Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas
Sayısı: 2011/125
Karar Sayısı: 2012/46
Karar Günü: 22.3.2012
İTİRAZ YOLUNA
BAŞVURAN : Bakırköy 13. İş Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 317. maddesinin “Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremezler.”
biçimindeki (3) numaralı fıkrasının Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddelerine aykırılığı
savıyla iptali istemidir.
I- OLAY
Kıdem tazminatı, fazla mesai, genel tatil, hafta
tatili ve yıllık ücretli izin alacağının tahsili talebine ilişkin olarak
açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanaatine
varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“Taraflar arasındaki davanın Mahkememizde yapılan
yargılaması sırasında, Davalı Vekili dava dilekçesinin kendisine
tebliğinden sonra ilk duruşmada cevap dilekçesi vermiş olup, Davacı vekili de
bu cevap dilekçesine karşı cevap dilekçesi (REPLİK) vermek istediğini beyan
edip süre talep etmiştir.
Dava 1086 sayılı HUMK’nun yürürlükte olduğu sırada
açılmıştır. Bu yüzden Davalının cevap verme süresi ilk duruşmaya kadardır.
Her ne kadar cevap dilekçesi ikinci duruşmada
verilmiş ise de, taraf teşkili ikinci duruşmada sağlanabildiğinden
10/10/2011 tarihli duruşma ilk duruşma mahiyetindedir.
İş Mahkemelerinde 5521 sayılı Yasa’nın 7. maddesi
gereğince sözlü yargılama usulü uygulanmakta idi. 1086 sayılı Yasa
zamanında sözlü yargılamaya tabi dava ve işlerde REPLİK dilekçesi
verilmesini engelleyen bir hüküm bulunmuyordu. Dolayısıyla davacı taraf
cevap dilekçesinde ileri sürülen hususlara karşı cevap verebilmekte idi.
Davanın seyri sırasında 01/10/2011 tarihinde 6100
sayılı HMK yürürlüğe girmiştir. 6100 sayılı HMK’nun 447. maddesinde diğer
kanunların sözlü veya seri yargılama usullerine atıf yaptığı hallerde basit
yargılama usulünün uygulanacağı düzenlenmiştir.
6100 sayılı HMK’nun basit yargılama usulünün düzenlendiği
317. maddesinin 3. fıkrasında “TARAFLAR CEVABA CEVAP VE İKİNCİ CEVAP
DİLEKÇESİ VEREMEZLER” hükmü getirilmiştir.
Bu hüküm davalı tarafın iddialarına karşı davacının
bir cevap vermesini açıkça yasaklamaktadır.
6100 sayılı HMK’nun 448. maddesi ise derhal uygulama ilkesini
getirmiştir.
Bu ilke ve 6100 sayılı HMK’nun 317/3 maddesindeki
kural gereğince Davacı Vekili cevaba cevap veremez.
6100 sayılı HMK 317/3 maddesinde getirilen
düzenleme ile davaların hızlandırılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu
düzenlemenin davaları hızlandıracağı da muhakkaktır. Ancak bu düzenleme
davaları hızlı bir şekilde sonuçlandırırken adaletsizliklere neden
olacağından kanaatimizce Anayasa’nın 2, 10 ve 36. maddelerine aykırıdır.
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin
bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devletinde herkes haklarını
devletin kurumları önünde arayıp savunma hakkına sahiptir. Kişinin yargı
önünde hakkını ararken davalı tarafın verdiği cevaplara karşı da cevap
verme hakkı vardır. Davaların çoğunda olduğu gibi davacının iddialarına
karşı cevap verilirken davalı tarafın da yeni iddialar ileri sürmesi
mümkündür. Bu cevaplarda çoğu zaman davacının davasının reddini
gerektirecek iddialar ileri sürülür. Bu iddiaların içinde gerçek olmayan,
davacıyı suçlayıcı iddialar da olabilir. Davalının bu iddialarına davacının
cevap vermesi yasaklandığı takdirde, davacı davalı tarafın gerçek olmayan
iddialarını kabul etmiş sayılıp, haklı davasını bu hüküm nedeniyle belki de
kaybedecektir. Böyle bir duruma neden olabilecek 6100 sayılı HMK’nun 317/3
maddesindeki kural Anayasa’nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine
aykırı olduğundan iptali gerekir.
Anayasa’nın 10. maddesinde ise eşitlik ilkesi
düzenlenmiştir. Eşitlik ilkesi kanun önünde herkesin eşit olması demektir.
