işleyebileceklerdir
(Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 05.06.2003 tarihli ve 2003/57-56 sayılı
kararı).
Ancak askeri yargının görev alanını kişi yönünden belirleyen ve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 5982 sayılı Yasa ile değiştirilmeden
önceki “Askeri Yargı” başlıklı 145’nci maddesi ile uyumlu bulunduğu görülen
353 sayılı Kanun’un 10/C-D maddesinde; “Milli Savunma Bakanlığı veya Türk
Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel” ile
“Askeri işyerlerinde çalışan ve İş Kanununa tabi bulunan işçiler” de, asker
kişi olarak sayılmıştır
Dolayısıyla,
211 sayılı Kanun’un tanımlamasından farklı olarak, esasen üniforma giymeyen
ve silah taşımayan TSK bünyesindeki sivil personel, hiçbir ayrım
gözetilmeksizin, “askeri suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya
askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçları”
yönünden, diğer asker kişiler gibi Askeri Mahkemelerin yargılamasına tabi
tutulmuşlardır.
Türk Silahlı
Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel ile işçilerin
yargılanmasına ilişkin yasal düzenlemeler belirlendikten sonra, bu aşamada,
adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olan doğal yargıç ilkesinin
tanımlanması gerekmektedir.
Davayı görecek yargıcın, suçun işlenmesinden önce yasa ile belli
edilmesini öngören doğal yargıç ilkesi, Anayasa’nın 37’nci maddesinde, hiç
kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarılamayacağı, ayrıca, bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka
bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü
mercilerin kurulamayacağı, şeklinde düzenlenmiştir
Nihayetinde, dar anlamda “doğal yargıç” kavramı, suçun işlenmesinden
önce yasayla belli edilmiş yargıç diye tanımlanmakta olup, askeri yargının
görev alanını düzenleyen mevzuat sistematiğine bakıldığında, Türk Silahlı
Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel ile işçilerin
yargılanmasını, “askeri suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya
askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçları” yönünden
Askeri Mahkemelere tabi kılan yasal düzenlemenin, şeklen doğal yargıç
ilkesine uygun olduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de, 20.11.1990 tarihli ve
1990/13 Esas-1990/30 Karar sayılı kararında; yargılama makamlarının suçun
işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya
yargıçların atanmasına engel oluşturan, sanığa veya davanın yanlarına göre
yargıç atanmasına olanak vermeyen “doğal yargıç” ilkesini, dar anlamda
kabul etmektedir.
Doğal yargıç
ilkesinin, geniş anlamda yorumlanması ve adil yargılanma ilkesinin
“mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı” ilkesiyle sıkı bir ilintisinin
bulunduğu açıktır.
Anayasa’nın
90/5’inci maddesinde yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.
Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine
başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla
kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri
esas alınır,” şeklindeki hükümle, iç hukukumuzun bir parçası haline gelen
ve mahkemelerce resen dikkate alınması hususunda duraksama bulunmayan
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı
6’ncı maddesinde;
“1. Her şahıs
gerek medeni hak ve vecibeleriyle ilgili nizalar gerek cezai sahada
kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan,
kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde hakkaniyete uygun ve alemi surette dinlenmesini istemek hakkına haizdir.
Hüküm aleni
olarak verilir, şu kadar ki demokratik bir toplulukta amme intizamının veya
milli güvenliğin veya ahlakın yararına veya küçüğün menfaati veya davaya
taraf olanların korunması veya adaletin selametine zarar verebileceği bazı
hususi hallerde, mahkemece zaruri görülecek ölçüde, aleniyet davanın
devamınca tamamen veya kısmen basın mensupları ve halk hakkında tahdit edilebilir.
2. Bir suç ile
itham edilen her şahıs suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar masum
sayılır.
3. Her sanık
ezcümle:
a) Şahsına
tevcih edilen isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa bir zamanda, anladığı
bir dille ve etraflı surette haberdar edilmek,
b) Müdafaasını
hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak,
c) Kendi
kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafii veya eğer bir müdafii
tayin için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve
adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir
avukatın meccani yardımından istifade etmek,
d) İddia
şahitlerini sorguya çekmek veya çektirmek, müdafaa şahitlerinin de iddia
şahitleriyle aynı şartlar altında davet edilmesini ve dinlenmesinin
sağlanmasını istemek,
e) Duruşmada
kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın
yardımından meccanen faydalanmak haklarına sahiptir.” şeklinde düzenleme
yer almaktadır.
Hemen bu
bağlamda belirtmek gerekir ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2’nci
Dairesinin; İçen-Türkiye No:45912/06 kararıyla, özetle; askeri mahkemelerin
yargılama yetkisinin, zorunlu haller ve gerekçeler (her bir vaka için somut
olması) dışında sivil kişilere uygulanmaması- gerektiğini ve yasal
dayanağının açık ve öngörülebilir olması gerektiğini, somut olayda sivil
bir kişi olan sanığın askeri mahkemede yargılanmasını haklı çıkaracak
gerekçelerin oluşmadığı kanaatiyle, ulusal yargı tarafından öngörülse bile,
sivil kişi olan sanığın, ordu mensubu hakimler
tarafından yargılanmalarından dolayı bu mahkemelerin bağımsızlığına ve
tarafsızlığına dair duydukları şüphe gerekçesiyle, askeri mahkemelerin
sivilleri yargılama yetkilerinin AİHS’nin
6/1’inci maddesine aykırı olduğuna karar verilmiştir.
