Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas Sayısı:
2010/83
Karar Sayısı:
2012/169
Karar Günü:
1.11.2012
İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi)
Grubu adına Grup Başkanvekilleri M. Akif HAMZAÇEBİ ve Muharrem İNCE (Esas
No: 2010/83)
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR :
1- Kadıköy 4. İcra Hukuk
Mahkemesi (Esas No: 2011/72)
2- Fatih 1. İcra Hukuk
Mahkemesi (Esas No: 2011/97)
3- Ankara 11. İcra Hukuk
Mahkemesi (Esas No: 2011/104)
4-
Çerkezköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas
No: 2011/118)
DAVA VE İTİRAZLARIN KONUSU : 1- 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 4.11.1983
günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen Geçici Madde 6’nın;
a- İkinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…taşınmazın el koyma tarihindeki
nitelikleri esas alınmak …”
ibaresinin,
b- Altıncı fıkrasının,
c- Yedinci fıkrasının,
d- Sekizinci fıkrasının son cümlesinin,
e- Onuncu fıkrasının,
2- 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların
Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesinin,
Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 12., 13., 35., 36.,
90., 125. ve 138. maddelerine aykırılıkları
ileri sürülerek iptallerine ve 2942 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde
6’nın altıncı ve yedinci fıkraları ile
sekizinci fıkrasının son cümlesinin yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- İPTAL DAVASI VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
İLE İTİRAZ BAŞVURULARININ GEREKÇELERİ
A- İptal ve yürürlüğün durdurulması istemini içeren dava dilekçesinin gerekçe bölümü
şöyledir:
“…
II.
GEREKÇE
1) 18.06.2010 Tarihli ve 5999 Sayılı Kamulaştırma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci Maddesiyle 2942 Sayılı
Kamulaştırma Kanununa Eklenen Geçici 6 ncı Maddenin Altıncı Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
Geçici 6 ncı maddeyle,
kamulaştırmasız elkoyma sebebiyle talep edilecek olan tazminatın dava
açmaya gerek olmaksızın uzlaşma yoluyla ödenebilmesine ilişkin düzenleme
yapılmış, öncelikle uzlaşma benimsenmiştir. Maddenin ilk beş fıkrasında
uzlaşmaya ilişkin usul ve esaslar belirtilmiştir.
Altıncı fıkra, “İdare ve malik arasında uzlaşma
sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci
fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren
üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava
açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen
irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci
cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare
adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir.
Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen
tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır” şeklindedir.
Altıncı fıkrayla birlikte, tazminatın ödenmesine
ilişkin ilk beş fıkradaki “uzlaşma yolu”ndan sonra “dava yolu”
getirilmiştir.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu, 36 ncı maddesinde de
herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip olduğu belirtilmiştir.
Anayasanın 13 üncü maddesine göre temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olamaz.
Anayasanın 2 nci ve 36 ncı maddeleriyle
güvence altına alınan “dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisini oluşturmaktadır. Hak arama özgürlüğü, hakları ihlale
uğrayan bireylere, yapılan haksız müdahalelerin önlenmesi ve varsa olumsuz
etkilerinin ortadan kaldırılması amacıyla yetkili merciler ile yargı
makamlarına başvurabilme imkânının tanınmasını gerekli kılar. Toplumu
oluşturan bireylerin hak sahibi olmalarının anlamlı hâle gelebilmesi,
bunlara ilişkin kamu otoritesi tarafından oluşturulmuş koruma mekanizmalarının
varlığına ve hak ihlalleri durumunda koruyucu sistemin harekete
geçirebilmesine bağlıdır. Bu sebeple, hak arama özgürlüğü, genel olarak
pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve şeklî bakımdan güvencesi
olarak kabul edilmektedir”. (AYMK., 24.03.2010 günlü, E.2007/33,
K.2010/48).
Anayasanın 13 üncü maddesinde temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması, Anayasanın ilgili maddelerinde özel
sınırlandırma nedeni bulunmasına bağlı tutulmuştur. Anayasanın hak arama özgürlüğünün düzenlendiği 36 ncı maddesinde
bu özgürlüğün sınırlandırılması konusunda özel bir sebebe yer
verilmediğinden, hak arama özgürlüğünü engelleyecek her türlü sınırlama
Anayasaya aykırılık oluşturacaktır.
Altıncı fıkraya göre tazminat davası, idare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı
takdirde açılabilecektir. Malik tarafından, ilgili idareden tazminat
talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esas
olmakla birlikte, uzlaşmaya davet süresi ile davete icabet tarihinden
itibaren en geç altı ay içerisinde sonuçlandırma süresi dikkate
alındığında, kural gereğince, bu süre içerinde dava açılması olanağı
bulunmamaktadır. Bu yöntem ayrıca, uzlaşmaya zorlama niteliğini de
taşımaktadır. Dava, uyuşmazlığın ortaya çıkışına göre eylem ve işlemin her
sürecinde açılabilmelidir. Aksi durumda, hak arama özgürlüğü
sınırlandırılmış olur.
Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, dava açma hakkı
tanınmış, ancak, bu hak da uzlaşma tutanağının tanzim edildiği ve geçici 6
ncı maddenin ikinci fıkrasındaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona
erdiği tarihten itibaren üç ay ile sınırlandırılmıştır. Üç ay sonra dava
açılamayacak, böylece hak arama özgürlüğü engellenmiş olacaktır. Açılacak
davanın, “sadece tazminat” ile sınırlı tutulması, uyuşmazlığın durumuna
göre farklı davaların açılamaması da hak arama özgürlüğünün
engellenmesidir. Malikin her türlü dava hakkının engellenmesi hakkın özünü
zedeleyen bir durumdur.
Altıncı fıkranın ikinci tümcesiyle, taşınmazın ya
da tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değerinin tespitinde
ve dava sonrası hükmedilecek konularda, yasakoyucu mahkemeye talimat
vermektedir. Bu durum Anayasanın 36 ncı maddesindeki adil yargılanma
hakkını engellediği gibi, Anayasanın 138 inci maddesinin ikinci
fıkrasındaki, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceğine,
tavsiye ve telkinde bulunamayacağına ilişkin hükme de aykırıdır. Anayasanın
138 inci maddesiyle, yargı yetkisinin kullanılmasının herhangi bir şekilde
engellenmesi veya etki altına alınması önlenmek istenmiştir.
Öte yandan, mahkemelerde görülmekte olan davalarda
hükmün kesinleşmesi, adil yargılanma hakkının en önemli ilkelerinden
biridir. Adil yargılanma ve yargı bağımsızlığı ilkelerinin gereği olarak
tüm yargılama yollarının kullanılması, engelleme yapılmaması gerekir.
Altıncı fıkranın üçüncü tümcesinde, mahkemeler tarafından verilen tecile
veya terkine ilişkin hükümlerin kesin olduğu söylenip, sadece tazminata
ilişkin temyiz hakkının saklı tutulması adil yargılanma ve yargı
bağımsızlığı ilkelerine aykırılık oluşturur.
Açıklanan nedenlerle, 18.06.2010 tarihli ve 5999
sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci
maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddenin
altıncı fıkrası Anayasanın 2 nci, 13 üncü, 36 ncı ve 138 inci maddelerine
aykırı olup, iptali gerekmektedir.
2) 18.06.2010
Tarihli ve 5999 Sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun 1 inci Maddesiyle 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununa Eklenen Geçici
6 ncı Maddenin Yedinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
Yedinci fıkra, “Kesinleşen mahkeme kararlarına
istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden
yüzde iki pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan
ödeneğin toplam tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara sari
olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir.
Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır.
Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz
ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine,
üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu
maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir” şeklindedir.
Fıkra, altıncı fıkraya göre açılan davalarda,
kesinleşen mahkeme kararlarının yerine getirilmesine ilişkin düzenleme
içermektedir. Fıkranın ilk üç tümcesinde, ödemelerin yapılması için idarelerin
yılı bütçelerinde, sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden % 2 pay
ayrılacağı, kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam
tutarını aşması halinde, ödemelerin gelecek yıllara aktarılacağı, garameten
ve taksitlerle gerçekleştirileceği, taksitlendirmede bütçe imkanları ile
alacak tutarlarının dikkate alınacağı belirtilmiştir.
Anayasanın “Mahkemelerin Bağımsızlığı” başlığını
taşıyan 138 inci maddesinde, hakimlerin,
görevlerinde bağımsız oldukları, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdanı kanaatlerine göre hüküm verecekleri, hiçbir organ, makam, merci
veya kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere
emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde
bulunamayacağı, görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamayacağı, görüşme
yapılamayacağı veya herhangi bir beyanda bulunulamayacağı, yasama ve
yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları,
bu organların ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremeyecekleri ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri
hüküm altına alınmıştır.
Fıkranın ilk üç tümcesiyle, geçici 6 ncı madde
uyarınca uzlaşmayı seçenlerle, dava yoluna başvuranlar arasında, birinci
grupta olanlara ödenekten pay ayırmadan ödeme yapılması öngörülürken,
ikinci gruptakilere % 2 payla sınırlı ödenek ayrılması suretiyle ikinci
gruptakiler, yani dava açanlar cezalandırılmıştır. Ayrıca ayrılan ödenek
yetmediği takdirde ödeme, bütçe olanaklarına göre yıllara dağıtılarak
taksitlendirilecektir. Başka bir anlatımla, dava açanlar, uzlaşma yolunu
tercih edenlere göre paralarını alma konusunda mağdur edilmiştir.
Anayasanın 36 ncı maddesindeki adil yargılanma
hakkı, sadece, “yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve
savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi
de kapsar”. (AYMK., 14.01.2010 günlü, E.2009/27, K.2010/9).
Kesinleşen kararlar sonucu yapılacak tazminat
ödemesinin yıllara ve taksitlere dağıtılması, daha da vahimi bütçede para
varsa öderim yoksa ödeyemem mantığı, mahkeme kararlarının değiştirilmesi
veya yerine getirilmesinin geciktirilmesi anlamına gelir. Mahkeme
kararlarına uyulma zorunluluğu, hukuk devletinin vazgeçilmez koşullarındandır.
Taksitlendirmede, ödeme süresince 3095 sayılı Yasaya göre ayrıca “kanuni
faiz” ödenmesi de Anayasaya aykırılık gerekçesini ortadan kaldırmamaktadır.
Taksitlendirme süresindeki belirsizlik ve ödenek olmaması gibi soyut duruma
bağlılık idarelerin, mahkeme kararlarının gereğini yerine getirmede
keyfiliğe varan bir takdir hakkını kullanmasına neden olabilecek
niteliktedir.
Aynı Anayasaya aykırılık gerekçesi, yedinci
fıkranın son tümcesi için de geçeridir. Mahkeme kararı gereğince nakdi
ödeme yerine, geçici 6 ncı maddede belirtilen uzlaşmaya ilişkin hükümlere
göre işlem yapılması konusunda idareye yetki verilmesi, mahkeme kararını
değiştirmek ve yerine getirmemek anlamını taşır.
Açıklanan nedenlerle, 18.06.2010 tarihli ve 5999
sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci
maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddenin
yedinci fıkrası Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı
olup, iptali gerekmektedir.
3) 18.06.2010
Tarihli ve 5999 Sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun 1 inci Maddesiyle 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununa Eklenen Geçici
6 ncı Maddenin Sekizinci Fıkrasının Üçüncü Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
Sekizinci fıkranın birinci tümcesinde, geçici 6 ncı
maddenin tazminata ilişkin hükümlerinin, vuku bulduğu tarih itibarı ile bu
maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı açtıkları
tazminat davası süre bakımından dava hakkının düştüğü gerekçesiyle
reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanacağı belirtilmiş olup, Anayasa
Mahkemesinin süre bakımından dava açma hakkını engelleyen kurallara ilişkin
iptal kararları göz önünde bulundurulduğunda, kuralın, ortada kalan
işlemlerin sonuçlandırılması için getirildiği anlaşılmaktadır. Sekizinci
fıkranın ikinci tümcesinde ise evvelce açtıkları davalar sonunda tazminat
almaya hak kazanmış veya süre dışındaki sebeplerden dolayı davaları
reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri uygulanmayacağı
belirtilmiştir.
Ancak, üçüncü tümcede, gerek iç hukuka ve gerekse
milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış
oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme
yerine, geçici 6 ncı maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen diğer uzlaşma
yollarının teklif edilebileceği ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin
hükümlerine göre işlem yapılabileceği öngörülmüştür. Bu düzenleme, idareye,
daha önce verilmiş mahkeme kararlarını değiştirme ve yerine getirilmesini
geciktirme yetkisi vermektedir.
Yukarıda yedinci fıkrada açıklanan gerekçelerle,
18.06.2010 tarihli ve 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrasının üçüncü tümcesi
Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı olup, iptali
gerekmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Hukuk devletine aykırı olan, temel hak ve
özgürlükleri ölçüsüzce sınırlandıran ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir
düzenlemenin, uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara
yol açacağı çok açıktır.
Öte yandan, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka
aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir.
Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif
yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de
zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir
düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu
ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum
ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
Yukarıda Anayasaya aykırılı ileri sürülen
hükümlerin uygulanması halinde kamulaştırmasız el koyma sebebiyle tazminat
talebinde bulunanların hak arama özgürlükleri ihlal edilecek, hukuksal ve
ekonomik anlamda gerçek ve tüzel kişi tarafların önceden öngöremeyecekleri
büyük kayıplara sebebiyet verebilecektir.
Anayasanın hükümlerine açıkça aykırılık taşıyan söz
konusu düzenlemelerin uygulamaya geçmesi durumunda ise telafisi imkansız
zararlar doğacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla,
Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa
Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 18.06.2010 tarihli ve 5999 sayılı Kamulaştırma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddenin;
1) Altıncı fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 13 üncü,
36 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan,
2) Yedinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve
138 inci maddelerine aykırı olduğundan,
3) Sekizinci fıkrasının üçüncü tümcesinin,
Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan,
iptallerine, Anayasaya açıkça aykırı olmaları ve
uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar
doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz. ”
B- E.2011/72 sayılı itiraz
başvurusunun gerekçe bölümü şöyledir:
“Anayasanın
46. maddesinde kamulaştırma başlığı altında “Devlet ve kamu tüzel kişileri;
kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek karşılıklarını peşin ödemek
şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir
kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar
üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma
bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir.
Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleriyle
iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli
kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde,
taksitlendirme süresi 5 yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak
ödenir.
Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleyen küçük çiftçiye ait olan
bedeli her halde peşin ödenir.
İkinci
fıkrada öngörülen taksitlendirilmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş
kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz
uygulanır.”
Hükmünü
içermekte olup, madde metninden anlaşılacağı üzere devletin kamulaştırma
nedeniyle yapacağı ödemelerde taksitlendirme süresinin 5 yılı aşamayacağı
ve herhangi bir nedenle ödenmemiş olması halinde de kamu alacakları için
öngörülen en yüksek faizin uygulanacağı kararlaştırılmış, bunun yanında
kamulaştırmasız el koymalarda ise, kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden
bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak
üzere
ihtiyaç olması halinde idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için
öngörülen ödeneklerden %2 pay ayrılacağı, kesinleşen alacakların toplam
tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması halinde ödemelerin sonraki yıllara sari
olacak şekilde garemeten ve taksitlere gerçekleştirileceği, taksitli ödeme
süresince 3095 sayılı Kanun’a göre ayrıca kanuni faiz ödeyeceği belirlenmiş
olup, yasal olarak kamulaştırma yapılan işlemlerle, kamulaştırmasız el
koyma işlemleri arasında açık bir şekilde eşitsizlik yaratılmaktadır. Yine
kamulaştırma bedelinin artırılması nedeniyle hüküm altına alınan alacak ya
da tazminatın tahsili durumunda idarelerin mal, hak ve alacaklarının
haczedilemeyeceğine yönelik bir hüküm de bulunmamaktadır.
5393
sayılı Kanun’un 15/son maddesinde “Belediyenin proje karşılığı borçlanma
yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetinde fiilen
kullanılan mallarıyla belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve
harç gelirleri haczedilemez” hükmü içermekte olup, burada belediyelerin
haczedilemeyecek mal ve hakları konusunda bir kısıtlamaya gidilmiş ve kamu
hizmetinde fiilen kullanılan mallar ile belediye tarafından tahsil edilen
vergi, resim ve harç gelirlerinin haczedilemeyeceği belirlenmiş, 5999
sayılı Kanun’un geçici 6. maddesiyle 6111 sayılı Kanun’un geçici 2.
maddesinde ise, “Bu madde uyarınca ödenecek tazminatın tahsili sebebiyle
idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği belirtilerek alacaklılara
bir şekilde alacaklarının ödenmemesi durumunda alacaklarının tahsili imkanı
ortadan kaldırılmaktadır.”
Anayasanın
90. maddesinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar
kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konularda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda
milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü denilmekte olup,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek protokol ile adı geçen sözleşmeye yeni
3 hak daha ilave edilmiş olup, bu protokol 20.03.1952 tarihinde Paris’te
imzalanıp 18.05.1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan protokol Türkiye
tarafından 6366 Sayı ve 10.03.1954 tarihli Kanunla onaylanıp yürürlük
kazanmıştır. 1 nolu ek protokol ile sözleşmeye eklenen yeni haklar arasında
“mülkiye hakkı da” vardır. Mülkiyet hakkı madde 1 mülkiyetin korunması “Her
gerçek ve tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına riayet edilmesini
isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasa
da öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun
olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler,
devletlerin mülkiyetin, genel menfaate uygun olarak kullanılmasını
düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının
ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda
sahip oldukları hakka halel getirmez.”