AİHS’nin 6’ncı maddesinde tanımlanan adil yargılanma
hakkına altlanan kavramlar, yasal, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede
yargılanma, makul sürede yargılanma, açık (aleni) yargılama, vicahilik,
masumiyet karinesi, silahların eşitliği ilkesi, sanık hakları şeklinde
özetlenebilir. Ancak, AİHM’nin söz konusu
kararının içeriğinde, daha önceki kararlarına da atıfta bulunarak, adil
yargılanma hakkı kapsamında bağımsız ve tarafsız mahkeme kavramına dayandığı
görülmektedir.
Askeri
Yargıtay Daireler Kurulunun 16.02.2012 tarihli ve 2012/6-21 sayılı
kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2’nci Dairesinin İçen-Türkiye
No:45912/06 kararı gözetilerek, Anayasa’nın 90/5’inci maddesi uyarınca, AİHS’nin 6/1’inci maddesi doğrultusunda (353 sayılı
Kanun’un 10/C-D maddesinin uygulanması olanağının kalmadığı) görevsizlik
kararı verilmesi gerektiğinden bahisle mahkumiyet
hükmünün bozulmasına karar verilmiş ise de,
Mevzuat
hükümlerinin yorumlanmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının
yön göstericisinden faydalanılması gerektiği izahtan vareste olmakla
birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının doğrudan iç mevzuat
hükümlerini ortadan kaldırma yeteneğinin bulunmadığı, Anayasanın 90/5’ınci
maddesinin bu yönde bir yorumda bulunulmasına elverişli olmadığı hususunda
duraksama bulunmamalıdır.
Zira, Anayasa’nın 90/5’inci maddesinde, “temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla
kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri
esas alınır” şeklinde yer verilen ifadedeki uyuşmazlığın, sözleşme ile iç
hukuk metinleri arasındaki somut farklılıklar olarak algılanması
gerekmektedir.
AİHM’nin içtihadıyla, iç hukukta yer alan ve usulüne göre
yürürlüğe girmiş bulunan normların ortadan kaldırılabileceğine ilişkin bir
kabulün, ceza yargılamasında mutlak aranması gereken, yasal dayanağın açık
ve öngörülebilir olması kuralına aykırılık oluşturacağı, hukuk kurallarının
açık veya örtülü olarak ortadan kaldırılmasına ilişkin ilkelerle de
bağdaşmayacağı açıktır.
Mevzuatın,
içtihat doğrultusunda yorumlanması suretiyle uygulanması olanağı
bulunmadığı hallerde, diğer bir deyişle AİHM içtihadının, mevzuat
değişikliğini gerekli kılması halinde, meclisin içtihadın yorumuna uygun
şekilde söz konusu kanun değişikliğini yapması gerekmektedir. Nitekim,
DGM’lerde askeri hakimlerin bulunmasına ilişkin
düzenleme de, mevzuat değişikliğiyle AİHS’nin
yorumuna (AİHM içtihadına) uygun hale getirilmeye çalışılmıştır. Benzer
yöntem, üye devletlerin bir çoğu tarafından
uygulanmakta, esasen sistem de buna ilişkin bir mekanizmayı (AİHS’nin 46/2’nci maddesi) bünyesinde barındırmaktadır.
Diğer
taraftan, sadece o davaya özgü olarak tespit edilen aykırılığın iç hukukta
yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmesi suretiyle, AİHS’nin 46/1 inci maddesi kapsamında AİHM’nin kararlarına uyulması zorunluluğunun
karşılanması da, mevzuat değişikliği gerektiren durumlarda seri olarak AİHS’ne aykırılık oluşturan kararlar alınmasına engel
olmayacağı açıktır.
Dolayısıyla,
somut olayda, herhangi bir yasa değişikliğine gidilmediğine göre,
kanımızca, AİHM içtihadının iç hukuk normunu kendiliğinden ortadan kaldırma
olanağı da bulunmadığına göre, yargı olarak çözümü iç hukukumuzun
mekanizmaları içinde aramak ve bulmak gerekir.
Anayasa’nın
152’nci maddesine göre, uygulanmakta olan kanun hükmünün Anayasa
hükümlerine aykırı olduğu kanısına varıldığında, Anayasa Mahkemesine
başvurulması ve bu konuda karar verilinceye kadarda davanın geri
bırakılması mümkün bulunmaktadır.
AİHM’nin kararı, mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı
kavramına dayanmakta olup, Anayasa’nın 36/1’inci maddesinde adil yargılanma
hakkına yer verilmiştir. Askeri Yargı organlarının kuruluşunun,
işleyişinin, askeri hakimlerin özlük işlerinin,
askeri savcılık görevlerini yapan askeri hakimlerin görevli bulundukları
komutanlıkla ilişkilerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı
esaslarına göre kanunla düzenleneceğine” dair Anayasa’nın 145’inci
maddesinin, AİHS’nin 6’ncı maddesinde tanımlanan
adil yargılanma hakkına altlanan mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı
kavramlarını karşıladığı ve desteklediği görülmektedir.
Ayrıca Hukuk
devleti ilkesi Anayasanın 2’nci maddesinde düzenlenmiş olup, 10’ncu maddede
ise eşitlik ilkesi düzenlenmiştir. Anayasanın eşitlik ilkesi gereği eşitlik
her bakımdan aynı hukuki durumda olanlar arasında aranacak bir özellik
olup, farklı durumdakilere farklı kurallar uygulanması eşitliği bozmaz ise
de, kişilerin farklı kurallara tabi tutulmalarının haklı nedenlere
dayanıyor olması gerekmektedir. Kişilerin farklı kurallara tabi tutulmaları
haklı nedenlere dayanmıyorsa eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olacaktır.
Anayasa Mahkemesinin kararlarında eşitlik ilkesine aykırılığın hukuk
devleti ilkesine de aykırılık oluşturacağı kabul edilmektedir. Bu anlamıyla
savaş ve yakın savaş tehdidi dışında MSB ve TSK’lerinde görev yapan ancak
üniforma taşımayan sivil personel ve işçilerin, diğer sivillerden ayrı bir
yargılama rejimine tabi tutulmasının haklı nedenlere dayandığının kabulünü
gerektirir hukuki argümanların varolmadığı
da açıktır.
Diğer taraftan, objektif olarak herkes tarafından asker kişi olarak
algılanan Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında görevli resmi
kıyafet taşıyan personelin de, Anayasamız ve 353 sayılı Kanunda belirtilen
şekilde işlediği suçları açısından bağımsız ve tarafsız bir mahkemece
yargılanmayı isteme hakkına sahip olduğunu ve bu hakka tüm makamlarca
(mevzuatı belirleyen ve mevzuata uygun yargılamayı yapan) saygı
gösterilerek hareket edilmesi gerektiğine işaret edildikten sonra, Türk
Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel ile
işçilerin hiçbir ayrım gözetilmeksizin, sübjektif yönden bağımsız ve
tarafsız olduklarında hiçbir kuşku bulunmayan, fakat görünümü ve
algılanması yönünden (objektif olarak) bağımsızlığı ve tarafsızlığı
bakımından kuşku duyulabilen askeri yargıya tabi olmasının adil yargılanma
hakkına altlanan mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı kavramları
bağlamında Anayasa hükümlerine aykırılık oluşturduğu kanaatindeyiz.
Bu itibarla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin dayanmış olduğu
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1’inci maddesinde belirtilen adli
yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36’ncı maddesinde doğrudan düzenlenmiş ve bu
ilkeyi destekleyici hükümler ve hukuk sistemimizin işleyişi ve bütünlüğü
açısından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2’nci Dairesinin İçen-Türkiye
No:45912/06 kararı da dikkate alınarak, 353 sayılı Kanun’un 10/C-D
maddeleri, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 3’ncü maddesinin 1’nci
fıkrasındaki “Askeri iş yerinde çalışan ve iş kanununa tabi bulunan
işçiler” ibaresi, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 3’ncü maddesinin 2’nci
fıkrasının Anayasa’nın 2, 10, 36 ve 145’inci maddelerine aykırılık
oluşturduğu anlaşılmış ise de; Anayasamızın, Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde
ileri sürülmesi başlıklı 152’nci maddesinde bir davaya bakmakta olan
mahkemenin davada uygulanacak bir kanun ya da kanun hükmünde kararnamenin
hükümlerinin Anayasaya aykırılığının ileri sürülebileceğinin belirtilmesi
karşısında, müsnet davada uygulanacak kanun
hükmünün 353 sayılı Kanun’un 10/D maddesi olması sebebiyle 353 sayılı
Kanun’un 10/D maddesinin Anayasa’nın 2, 10, 36 ve 145’inci maddelerine
aykırılık oluşturması nedeniyle, bu fıkranın iptali istemiyle T.C.
Anayasası’nın 152’nci maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
gerekçeli kararın ve dava dosyasının onaylı suretinin Anayasa Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmiştir.”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
25.10.1963 günlü, 353 sayılı
Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun itiraz konusu kuralın
da yer aldığı 10. maddesi şöyledir:
“ASKER
KİŞİLER:
Bu
Kanunun uygulanmasında aşağıda yazılı olanlar asker kişi sayılırlar:
A) (Değişik: 29/6/2006
– 5530/2 md.) Muvazzaf askerler; subaylar, astsubaylar,
askerî öğrenciler, uzman jandarmalar, uzman erbaşlar, sözleşmeli erbaş ve
erler, erbaş ve erler,
B)
Yedek askerler (Askeri hizmette bulundukları sürece),
C)
(İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 20/9/2012 tarihli ve E.:
2012/45, K.: 2012/125 sayılı Kararı ile.)