Kamu
özgürlükleri kavramına karşıt olarak “kişi özgürlükleri” kavramı içine
yerleştirilen mülkiyet hakkı, temel haklardan biri sıfatıyla pek çok ulusal
Anayasada ve uluslararası insan hakları sözleşmesinde yer almış
bulunmaktadır. Mülkiyet hakkı AİHM’ye sonradan dahil edilmiştir. AİHM’ye
göre herkese mal ve mülkünün dokunulmazlığına riayet edilmesi hakkını
tanımakla, özü itibariyle mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır.
Kişinin mal ve mülkünden yararlanma hakkı mülkiyet hakkının geleneksel
temel unsurlarından birini oluşturur. Mahkeme, mülkiyet hakkının ihlali
iddiasını konu alan Akkuş / Türkiye (Mahk. 09.07.1997 - 30 ve Aka / Türkiye
Mah. K. 24.04.1988, 49-50) başvurularında kamulaştırma bedelinin resmi
makamların kusuru yüzünden makul olmayan bir gecikmeyle ödenmesi sonucu
ilgililerin uğradıkları zarardan (para değerinin kaybı) devleti sorumlu
tutmuş, bu zararın tazminine karar vermiştir.
Sözleşmeye
göre, mülkiyet hakkı mutlak olmayıp genel yarar amacına yönelik bazı
kısıtlama yahut sınırlamalara konu olabilecektir. Mülkiyet hakkına olası
müdahaleleri üç grupta toplamak mümkündür. Kamu yararı sebebiyle ve yasa da
öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak
mal ve mülkünden yoksun bırakılabilecek; yani hak bütünüyle ve hukuken yok
olacaktır. Meşru amaç “Kamu yararı” ve “Genel menfaat” kavramlarıyla ifade
edilmiştir, müdahalenin yasallığı ile müdahalede “orantılılık” ve “adil
denge” olması gerektiği de kabul edilmiştir. Baraj inşaatları nedeniyle
yapılan kamulaştırmalar da kamulaştırma bedellerinin makul olmayan bir
gecikmeyle ödenmesi, bu zaman dilimi için gerçek faizden çok düşük olan
“Kanuni faizin” ödenmesi ve nihayet aynı dönemde para değerindeki kayıptan
hasıl olan zarar nedeniyle Türkiye aleyhine, mülkiyet hakkının ihlali
iddiasıyla onlar ya da yüzlerce dava açılmış; arazileri kamulaştırılan
kişilerin uğramış oldukları zarar devletçe tazmin edilmiştir. (Mah. Halim
Akça ve Öte. / Türkiye 17.07.2001) Mahkeme kamulaştırma işlemleri süresinin
aşırı uzunluğunu hesaba katmadan saptanan kamulaştırma bedelinin âdil
dengeyi bozduğunu belirtmiştir. Kısaca mahkeme içtihadında, mülkiyet
hakkına müdahale teşkil eden tedbirin hem amaçla orantılı hem de bu amacın
gerçekleştirilmesine elverişli olması gerekir.
Kamulaştırmalarda bir tazminatın
ödenmesinde vaki anormal bir gecikme, özellikle bazı
devletlerde öngörülen para değerindeki düşüş göz önünde tutulduğu taktirde,
mülkü kamulaştırılan kişinin mali kaybını ağırlaştıracak ve kendisini
belirsizlik içinde bırakacaktır.
Burada
söz konusu olan devletin yasalar çerçevesinde yapmış olduğu
kamulaştırmalara ilişkin bedellerin geç ödenmesinin AİHS’ye ek 1 nolu
protokolün 1. maddesinin ihlali niteliğinde olduğu kabul edilmiş olup,
olayımızda idare tarafından kamulaştırma yapılmaksızın kamulaştırmasız el
atma nedeniyle ödenecek bedellere ilişkin düzenleme yapılmış, bu
düzenlemeyle 5999 sayılı Yasa ile 09.10.1956 - 04.11.1983 tarihleri
arasındaki kamulaştırmasız el koyma işlemleri, 6111 sayılı Yasa ile
04.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri hedef
alınarak kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca
ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden % 2 pay
ayrılacağı, kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam
tutarını aşması halinde ödemelerin sonraki yıllara sari olacak şekilde
garemeten ve taksitlerle gerçekleştirileceği belirlenip bu madde uyarınca
ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacaklarının haczedilemeyeceği hüküm altına alınmış olup, söz konusu
düzenlemenin Anayasa da yer alan mülkiyet hakkı ile AİHS’ye ek protokol ile
Türkiye tarafından 6336 sayılı Yasa ve 10.03.1954 tarihli kanunla onaylanıp
yürürlüğe giren İnsan Haklarını ve Ana hürriyetleri Korumaya Dair ek
protokole aykırı olduğu, Anayasanın 90. maddesi gereğince kabul edilen
uluslararası sözleşmelerin kanunlardan önce uygulanması gerektiği bu
nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle ödenecek olan “tazminatın tahsili
sebebiyle idarelerin
mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceğine yönelik 5999
sayılı Yasanın geçici 6. maddesi ve 6111 sayılı Yasanın geçici 2. maddesi
Anayasaya aykırı olduğundan iptali için dosyanın Anayasa Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmiş olmakla;
HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda
açıklandığı üzere,
1-
5999 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesi ve 6111 sayılı Yasanın geçici 2.
maddelerinde yer alan “Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili
sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları tahsil edilemez” ibaresinin;
a)
Anayasanın 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri başlığındaki “Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde
insan haklarına saygılı … Sosyal bir hukuk devletidir.”
b)
Anayasanın 5. maddesinde Devletin Temel Amaç ve Görevleri başlığındaki
“Devletin amaç ve görevleri, ....Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanı maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
c)
Anayasanın 10. maddesinde “Kanun önünde eşitlik,”
d)
Anayasanın 11. maddesinde “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”
e) Anayasanın
12. maddesinde “Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez,
vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler
kişinin topluma ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını
da ihtiva eder.”
f)
Anayasanın 13. maddesinde “Temel Hak ve Hürriyetlerin sınırlanması”
g)
Anayasanın 35. maddesinde “Mülkiyet hakkı”
h)
Anayasanın 90. maddesinde “Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma”
ı)
Anayasanın 138. maddesinde “Hakimler Anayasa, Kanun ve hukuka uygun olarak
vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler”
i)
İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşmeye Ek Protokolün “mülkiyetin korunması”
maddelerine
aykırı olduğu kanaati oluşmakla 5999 sayılı Yasanın geçici 6. maddesi ve
6111 sayılı Yasanın geçici 2.
maddesinde yer alan “…Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili
sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.” Hükmünü iptal
edilmesi için dosyanın ANAYASA
MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE,
2-
Dosyanın Anayasa Mahkemesince
konuyla ilgili karar verilinceye kadar 5999 sayılı Yasanın geçici 6.
maddesi ve 6111 sayılı Yasanın geçici 2. maddelerinin uygulanması açısından
bekletici mesele yapılmasına,”
C- E.2011/97 sayılı itiraz
başvurusunun gerekçe bölümü şöyledir:
“…
6111 sayılı Kanunun Geçici 2’nci maddesi ile 2942
sayılı Yasanın Geçici 6’ncı maddesi aşağıda ayrıntılı olarak izah edilen
sebeplerle Anayasanın hukuk devleti (m. 2), eşitlik (m. 10), temel hak ve
hürriyetlerin sınırlandırılması (m. 13), mülkiyet (m. 35) ve hak arama
özgürlüğü (m. 36) maddelerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin EK-1
protokolüne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına aykırıdır.
6111
sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar Ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun geçici 2. maddesine
göre; “Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak
üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı
maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma
işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el
koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen
mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin
yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır”. Keza 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6.
maddesinin 7. fıkrasında “Kesinleşen mahkeme kararlarına
istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerden yüzde iki pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının
ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara
sari olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir.
Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır.
Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz
ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine,
üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu
maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir” denilmektedir. Açıklaması yapılan yasal
düzenlemelere göre 1983’den sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerinde
mahkemece hükmedilen tazminat bedellerinin ancak kesinleştikten sonra ve
sadece bütçeden ayrılan payla ödenebileceğinden kamulaştırmasız el koymadan
doğan tazminat alacakları için Yasanın Resmi Gazetede yayımlanıp yürürlüğe
girdiği 25/02/2011 tarihinden itibaren idarenin mal, hak ve alacakları
haczedilemeyeceği sonucu çıkmaktadır.
Bu
maddenin atıfta bulunduğu 2942 sayılı Kanunun Geçici 6’ncı maddesinde aynen
“Kamulaştırma
işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen
9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine
ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde
tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut
irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak
el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde
bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.
Tazminat müracaatı üzerine, fiilen el konulan taşınmazın
veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının malikin müracaat ettiği
tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasına
göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma
tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci
maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu
Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma
komisyonunca, müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde 7201
sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer
bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet edilir.
Uzlaşma; nakdi ödeme, idareye ait taşınmazın trampası,
idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya imar mevzuatı
çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması suretiyle
yapılabilir.
Uzlaşma görüşmeleri, hukuki veya fiili engel bulunmadığı
takdirde davete icabet tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde
sonuçlandırılır ve uzlaşmaya varılıp varılmadığı, malik veya temsilcisi ile
komisyon üyeleri tarafından imzalanan bir tutanağa bağlanır. Bu tutanak ile
uzlaşma görüşmelerine ilişkin bilgi ve belgeler, açılacak davalarda
taraflar aleyhine delil teşkil etmez. Uzlaşmaya varılması halinde, üzerinde
uzlaşılan hakkın türünü, tanınma şart ve usullerini, nakdi ödemede
bulunulacak ise miktarını ve ödeme şartları ile taşınmazların tesciline
veya terkinine dair muvafakati de ihtiva eden bir sözleşme akdedilerek bu
sözleşme çerçevesinde işlem yapılır ve uzlaşma konusu taşınmazlar resen
tapuya tescil veya terkin edilir.
Uzlaşılan nakdi tazminat bedeli, bütçe imkanları
dahilinde, sonraki yıllara sari olacak şekilde taksitli olarak da ödenebilir.
Taksitli ödeme süresince, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve
Temerrüt Faizine ilişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir.
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde,
uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin
uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde
malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde,
fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının
müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara
göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya
terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine
ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz
hakkı saklıdır.
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde
uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin
yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden yüzde iki
pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin
toplam tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara sari olacak
şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe
imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme
süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir, idare
tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada
belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin
uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
Bu maddenin tazminata ilişkin hükümleri, vuku bulduğu
tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan
dolayı açtıkları tazminat davası süre bakımından dava hakkının düştüğü
gerekçesiyle reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır. Evvelce açtıkları
davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki
sebeplerden dolayı davaları reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri
uygulanmaz. Ancak, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre
evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş
olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen
diğer uzlaşma yolları teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin
hükümlerine göre işlem yapılabilir.
Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında
olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu maddenin yürürlüğe girmesinden
önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde hükümlerine göre uzlaşma
yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin yürürlüğe girmesinden
itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri dilekçeler ile
bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma görüşmelerinin neticesine
kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması halinde, uzlaşmazlık tutanağının
mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir.
Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili
sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez” denilmektedir.
Bu düzenleme ise 30.06.2010 tarihli Resmi Gazetenin
mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe giren 5999 sayılı Yasayla 2942
sayılı Kanuna eklenmiştir.
Bu düzenlemeler ne anlama gelmektedir: Ülkemizde
2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 38’nci maddesinde kamulaştırmasız el
atma davaları için 20 yıllık süre öngörülmekteydi. Ancak Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin mülkiyet hakkını düzenleyen Ek-1 protokolüne
Türkiye’nin taraf olması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargısını kabul
etmesi karşısında ülkemizden bu maddenin mağduru olarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine yapılan müracaatlar sonucunda devletin tazminata mahkum
edilmesi neticesinde, ülkemizde yargı kararları ve yasal düzenlemelerle
bireyin en temel haklarından birisi olan mülkiyet hakkının kutsal ve
vazgeçilmez bir hak olduğu, bu hakkın ihlalinin ise korunamayacağı yönünde
hükümler getirmiştir.
İlk olarak, Anayasa Mahkemesi Kamulaştırma
Kanununun 38’nci maddesinde yer alan 20 yıllık zamanaşımını, “Hukukun genel
ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının ZAMANÖTESI niteliği, başka bir
anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır” gerekçesiyle
Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğundan iptaline
karar vermiştir (Resmi Gazete tarih/sayı: 4.11.2003/25279 Esas Sayısı:
2002/112, Karar Sayısı: 2003/33, Karar Günü: 10.4.2003). Ancak Anayasa
Mahkemesinin kararlarının geriye yürümemesi sebebiyle, kararın gerekçesinin
Resmi Gazetede yayımlandığı tarih olan 04.11.2003’ten 20 yıl önceki tarih
olan 04.11.1983 tarihi mülkiyet hakkı konusunda adeta bir milat olmuştur.
Daha sonra yasama organı 30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 5999 sayılı
Yasayla 2942 sayılı Kanununa eklediği geçici 6’ncı maddesiyle, 4.11.1983
tarihinden 09.10.1956’ya kadar olan süre içindeki mülkiyet hakkına müdahale
niteliğindeki el atmalara yönelik devletin sorumluluğunu getiren düzenlemeyi
kabul etmiştir. Bu hüküm, değer biçme yöntemlerinin uygun olmaması, uzun ve
yorucu bir prosedür gerektirmesi, öncelikle uzlaşma yolunun uygulanmasının
gerekmesi gibi eksik ve yanlış tarafları bulunmasına karşılık, hiç tanınmayan
bir hakkın bireylere sunulması sebebiyle her şeye rağmen olumlu bir
gelişmedir. Ancak bunun yanısıra, 6111 sayılı Kanunun geçici 2’nci
maddesinin, kamulaştırmasız el atma davalarında 2942 sayılı Kanunun geçici
6’ncı maddesinin uygulanacağına dair hüküm, yani 04.11.1983 tarihinden
sonraki dönemlerdeki el atmalar sebebiyle de bu tarihten önceki döneme
ilişkin düzenlemelerin uygulanacağı hükmü, temel hak ve hürriyetler
açısından bir o kadar geriye gidişi ifade etmektedir.
Bu düzenlemenin birey aleyhine sonuçlarını ve ihlal
ettiği Anayasa kurallarını şu şekilde özetleyebiliriz: Bireylere dava
açmadan önce uzlaşma görüşmeleri yapma (hukuk devleti, hak arama özgürlüğü,
temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması), davaya konu taşınmaz değerinin el
atma tarihindeki özelliklerine göre belirlenmesi (mülkiyet hakkı), dava
sonucu elde edilecek olan tazminattan dolayı haciz yasağı (hak arama
özgürlüğü, mülkiyet hakkı, temel hak
ve hürriyetlerin kısıtlanması, hukuk devleti) dava konusu bedelin idarenin
ayıracağı bütçeden tahsil etmek (hak arama hürriyeti, mülkiyet hakkı).
5999 sayılı Yasa ile getirilen geçici 6’ncı
maddenin gerekçesinde; “...Anayasada dayanağı bulunmayan ve HAKSIZ FİİL
olarak da nitelendirilen kamulaştırmasız elkoyma suretiyle, temel insan
haklarından olan mülkiyet hakkına müdahale edilmesi hâlinde, ilgili taşınmazın
bedelinin Devletçe malikine ödenmesinin gerektiği tartışmasızdır” ifadesi
yer almaktadır. Yargıtay içtihatlarında, doktrinde ve madde gerekçesinde de
kabul edildiği üzere kamulaştırmasız el atmalar “haksız fiil” niteliğinde
bir eylemdir. Haksız fiil, doktrinde hukuka aykırı olarak bir kimsenin
şahsına veya mal varlığına zarar vermek olarak tanımlanır. Haksız fiil borç
kaynaklarından birisi kabul edilmiş olup zararı veren tazminle sorumludur.
Haksız fiile muhatap olan kişinin, haksız fiile sebebiyet veren kişiden
zararını isteme imkanı hukukun genel prensiplerindendir. Ancak haksız fiil
eylemleri sadece kamulaştırmasız el atmalarla sınırlı sayılamaz. İdarenin
veya kişilerin sebebiyet verebileceği başka haksız fiil çeşitleri de
vardır.
Anayasanın 10. maddesinde, herkesin kanun önünde
eşit olduğu, Devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü
bulunduğu, Devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları hükme bağlanmaktadır.
Anayasanın 10. maddesinde öngörülen “yasa önünde eşitlik ilkesi”nin amacı,
aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir.
Bu düzenleme neticesinde, başka türden bir haksız
fiile muhatap olan kişinin, kamulaştırmasız el atma sebebiyle haksız fiile
muhatap olan kişiye göre avantajlı olduğu kabul edilmelidir. Bu itibarla,
getirilen düzenlemenin Anayasanın 10’ncu maddesinde yer alan eşitlik
ilkesine aykırılık oluşturduğu açıkça ortadadır.
Bir haksız fiil olan kamulaştırmasız el atmalardan
kaynaklanan tazminatlar sebebiyle haciz yasağı getirilmesi ve ödemenin
idarenin insiyatifine bırakılması da Anayasanın hukuk devleti, eşitlik ve
hak arama özgürlüğü hükümlerinin ihlalidir. Unutulmamalıdır ki; ülkemizin
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde mahkum olduğu ilk dava olan Akkuş
davası mülkiyet hakkına müdahaleden dolayı ödemenin gecikmesi sebebiyle
açılan davadır. Akkuş/Türkiye 9 Temmuz 1997 (60/19967, 679/869) kararının
gerekçesinde; “... uygun tazminatın ödenmesinde, örneğin makul sayılamayacak
bir sürenin geçmesi gibi, tazminat değerinin düşürebilecek koşulların
hesaba katılmaması durumunda tazminatın uygun niteliği kısmen kaybolacaktır.
Kamulaştırma söz konusu olduğu zaman tazminatın ödenmesindeki makul olmayan
bir gecikme, özellikle bazı devletlerde görülen para değerinin kaybı
gözönünde tutulursa, mülkü kamulaştırılmış kişinin parasal kaybını daha da
ağırlaştırmakta ve onu belirsizlik içine itmektedir. ... Ulusal makamlar
dava konusu tazminat ödemesini onyedi ay geciktirmekle anılan tazminatın
uygun niteliğini değiştirmişler ve netice olarak mülkiyet hakkının
korunması ile genel menfaatin icapları arasında mevcudiyeti gerekli dengeyi
bozmuşlardır. Bu duruma göre 1 nolu protokolün 1. maddesi ihlal
edilmiştir”.
6111 sayılı Yasanın geçici 2’nci maddesinde,
“...ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş
pay ayrılır” ifadesi yer almaktadır. İhtiyacın neye göre belirleneceği,
nasıl takdir edileceği hususunda bir belirsizlik bulunmaktadır. Anayasa
Mahkemesinin İmar Kanunu 42’nci maddesindeki idareye takdir hakkı veren ve
keyfilik oluşturan sınır konusunda verdiği iptal kararında; “Anayasanın 2.
maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
BELİRLİLİK’tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde
açık, net anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu
otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de
gereklidir” demektedir (Esas Sayısı: 2005/5, Karar Sayısı: 2008/93, Karar
Günü: 17.4.2008, R.G. Tarih-Sayı: 05.11.2008-27045).
Herhangi bir haksız fiilden dolayı haciz yasağı
olmayan bireylerin yanında, devlete karşı haciz yasağı uygulanmasını
savunmak güçtür. Yurttaşın malına elkoyabilen Devlet, borcunu ödemezse,
onun da malı haczedilebilmelidir. Devlet, kendine karşı olan bu tür
işlemlerde engelleri kaldırdıkça benimsenip saygınlığını artırır. Bireyin
hakkını teslim, hukuk devletinin tescilidir. Yine 5999 sayılı Kanunun
gerekçesinde; “...Devlet, kanunlar ile belirlenen görevlerini malî
imkânları çerçevesinde yerine getirmek durumundadır. Geçmişte yapılan
kamulaştırmasız elkoymalar sebebiyle açılabilecek davaların sayısını ve
bunlar neticesinde hükmedilebilecek meblâğın ne kadar olabileceğini
sağlıklı olarak tahmin etmek mümkün değildir. Açılması muhtemel davaların sayı
itibarıyla çokluğuna bağlı olarak hükmedilebilecek meblâğların hemen
ödenmesi hâlinde, idarece altından kolayca kalkılamayacak bir malî yük
gündeme gelebileceği gibi; tazminat ödemelerine bağlı olarak idarenin malî
imkânsızlık içine düşmesi suretiyle, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde
sıkıntılara sebebiyet verilmiş olabilecektir. Böyle bir olumsuz ihtimal de
gözetilerek hükmedilebilecek olan meblâğların ödenmesinin idare bütçesinin
belirli bir oranında gerçekleştirileceğini öngörmek zarurî görülmüştür” denmektedir.
Hukuka uygun davranması gereken devlet/idarenin,
haksız fiile (kamulaştırmasız el atmaya) sebebiyet vermesi düşünülemez.
İdarenin elinde kamulaştırma işlemlerini yürütmesi için çıkarılmış bulunan
Kamulaştırma Kanunu bulunmasına karşılık, kanun gereği usulüne uygun
kamulaştırma yapmaması ve bireyin mülkiyet hakkına müdahale etmesi
karşısında, bu davranışının hukuken korunması düşünülemez. En temel hukuk
kaidelerinden bir tanesi de, bir kişinin zarara kendisinin kusuru ile
sebebiyet vermesi halinde zarara katlanması gerektiğidir. Hiç kimse kendi
kusurundan yararlanamaz. Bu kuralı ihlal etmeyen ve işlerini (kamulaştırma)
usulüne uygun yapan bir idarenin, gerekçede belirtildiği şekilde kendisine
karşı açılabilecek davaların sayısını öngörmesine ihtiyaç olmayacağı gibi
(çünkü bu tür davalar açılmayacaktır), karşılaşacağı meblağın ödeme
dengesini bozması da (çünkü bu tür davalardan kaynaklanan bir ödeme
olmayacaktır) beklenemez. Kural; devletin haksız fiile sebebiyet vermemesi,
işini usulüne uygun yapmak olmalı iken bu istisna olmuş, istisnalar ise
adeta kural haline gelmiştir.
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti,
eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk
ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir. Kişilere hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Hukuk
devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukuk
güvenliğinin sağlanması, bu doğrultuda yasaların geleceğe yönelik
öngörülebilir belirlemeler yapılabilmesine olanak verecek kurallar
içermesini gerekli kılar. Geriye dönük düzenlemelerle kişilerin haklarının,
hukuki istikrar ve güvenlik ilkesi gözetilmeden kısıtlanması hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmaz. Haksız fiile sebebiyet veren idarenin, bundan
kaynaklanan sorumluluğundan kaçmak maksadıyla getirmiş olduğu düzenleme
Anayasanın 2’nci maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmaz. Hukuk devleti, her şeyden önce, bütün faaliyetlerinde hukukun
genel ilkeleri ile bağlayıcılığı ve üstünlüğü olan Anayasa hükümlerine
uygun hareket etmek zorundadır.
Anayasanın 5. maddesinde; kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlandıran ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak; 2. maddede
“sosyal hukuk devleti” niteliği vurgulanan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Anayasanın ikinci kısım,
Kişinin Hakları ve Ödevleri başlıklı ikinci Bölümü 35. maddesi uyarınca,
“Herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı
amacıyla, yasayla sınırlanabilir”. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının
hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla,
sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerden yararlanma ve
tasarruf olanağı verir. Anayasanın 35’nci maddesinde düzenlenen mülkiyet
hakkı temel hak ve özgürlüklerdendir.
Anayasanın temel hak ve özgürlüklerin
sınırlanmasına ilişkin 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı
belirtilmiştir.
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en
geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve
özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan veya kullanılamaz hale getiren
sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya
karşı öngörülen kanun yolları hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde
değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak Anayasanın ilgili maddelerinde
öngörülen nedenlerle ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için
zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilir.
Anayasa Mahkemesi, Danıştay Onuncu Dairesinin,
9.3.1988 günlü, 3417 sayılı “Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların
Değerlendirilmesine Dair Kanun”un 6. maddesinin ikinci fıkrası ile üçüncü
fıkrasının 18.11.1998 günlü, Esas 1997/59, Karar 1998/71 sayılı kararla
iptal edilen bölümü dışında kalan kısmının, Anayasa’nın 2., 5., 10. ve 35.
maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemiyle açtığı davada verdiği Esas
Sayısı: 2000/42, Karar Sayısı: 2001/361, Karar Günü: 10.12.2001 R.G.
Tarih-Sayı: 28.03.2002-24709 kararında “çalışanların aylık ve ücretlerinden
3417 sayılı Kanun uyarınca kesilen ve tasarrufu teşvik hesabında toplanan
tasarruf tutarları üzerinde mülkiyet hakları bulunmaktadır. Adı geçenlerin
devlet katkısı ve nema üzerindeki hakları ise alacak hakkıdır.
...Çalışanların aylık ve ücretlerinin belli bir yüzdesi üzerinden
hesaplanarak ve ilgililerin tasarruf kesintisine eklenerek tasarrufu teşvik
hesabına yatırılan Devlet/işveren katkısı ile katkının ve tasarruf
kesintisinin birlikte değerlendirilmesiyle oluşan nemaların mülkiyet hakkı
kapsamında olduğu tartışmasızdır. Bu durumda, sözkonusu tutarların belli sürelere
bağlanarak kısmen veya tamamen ödenmesinin engellenmesi mülkiyet hakkının
özünü zedelemekte ve onu kullanılmaz hale getirmektedir. Bu nedenle
kurallar Anayasanın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir” demek
suretiyle, alacak hakları da mülkiyet kapsamında kabul edilmiş ve mülkiyet
hakkının ihlalini tespit etmiştir.
Bütün bu sebeplerle; haksız fiile sebebiyet veren
idareye, bireyin bu haksız fiilden kaynaklanan alacağını da ödeme konusunda
haciz yasağı getiren, ne zaman ödeme yapılacağı konusunda belirsizliğe sevk
eden düzenlemesi ile bireyin en temel hakkı olan ve Anayasa ile güvence
altına alınmış bulunan mülkiyet hakkına ilişkin hükümler ihlal
edilmektedir.
Anayasanın 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir
mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz”
denilmektedir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü,
kendisi bir temel hak niteliği taşımanın ötesinde, diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı
bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz
kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu,
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri
önünde dava hakkı tanınması, adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur. Hal
böyle iken; getirilen düzenlemeler ile “öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi
esastır” ve “haciz yasağı” hükmü Anayasanın 36’ncı maddesinin ihlali
niteliğindedir.
Bu düzenlemeler mülkiyet hakkının korunmasına
yönelik, bireyin lehine, çağdaş demokrasilerin bir gereği iken 6111 sayılı
Yasanın geçici 2’nci maddesi ile getirilen son düzenleme, bireyin mülkiyet
hakkını ihlal edici ve gelinen noktadan geriye götürücü bir nitelik arz
etmektedir.
Anayasanın 88’nci maddesinde; “Kanun teklif etmeye
Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri yetkilidir. Kanun tasarı ve
tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları
içtüzükle düzenlenir” hükmü yer almaktadır. TBMM İçtüzüğünün 74’ncü
maddesinde de; “Hükümetçe hazırlanan kanun tasarıları bütün bakanlarca
imzalanmış olarak ve gerekçesi ile birlikte Meclis Başkanlığına sunulur.
Gerekçede tasarının tümü ve maddeleri hakkında bilgiler, kaldırılması veya
eklenmesi istenilen hükümlerin neler olduğu ve neden kaldırılması,
değiştirilmesi veya eklenmesi gerekli görüldüğü açıkça gösterilmek
lâzımdır” hükmü bulunmaktadır.
6111 sayılı Kanunun genel gerekçesinde geçici 2’nci
madde ile ilgili bir ifade bulunmamaktadır. Geçici 2’nci madde ile ilgili
bir gerekçe de bulunmamaktadır. Geçici 2’nci maddenin atıfta bulunduğu 5999
sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici 2’nci maddenin
gerekçesinde ise; “...süreye tabi olmaksızın dava açılabileceği kabul
edildiğinde, idareler aleyhine çok uzun yıllar önce gerçekleşmiş olan
elkoymalardan dolayı bile dava açılabilecek ve bu davalarda idareleri malî
yönden zora düşürebilecek tazminatlara hükmolunabilecektir. Ayrıca,
açtıkları davalar yirmi yıllık dava açma süresinin dolmuş olduğu yolundaki
gerekçeyle süre yönünden reddedilenler ve açtıkları davalarda hükmedilen
tazminatı tatminkâr görmeyenler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat
etmek suretiyle Devleti tazminata mahkûm ettirebileceklerdir. Anayasa
Mahkemesinin söz konusu iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve
önceki yirmi yıl içinde taşınmazlarına kamulaştırmasız elkonulan kişilerin
dava açmalarının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır. Ancak, yirmi
yıllık dava açma süresinin geçmiş olması sebebiyle artık dava açılamayacağı
yolundaki içtihat sebebiyle, söz konusu iptal kararının yürürlüğe girdiği
tarihten önceki yirmi yıldan daha önce taşınmazlarına kamulaştırmasız
elkonulanlar ya hak düşürücü süre sebebiyle dava açamayacaklar veya
açacakları davalar hak düşürücü süre sebebiyle reddedilebilecektir. Bu
nedenle 4/11/1983 tarihinden önce taşınmazlarına kamulaştırmasız
elkonulanların hak ve durumlarının düzenlenmesi gerekmektedir” şeklinde yer
alan ifadelerle, tamamen farklı bir statüye tabi olan 04.11.1983 öncesi
döneme ilişkin gerekçe oluşturulmuştur. Ancak bu gerekçenin 04.11.1983
sonrası döneme ilişkin olarak uygulanması ve kabul edilmesi düşünülemez. Bu
sebeple, 6111 sayılı Kanun, kanun yapma tekniğine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Davalı vekilinin yukarıda açıklamaya çalışılan nedenlerle
iptal isteğinin ciddi olduğu görülmekle, mahkememize açılan davada
uygulanacak norm olan 6111 sayılı Yasanın geçici 2. maddesinin Anayasanın
2, 10, 13, 35 ve 36. maddelerine aykırılık nedeniyle İPTALİNE karar verilmesi saygıyla arz olunur.”
D- E.2011/104 sayılı itiraz başvurusunun
gerekçe bölümü şöyledir:
“Mahkememize davacı Altındağ Belediye Başkanlığınca
açılan davada davacı vekili özetle takibin dayanağı olan Ankara 16. Asliye
Hukuk Mahkemesinin kamulaştırmasız el koyma kararına dayanılarak belediyenin
tüm taşınmazlarına haciz uygulandığını, 5393 sayılı Belediye Kanununun 15.
ve İİK 82. maddesi gereği belediye mallarının haczedilmesi yanında 5999
sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kanunun geçici 6. maddesi gereği
kamulaştırmasız elkoymalar nedeniyle belediyenin mallarının
haczedilemeyeceğini öne sürerek İİK 16. maddesine giren şikayet davası
açmıştır.
Davalı alacaklı usulüne uygun davetiye tebliğine
rağmen duruşmaya gelmemiştir.
Davada davacı tarafça uygulanması talep edilen
maddelerden birisi 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa
eklenen geçici 6. maddedir.
Madde aynen “GECİCİ MADDE 6- Kamulaştırma işlemleri
tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956
tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya
kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan
taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı
tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması
sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması
halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.
Tazminat müracaatı üzerine, fiilen el konulan
taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının malikin müracaat
ettiği tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci
fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle,
taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11
inci ve 12 nci maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten
sonra, bu Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan
uzlaşma komisyonunca, müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay
içerisinde 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile,
tahmini değer bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet
edilir.
Uzlaşma; nakdi ödeme, idareye ait taşınmazın
trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya
imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması
suretiyle yapılabilir.
Uzlaşma görüşmeleri, hukuki veya fiili engel
bulunmadığı takdirde davete icabet tarihinden itibaren en geç altı ay
içerisinde sonuçlandırılır ve uzlaşmaya varılıp varılmadığı, malik veya
temsilcisi ile komisyon üyeleri tarafından imzalanan bir tutanağa bağlanır.
Bu tutanak ile uzlaşma görüşmelerine ilişkin bilgi ve belgeler, açılacak
davalarda taraflar aleyhine delil teşkil etmez. Uzlaşmaya varılması
halinde, üzerinde uzlaşılan hakkın türünü, tanınma şart ve usullerini,
nakdi ödemede bulunulacak ise miktarını ve ödeme şartları ile taşınmazların
tesciline veya terkinine dair muvafakati de ihtiva eden bir sözleşme
akdedilerek bu sözleşme çerçevesinde işlem yapılır ve uzlaşma konusu taşınmazlar
resen tapu tescil veya terkin edilir.
Uzlaşılan nakdi tazminat bedeli, bütçe imkanları
dahilinde, sonraki yıllara sari olacak şekilde taksitli olarak da
ödenebilir. Taksitli ödeme süresince, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı
Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz
ödenir. İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık
tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet
olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından
sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan
taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki
değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit
ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike
tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin
olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde
uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin
yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden yüzde iki
pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin
toplam tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara sari olacak
şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe
imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme
süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare
tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada
belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin
uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
Bu maddenin tazminata ilişkin hükümleri, vuku
bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el
koymadan dolayı açtıkları tazminat davası süre bakımından dava hakkının
düştüğü gerekçesiyle reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır. Evvelce
açtıkları davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki
sebeplerden dolayı davaları reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri
uygulanmaz. Ancak, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre
evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz
ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada
belirtilen diğer uzlaşma yolları teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya
ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin
kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu maddenin yürürlüğe
girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde hükümlerine
göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin yürürlüğe
girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri
dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma
görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması halinde,
uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir.