D) Askeri işyerlerinde çalışan ve İş
Kanununa tabi bulunan işçiler,
E)
Rızası ile Türk Silahlı Kuvvetlerine katılanlar,
F) (Mülga: 29/6/2006-5530/62
md.)”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 10., 36. ve 145. maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep
KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve Zühtü ARSLAN’ın katılımlarıyla 1.11.2012 gününde yapılan ilk
inceleme toplantısında eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir[.
VI- ESASIN
İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Fatma BABAYİĞİT
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa
kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, 5982 sayılı Kanun ile
Anayasa’nın 145. maddesinde değişiklik yapılarak savaş hali haricinde asker
olmayan kişilerin askeri mahkemelerde yargılanamayacağının hüküm altına
alındığı, Anayasa’nın anılan maddesinde değişiklik yapılmasına rağmen
askeri işyerlerinde çalışan ve İş Kanunu’na tabi bulunan işçilerin askeri
mahkemelerde yargılanmasına olanak tanıyan itiraz konusu kuralın halen
mevcudiyetini koruduğu, böylece kuralın Anayasa’ya aykırı hale geldiği
belirtilerek Anayasa’nın 2., 10., 36. ve 145.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kuralda, 353 sayılı Kanun’un
uygulanmasında askeri işyerlerinde çalışan ve İş Kanunu’na tabi bulunan
işçilerin asker kişi sayılacağı belirtilmiştir.
7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Kanun ile değiştirilen
Anayasa’nın 145. maddesinde, “Askerî
yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu
mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların
asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak
işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine,
anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her
halde adliye mahkemelerinde görülür. Savaş hali haricinde, asker olmayan
kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz. Askerî mahkemelerin savaş halinde
hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve
gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının
görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.” denilmektedir.
Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişikliğin
gerekçesinde, askeri yargının görev alanının yeniden düzenlendiği, mevcut
hükümde askeri yargının görev alanının oldukça geniş düzenlenmesi nedeniyle
uluslararası belgelerde bu durumun eleştirildiği, askeri mahkemelerin görev
alanının demokratik hukuk devletinin getirdiği ölçüler çerçevesinde yeniden
tanımlandığı, getirilen düzenlemeyle askeri mahkemelerin görev alanının
askeri suçların yargılanmasıyla çağdaş ülkelerde olduğu gibi
sınırlandırıldığı ve asker kişilerin sadece askerlik hizmet ve görevleriyle
ilgili olarak işledikleri askeri suçlara ait davalarla sınırlı tutulduğu,
asker olmayan kişilerin savaş hali haricinde, askeri mahkemelerde
yargılanamayacağının anayasal teminat altında alındığı belirtilmektedir.
İtiraz konusu kurala göre, askeri işyerlerinde
çalışan ve İş Kanunu’na tabi bulunan işçiler, asker kişi sayılmakta ve buna
bağlı olarak anılan kişilerin herhangi bir suç işlemeleri durumunda askeri
mahkemelerde yargılanmaları söz konusu olmaktadır. Ancak, Anayasa’nın 145.
maddesinin değişiklik gerekçesinde de belirtildiği üzere, savaş hali
dışında asker olmayan kişilerin işledikleri suçlar nedeniyle askeri
mahkemelerde yargılanamayacağı anayasal olarak teminat altına alınmıştır.
Bu durumda, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda,
askeri işyerlerinde çalışan ve İş Kanunu’na tabi bulunan işçilerin askeri
mahkemelerde yargılanmasına olanak tanıyan itiraz konusu kural Anayasa’ya
aykırı hale gelmiştir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural
Anayasa’nın 145. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
İtiraz konusu kural, Anayasa’nın 145. maddesine
aykırı görülerek iptal edildiğinden, Anayasa’nın 2.,
10. ve 36. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN,
Nuri NECİPOĞLU ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ
25.10.1963 günlü, 353 sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinin birinci fıkrasının
(D) bendinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Zehra Ayla PERKTAŞ,
Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Nuri NECİPOĞLU ile Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA, 27.12.2012 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
25.10.1963 günlü, 353 sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun “Asker kişiler” başlıklı 10.
maddesinin itiraz istemlerine konu (D) bendinde “Askeri işyerlerinde
çalışan ve İş Kanununa tabi bulunan işçiler”in,
bu Kanun’un uygulanmasında asker kişi sayılacakları hüküm altına
alınmaktadır.
Benzer düzenlemeler, Türk Silahlı Kuvvetleri ile
ilgili muhtelif kanunlarda yer almaktadır. Bu meyanda, sözkonusu
hükümlere kısaca temas etmekte yarar bulunmaktadır.
1-
22.5.1930 günlü, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun “Askeri Şahıslar”
başlıklı 3. maddesinde;
“Askeri şahıslar; Mareşalden asteğmene kadar subaylar,
astsubaylar, Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro
ve kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma ve uzman
erbaşlar, erbaş ve erler ile askeri öğrencilerdir.
Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri
kadro ve kuruluşunda çalışan Devlet memurlarının asker kişi sıfatları,
4.1.1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun
115 inci maddesinde belirtilen yükümlülükleri ile sınırlıdır.”
Anılan kuralla birlikte Askeri Ceza Kanunu’nun 23., 32., 165. ve 171. maddelerinin “sivil memurlar”
yönünden açılan iptal davasında Anayasa Mahkemesi, 25.11.2005 tarih ve
E.2000/34, K.2005/91 sayılı kararıyla (RG. 8.11.2006, Sayı: 26340) iptal istemini şu gerekçeyle reddetmiştir:
“…Askeri Ceza Kanunu’nun 4551 sayılı
Yasa’nın 1. maddesi ile değiştirilen 3. maddesinde kimlerin askeri şahıs
sayılacağı belirtilmiş ve Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı
Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan sivil personel de askeri şahıs
tanımı içerisinde sayılmış, 3. maddesi ile değiştirilen 23. maddesinin (B)
ve (D) fıkralarında, 4. maddesi ile değiştirilen 171. maddesine bağlı
cetvelde göz ve oda hapsi cezaları, bunların niteliği, neticeleri, yerine
getirilmesi, kimlere ne kadar süre verileceği ve bu cezaları vermeye
yetkili amirler belirlenmiş, bu kapsamda Milli Savunma Bakanlığı ile Türk
Silahlı Kuvvetlerinde çalışan Devlet memurlarına sadece amire saygısızlık
ve emre itaatsizlik suçlarından dolayı dört haftaya kadar göz veya oda
hapsi cezası verileceği, disiplin bozucu diğer eylemleri hakkında ilgili
kanun hükümlerinin uygulanacağı ve bu cezaların süresinin tayininde öğrenim
ve sosyal durumlarının dikkate alınacağı belirtilerek tanım maddesindeki
düzenleme somutlaştırılmıştır…
Askeri Ceza Kanunu’nun 3. maddesinin 4551 sayılı Yasa’nın
dava konusu 1. maddesiyle yapılan değişikten önceki halinde ‘askeri
şahıslar’, ‘mareşal (Büyük Amiral) den asteğmene
kadar subaylar ile astsubaylardan ere kadar erat ve bilumum askeri
memurlar, askeri hâkimler ve müstahdemler ve askeri talebelerdir’ şeklinde
tanımlanmıştır.
4.1.1961 günlü, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
İç Hizmet Kanunu’nun 115. maddesinin (b) bendinde, ‘Bütün sivil personel
emrinde çalıştıkları askeri amirlere karşı ast durumunda olup, bu Kanunun
14 üncü maddesinin asta tahmil ettiği vazifeleri aynen yapmaya
mecburdurlar. Hilâfına hareket edenler askerlerin tâbi olduğu cezai müeyyidelere
tâbi olurlar.’ denilmiştir.
25.10.1963 günlü, 353 sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinde “Milli Savunma
Bakanlığı veya Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan
sivil personel’ ile ‘askeri işyerlerinde çalışan İş Kanunu’na tâbi bulunan
işçiler’ asker kişi sayılmışlardır.
16.6.1964 günlü, 477 sayılı
Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları
Hakkında Kanun’un 7. maddesinde disiplin amirlerinin, 14. maddesinde ise
nezdinde disiplin mahkemesi kurulan komutan veya askeri kurum amirinin, bir
disiplin suçu işleyen asker kişileri oda ve göz hapsi cezalarıyla cezalandırabileceği
gibi cezalandırılmaları için disiplin mahkemesine sevk edebilecekleri, 38.
maddesinin (D) bendinde sivil personel hakkında verilen oda veya göz hapsi
cezalarının öğrenim ve sosyal durumları göz önüne alınarak yerine getirileceği,
62. maddesinin ikinci fıkrasında sivil personel hakkında verilen ve yerine
getirilen oda ve göz hapsi cezalarının bunların yükselmelerinde nazara
alınmak üzere sicillerine işleneceği öngörülmüştür.
İptali istenilen 4551 sayılı
Yasa’nın dava konusu 1. maddesiyle değiştirilen Askeri Ceza Kanunu’nun 3.
maddesinin birinci fıkrasında ‘Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda
çalışan sivil personel’ askeri şahıslar arasında sayılmış, ikinci
fıkrasında ise bunlardan Devlet memurları statüsünde olanların, asker kişi
sıfatlarının Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 115. maddesinde
belirtilen yükümlülükleri ile sınırlı olduğu belirtilmiştir.