BU MADDE UYARINCA ÖDENECEK OLAN TAZMİNATIN TAHSİLİ
SEBEBİYLE İDARELERİN MAL, HAK VE ALACAKLARI HACZEDİLEMEZ.” demektedir.
Diğer kısımlarında yapılan düzenlemeler değil ise
de maddenin son cümlesi mahkemece 2709 sayılı Kanunla kabul edilen
Anayasamızın 5, 10, 90, 125, 138. maddelerine aykırı bulunmuş re’sen
Anayasa Mahkemesine 2949 sayılı Kanunun 28/1. maddesi gereği itiraz davası
açılması gerektiği kanaati oluşmuştur.
Şikayetçi - davacı taraf maddenin uygulanmasını
açıkça talep etmiş, alacaklı şikayet edilen taraf duruşmaya gelmemiş
taraflardan birince Anayasaya aykırılık ileri sürülmeyip mahkemece re’sen
Anayasaya aykırı görüldüğünden 2949 sayılı Kanunun 28/2. madde gereği
taraflara Anayasaya aykırılık konusunda görüş sorulmamıştır.
Devlet kendi kuruluşu dahi olsa istisnalar kimseye
ayrıcalık tanıyamaz. Herkese genel kuralları uygulamak ve uygulanmasını
sağlamak zorundadır. Bu cümlede böyle bir istisnanının tanınmasını
gerektiren olağanüstü bir durum yoktur. Kamulaştırmada istisna
düşünülebilir ise de taşınmazına el koyulup mülkiyet hakkının kullanılması
engellenen kişiye almış hiç tazmin yoluna gitmeden almış olduğu mahkeme
kararının infazını engellemeye çalışmak hukuk devleti ilkelerine
aykırılıktır.
Herkes Anayasanın 10. maddesi gereği kanun önünde
eşittir. Hiç bir kişi veya zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Kamu
kurumu - devlet davamızda belediye mahkeme kararının yerine getirilmesi
için elinden geleni yapması gerekirken maddede belirtilen kamulaştırmasız
el koymalarda vatandaşların dava açmadan uzlaşmaları için kolaylık olarak
getirilmiş olmasına rağmen bunlara riayet etmeden maddedeki bir cümlenin
arkasına saklanamaz. Maddedeki uzlaşma hükümlerini hiç uygulamayan veya
eksik uygulayıp haczedilmezlik iddiasında bulunması aynı zamanda
Anayasamızın 90. maddesine aykırı olmaktadır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin 18.05.2005 tarihli tütüncü ve diğerleri Türkiye davası
kararına göre kamu kurumlarının haczedilmezlik iddiasının protokolün 1.
maddesini ihlal ettiği sabittir.
Maddedeki haczedilmezlik cümlesi Anayasamızın 125.
maddesindeki idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi
olması, mahkeme kararına rağmen mahkeme kararının uygulanmasını engelleme
sonucunu doğuracağından ‘İdarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç
veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı
olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek
yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir” kuralına da aykırıdır.
Maddedeki haczedilmezlik cümlesi Anayasamızın 138.
maddesindeki “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına
uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” kuralına da
aykırıdır.
Bütün bu açıklamalar ve Yüksek Mahkemenin re’sen
bulacağı nedenler göz önüne alınarak Anayasa Mahkemesine 2942 sayılı
Kanunun ek 6. maddesindeki “BU MADDE UYARINCA ÖDENECEK OLAN TAZMİNATIN
TAHSİLİ SEBEBİYLE İDARELERİN MAL, HAK VE ALACAKLARI HACZEDİLEMEZ”
cümlesinin Anayasaya aykırılığından dolayı iptal davası açılması gerektiği
kanaatine varılmakla;
Gerekçesi yukarıda açıklandığı gibi;
1- 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesindeki “BU MADDE UYARINCA ÖDENECEK
OLAN TAZMİNATIN TAHSİLİ SEBEBİYLE İDARELERİN MAL, HAK VE ALACAKLARI
HACZEDİLEMEZ” cümlesinin Anayasamızın 5, 10, 90, 125 ve 138. maddelerine
aykırı olduğundan 2949 sayılı Kanunun 28/1. maddesi gereği iptal davası
açılmasına,
2- Dosyanın bir suretinin çıkarılarak Anayasa
Mahkemesi Genel Sekreterliğine kararla birlikte gönderilmesine,
3- Anayasanın 152. maddesi gereği Anayasa Mahkemesi
bu konuda karar verene kadar en az beş ay mahkeme kararının beklenilmesine,
Davacı vekilinin yüzüne karşı davalı tarafın
yokluğunda karar verildi.”
E- E.2011/118 sayılı itiraz başvurusunun gerekçe bölümü şöyledir:
“Davacı taraf vekilince sunulan dava dilekçesinde
özetle; dava konusu Tekirdağ ili, Çerkezköy ilçesi, GMKP Mahallesi, Köprüdere
Mevkiinde bulunan 23 ada 12 parsel idarece kamulaştırma yapılmadan el
atıldığını belirterek kamulaştırmasız el atma nedeni ile belirlenecek
bedelin taraflarına verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı taraf vekilince sunulan cevap dilekçesinde
özetle; açılan davanın müvekkilince el koyma tarihinden itibaren 20 yıllık
sürenin geçmesi nedeni ile kamulaştırma kanununun el koyma tarihi itibari
ile geçerli olması gereken 38. maddesi uyarınca davanın süresinde
açılmadığından reddine karar verilmesini aksi halde müvekkili yararına
karar verilmesini talep etmiştir.
Dava konusu taşınmazın 1976 yılında yapılan
kadastro sonucunda 1997 yılında kesinleşen Kadastro Mahkemesi kararı ile
malik adına hükmen tescil edildiği, dava konusu taşınmazın Tekirdağ ili,
Çerkezköy ilçesi, GMKP Mahallesi, Köprüdere Mevkiinde olduğu belirtilerek
23 ada 12 parsel adı altında 5400 m2
miktarlı ve tarla vasfı ile tapuya kayıt edildiği, davacıların tapu maliki
Yahya Aydın’ın mirasçıları olarak 2/6 oranında iştirak halinde mülkiyet haklarının
olduğu görülmüştür.
Buna rağmen dava konusu taşınmaza davalı idarece
1967 - 1968 yıllarında kamulaştırma yapılmadan üzerine tesis yapılmak
sureti ile el konulmuş ve halen de 3. Zırhlı Tugay Komutanlığı kullanımında
ve tel çiti içerisinde kalmakta ve de askeri güvenlik bölgesi olarak tapu
kaydına şerh verilmiştir.
Bu doğrultuda idare tarafından dava konusu
taşınmaza ilişkin malikleri aleyhine Kamulaştırma Kanununun 38. maddesine
dayanılarak 20 yıllık süre hukuki sebebine dayalı malikleri adına olan tapunun
iptali ile idare adına tapuya kayıt ve tescili istemli Çerkezköy Asliye
Hukuk Mahkemesinde dava açılmış dava derdest iken bu kez Anayasa Mahkemesi’nin
10/04/2003 tarih, 2002/112 esas ve 2003/33 karar sayılı kararı ile
Kamulaştırma Kanununun 38. maddesinin iptal edilmesi üzerine idarece açılan
tapu iptal ve tescil talebi yerinde görülmeyerek olumsuz sonuçlanmıştır.
Bunun üzerine taşınmaz malikleri tarafından 5999
sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6.
maddesi uyarınca uzlaşma talebinde bulunulmuş ancak yapılan çalışmalar
sonucunda idare ile uzlaşma sağlanamamıştır.
Uzlaşma çalışmalarının olumsuz sonuçlanması üzerine
davacılar vekilleri tarafından mahkememize işbu dava açılmak sureti ile
kamulaştırmasız el atma nedeni ile belirlenecek bedelin davalı idareden
tahsili ile davacı tarafa verilmesi talep edilmiştir.
5999 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanununa eklenen geçici 6. maddesi işbu davada uygulanması gereken bir
madde olarak düzenlenmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ise Anayasa
Mahkemesi’nin Kamulaştırma Kanununun 38. maddesindeki 20 yıllık süreye
ilişkin iptal kararı vermesi üzerine ve bu kararın geriye ilke olarak veya
prensip olarak yürümemesi nedeni ile iptal kararının Resmi Gazetede yayın
tarihi olan 04/11/2003 tarihinden geriye gidilerek 04/11/1983 tarihinden
önce el konulan taşınmazlara ilişkin tazminat davalarının bir kısmı
mahkemelerce reddedilmiş, bir kısmının ise kabul edilmesi üzerine doğan bir
hukuki karmaşıklığı gidermek için yasal düzenlemeye gidilmiş ve 30/06/2010
tarihinde, 5999 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa geçici 6.
madde eklenmiştir, buna göre 09/10/1956 tarihli ve 04/11/1983 tarihleri
arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan yerler ile maliklerine bedel
ödenmesi öngörülmüştür, ancak bunun için öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi
şartı getirilmesi ve uzlaşma çalışmasının olumsuz sonuçlandığında da
açılacak davanın taşınmazın değeri taşınmazın el koyma günündeki nitelikleri
esas alınarak müracaat (dava tarihindeki değerinin tespit edileceği) esası
getirilmiştir.
Dava konusu taşınmazın el koyma tarihindeki vasfı
tarla olmak ile birlikte taşınmaz ilçe merkezine çok yakın olup, çevresinde
imar uygulaması geçmiş olup bütün çevre taşınmazlar arsa vasfında ve
belediye hizmetlerinden yararlanır konumda bulunmaktadır. Askeri birlik
olmasa dava konusu taşınmaz imar planı içerisinde farklı bir konumda
bulunabilecekti, bu durumun dosya ve tazminat hesabındaki sonuç da çok
farklı olabilmektedir. Şöyle ki; el atılan taşınmaz vasfı tarla ise gelir
metoduna göre arsa vasfında ise emsal satışlar esas alınmak sureti ile
bedel hesaplaması yapılmakta olup mevcut 6. madde uygulanıyor ise tarla
vasfı malikleri aleyhine muhtemelen daha az miktar bedel belirlenecek ve bu
durum tarafların mağduriyetine sebep olabilecektir. Bu nedenle ne kadar
yüksek oranda objektif artış uygulansa da aradaki fark yüksek olacak ve
mağduriyet devam edecektir. Esasen 09/10/1956 tarih ile 04/11/1983
tarihleri arasında el konulan taşınmaz maliklerinin mağduriyetlerini gidermek
amacı ile getirilen söz konusu 6. maddedeki düzenlemenin tasarı halindeki
şeklinde “el koyma tarihinden itibaren her yer için gerçekleşen yıllık
enflasyon oranında ilave yapılıp denkleştirmede bulunmak” gibi idareyi gerek taşınmaz maliklerinin
haklarını gözeterek kısmen hakkaniyete yakın biçimde hazırlanmış iken
yasanın görüşülmesi ve yasalaşması sırasında yukarıda bahsedilen ek
mağduriyeti giderici tedbirler yasa metninden çıkartılarak Anayasamızda
düzenlenen mülkiyet hakkı ihlal edilmiş ve komşu parsel malikleri ile bir
eşitsizlik yaratılmıştır. Şöyle ki; 1983 tarihinden sonra el atılan
taşınmazlar için tazminat hesabı davanın açıldığı tarihteki fiili kullanıma
göre (arsa veya arazi) belirlenecek, bu tarihten öncekilerde (dava konusu
taşınmazda olduğu gibi) ise el konulma tarihindeki fiili durumu (dava
konusu taşınmazda tarla) olarak belirlenecektir.
Düzenleme bu şekli ile gerek 1983 tarihinden önce
kamulaştırmasız el konulan taşınmaz malikleri ile 1983 sonrası
kamulaştırmasız el konulan taşınmaz malikleri arasında gerekse askeri
birlik içerisinde kaldığı için belediye imar uygulamasından yararlanamayan
taşınmaz malikleri ile askeri birlik içerisinde olmayan ancak dava konusu taşınmaza
bitişik arsa vasfına haiz taşınmaz malikleri arasında eşitsizlik yarattığı
gibi bu düzenleme aynı zamanda yarattığı mağduriyet ile mülkiyet hakkını da
ihlal ettiği düşünülmektedir.
Sonuç olarak 5999 sayılı Yasa ile 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6. maddenin 2. fıkrasının “...
taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak...” cümlesi
Anayasamızın 10. ve 35. maddelerine aykırılık iddiası ciddi bulunduğundan,
Anayasamızın 152. maddesi ve 6216 sayılı Yasanın 40 .maddesi gereğince
Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerektiği kanaatine varıldığından aşağıdaki
karar verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1- Gerekçesi ekli kararda açıklanacağı üzere T.C.
Anayasasının 10. ve 35. maddelerine yönelik olduğu kanaatine varılan
Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunduğundan ve 5999 sayılı Yasa ile
2942 sayılı Yasaya eklenen 6. maddenin 2 fıkrası dava konusu uyuşmazlıkta
uygulanacak olması nedeni ile söz konusu Yasanın 6. maddenin 2. fıkrasında
geçen taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak kısmının
Anayasamızın yukarıda belirtilen 10. ve 35. maddelerine aykırılığı
olduğundan dolayı iptali istemi ile Anayasamızın 152. maddesi gereğince
Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
2- Dosyamızın tasdikli bir örneğinin Anayasa
Mahkemesi’ne sunulmasına,
3- Anayasamızın 152/1. ve 3. madde ve fıkrası
gereğince Anayasa Mahkemesi kararının 5 ay süre ile beklenmesine karar
verildi.”
II- YASA METİNLERİ
A- Dava ve İtiraz Konusu Yasa
Kuralları
1- İptali
istenilen ibare, cümle ve fıkraların da yer aldığı 18.6.2010 günlü, 5999
sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1.
maddesiyle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen
Geçici 6. Madde şöyledir:
“Kamulaştırmasız
el koyma sebebiyle tazmin
GEÇİCİ MADDE 6- Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması
hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi
arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir
ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya
kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle
malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik
tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde,
öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.
Tazminat müracaatı üzerine, fiilen el
konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının malikin
müracaat ettiği tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin
ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma tarihindeki
nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci maddelerine
göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu Kanunun 8
inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma komisyonunca,
müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde 7201 sayılı Kanun
hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer
bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet edilir.
Uzlaşma; nakdi ödeme, idareye ait
taşınmazın trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması
veya imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması
suretiyle yapılabilir.
Uzlaşma görüşmeleri, hukuki veya fiili
engel bulunmadığı takdirde davete icabet tarihinden itibaren en geç altı ay
içerisinde sonuçlandırılır ve uzlaşmaya varılıp varılmadığı, malik veya
temsilcisi ile komisyon üyeleri tarafından imzalanan bir tutanağa bağlanır.
Bu tutanak ile uzlaşma görüşmelerine ilişkin bilgi ve belgeler, açılacak
davalarda taraflar aleyhine delil teşkil etmez. Uzlaşmaya varılması
halinde, üzerinde uzlaşılan hakkın türünü, tanınma şart ve usullerini,
nakdi ödemede bulunulacak ise miktarını ve ödeme şartları ile taşınmazların
tesciline veya terkinine dair muvafakati de ihtiva eden bir sözleşme
akdedilerek bu sözleşme çerçevesinde işlem yapılır ve uzlaşma konusu taşınmazlar
resen tapuya tescil veya terkin edilir.
Uzlaşılan nakdi tazminat bedeli, bütçe
imkanları dahilinde, sonraki yıllara sari olacak şekilde taksitli olarak da
ödenebilir. Taksitli ödeme süresince, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni
Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir.
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde,
uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin
uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde
malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde,
fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen
irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci
cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare
adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir.
Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen
tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca
ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden yüzde iki pay
ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam
tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara sari olacak şekilde,
garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe
imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme
süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare
tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada
belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin
uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
Bu maddenin tazminata ilişkin
hükümleri, vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız
el koymadan dolayı açtıkları tazminat davası süre bakımından dava hakkının
düştüğü gerekçesiyle reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır. Evvelce
açtıkları davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki
sebeplerden dolayı davaları reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri
uygulanmaz. Ancak, gerek iç hukuka
ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda hak
kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından
nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları teklif
edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem
yapılabilir.
Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu
maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu maddenin
yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde
hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin
yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri
dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma
görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması halinde, uzlaşmazlık
tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir.
Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle
idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.”
2- İptali istenen 13.2.2011 günlü, 6111
sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesi
şöyledir:
“GEÇİCİ MADDE 2- (1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942
sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983
tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır.
Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle
açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına
istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin
yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde
kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş
pay ayrılır.”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde ve başvuru kararlarında,
Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 12., 13., 35., 36., 90., 125. ve 138. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK
İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8.
maddesi uyarınca, E.2010/83 sayılı
dosyanın 22.9.2010 gününde, E.2011/72 sayılı dosyanın 22.9.2011 gününde,
E.2011/97 sayılı dosyanın 22.9.2011 gününde, E.2011/104 sayılı dosyanın
20.10.2011 gününde, E.2011/118
sayılı dosyanın ise 30.11.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantılarında
başvurularda eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
E.2010/83 sayılı dosyada yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme
aşamasında karara bağlanmasına, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV-
BİRLEŞTİRME KARARLARI
E.2011/72 ve E.2011/97 sayılı itiraz başvurularının
22.9.2011 gününde, E.2011/104 sayılı itiraz başvurusunun 20.10.2011 gününde
ve E.2011/118 sayılı itiraz başvurusunun 30.11.2011 gününde, aralarındaki hukuki
irtibat nedeniyle E.2010/83 sayılı dava ile birleştirilmesine, esaslarının
kapatılmasına, esas incelemenin E.2010/83 sayılı dosya üzerinden
yürütülmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN
İNCELENMESİ
Dava dilekçesi, başvuru kararları ve
ekleri, Raportör Ali Rıza ÇOBAN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin
rapor, Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Dr. Kadir TOPBAŞ, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet
ÖZHASEKİ, Türkiye Belediyeler Birliği Encümeni Üyesi ve Osmaniye Belediye
Başkanı Kadir KARA, Türkiye Belediyeler Birliği Encümeni Üyesi ve Altındağ
Belediye Başkanı Veysel TİRYAKİ, Türkiye Belediyeler Birliği Encümeni Üyesi
ve Çankaya Belediye Başkanı Bülent TANIK,
Türkiye Belediyeler Birliği Genel Sekreteri Hayrettin GÜNGÖR,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1. Hukuk Müşaviri Av. Ali KARAASLAN, İSKİ 1. Hukuk Müşaviri Av. Mahmut
KOCAMEŞE, Türkiye Belediyeler Birliği Avukatları Veli BÖKE, Temel BAŞALAN,
Ahmet OKAY ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Avukatı Ali KIZILDAĞ
tarafından 31.10.2012 gününde yapılan sözlü açıklamalar, dava konusu
kurallar, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer
yasama belgeleri incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
1- İkinci Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan
“…taşınmazın
el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak …” İbaresi
Başvuru kararında, kamulaştırmasız el
atma nedeniyle yapılacak uzlaşma görüşmelerinde kamu otoritesi tarafından
el atılan taşınmazın değeri tespit edilirken taşınmazın el koyma
tarihindeki niteliklerinin esas alınmasını öngören kuralın, taşınmazına
kamulaştırma olmaksızın el atılan maliklerin taşınmazlarının gerçek
değerinden çok daha düşük bir tazminat alması sonucunu doğurduğu ve bu
tazminatın komşu taşınmazların değerine göre de çok az olduğu belirtilerek
Anayasa’nın 10. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, 9.10.1956 ile 4.11.1983
tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle
yapılacak uzlaşma görüşmeleri ve eğer uzlaşma sağlanamazsa açılacak
tazminat davalarında tazminatın nasıl belirleneceğini düzenlemektedir. Buna
göre, 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasında fiilen kamu hizmetine
ayrılan ya da el konulan taşınmazlarla ilgili olarak sadece tazminat davası
açılabilecektir. Ancak malik tarafından ilgili idareden tazminat istenmesi
halinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi zorunlu tutulmuştur. Uzlaşma
görüşmelerinden önce idarece taşınmazın müracaat tarihindeki değerinin
tespit ettirilmesi kurala bağlanmıştır. Değer tespitinin kıymet takdir
komisyonu marifetiyle 2942 sayılı Kanun’un 11. ve 12. maddelerindeki
esaslara göre ve taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınarak
yapılması ve tespit edilen değer bildirilmeksizin maliklerin uzlaşma
görüşmelerine davet edilmesi öngörülmüştür.
Uzlaşma görüşmeleri sonucunda uzlaşma
sağlanamazsa, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç
ay içerisinde malik tarafından tazminat davası açılması öngörülmektedir.
Dava açılması halinde taşınmazın başvuru tarihindeki değeri yukarıda
belirtildiği gibi 2942 sayılı Kanun’un 11. ve 12. maddelerindeki esaslara
göre ve taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınarak tespit
edilecektir. Taşınmaza el atılmasından sonra başvuru tarihine kadar
taşınmazın niteliklerinde meydana gelen değişiklikler değer tespiti
sırasında dikkate alınmayacaktır.
Mülkiyet hakkı, Anayasa’nın 35.
maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve bu hakka ancak
kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği belirtilmiştir.
Özel mülkiyetteki bir taşınmaza kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması
halinde bu taşınmazın kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilmesi
gerekmektedir. Kamulaştırmanın nasıl ve hangi ilkelere göre yapılacağı
Anayasa’nın 46. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Plansız şehirleşme, idarelerin
bütçelerinin kısıtlı olması gibi çeşitli nedenlerle geçmişte kamulaştırma
yapılmaksızın bazı taşınmazlar fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiştir. Bu
şekilde kamulaştırmasız olarak el atılan taşınmazlarla ilgili olarak
maliklerin dava açma hakkını yirmi yıllık hak düşürücü süreye bağlayan 2942
sayılı Kanun’un 38. maddesi 2003 yılında Anayasa Mahkemesince iptal
edilmiştir (K.T.10.4.2003, E.2002/112,
K.2003/33.) Bu iptal kararının geçmişe etkisi
konusunda uygulamada ortaya çıkan yorum farklılıklarını gidermek amacıyla
kanun koyucu, 5999 sayılı Kanun’u çıkarmış ve 9.10.1956 ile 4.11.1983
tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle
maliklerin başvuru yapmasına ve dava açmasına olanak tanımıştır.
Kuralın, geçici bir nitelik taşıdığı ve
geçmişte meydana gelen kamulaştırmasız el atmalardan kaynaklanan hukuksal sorunların
tasfiyesini amaçladığı anlaşılmaktadır. Kamulaştırma olmaksızın el konulan
taşınmazların niteliğinde meydana gelen değişiklikler kamunun işlemleri
sonucunda gerçekleşmiş olup, bu işlemler dolayısıyla taşınmazın değerinde
meydana gelen artış ya da azalmaların malike ödenecek tazminatın
hesaplanmasında dikkate alınması, maliklerin haksız kazanç elde etmesine ya
da haksız bir şekilde zarara uğramasına sebep olabilecektir.
Kamulaştırma olmaksızın el atılan
taşınmazların değerinin tespitinde taşınmazın el atma anındaki
niteliklerinin dikkate alınmasını öngören kural, Anayasa’nın 35. maddesine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Mehmet ERTEN bu görüşe farklı
gerekçeyle katılmıştır.
Fulya KANTARCIOĞLU ise bu görüşe
katılmamıştır.
Kuralın, Anayasa’nın 10. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir.
a- Birinci
Cümlesinde Yer Alan “…sadece…” Sözcüğü
Dava dilekçesinde, altıncı fıkranın
birinci cümlesinde yer alan malik tarafından “sadece” tazminat davası açılabileceğini öngören kuralın, hak
arama özgürlüğünü ihlal ettiği belirtilerek Anayasa’nın 36. maddesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Altıncı fıkrada, taşınmazına
kamulaştırma olmaksızın el atılan maliklerin öncelikle uzlaşma amacıyla
idareye başvurmaları, altı ay içinde uzlaşma sağlanamaması ya da idarenin
uzlaşmaya davet etmemesi halinde maliklerin üç ay içinde sadece tazminat
davası açabileceği öngörülmüştür. Buna göre, idare ve malik arasında
uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği
veya altı aylık sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten
itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası
açılabilecek, mülkiyet hukukundan kaynaklanan diğer davaların açılması
mümkün olmayacaktır.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama
özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel
unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı,
hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme
önüne götürülmesi hakkını da kapsar.
Maddi hukukta herhangi bir değişiklik
yapmaksızın maddi hukukun ihlalinden kaynaklanan uyuşmazlıkların dava
konusu yapılmasını yasaklayan kural, hak arama özgürlüğünü ortadan
kaldırıcı niteliktedir. Taşınmazına kamulaştırmasız el atılan malikin
sadece tazminat davası açabileceğini düzenleyen kural, malikin el atmanın
önlenmesi ve ecri misil davası gibi mülkiyet hakkından kaynaklanan davaları
açmasını yasaklamakta, böylece hak arama özgürlüğünü bu davalar yönünden
ortadan kaldırmaktadır.
Açıklanan nedenlerle malikin sadece
tazminat davası açabileceğini öngören kural, Anayasa’nın 36. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
b- Birinci Cümlesinde Yer Alan “…üç ay içerisinde…” İbaresi
Dava dilekçesinde, malikin dava açma
hakkını uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği ya da altı aylık sürenin
uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içinde
kullanmasını zorunlu tutan kuralın, hak arama özgürlüğünü ihlal ettiği ve
Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Altıncı fıkrada, taşınmazına
kamulaştırma olmaksızın el atılan maliklerin öncelikle uzlaşma amacıyla
idareye başvurmaları, altı ay içinde uzlaşma sağlanamaması ya da idarenin
uzlaşmaya davet etmemesi halinde üç ay içinde dava açmaları öngörülmüştür.
Buna göre, idare ile malik arasında uzlaşma sağlanamazsa, uzlaşmazlık
tutanağının tanzim edildiği ya da altı aylık sürenin uzlaşmaya davet
olmaksızın sona ermişse bu tarihten itibaren üç ay içinde malik tarafından
dava açılabilecektir.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri
mahkemeye erişim hakkıdır. Bu hak, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar
verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne taşınması hakkını da kapsar.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama
nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde
sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen
maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın
başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların
sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve
kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama
özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm
alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.
Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik
cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi, hak
ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz. Dava konusu kural 9.10.1956 ile
4.11.1983 tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle
açılacak davalar için malikin başvurusu üzerine idare ile malik arasında
uzlaşma sağlanamazsa, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği ya da altı
aylık süre uzlaşmaya davet olmaksızın sona ermişse bu tarihten itibaren üç
aylık hak düşürücü süre öngörmektedir.
Hak arama özgürlüğü demokratik hukuk devletinin
vazgeçilmez unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en
geniş şekilde güvence altına alınmalıdır. Diğer taraftan hukuki işlem ve
kuralların sürekli dava tehdidi altında bulunması hukuk devletinin
unsurları olan hukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu
nedenle hak arama özgürlüğü ile hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri
arasında makul bir denge gözetilmelidir. Dava konusu kuralla getirilen süre
sınırlamasının amacının geçmişte meydana gelen hukuka aykırılıklarla ilgili
uyuşmazlıkların tasfiye edilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kural
geçici bir nitelik taşımaktadır. Getirilen süre sınırlamasının amacının
kamulaştırmasız el atma yoluyla kamu hizmetine tahsis edilmiş olan
taşınmazlara ilişkin ihtilafların belli bir süre içinde çözümlenerek
mülkiyet durumunun açıklığa kavuşturulmasını sağlamak olduğu açıktır. Kamu
hizmetine tahsis edilen taşınmazların her an dava tehdidi altında bulunması
kamu hizmetlerinin aksamasına neden olacağından açılacak davalar için bir
süre sınırı getirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır. Öngörülen hak düşürücü süre malikin
başvurusu üzerine başlayan uzlaşma sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması
üzerine işlemeye başlamaktadır. Üç aylık hak düşürücü süre bireyler
açısından dava açmak için yeterli düşünme ve hazırlanma imkânı
tanımaktadır. Bu nedenle, dava konusu kuralla getirilen sürenin hak arama
hürriyetine ölçüsüz bir müdahale olduğu söylenemez. Ayrıca, bu sürenin hak
aramayı aşırı derecede zorlaştıran ya da ortadan kaldıran, dolayısıyla
hakkın özüne dokunan bir sınırlama olmadığı da açıktır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
c- Kalan Bölümü
Dava dilekçesinde, maliklerin öncelikle uzlaşma
yoluna gitmek zorunda bırakılmalarının hak arama özgürlüğünün özünü zedeleyici
nitelikte olduğu, diğer taraftan ikinci cümlede yer alan düzenlemelerin
mahkemeye emir niteliği taşıdığı ve mahkemeler tarafından verilen tescile
veya terkine ilişkin hükümlerin kesin olması nedeniyle kanun yollarına
başvuru yolunun kapatılmasının hak arama özgürlüğünü kısıtladığı
belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, tazminat talep edilmesi
halinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi öngörülmüş ve altı ay içinde
uzlaşmaya varılamazsa ya da idare tarafından uzlaşmaya davet olunmazsa
ancak bundan sonra dava açılabileceği belirtilmiştir. Ayrıca dava açılması
halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak
hakkının müracaat tarihindeki değerinin mahkemece ikinci fıkranın birinci
cümlesindeki esaslara göre tespit edileceği ve taşınmazın veya hakkın idare
adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedileceği
kuralına yer verilmiştir. Diğer taraftan tazminat davaları sonucunda
mahkemeler tarafından verilen tescile veya terkine ilişkin hükümlerin kesin
olduğu belirtilerek bu kararlar açısından kanun yollarına başvuru yolu
kapatılmış, hükmün yalnızca bedele ilişkin kısmı aleyhine temyiz yoluna
başvurulabileceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hakların
sınırlandırılmasında uyulacak ilkeler düzenlenmiş ve her temel hakkın ancak
ilgili maddede gösterilen nedenlerle sınırlanabileceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiş ve herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiştir.
Anayasa’nın 138. maddesinde ise mahkemelerin
bağımsızlığı düzenlenmiş ve hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat
veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı
öngörülmüştür.
Dava konusu kural, kamulaştırmasız el atma
nedeniyle yapılacak başvurularda hak arama özgürlüğünün çerçevesini
çizmekte ve dava açmadan önce uyuşmazlık çözme yöntemlerinden biri olan
uzlaşma yoluna gidilmesini zorunlu tutmaktadır. Yargının iş yükünün
azaltılması, adalete erişimin kolaylaştırılması ve usul ekonomisi gibi
çeşitli nedenlerle uyuşmazlıkların çözümünde alternatif yöntemlere başvuru
zorunluluğu getirilmesi yasama organının takdir yetkisi içindedir.
Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuru zorunluluğu, bu yollar sırf
kişilerin hak aramalarını imkânsız hale getirmek
amacıyla oluşturulmuş etkisiz ve sonuçsuz yöntemler olmadığı sürece hak
arama özgürlüğüne aykırı kabul edilemez.
Diğer taraftan, her kanunun muhatapları
ve uygulayıcılar açısından uyulması zorunlu emirler niteliğinde olması
hukuk kurallarının normatif doğasından kaynaklanır. Bir hukuk devletinde
her kamusal yetkinin hukuka uygun kullanılması gerektiği gibi mahkemelerin
de önlerine gelen uyuşmazlıklar hakkında karar verirken ilgili kanunlara
uyma yükümlülüğü vardır. Anayasa’nın 138. maddesinde, hâkimlerin
görevlerinde bağımsız olduğu ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri kuralına yer verilmiştir. Bu
nedenle kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davalarını karara
bağlarken mahkemelerin uymaları gereken esasları belirleyen kuralların
yargı bağımsızlığını ihlal edici nitelikte olduğu söylenemez.
Ayrıca, adil yargılanma hakkı, her
uyuşmazlığın zorunlu olarak iki ya da üç dereceli yargılamaya tabi olmasını
gerektirmez. Anayasa’da iki dereceli
yargılamayı zorunlu tutan bir kural olmadığı gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’nin taraf olmadığı 7.
Protokolü’nün 2. maddesi ile Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin beşinci fıkrasında yalnızca
ceza davaları açısından iki dereceli yargılama öngörülmüş, hukuk davaları
açısından ise iki dereceli yargılama zorunluluğu getirilmemiştir. Bu
nedenle bazı hukuk uyuşmazlıklarının usul ekonomisi vb. nedenlerle iki
dereceli yargılamaya kapatılması yasama organının takdir yetkisi içinde
olup hak arama özgürlüğüne aykırılık oluşturmaz.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13., 36. ve 138. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 2. maddesiyle
ilgisi görülmemiştir.
Dava dilekçesinde, uzlaşma yoluna
başvuranlara ödenecek bedeller konusunda herhangi bir bütçe kısıtlaması
öngörülmemişken dava açılması halinde hükmedilecek tazminatların ödenmesi
için bütçeden belli bir pay ayrılması, bütçeden ayrılan payın yeterli
olmaması halinde tazminatların ödenmesinin yıllara sari olacak şekilde
taksitlendirilmesinin öngörülmesi, ayrıca mahkeme tarafından tazminata
hükmedilmesi halinde tekrar uzlaşma teklif edilmesinin mahkeme kararlarının
uygulanmasını geciktirme ve mahkeme kararını değiştirme anlamına geldiği
belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
İptali istenen yedinci fıkranın ilk üç
cümlesinde, kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden yapılacak ödemeler
için idarelerin yılı bütçelerinde, sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerden % 2 pay ayrılması, kesinleşen alacakların toplam tutarının
ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması halinde, ödemelerin gelecek yıllara
aktarılarak, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilmesi, taksitlendirmede
bütçe imkânları ile alacak tutarlarının dikkate alınması öngörülmüştür. Son
cümlede ise kesinleşen mahkeme kararları ile ilgili olarak idareye nakdi
ödeme yerine yeniden uzlaşma teklif etme yetkisi tanınmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir.
Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik
cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi, hak
ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
Anayasa’nın 36. maddesinde, herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip olduğu belirtilerek hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Anayasa’nın 138. maddesinde ise
mahkemelerin bağımsızlığı düzenlenmiş ve hiçbir organ, makam, merci veya
kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve
talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde
bulunamayacağı kuralına yer verilmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi dava
konusu kuralları da içeren Geçici 6. madde ile 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri
arasındaki kamulaştırmasız el koymalar nedeniyle yapılacak tazminat
talepleri ve açılacak davalara ilişkin olup geçmişe yönelik bazı
mağduriyetlerin giderilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Hükmün
gerekçesinde kamulaştırmasız el atılan bütün taşınmazlarla ilgili tazminat
talebinde bulunulması halinde idarelerin bütçe kaynaklarıyla bu taleplerin
karşılanması imkânsız olduğu gibi, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde de
büyük zorluklarla karşılaşılacağı belirtilmiştir. Geçmişe yönelik mağduriyetleri gidermek
üzere, kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde bütçeden belli bir pay
ayrılarak ödemelerin bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan payın
talepleri karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle
ve garameten yapılmasını öngören kuralın kamu yararı ile kişi hakları arasında
makul bir denge kurmayı amaçladığı anlaşıldığından Anayasa’ya aykırı bir
yön bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13., 36. ve 138. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe
katılmamıştır.
Dava dilekçesinde, iç hukuka ya da
milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış
oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme
yerine, Geçici 6. maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen diğer uzlaşma
yollarını önerme imkânı tanıyan kuralın, idareye mahkeme kararlarını
değiştirme ve yerine getirilmesini geciktirme yetkisi verdiği belirtilerek
Anayasa’nın 138. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Geçici 6. maddenin sekizinci fıkrasının
son cümlesinde, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre
evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz
ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, Geçici 6. maddenin
üçüncü fıkrasında belirtilen diğer uzlaşma yollarının teklif edilebileceği
ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabileceği
öngörülmüştür.
Anayasa’nın 138. maddesinde
mahkemelerin bağımsızlığı düzenlenmiş ve hiçbir organ, makam, merci veya
kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve
talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde
bulunamayacağı, ayrıca yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme
kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organların ve idarenin mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremeyeceği kuralına yer verilmiştir.
Yukarıda da
belirtildiği gibi dava konusu düzenlemenin 9.10.1956 ile 4.11.1983
tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle yapılacak
tazminat talepleri ve açılacak davalara ilişkin olup geçmişe yönelik bazı
mağduriyetlerin giderilmesini amaçladığı anlaşılmaktadır. Kamu hizmetlerinin
yerine getirilmesini aksatmamak amacıyla ulusal ya da uluslararası mahkeme
kararıyla tazminat almaya hak kazananlara nakdi ödeme yerine idarelere
uzlaşma teklifinde bulunma yetkisi tanıyan kural, mahkeme kararlarının
nasıl yerine getirileceğine ilişkin olup, mahkeme kararlarını değiştirici
ya da yerine getirilmesini geciktirici nitelikte olduğu söylenemez. Kaldı
ki, uzlaşma teklifinin kabul edilmemesi halinde mahkeme kararının icra
edilmesini engelleyen bir durum da yoktur.
Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 138. maddesine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
Fulya
KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
5- Onuncu
Fıkra
Başvuru kararlarında, kuralın,
kamulaştırmasız el atma yoluyla taşınmazına el konulan ve dava açarak tazminat
kararı alan maliklerin tazminat alacaklarını elde etmesini zorlaştırdığı
belirtilerek Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 12., 13., 35., 90. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, kamulaştırmasız el
atma nedeniyle ödenecek tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir.
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkı, birey
özgürlüğü ile doğrudan ilgili olup, bireye emeğinin karşılığına sahip olma
ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır.
Maddede, mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, kamu yararı
amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Ayrıca, mülkiyet
hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik
cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak
ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
İtiraz konusu kural, 9.10.1956
ile 4.11.1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle
mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak
ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun'da bu amaçla
idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar
üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını
karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve
garameten yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde kanuni faiz
ödenmesi de kurala bağlanmıştır. Yukarıda belirtildiği gibi geçmişe yönelik
mağduriyetleri gidermek amacıyla getirilen istisnai nitelikteki bu düzenlemenin
amacı, idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu
hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan kaynaklarının korunmasıdır.
Toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli
bir şekilde sürdürülebilmesi için zorunlu olan kamu hizmetlerinin
kesintisiz bir biçimde yürütülmesi, idarelerin belli ayni ve nakdi
varlıklara sahip olmalarına bağlıdır. İdarelerin kamu hizmetlerini yerine
getirmek için ihtiyaç duyduğu malların haczedilmesi halinde bu hizmetlerin
aksayacağı ya da hiç yerine getirilemeyeceği açıktır.
Her ne kadar itiraz konusu kural
nedeniyle bazı bireyler tazminat alacaklarını daha geç tahsil
edebileceklerse de Kanun bu gecikme için kanuni faiz ödenmesini kurala
bağlayarak kamu yararı ile birey hakları arasında makul bir denge kurmaya
çalışmıştır. Bu nedenle kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine
getirilmesini güvence altına almak amacıyla birey haklarına getirilen
sınırlamanın ölçüsüz olduğu söylenemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
13. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ,
Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın, Anayasa’nın 2., 5., 10., 11.,
12., 90. ve 138. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Başvuru kararlarında kuralın,
Anayasa’da mülkiyet hakkı için öngörülen güvenceleri ortadan kaldırarak kamulaştırma
için öngörülen bütün garantileri etkisiz hale getirdiği, kamu idarelerini
kamu yararı için ihtiyaç duyulan taşınmazların kamulaştırılması yerine,
kamulaştırmasız olarak el atmaya yönlendirdiği, bu nedenle idarenin hukuka
aykırı hareket etmesinin yolunu açtığını belirterek Anayasa’nın 2., 5.,
10., 11., 12., 13., 35., 36., 90. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, 2942 sayılı
Kanun’un Geçici 6. maddesinin 4.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız
el atma işlemlerine ilişkin olarak 6111 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren onbeş yıl süreyle uygulanmasını öngörmektedir. 6111
sayılı Kanun, 25.2.2011 tarih ve 27846 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Maddede ayrıca 4.11.1983 tarihinden
sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat
davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden yapılacak
tazminat ödemelerinde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için tahsis edilen
ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılması öngörülmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri de
devletin bütün işlemlerinde hukuka uygun hareket etme zorunluluğudur. Aynı
şekilde hukuk devleti bireyler açısından öngörülebilir bir hukuk düzenini
gerektirir.
Anayasa’nın 35. maddesinde birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Ancak
mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılması mümkündür. Anayasa’nın 46. maddesinde de kamu yararı
amacıyla ihtiyaç duyulan özel mülkiyetteki taşınmazların hangi koşullarda
ve ne şekilde kamulaştırılacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla idarenin
ihtiyaç duyduğu özel mülkiyetteki taşınmazları edinme yolu kamulaştırma
usulüdür.
2942 sayılı Kanun’un Geçici 6. maddesi,
9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el
atmalara dayalı tazminat taleplerine uygulanacak kuralları öngörmektedir.
Bu kuralda getirilen düzenlemeler, malikler açısından kamulaştırma için
Anayasa’nın 46. maddesinde ve 2942 sayılı Kanun’da öngörülen güvencelerden
daha aleyhe kurallar içermektedir. 2942 sayılı Kanun’a göre, kamulaştırma
kararı verilebilmesi için öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından
tespit ettirilmesi, uyuşmazlık halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel
tespitini istemesi gerekmektedir. Tespit edilen bedelin peşin olarak
bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı kesinleşmektedir. Bu nedenle bir
kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneği olmadıkça
kamulaştırma kararı alamayacaktır. Diğer taraftan, malikin kamulaştırma
işlemi aleyhine idari yargıda dava açma hakkı bulunmaktadır. 2942 sayılı
Kanun’da kamulaştırma bedellerinin taksitlendirilmesi belli hallere
münhasır kılınmış ve bu hallerde de taksitlendirme süresinin beş yılı
geçemeyeceği ve taksitlendirme halinde kamu alacakları için uygulanan en
yüksek faizin uygulanması kuralı yer almaktadır.
Geçici 6. maddede ise geçmişte
idarelerce kamulaştırmasız el atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve
dava yoluna başvurma külfeti maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava
harçlarını ödeme yükümlülüğü de maliklerin üzerindedir. Diğer taraftan,
hükmedilen tazminatın ödenmesi için bütçeden belli bir pay ayrılması ve
hükmedilen tazminatlar toplamının bu ödenekten fazla olması halinde
ödemelerin taksitlendirilmesi öngörülmüştür. Anayasa’nın 46. maddesindeki
taksitlendirme koşullarının bulunup bulunmadığına bakılmadığı gibi, sürenin
beş yılı aşması ihtimali de vardır. Ayrıca, taksitlendirme halinde 3095
sayılı Kanun’a göre ödenecek olan kanuni faiz oranı kamulaştırmada
uygulanacak olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranından
daha düşüktür. Öte yandan, mahkeme kararından sonra idarelere tekrar
uzlaşma teklif etme yetkisi tanındığı gibi tazminatın ödenmesini sağlamak
üzere idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilmesi de yasaklanmıştır.
Geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin
giderilmesi amacıyla çıkarılan ve istisnai nitelik taşıyan Geçici 6. maddedeki
malik aleyhine hükümlerin geleceğe yönelik olarak uygulanması halinde
kamulaştırma için Anayasa ve Kanun'da öngörülen bütün güvenceler etkisiz
kalabilecektir. Kuralla, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 yıl
boyunca 2026 yılına kadar idarelerin özel mülkiyete kamulaştırmasız el atma
yoluyla müdahalesine yol açılmaktadır. Böylece idareler kamulaştırma yapmak
yerine, hukuka aykırı olarak el atmak suretiyle taşınmazları elde edebileceklerdir.
Böyle bir durumda devletin hukuka bağlılığı ilkesi zedeleneceği gibi
bireyler açısından hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik de ortadan
kalkacaktır. Bir hukuk devletinde kanunların hukuka aykırı uygulamaları
teşvik etmesi kabul edilemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın
2., 35. ve 46. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa’nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı
görülerek iptal edildiğinden Anayasa’nın 5., 10., 11., 12., 13., 36., 90.
ve 138. maddeleri yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek
görülmemiştir.
VI- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un 1. maddesiyle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na
eklenen Geçici Madde 6’nın;
A- Altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…sadece…” sözcüğünün yürürlüğünün durdurulması isteminin, koşulları
oluşmadığından REDDİNE,
B- 1- Altıncı fıkrasının “…sadece…” sözcüğü dışında kalan bölümüne,
2- Yedinci fıkrası ile sekizinci fıkrasının son
cümlesine,
yönelik iptal istemleri, 1.11.2012
günlü, E.2010/83, K.2012/169 sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkraya,
bölüme ve cümleye ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,
1.11.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII- İPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE
GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, kanun hükmünde kararname ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal
kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar.
Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi
ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı
günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 66.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.
13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların
Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un Geçici 2. maddesinin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal
boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3)
numaralı fıkrası gereğince bu maddeye ilişkin iptal hükmünün, kararın Resmî
Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun
görülmüştür.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
VIII- SONUÇ
A- 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı
Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle,
4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen Geçici Madde
6’nın:
1- İkinci fıkrasının birinci
cümlesinde yer alan “…taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas
alınmak…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Altıncı fıkrasının;
a- Birinci cümlesinde yer alan
“…sadece…” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Birinci cümlesinde yer alan “…üç ay
içerisinde…” sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3- Yedinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- Sekizinci fıkrasının son cümlesinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya
KANTARCIOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
5- Onuncu fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep
KÖMÜRCÜ, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN’ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B- 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı
Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesinin Anayasa’ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C- 6111 sayılı Kanun’un geçici 2.
maddesinin iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası
gereğince bu maddeye ilişkin İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, Fulya
KANTARCIOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
1.11.2012 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
|
|
|
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
|
|
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
|
|
|
|
KARŞIOY
18.6.2010 günlü Kamulaştırma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair 5999 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’na eklenen “geçici madde 6”nın son fıkrası ile gelen
kural:
“Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili
sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez” demektedir.
İtiraz yoluna başvuran mahkemeler, kamulaştırmasız
el atma yolu ile taşınmazına el konulan ve dava açarak tazminat kararı alan
maliklerin tazminat alacaklarının tahsilini zorlaştıran kuralın anayasaya
aykırı olduğunu ileri sürmektedirler.
Hukuk dünyamızda pek çok yasada devlet malları ile
haczi caiz olmadığı gösterilen malların haczolunamayacağının hüküm altına
alındığı görülmektedir.
Özel kanununda haczedilmezliğine ilişkin, 5393
sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin son fıkrasında yer alan
“belediyenin proje karşılığı borçlanma yolu ile elde ettiği gelirler,
şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan mallar ile belediye
tarafından tahsil edilen vergi, resmi ve harç gelirleri haczedilemez” hükmü
bir örnek olup bu kuralın 2007/37 E.,
2010/114 K. sayılı dosyada denetimini yapan mahkememiz 6.7.2011 gün
ve 27986 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16.12.2010 tarihli 6/9 oy
çokluğu ile verdiği Anayasa’ya aykırılık bulunmadığı yolundaki red
kararında;
“İtiraz konusu kuralla belediyelerin bazı
varlıkları haciz yasağı kapsamına alınarak belediyeden olan alacaklarını
icra yolu ile tahsil etmek zorunda kalanlar bakımından mülkiyet hakkına bir
sınırlama getirilmiş ise de, belediyelerin 5395 sayılı Kanunun 15.
maddesinin son fıkrasının dışında gelir ve varlıkları üzerine haciz
işleminin yapılabilmesi imkanının bulunması, kişilerin bu hakkını tamamen
ortadan kaldırmadığı ve hukuk devletinin koruması altındaki haklarını elde
edebilme imkanlarının bulunduğunu göstermektedir.” Gerekçesini kullandığı
görülmektedir.
Karşıoy haklarını kullanan üyeler yönünden
bakıldığında ise özetle, mülkiyet hakkı kapsamında olduğu tartışmasız
alacak hakkının kullanılmasının engellenmesi, sadece kamu hizmetine tahsis
edilmemiş mallara karşı yönlendirilmesi, belediyenin başkaca mali kaynağı
yok ise yargı kararı ile ulaşılmış alacak hakkına erişmenin tümüyle engellenmesi
kamu yararı gerekçesi ile hakkın kullanımının kullanılmaz hale
getirilemeyeceği, A.İ.H.M. tütüncü ve diğerleri/Türkiye davasında, banka
hesabı ve taşınmaza konan haczi kaldıran kararın 1 nolu protokolun
mülkiyetin korunmasına ilişkin 1. maddesini ihlal ettiğine ilişkin karar
verdiği; Bu engellemenin kamu hizmetine özgülenmiş mal ya da gelir
bulunmadıkça kişilerin alacak haklarına kavuşma olanağı tümüyle
kaldırdığını, asıl ve önemli olanın alacağa kavuşmak olduğu, aksi
engelleyen kuralın hak arama hürriyetinin özünü zedelemek, içini boşaltmak
ve kullanılmaz hale getirmek sonucunu doğurduğunu, çağdaş demokratik
rejimlerde, kişinin devletine duyduğu güven ile maddi manevi varlığını
geliştirebileceği ve temel hak ve özgürlüklerden ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı
hukuk devleti düzeninde gerçekleşebileceği, hakkın elde edilmesinin önemli
ölçüde zorlaştırılmasının dahi kabul edilmesinin hukuk devleti ile
bağdaşmadığını ve bu nedenlerle karar katılmadıkları bu yakın tarihli
içtihattan anlaşılmaktadır.
Çoğunluğun, alacağın tahsilinde her türlü yolun
kapalı olmaması başkaca belediye varlıkları üzerinde haciz işleminin hakka
erişimi sağladığı yönünde ki red gerekçesi, karşı oylarda haczi kabil malı
bulunmayan belediyeler yönünden hakka erişiminin önüne geçtiği hatta
zorlaştırılmasının bile anayasal aykırılık inancını taşımaktadır. 5302
sayılı İl Özel İdareler Kanunu’nun 7. maddesinin son fıkrası, mülga 1580
sayılı Belediye Kanunu’nun 19. maddesi 7. bendinde 5393 sayılı Belediye
Kanunu’nun 15. maddesi son fıkrası, İ.İ.K. 82. maddesinin 1. bendinde
genelde, malların haczedilemeyeceğine ilişkin kuralların denetiminde
belediyelerin yüklendiği görevin toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimleri
olup ayni ve nakdi varlığı gerektirdiği, sürekli ve düzenli yerine
getirilebilme olanağının açık olması, haciz ile hizmetin görülmesine
ayrılmış kaynakların ve araçların ortadan kaldırılması ve hizmet ifasının
imkansız hale geleceği vurgulandığı görülmekte ise de, 4046 sayılı Kanun’un
geçici 18. maddesinde yer alan özelleştirme kapsamındaki kuruluşların her
türlü mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceğine, konulmuş hacizlerin
kalkıp, takiplerin düşeceğine ilişkin kuralın denetiminde, mahkeme, hak
arama özgürlüğünün sadece haklılığın saptanması değil bunun kişi yönünden
sonuç doğurması ile sağlanabileceğini alacağın ödenmemesi halinde borcu
karşılayacak malın haczedilip satılarak borcun ödenmesinin hak arama
özgürlüğünün yaşama geçirilişinin somut bir örneği olduğu, bu özgürlüğün
içinde hakka kavuşmasında, bu özgürlük Anayasa’nın 13. maddesi ile kamu
yararı nedeniyle sınırlanabilirse de
hak arama özgürlüğünü etkisiz hak getiren düzenlemenin demokratik
toplum düzeni gereği ile bağdaşmayacağı, ödeme konusunda başka bir
güvenceye kavuşturmamanın hukuk güvenliğini zedelediğini belirttiği
görülmektedir.