Yukarıda açıklanan hükümlerden anlaşılacağı gibi,
adı geçen memurların belirtilen kapsamda Askeri Ceza Kanunu bağlamında
askeri şahıs sayılmaları ve askeri disiplin cezalarına tâbi olmaları ilk
defa 4551 sayılı Yasa’yla kabul edilmiş değildir. Diğer bir ifade ile bu
memurların statülerinde bir değişiklik yapılmamıştır. Yapılan değişikliğin,
önceki uygulamayı devam ettirmeyi ve oluşabilecek kimi duraksamaları
ortadan kaldırmayı amaçladığı anlaşılmaktadır…
Bu duruma göre, dava dilekçesinde ileri sürüldüğü
şekilde Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşunda çalışan sivil personelin önceki statülerinden farklı yeni bir
statüye geçirilmiş oldukları ve statü karmaşası yaratıldığı ve bu durumun
hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu yönündeki savların isabetli olmadığı
sonucuna varılmıştır…
Silahlı Kuvvetlerde ifa edilen hizmetin niteliği ve
gerekleri, farklı çalışma koşullarını, özlük haklarını, disiplin hükümlerini gerektirmektedir. Bu nedenle, Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı
Kuvvetlerinde çalışan sivil memurların, istisnai bazı durumlarda
diğer Devlet memurlarından farklı olarak Askeri Ceza Kanunu’nda yer alan
kimi kurallara bağlı tutulmalarının, tâbi olunan statünün bir gereği olduğu
ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin düzeninin korunması ile ilgili bulunduğu
görüldüğünden, dava konusu yasa kurallarının eşitlik ilkesine aykırı
olmadığı sonucuna varılmıştır.
Dava konusu kurallarla, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görevli Devlet memurlarına verilebileceği öngörülen göz veya oda hapsi
cezaları, niteliği, yerine getirilmesi ve sonuçları bakımından ceza hukuku
anlamında özgürlüğü bağlayıcı ceza özelliği taşımayan, sadece disiplini
koruma ve bozulan disiplini sağlama niteliğinde olan cezalardır.
Anayasa’nın 19. maddesinde sayılan ve kişi
hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran haller arasında, bu nitelikte
olan disiplin cezaları sayılmamış ise de, 38. maddesindeki ‘idare, kişi
hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz.’ genel
ilkesinden sonra ‘Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla
istisnalar getirilebilir.’ denilmiştir.
Görüldüğü üzere, Anayasa koyucu, Anayasa’nın 38.
maddesini vazederken ‘Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni’ kavramını
kullanmıştır. Burada ‘Silahlı Kuvvetler mensupları’ ya da dar ve
teknik anlamda ‘askeri personel’ şeklinde kavramlar tercih
edilmemiştir. Böylece, kişi hürriyetinin idare tarafından
kısıtlanabilmesine izin veren istisnai düzenlemelerin kapsamına kimlerin
gireceği belirlenirken ‘şahıslar’a değil, aksine
‘Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni’ kavramına vurgu yapılmıştır. Diğer bir
ifadeyle, Anayasa’nın 38. maddesinin onbirinci
fıkrası vazedilirken ‘şahıslar’ değil, ‘yapılan iş’ esas alınmıştır.
Böylece, Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından gerekli olması halinde
kanunla getirilecek istisnai hükümlerle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli
bulunan gerek asker ve gerekse sivil personel hakkında idare tarafından kişi
hürriyetini bağlayıcı yaptırımların uygulanabilmesine olanak tanıyan
düzenlemelerin yapılmasına Anayasa’nın 38. maddesinde izin verilmiş olduğu
sonucuna varılmıştır…
Anayasa’nın 129. maddesinin dördüncü fıkrasında yer
alan ‘Silahlı Kuvvetler mensupları… hakkındaki hükümler
saklıdır.’ ibaresindeki ‘Silahlı Kuvvetler mensupları’ kavramının,
Anayasa’nın 38. maddesindeki düzenlemeye paralel biçimde genel bir ifade
olduğu ve Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda görevli Devlet
memurlarını da kapsadığı görülmektedir. Esasen, Anayasa’nın çeşitli
maddelerinde yer alan ‘askeri hizmetin gerekleri; ‘Silahlı Kuvvetlerin
iç düzeni’ gibi ifadeler, disiplin konusunda askerlik hizmetine
ilişkin gelenekleri ve kurulmuş düzenin Anayasa tarafından benimsenmiş
olduğunu göstermektedir… İptal isteminin reddi gerekir…”
Mezkur Anayasa Mahkemesi kararında; mevcut anayasal
sistemin “Türk Silahlı Kuvvetleri” mensupları kapsamına bu kurumda görev
yapan “Devlet memurları”nın da dahil
olduğu, “Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni” gereği ve “disiplin” gibi kriterler
gözetilerek, bu konumdaki Devlet memurları yönünden, Silahlı Kuvvetler
dışında görev yapan Devlet memurlarından farklı bir takım yasal
düzenlemeler yapılabileceği açıkça ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle,
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapmakta olan “Devlet memurları”nı “asker kişi” kabul eden yasakoyucunun bu konudaki takdiri Anayasa’ya uygun
bulunmuştur.