Netice olarak Anayasa Mahkemesi kararlarında; Kamu
ve idarelerine ait bazı malların haczedilmesinin yasaklanması anayasaya
aykırı bulunmazken, bireyin alacak hakkını tahsil etmesini imkansız kılacak
yasaklamayı da aykırı bulmuştur.2007/37 E., 2010/114 K. sayılı 16.12.2010
tarihli benzeri ancak haczedilmezlik yasağı getiren kuralda Anayasal
aykırılık bulmazken, Mahkemenin red kararının dayandığı en önemli yönün,
bireyin belediye ait yasak dışında kalan haczedilebilir başkaca varlık
bulma imkanına halen sahip olması hakkını elde etmede en büyük hukuki
güvence görmesi olduğu ÇOK AÇIKTIR.
Ancak, dava konusu kural, bir mahkeme kararı ile
elde edilmiş alacak hakkının
tahsilinin cebir icra ile mümkün olamayacağını, belediyeye ait HİÇ BİR MAL,
HAK VE ALACAĞIN haczedilemeyeceği
mutlak yasağını getirmektedir.
Yukarıdaki tüm anlatımlar, hak ve özgürlüğün
sınırına ilişkin anayasal ilkeleri ve içtihatların üzerine söz eklemeye
gerek bıraktırmayacak kadar açık ve nettir.
Hukuka aykırı olarak bireylerin mülkiyet hakkına
müdahale eden ve yıllarca hukuka aykırı olarak kullanmaya devam eden
idarelerin kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen tazminatları keyfi
olarak ödememekte ısrar etmeleri halinde hiçbir şekilde mal, hak ve
alacaklarının haczedilemeyecek ve mahkeme kararlarının infazının mümkün
olamayacağı ortamı yaratan hukuka aykırılığı teşvik eder nitelikli, bireyi
idare karşısında aciz, güçsüz, güvenliksiz bırakan adeta hak arama
hürriyeti yolunu sonuç alınamayacağı düşüncesiyle nafile uğraş ve mülkiyeti
olduğu tartışmasız olan alacağına erişmeyi engelleyen kural
Anayasa’nın 2., 35. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
KARŞIOY
YAZISI
18.6.2010 günlü 5999 sayılı Yasa’nın 1. maddesi ile
Kamulaştırma Kanunu’na eklenen Geçici 6. maddenin kimi ibare, tümce ve
fıkralarının dava ve itiraz yolu ile iptali istenmiştir.
1- Maddenin İkinci Fıkrasındaki
“taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak” İbaresinin
İncelenmesi :
Geçici 6. maddenin ilk fıkrası ile 9.10.1956 ve
4.11.1983 tarihleri arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya el konulan
taşınmazlarla ilgili olarak kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi davası
açılamayacağı, yalnız tazminat talebinde bulunulabileceği, öncelikle
uzlaşma yoluna gidilmesinin esas olduğu hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrada
ise tazminat başvurusu üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde
tesis edilen irtifak hakkının malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini
değerinin, bu Kanun’un 8. maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil edilen
kıymet takdir komisyonu marifetiyle “taşınmazın el koyma tarihindeki
nitelikleri esas alınmak” ve Kanun’un 11. ve 12. maddelerine göre
hesaplanmak suretiyle tespit edileceği belirtilmiştir. İtiraz yoluna başvuran
Mahkeme bu fıkradaki “taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas
alınmak” ibaresinin Anayasa’ya aykırılığı savıyla iptalini istemiştir.
Anayasa’nın 35. maddesinin ilk fıkrasında, “Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir”; ikinci fıkrasında da “Bu haklar,
ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir” denilerek mülkiyet hakkı
temel bir hak olarak güvenceye alınmış, bu hakka sadece kamu yararı
amacıyla ve yasayla müdahalede bulunulabilmesine izin verilmiştir. Mülkiyet
hakkına yapılacak müdahale, sınırsız olmayıp, Anayasa’nın 13. maddesi
uyarınca hakkın özü, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkesiyle sınırlıdır.
Öte yandan, Anayasa’nın 46. maddesi ile 35. maddeye
bir istisna getirilerek kamu yararının gerektirdiği hallerde devlet ve kamu
tüzel kişilerine karşılıklarını peşin ödemek koşuluyla özel mülkiyette
bulunan taşınmaz malları kamulaştırma yetkisi tanınmıştır. 46. maddenin
gerekçesinde, “özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların kamulaştırılması
karşılığında hakkaniyete uygun ve âdil bir bedelin ödenmesi, hukuk
teorisinde mülkiyet kavramının genişlemesi olarak adlandırılan bir mal
varlığı değerinin bir başka mal varlığı değeri ile yer değiştirmesi
anlamında kabul edildiğinden mülkiyet hakkının Anayasa ile teminat altına alınmış
olması kamulaştırma kavramına engel olmamaktadır. Kamulaştırma özel
mülkiyete Devletin bir müdahalesidir. Bu müdahalenin bedelinin kesintisiz,
nakden ve peşin olarak ödenmesi Anayasal bir mecburiyet olarak kabul
edilerek haklı görülebileceği kuralı getirilmiştir. Kamulaştırma bedeli
hakkaniyete uygun ve adil olmak zorundadır.” denilerek kamulaştırma
istisnai ve hukuki bir yol olarak öngörülmüştür.
Anayasa’nın 46. maddesindeki usul ve esaslara
uyulmaksızın idare tarafından özel mülkiyetteki taşınmaz mallara el
konulmasının hukuka aykırı bir eylem olduğu tartışmasızdır. İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesi de kamulaştırmasız el atmanın hukuka aykırı olduğunu,
hukuk devletinde kamu otoritelerinin kanuni kamulaştırma usulünü terk
ederek özel mülkiyete fiilen el koymasının hiçbir şekilde meşru
görülemeyeceğini belirtmektedir. (Sarıca and Dilaver V- Turkey, Application
No. 11765/05, 27 Mayıs 2010; Papamichahopoulos V. Greece, Application No.
14556/89, 24 Jun 1993. Series A, No 260-B) Bu eylemin hukuka uygun hale getirilebilmesi
için Anayasa’nın 35. ve 13. maddeleri uyarınca, kamu yararının gerekleri
ile kişinin temel haklarının korunması arasında adil bir denge kurulması,
idarenin keyfi davranışlarının önlenmesi gerekir.
İtiraz konusu kuralla fiilen el konulan taşınmazın
değerinin saptanmasında, el koyma tarihindeki niteliklerinin esas
alınmasının öngörülmesi, Anayasa’nın 46. maddesi ile hukuka uygun
kamulaştırmalar için kamu yararının gerekleri ile kişinin temel hakları
arasında adil bir denge kurulabilmesi amacıyla benimsenen gerçek karşılığın
ödenmesi ilkesinin göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Böylece, Anayasa’nın
35. maddesi ile 13. maddesi bağlamında, demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle bağdaşmayan, kişinin temel hakları karşısında kamu yararı
gereklerine üstünlük tanıyan ölçüsüz bir sınırlama söz konusu olmaktadır.
Kamu otoritesinin zamanında hukuki bir yol olan
kamulaştırma yapması halinde malikin, eşdeğer bir taşınmaz alması olanaklı
iken yıllar sonra taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınarak
değer tespiti yapılması durumunda, bu imkândan yoksun bırakılarak zarara
uğratılması, yalnız mülkiyet hakkını ihlâl etmekle kalmamakta hakkaniyete
uygun adil bir hukuk düzeninin kurulması ve korunmasını içeren hukuk
devleti ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ibare,
Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırıdır.
2- Madde’nin Altıncı Fıkrasındaki “üç
ay” İbaresinin İncelenmesi :
Madde’nin altıncı fıkrasının ilk tümcesinde, “İdare
ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının
tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin (6 ay) uzlaşmaya davet
olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından
sadece tazminat davası açılabilir” denilerek dava açılması için üç aylık hak
düşürücü süre öngörülmüştür.
Anayasa Mahkemesi Kamulaştırma Kanunu’nun 38.
maddesinde yer alan 20 yıllık hak düşürücü sürenin iptaline ilişkin
10.4.2003 günlü, E: 2002/112, K: 2003/33 sayılı kararında hukuka aykırı bir
şekilde idare tarafından el konulan bir taşınmazın belli bir süre
geçmesiyle malikin dava açma hakkının ortadan kaldırılarak hiçbir bedel ödenmeksizin
idareye geçmesi sonucunu doğuran hak düşürücü sürenin, mülkiyet hakkının
özünü zedelediğini belirterek, kuralın Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 46.
maddelerine aykırı olduğu sonucuna varmıştır.
Dava konusu kuralla hukuka aykırı olarak mülkiyet
hakkına el konulan kişiye hakkını elde edebilmesi için dava açma
yükümlülüğü getirilip bunun üç ay gibi kısa bir süre ile sınırlandırılması,
davanın açılmaması durumunda da hakkın tümüyle ortadan kaldırılması, hak
arama özgürlüğünü ölçüsüz biçimde sınırlandırdığı gibi, öncelikli hedefi
insan haklarına dayanan adil bir hukuk düzeni kurmak olan hukuk devletinde
de kabul edilemeyecek bir uygulamadır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 36.
maddelerine aykırıdır.
3- Madde’nin Yedinci Fıkrasının
İncelenmesi :
Madde’nin yedinci fıkrasında, “Kesinleşen mahkeme
kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere,
ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için
öngörülen ödeneklerden yüzde iki pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam
tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması halinde, ödemeler,
sonraki yıllara sari olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir.
Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır.
Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz
ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine,
üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu
maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.”
denilmektedir.
Fıkra’nın ilk üç tümcesiyle geçici 6. madde
uyarınca uzlaşmayı seçenlerle dava yoluna başvuranlar arasında ayırım
yapılarak, uzlaşmayı seçenlere ödenekten pay ayrılmasına gerek olmadan
ödeme yapılmasına karşın dava açanlara, yüzde iki payla sınırlı ödenek
ayrılması, ayrıca bu ödeneğin yetmemesi durumunda ödemenin bütçe olanaklarına
göre yıllara dağıtılarak taksitlendirilmesinin öngörülmesi, dava açanların,
uzlaşma yolunu seçenlere göre paralarını alma konusunda mağdur edilmelerine
neden olacak bir düzenlemedir.
Anayasa’nın 46. maddesi ile hukuka uygun olarak
yapılan kamulaştırmalarda, ilke olarak gerçek karşılıkların peşin ödenmesi,
istisnaen taksitle ödenmesi, bu durumda da taksitlendirme süresinin beş
yılı geçmemesi öngörülmüşken dava konusu kural uyarınca kesinleşen mahkeme
kararlarına göre yapılacak tazminat ödemesinin taksitlere ve üst sınır
getirilmeksizin yıllara dağıtılması bunun da bütçe imkanlarının elverdiği
ölçüde yapılabilmesi, Anayasa’nın 46. maddesi ile çelişki yaratırken,
mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilemeyeceğine ilişkin
138. maddesiyle de bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, Anayasa’nın 46. maddesi uyarınca,
taksitlendirmede ödenmemiş bedeller için kamu alacaklarının ödenmesinde
öngörülen en yüksek faiz uygulanmakta iken dava konusu kural ile taksitli
ödeme süresince kamu alacaklarına uygulanacak faizden daha düşük olan
kanuni faizin uygulanması öngörülmektedir. Böylece, hukuka aykırı olarak
mülkiyet hakkına kamulaştırmasız el konulması halinde idare, hukuka uygun
kamulaştırmaya göre daha avantajlı duruma getirilirken kişilerin büyük hak
kayıplarına uğratılmaları Anayasa’nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırılık
oluşturmaktadır.
Fıkra’nın son cümlesi ile dava açmadan önce yasal
bir gereklilik olarak uzlaşma yoluna başvuran ve uzlaşılamadığı için dava
açmak zorunda bırakılan malikin, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme
yerine yeniden uzlaşmaya zorlanması, mahkeme kararlarının geciktirilmeden
uygulanması ilkesini içeren Anayasa’nın, 138. maddesine aykırı olduğu gibi,
2. maddesinde düzenlenen eşitlik, adalet ve hakkaniyet temelinde hukukun
üstünlüğüne dayanan hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
4- Madde’nin Sekizinci Fıkrasının Son
Cümlesinin İncelenmesi :
Geçici 6. maddenin sekizinci fıkrasının son
tümcesinde, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce
açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş
olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, geçici 6. maddenin üçüncü
fıkrasında belirtilen diğer uzlaşma yollarının teklif edilebileceği ve bu
maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabileceği
belirtilmiştir.
Madde’nin yedinci fıkrasının son tümcesine ilişkin
değerlendirmeler doğrultusunda, bu hüküm de Anayasa’ya aykırıdır.
5- Madde’nin Son Fıkrasının
İncelenmesi :
Geçici 6. maddenin son fıkrasında, “Bu madde
uyarınca ödenecek tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacakları haczedilemez” denilmektedir.
İdarelerin, yasalarla haczedilemeyeceği
belirtilenler dışında kalan mal, hak ve alacakları haczedilebildiği halde,
itiraz konusu kural uyarınca sadece kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan
tazminat alacaklarında belediyelerin hiçbir mal, hak veya alacağı
haczedilemeyeceğinden, belediyelerden alacaklı olan kişilerin haklarına
ulaşmaları olanaksız hale
gelecektir.
16.12.2010 günlü E:2007/37, K:2010/14 sayılı karara
ilişkin karşıoy gerekçesinde de belirtildiği gibi kişilerin kesinleşmiş
yargı kararlarıyla hüküm altına alınan ve mülkiyet hakkı kapsamında bulunan
alacak haklarına haciz yoluyla ulaşmalarının tümüyle engellenmesi,
Anayasa’nın 35. maddesine aykırılık oluşturmaktadır. Hak arama özgürlüğünün
varlığının kabulü için, yalnız hakkın aranmasının güvence altına alınması
yeterli olmayıp ona ulaşılmasının da sağlanması gerektiğinden, yargı
kararıyla kesinleşen bir alacağın haciz yasağı nedeniyle tahsilinin
engellenmesi, Anayasa’nın hak arama özgürlüğüne ilişkin 36. maddesine de aykırıdır.
İnsanı bir değer olarak kabul eden çağdaş
demokrasilerde, kamu yararı gerekçesiyle de olsa kişi haklarını tümüyle
kullanılamaz hale getirebilecek düzenlemelere izin verilmemekte, bu konuda
adil bir denge kurulmasına özen gösterilmektedir. Bu bağlamda, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi; “Tütüncü ve Diğerleri/Türkiye Davası”nda Belediye
Meclisi Kararı ile işten çıkarılan işçilere, ödenmeyen maaş, sosyal haklar
ve kıdem tazminatlarının ödenmesine hükmeden Diyarbakır İş Mahkemesi
kararının gereği yerine getirilmeyerek kendilerine ödeme yapılmaması sonucu
haciz istemleri kabul edilerek Belediye’nin banka hesapları ve bazı
taşınmazları hakkında verilen haciz kararlarının, 1580 Sayılı Yasa’nın kamu
mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin 19. maddesi uyarınca iptal edilmesi
üzerine yapılan başvuruyu inceleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1 No’lu
Ek Protokol’ün Mülkiyetin korunmasına ilişkin 1. maddesinin ihlâl
edildiğine karar vermiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde ifade edilen demokratik
hukuk devletinde, hakka ulaşılmasının olanaksız hale getirilmesi, kabul
göremez. Buna göre, kişilerin belediyelerden, kamulaştırmasız el koymadan
kaynaklanan alacaklarını tahsil etmelerini tümüyle engelleyen kural,
Anayasa’nın 2., 35. ve 36. maddelerine ve mahkeme kararlarının geciktirilmeden
uygulanmasını öngören 138. maddesine aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle yukarıda 1, 2, 3, 4 ve 5
numaralı başlıklar altında incelenen ve hukuka aykırı olarak mülkiyet
hakkına el konulmasına meşruiyet kazandırdığı sonucuna varılan kuralların, Anayasa’ya
aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Yasa’nın Geçici 2.
maddesiyle ilgili karar gerekçesine ise, Madde’nin yalnız ileriye yönelik
bir düzenleme öngörmesi nedeniyle değil kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
önceki dönem için de ilgili bölümlerde belirtilen Anayasa’ya aykırılıkları
içermesi nedeniyle tümüyle Anayasa’ya aykırı olduğu kanısıyla farklı
gerekçe ile katılıyorum. Bu durumda, Kural’ın iptali sonucunda yasa koyucu
tarafından yeni bir düzenleme yapılmasına gerek bulunmadığı ve süre
verilmesinin Anayasa’ya aykırı bir uygulamanın devamına yol açacağı
düşüncesiyle süre verilmesine ilişkin çoğunluk görüşüne de katılmıyorum.