2-
4.1.1961 günlü, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun
“Silahlı Kuvvetlerde Çalışan Sivil Personel” başlıklı 115. maddesinde;
“Silahlı Kuvvetlerde çalışan sivil memur, müstahdem, müteferrik müstahdem
ve gündelikçi sivil personel bu Kanunun askerlere tahmil ettiği sorumluluk
ve hizmetlerin ifası bakımından
a) Amir vazifesi alanlar; maiyetindeki bütün askeri
ve sivil personele hizmetin icap ettirdiği emirleri verebilir. Ceza vermek
salâhiyetleri yoktur. Maiyetin cezalandırılması icap eden hallerde en yakın
askeri amire müracaat edilir.
b) Bütün sivil personel emrinde çalıştıkları askeri
amirlere karşı ast durumunda olup bu Kanunun 14 üncü maddesinin asta tahmil
ettiği vazifeleri aynen yapmaya mecburdurlar. Hilâfına hareket edenler
askerlerin tâbi olduğu cezaî müeyyidelere tâbi olurlar.” denilmektedir.
Aynı Kanun’un 116. maddesinin (d) bendinde ise;
“Sivil personel Silahlı Kuvvetlerde gördükleri
hizmetlerin hususiyetleri göz önüne alınarak bu Kanunun 77 nci maddesi gereğince nöbet hizmetlerine
sokulabilirler.” hükmü yer almaktadır.
3- 16.6.1964 günlü, 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri
Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanun’un
“Görev” başlıklı 7. maddesinde “Disiplin Mahkemeleri asker kişilerin bu
Kanunda yazılı disiplin suçlarına ait davalara bakar…” denilmekte; aynı
Kanun’un “Cezaların yerine getirilmesi” başlıklı 38. maddesinin (A)
fıkrasında; subaylar, astsubaylar, sivil personel, uzman jandarma ve
uzman erbaşlar hakkında “göz hapsi” ve “oda hapsi” cezaları verilebileceği
hüküm altına alınmaktadır. Askeri
işyerinde çalışan İş Kanununa tabi bulunan işçiler hakkında ise toplu
sözleşmede belirtilen disiplin cezaları ile cezalandırılacakları
açıklanmaktadır.
4- Anayasa’nın “Askeri Yargı” başlıklı 145. maddesi
12.9.2010 günlü, 5982 sayılı Kanun’la değişmiş ve ikinci fıkrası evvelce
“Askeri mahkemeler, asker olmayan kişilerin özel kanunda belirtilen askeri
suçları ile kanunda gösterilen görevlerini ifa ettikleri sırada veya
kanunda gösterilen askeri mahallerde askerlere karşı işledikleri suçlara da
bakmakla görevlidirler” şeklinde iken, “Savaş hali haricinde, asker
olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz.” şeklini almıştır. Bu fıkraya ilişkin “Değişik Gerekçesi”nde,
“…Maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle, asker olmayan kişilerin,
savaş hali haricinde, askeri mahkemelerde yargılanamayacağı teminat altına
alınmaktadır.” denilmektedir.
5982 sayılı Kanunla yapılan Anayasa değişiklikleri
arasında, askeri yargıyı düzenleyen 145. maddedeki “askeri hizmetin
gereklerine göre” ibaresi ile Askeri Yargıtay’ı düzenleyen 156. maddedeki
“askerlik hizmetlerinin gereklerine göre” ve Askeri Yüksek İdare
Mahkemesini düzenleyen 157. maddedeki “askerlik hizmetinin gereklerine
göre” ibaresi ilgili Anayasa maddelerinden çıkarılmıştır. 145. maddenin bu
konudaki gerekçesinde “…söz konusu fıkrada yer alan ve askeri yargının
bağımsızlığını zedelediği düşünülen ‘askerlik hizmetinin gerekleri’
ibaresi çıkarılmakta ve fıkranın aynı mahiyetteki son cümlesi yürürlükten
kaldırılmaktadır…” denilmekte; 156. ve 157. maddelerin bu konudaki
gerekçelerinde de “… mevcut metinde yer alan
‘askerlik hizmetlerinin gerekleri’ ibaresi, yargı bağımsızlığının ve
tarafsızlığının güçlendirilmesi amacıyla madde metninden çıkarılmaktadır.”
değerlendirilmesinde bulunulmaktadır.
Ne var ki söz konusu Anayasa değişiklikleri
sırasında, yukarıda işaret edilen Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen
Anayasa’nın 38/10 ve 129/4. maddelerinde herhangi bir değişiklik
yapılmadığı gibi; yapılan değişikliklerde de “asker kişi”nin tanımı
konusunda herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Diğer bir deyişle Anayasa
koyucu, askeri yargının görev alanındaki asker kişinin kim olduğu ve tanımı
konusunda bilinçli olarak bir tanımlama yapmamış ve bunun tespiti işini
yasa koyucuya bırakmıştır. Yasa koyucu da Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görev yapan Devlet memurlarını (müstahdem, müteferrik müstahdem
ve gündelikçi sivil personeli) Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç düzeni
yönünden askeri itaat ve disiplinin ağır ihlâli saydığı “amiri tehdit”,
“amire hakaret”, “amire mukavemet”, “amire fiilen taarruz”, “emre
itaatsizlikte ısrar” gibi askeri cürümleri işlemeleri ve ayrıca
“amire saygısızlık”, “emre itaatsizlik” ve “amire bilerek doğru söylememek”
gibi disiplin suçlarını işlemeleri halinde “asker kişi” kabul
etmiş ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu ile 477 sayılı Kanunda buna ilişkin
hükümlerin, ilgili Askeri Mahkeme ve Disiplin Mahkemelerinin Devlet
memurları hakkında da tatbik edileceğini öngörmüştür.