FARKLI VE
KARŞIOY GEREKÇESİ
FARKLI
GEREKÇE
4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen Geçici 6.
maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan itiraz konusu “…taşınmazın el koyma tarihindeki
nitelikleri esas alınmak …” biçimindeki ibarenin incelenmesi:
Kuralda yer alan itiraz konusu ibare, 9.10.1956 ile
4.11.1983 tarihleri arasında kamulaştırmasız olarak yapılan el atmalar
nedeniyle açılacak tazminat davalarında tazminatın neler gözetilerek
belirlenmesi gerektiğini düzenlemektedir.
Anayasa’nın 46. maddesinin
birinci fıkrasında “Devlet ve
kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek
karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz
malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere
göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya
yetkilidir.” denilmektedir.
Görüldüğü üzere, Anayasa, kamulaştırmanın
yapılabilmesi için diğerlerinin yanında taşınmazın gerçek karşılığının (değerinin) ödenmesini de
koşul olarak aramaktadır. Buna göre, itiraz konusu ibarenin; taşınmazın el
koyma (kamulaştırmasız el atma) tarihindeki nitelikleri esas alınırken,
tazminat davasının açıldığı tarihte bu niteliklerde siyasal, kültürel ve
ekonomik gelişmeler nedeniyle süreç içinde doğal olarak oluşan ve
öngörülebilen değer artışlarının gerçek değer hesabında dikkate alınarak,
tazminatın buna göre belirleneceğini öngördüğünün kabul edilmesi gerekir.
Ancak, bu suretle Anayasa’da aranan gerçek değerin belirlenebileceğinde
kuşku bulunmamaktadır. Bunun örnekle açıklanması gerekirse, kamulaştırmasız
el atma tarihinde tarla olan bir taşınmazın süreç içinde doğal olarak arsa
olabileceğinin öngörülebilir olduğu kabul edildiğinde, dava tarihindeki
gerçek değerin buna göre saptanması gerekir. Çünkü vaktiyle tarla olsa bile
süreç içinde arsa vasfını kazanacağı o taşınmazın niteliğini
oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen hukuk
devletinin adil olma ve hakkaniyet ilkeleri ile 46. maddesindeki gerçek
değer ölçüsü de bunu gerekli kılar.
Açıklanan nedenle itirazın reddine ilişkin çoğunluk
kararına bu gerekçeyle katılıyorum
KARŞIOY
GEREKÇESİ
2942 sayılı Kanun’un Geçici 6. maddenin son
fıkrasında “Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle
idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.” denilmektedir.
Kural, Geçici 6. madde uyarınca ödenecek
tazminatların tahsilinde haczi yasaklamaktadır.
Anayasa’nın
36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, hak arama hürriyeti güvence altına
alınmıştır.
İcra takibinin belli bir aşamasını oluşturan
haczin, cebri icranın gerçekleştirilmesini sağlayan vazgeçilmesi olanaksız
bir kural olduğunda duraksama bulunmadığı gibi anayasal güvence altına
alınan hak arama hürriyetinin gerçekleştirilmesini sağlayan niteliği de
gözden uzak tutulmamalıdır.
İtiraz konusu kural uyarınca, kamulaştırmasız el
atma nedeniyle yargı sürecinden geçerek ödenmesine karar verilen ve
kesinleşen tazminat alacaklarının tahsili amacıyla idarelerin hiçbir mal, hak ya da
alacağı haczedilemeyecektir.
Hak arama hürriyetinin,
sadece haklılığın tespit edilmesinden ibaret olmayan, hakkı elde etmeyi de
kapsayan anayasal bir hak olduğunda ve hukuki güvenliğin de bu suretle
sağlanacağında kuşku bulunmamaktadır. İtiraz
konusu kural ise tazminatların tahsilinde idarelerin hiçbir mal, hak ya da alacağının
haczedilemeyeceğini öngörerek, hak arama hürriyetini sınırlamanın da
ötesinde etkisiz hale getirmekte ve
ödemenin şekli ve zamanı ile ilgili başkaca bir güvenceye de yer
vermemektedir. Kişileri hukuki güvenlikten yoksun bırakan ve hak arama
hürriyetini adeta ortadan kaldıran düzenleme bu haliyle Anayasa’ya
aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle
kural, Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı olup iptali gerektiğinden,
çoğunluğun redde ilişkin kararına katılmadım.
KARŞIOY
YAZISI
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na
eklenen Geçici Madde 6’nın onuncu fıkrasında, kamulaştırmasız el atma
nedeniyle ödenecek tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacaklarının haczedilemeyeceği öngörülmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde hukuk devleti, 5.
maddesinde Devletin temel amaç ve görevleri, 35. maddesinde mülkiyet hakkı
düzenlenmiştir. Anayasa’nın bu kuralları birlikte değerlendirildiğinde
devletin vatandaşa ödemekle yükümlü olduğu borcunu sırf devlet olmanın
getirdiği olanaktan yararlanarak fiilen tahsil edilemez hale getirilmesi
sonucunu doğuracak yasal düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olacağı sonucu
ortaya çıkmaktadır.
Vatandaşın hakkını gasp etmenin, buna engeller
çıkarmanın veya geciktirmenin, soyut bir kamu hizmeti gerekçesiyle bireyin
somut haklarının çiğnenmesinin çağdaş ve demokratik bir devlette yeri
olamayacağı açıktır. Mahkeme
kararları ile vatandaş lehine hükmedilen alacakların ödenmesinde
gecikilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de ihlalini oluşturduğu,
nitekim Türkiye’ye karşı çok yüksek sayılara varan bu ihlallerin yol açtığı
mahkumiyetlerin azaltılması için 9.1.2013 günlü ve 6384 sayılı Kanun’un
kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 5. ve 35. maddelerine
aykırı olan kuralın iptali gerektiği düşüncesindeyim.
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 4.11.1983 günlü, 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen geçici 6. maddenin onuncu fıkrasında; “Bu madde uyarınca
ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacakları haczedilemez” denilmektedir.
Madde hükmü ile kamulaştırmasız el atma nedeniyle
taşınmazına el konulan ve dava açarak tazminat kararı alan maliklerin
tazminat alacaklarını elde etmesi zorlaştırılmaktadır.
Esasen 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15.
maddesinin son fıkrasında da; “belediyelerin proje karşılığı elde ettiği
gelirleri, belediyeye yapılan şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan
malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç
gelirlerinin haczedilemeyeceği” öngörülmek suretiyle belediyeden alacaklı
olanların, alacaklarının tahsilinde bir kısım sınırlar konulmuştur. Ancak
itiraz konusu kuralla, kamulaştırmasız el atmalardan kaynaklanan ve mahkeme
kararı sonucu doğan tazminat alacaklarının belediyelerin hiçbir mal ya da
alacağından haciz yoluyla tahsili
mümkün olmayacaktır.
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti bir
hukuk devleti olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti eylem ve işlemleri
hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü
olduğu hukuk güvenliği, kişilerin hukuk düzeninin koruması altındaki
haklarını elde etmeleri için gereken her türlü önlemlerin alınmasını
zorunlu kılar.
Anayasa’nın 35. maddesinde “mülkiyet hakkı”, 138.
maddesinin dördüncü fıkrasında ise “mahkeme kararlarına uyma zorunluluğu ve
yerine getirilmesinin geciktirilemeyeceği” düzenlenmiştir.
Bu durumda itiraz konusu kural kamu otoriteleri
tarafından hukuka aykırı şekilde kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet
hakkından mahrum bırakılan kişilerin açtıkları dava sonucunda mahkeme
kararı ile ödenmesine hükmedilen tazminatların tahsilini engellediğinden,
bir hakkın elde edilmesi ve mahkeme
kararının uygulanması imkanı kalmamakta ve böylece hukuka aykırılığı teşvik
etmektedir.
Açıklanan nedenlerle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’na, 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kanun’la eklenen
geçici 6. maddenin onuncu fıkrası hükmü Anayasa’nın 2., 35. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesi ile verilen karara
karşıyım.
KARŞIOY
GEREKÇESİ
İtiraz yoluna başvuran mahkemeler, 4.11.1983 günlü,
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kanun’un 1.
maddesiyle eklenen Geçici 6. maddenin son fıkrasının, kamulaştırmasız el
atma yoluyla taşınmazına el konulan ve dava açarak tazminat kararı alan
maliklerin tazminat alacaklarını elde etmesini zorlaştırdığı gerekçesiyle
Anayasa’nın 2., 5., 10., 11., 12., 13., 35., 90. ve 138. maddelerine aykırı
olduğunu ileri sürerek iptalini istemişlerdir.
İptali istenen Geçici 6. maddenin son fıkrası şu
şekildedir: “Bu madde uyarınca
ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacakları haczedilemez.”
Mahkememizin çoğunluğu tarafından söz konusu hüküm,
geçmişe yönelik mağduriyetleri gidermek amacıyla getirilen istisnai
nitelikte bir kural olduğu, idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları
kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan kaynakların
korunmasını amaçladığı, bazı hak sahipleri tazminat alacaklarını daha geç
tahsil etmek zorunda kalsalar da, bu gecikme için kanuni faiz ödenmesinin
kurala bağlanarak makul bir dengenin
kurulmaya çalışıldığı gerekçeleriyle, Anayasaya aykırı bulunmamıştır.
İptali istenen hükme göre hak sahipleri,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle mahkemelerce hüküm altına alınan tazminat
alacaklarının tahsil aşamasında, borçlu idarenin kamu hizmetine tahsis
edilmeyenlerde dahil, hiçbir malvarlığını haczettiremeyecek, kanunda
öngörüldüğü şekilde, idarenin alacaklarını ödemesini beklemek zorunda
kalacaklardır.
Bilindiği gibi, haciz İcra ve İflas Kanunu m.78 vd
gereğince, takibin kesinleşmesinden sonra, alacaklının, borçlunun borcuna
yetecek kadar malvarlığına, sattırıp bedelinden alacağını almak üzere
hukuken elkonulmasını sağlayan bir cebri icra işlemidir. Bu açıdan haciz, mülkiyet hakkı ile
ilişkili olduğu gibi, hak arama hürriyeti ile de ilgilidir. Ancak Kanun koyucu, farklı amaçlarla pek
çok kanunda borçlunun bazı malvarlığının haczedilemeyeceğini kabul
etmiştir. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 82. maddesinde de devlet
malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen malların
haczolunamayacağı hüküm altına alınmıştır. Buradaki devlet malı
kavramından, devlet tüzel kişiliği içindeki genel ve katma bütçeli
idarelerin elinde bulunan ve yönetimleri eski 1050 sayılı Muhasebe-i
Umumiye Kanunu’na tabi olan mallar anlaşılmaktadır.
Yine 5993 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin
son fıkrasında da “Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde
ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan
malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç
gelirleri haczedilemez.” hükmü yer
almaktadır. Benzer şekilde diğer
kanunlarda pek çok hüküm bulunmaktadır.
Kamu hizmetlerinin aksamaması için Kanun koyucu bu
amaca tahsis edilen borçlu idarelere ait malvarlığının haczinin caiz
olmadığını kabul etmiştir. Ancak bu nitelikte olmayan diğer malların
haczini cevaz vermiştir ki, alacaklı da
onunla tatmin olsun. Nitekim Anayasa Mahkemesi 20.9.2000 tarihli ve E.1999/46, K.2000/25 sayılı
kararında mülga 1580 sayılı Belediye
Kanunu’nun 19. maddesinin 7. bendinde yer alan “… belediye
vergi ve resimleri ile hidematı âmmeye muhtas ve akar olamıyan emval ve
eşyası üzerine haciz konulmamak” kuralını incelemiş ve iptal talebini, “… İtiraz konusu kuralla, belediyelere
ait hidematı âmmeye muhtas ve akar olmayan emval ve eşya üzerine haciz
konulamayacağı belirtilerek mülkiyet hakkına sınırlama getirilmiş ise de, akarı olan emval için haciz işlemi
yapılabilmesi imkânının bulunması, kişilerin bu hakkının tamamen ortadan
kaldırılmadığını göstermektedir. 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 1.
maddesinde “Belediyeler, beldenin ve belde sakinlerinin mahalli mahiyette
müşterek ve medenî ihtiyaçlarını tanzim ve tesviye ile mükellef hükmi şahsiyettir.”
denilmektedir. Aynı Yasa’nın 15. maddesi ile diğer maddelerinde belirtilen
Belediyeye ait hizmetler, toplumun genel ve ortak gereksinimlerini
karşılamak için kamu yararı gözetilerek yapılan, devamlı ve düzenli
çalışmalardır.
Günümüzde kamu yararı, toplum yararı,
ortak çıkar, genel yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla
anlatılmak istenen, bireysel çıkardan farklı ve onun üstünde ortak bir
yarardır. Belediyelerin, devamlılık gösteren hizmetlerinin görülmesine
ayrılmış olan emval veya eşyaların hacze konu olabilmesinin, belediyelerin
yerine getirmekle yükümlü bulundukları kamuya ilişkin hizmetlerin ifa
vasıtalarını ortadan kaldırmak gibi arzu edilmeyen bir netice doğuracağı
kuşkusuzdur. İtiraz konusu kuralla getirilen sınırlamada amaç toplum
yararının üstün tutulmasıdır. Bu
sınırlama dışında belediye aleyhine her türlü icra takibinin yapılabilmesi
mümkündür. Bu nedenle, engellenmeden söz edilemeyeceği gibi haklı bir neden
olmaksızın mahkeme kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilmesi
olanağının borçlu idarenin iradesine bırakılmış olduğu iddiası da
yerinde değildir. Belirtilen nedenlerle, itiraz konusu kurallar Anayasa’nın
13., 35. ve 138. maddelerine aykırı değildir” gerekçesi ile iptal talebini reddetmiştir.
Yine , 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15.
maddesinin son fıkrasında yer alan “Belediyenin
proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve
kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil
edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.” şeklindeki hükmün
iptali talebini inceleyen Mahkeme
16.12.2010 tarih ve
E.2007/37, K.2010/114 sayılı kararıyla, “İtiraz konusu kuralla, belediyelerin bazı varlıkları haciz yasağı
kapsamına alınarak belediyeden olan alacaklarını icra yoluyla tahsil etmek
zorunda kalanlar bakımından mülkiyet hakkına bir sınırlama getirilmiş ise
de, belediyelerin, 5393 sayılı Kanun’un 15. maddesinin son fıkrasında
belirtilenlerin dışındaki gelir ve varlıkları üzerine haciz işlemi
yapılabilmesi imkânının bulunması, kişilerin bu hakkının tamamen ortadan
kaldırılmadığını ve hukuk düzeninin koruması altındaki haklarını elde
edebilme imkânlarının bulunduğunu göstermektedir. …” gerekçesiyle talebi reddetmiştir.
Hak arama hürriyetinin, sadece dava açıp yahut takip
yaparak, haklı olunduğunun tespit edilmesi ile yetindiğini, hakkın yerine
getirilmesinin kapsam dışı bırakıldığını söylemek mümkün değildir.
Alacaklının hakkının tespitinden sonra, onun icra edilmesi ve hak sahibinin
hakkına kavuşması da hak arama hürriyetinin kapsamındadır. Para borçlarında
da borçlunun borcunu ödememesi halinde, borcu karşılayacak kadar malının
haczedilip satılarak borcun ödenmesi, hak arama hürriyetinin hayata
geçirilişinin somut bir örneğidir. Bu durum, mülkiyet hakkının da bir
gereğidir.
Mülkiyet hakkı da,
hak arama hürriyeti de Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen “kamu yararı” nedeniyle
sınırlandırılabilir; ancak bu amaçla dahi olsa, her iki hakkı da etkisiz hale
getiren bir kural demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmaz. Kesinleşmiş bir alacağın, cebri icra
yoluyla tahsil edilmesinin, borçlunun hiçbir malvarlığının haczine izin
vermeyerek tümüyle engellenmesi hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkı ile
bağdaşmaz. İptali istenen kuralla borçlu idarelerin hiçbir malvarlığının
haczine izin verilmeyerek, hak sahiplerinin mülkiyet hakkı ve hak arama
hürriyetleri ölçüsüz bir şekilde sınırlandırılmış, bununda ötesinde etkisiz
hale getirilmiştir.
Hak sahipleri, mahkeme kararıyla alacaklarını hüküm
altına aldırmalarına rağmen, idarenin hiçbir malvarlığının haczine izin
vermeyerek, alacaklının alacağının tahsil edilmesinin engellenmesi,
alacaklının tümüyle borçlu idarenin insafına terk edilmesi sonucunu
doğurduğu, bu nedenle Anayasa m.2 gereğince hukuk devleti ilkesine
aykırılık teşkil ettiği gibi,
mahkeme kararının da etkisiz hale getirilmesi sonucunu
doğurduğundan, Anayasa’nın 138. maddesinde düzenlenen mahkemelerin
bağımsızlığı ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 4.11.1983 günlü,
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kanun’un 1.
maddesiyle eklenen Geçici 6. maddenin son fıkrası Anayasa’nın 2., 13., 35.,
36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde
olduğumuzdan, çoğunluk görüşüne
katılmıyoruz.
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
|