Anayasa’nın 145. maddesinin ikinci fıkrasının 2010
değişikliği sonrası düzenlemesine göre, savaş hali haricinde, asker olmayan
kişilerin askeri mahkemelerde yargılanması mümkün olmamakla beraber;
Anayasa metnindeki “asker olmayan kişiler” ibaresine verilecek
anlam, dava konusunun çözümüne doğrudan etki yapacaktır. Anayasa’nın 145.
maddesinin yine Anayasa’nın 38/10 ve 129/4. maddelerdeki “Silahlı
Kuvvetlerin iç düzeni bakımından…” ve “Silahlı Kuvvetler mensupları … hakkındaki
hükümler saklıdır…” hükümleri ile birlikte değerlendirilmesi zorunlu
bulunmaktadır. Anayasa koyucunun bu konudaki gerçek iradesi, “asker olmayan
kişiler” in sadece ordu mensubu olmayan “siviller” olmayıp, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görev yapmakta olan “Askeri İş yerlerinde çalışan ve İş
Kanununa tabi bulunan işçileri ” de kapsadığı şeklinde olsaydı; 38. ve 129.
maddelerdeki istisnalarında yapılan Anayasa değişikliğiyle kaldırılması
gerekirdi. Nitekim Anayasa koyucu askeri yargının bağımsızlığını ve
tarafsızlığını zedelediğini düşündüğü “askerlik hizmetinin gerekleri”
ölçütünü, söz konusu 2010 değişikliği ile 145.,
156. ve 157. maddelerin metinlerinden çıkarmış; buna karşılık 38. ve 129.
maddedeki özel düzenlemelere dokunmadığı gibi, isteseydi yapabileceği bir “asker
olmayan kişi” tanımını yapmamış, hatta yapmaktan özel olarak kaçınarak,
bunun takdirini yasa koyucuya bırakmıştır. Diğer bir deyişle, Anayasa’nın
145. maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişikliğin dava konusu kuralın
iptalini gerektirir bir yönü bulunmamaktadır. Yasa
koyucunun, Anayasa koyucunun bu konuda kendisine bıraktığı takdir
yetkisini, askeri disiplini ağır derecede ihlal ettiğini değerlendirdiği
belli cürüm ve disiplin suçları yönünden kullanmasında 211 sayılı İç
Hizmetler Kanunu’nun 115. maddesinde belirtilen ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli Devlet memurları ve sivil personeli sadece bu suçlar
bakımından “asker kişi” saymasında Anayasa’ya aykırı herhangi bir
yön bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda işaret edilen
kararındaki kabul ve gerekçeler, Anayasa’nın 145. maddesinde yapılan 2010
değişikliğinden sonra da hukuki değerini korumakta olup; açıklandığı üzere,
mevcut Anayasal ve yasal normlar ışığında “asker olmayan kişiler”
kavramının, salt Silahlı Kuvvetler camiası dışındaki sivil şahısları
kapsadığını kabul etmek gerekmektedir.
5- Öte yandan, itiraz başvurusu gerekçesinde temas
edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Dairesi’nin 31.5.2011 tarihli
(Başvuru No: 45912/06) İçen-Türkiye kararına konu olayda, her ne kadar
davacı Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bir Devlet memuru olmakla
beraber; ihlâl kararının gerekçesinin bir bütün olarak incelenmesinde,
hükmün olayına özgü biçimde verildiği anlaşılmaktadır. Gerçekten, itiraz başvurusu gerekçesinde yollama
yapılan Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’nun 16.2.2012 tarih ve E.2012/6,
K.2012/21 sayılı kararının “Karşıoy Gerekçesi”nde
de isabetle işaret edildiği üzere, sözü edilen AİHM kararı, incelediği olay
itibariyle, başvuranın askeri mahkemede yargılanmasına esas alınan kriterlerin, somut ve yeterli olmadığına vurgu
yapmaktadır. Kararda sözü edilen kriterler, 211
sayılı İç Hizmet Kanunu’nun 115/b maddesi ile belirlenen kriterler olup,
her somut olayda bu kriterlerin değerlendirilmesi iç hukukumuzdaki uygulama
gereğidir. Belirtilen kriterlerin incelenen olayda
soyut ve yetersiz olduğunu dile getiren “İçen” kararı, mahiyeti itibariyle
iç hukukumuzda doğrudan uygulanabilir bir nitelik taşımamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; itiraz istemlerine konu
kuralın Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmadığı ve bu nedenle iptal
isteminin reddi gerektiği kanaatine vardığımızdan; kuralın iptaline ilişkin
çoğunluk kararına katılmıyoruz.
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
|