Basit yargılama usulüne tabi bir davada davalı taraf davacının iddialarına
cevap verirken diğer yandan iddialara cevap vermekle yetinmeyip yeni
iddialar ileri sürme hakkına sahip olduğu halde davacının davalının bu yeni
iddialarına cevap verme hakkının kısıtlanması Anayasa’nın eşitlik ilkesine
aykırıdır. Tarafların birbirlerinin iddialarına karşı cevap verme hakkının
eşit olması gerekir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 317/3
maddesi ile cevap dilekçesine karşı cevap dilekçesi (REPLİK) verilmesi
basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde yasaklanmıştır. Yazılı
yargılama usulüne tabi dava ve işlerde ise yasak yoktur. Her iki usulde de
dava davadır. Adaletin gerçekleştirilmesi açısından davaların küçük-büyük,
önemli-önemsiz olmasında bir fark yoktur. Yazılı yargılama usulüne tabi
dava ve işlerde cevaba cevap verme ihtiyacı var da, basit yargılama usulüne
tabi dava ve işlerde cevaba cevap verme ihtiyacı yokmu? Elbette her davada
cevaba cevap verme ihtiyacı vardır. Hiç kimse karşı tarafın iddialarına
karşı cevap verme hakkından yoksun olmak istemez. Bazı dava ve işlerin
görüldüğü yazılı yargılama usulüne tabi dava ve işlerde cevaba cevap verme
hakkı tanınırken, bazı dava ve işlerin görüldüğü basit yargılama usulüne
tabi dava ve işlerde cevaba cevap verme hakkının tanınmaması doğru
değildir. Yazılı yargılama usulüne tabi bir davada, örneğin Asliye Hukuk
veya Ticaret Mahkemesinde görülen 100.00-TL lik bir davada cevaba cevap
dilekçesi verilebilirken sırf İş Mahkemesinde görüldüğü için 1.000.000.00-TL
lik bir davada basit yargılama usulüne tabi olduğundan cevaba cevap
dilekçesi verilemeyecektir. Bu durum 6100 sayılı HMK’nun 317/3 maddesindeki
kuralın Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu açıkça göstermektedir.
Anayasa’nın 36. maddesine göre de herkes yargı
mercileri önünde iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Adil yargılanma hakkı doğru ve güvenli yargılanma hakkı demektir. Bir
davada sizin iddialarınıza cevap verilirken yeni birşey ileri sürülmesi
halinde buna cevap verebilmeniz doğru ve güvenli yargılanma hakkı ile çok
yakından alakalıdır. Cevap dilekçesinde ileri sürülen yeni iddialara karşı
cevap verme hakkının tanınmaması adil yargılanma hakkının ihlalidir. Cevaba
karşı cevap verebilme hakkı doğru
ve güvenli karar verilmesi anlamına
gelir. Gerçeğin tam olarak ortaya çıkması ancak iki tarafın karşılıklı
iddialarına cevap vermesi ile mümkündür. Adil ve güvenli yargılanma ancak
cevaba cevap hakkının tanınması ile mümkündür. Cevaba cevap hakkı
tanınmadığı takdirde adil ve güvenli yargılanma mümkün olmadığından 6100
sayılı HMK’nun 317/3 maddesi Anayasa’nın 36. maddesine de aykırı olup
iptali gerekir.
Cevaba cevap dilekçesi verilememesinin ortaya
çıkaracağı olumsuz sonuçları basit yargılama usulünün uygulandığı iş
mahkemelerinde görülen bir dava ile örnek verip somutlaştıracak olursak;
Davacı işçi dava dilekçesinde işverenin kendisini sebepsiz yere işten
çıkardığını iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı talep etmiştir. Davalı
işveren süresinde verdiği cevap dilekçesinde, gerçek olmayan iddialarda
bulunup, davacı işçinin sebepsiz olarak işten çıkarılmadığını, 4857 sayılı
İş Yasa’nın 25/II maddesindeki sebeplerden birisinin bulunması nedeniyle,
örneğin işçinin hırsızlık yapması, işverene hakaret etmesi veya
devamsızlığı nedeniyle işten çıkarıldığını iddia etmesi halinde; davacı
işçi bu cevaba 6100 sayılı HMK’nun 317/3 maddesi gereğince bir cevap
veremeyecektir. Cevaba cevap veremediği için davasını kaybetme gibi bir
tehlike ile karşı karşıya kalabilecektir.
1086 sayılı Yasa’nın yürürlük zamanında cevaba
cevap ve ikinci cevap dilekçesi verilmesine ilişkin bir kısıtlama yoktu.
Diğer taraftan cevap süresi duruşma gününe kadardı. Mahkemelerdeki iş
yoğunluğu nedeniyle duruşma günü 3-5 ay hatta daha fazla ileri bir tarihe
veriliyordu. Dolayısıyla uzunca bir cevap süresi oluyordu. 6100 sayılı Yasa
ile getirilen yeni düzenlemede cevap süresi iki hafta ile
sınırlandırıldığından davaların önceki duruma göre hızlanacağı muhakkaktır.
Birer haftalık replik ve düplik için süre verilmesinin davaların uzamasına
fazla bir etkisi olmayacaktır.
Cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi verilmesi
yasaklanmış ama sözlü cevap verilmesi yasaklanmamış olduğundan sözlü olarak
cevap verilerek yasağın sakıncaları ortadan kaldırılabilir denilebilir.
Ancak ön inceleme aşamasında duruşma yapılmamaktadır. Duruşma tanıkların
dinlenmesi ile delillerin tartışılması için yapıldığından duruşmalar 1086
sayılı Yasa zamanından daha geç başlayabilmektedir. Bu yüzden cevap
dilekçesinde ileri sürülen iddialara cevap vermek ve bu konudaki delilleri
bildirmek ve toplamak için geç kalınabileceği gibi cevap dilekçesinde ileri
sürülen yeni iddialar duruşmada sözlü olarak cevaplandırılamayacak kadar
çok kapsamlı ve yazılı olarak cevap verilmesini gerektirecek nitelikte
olduğu taktirde sözlü cevabın replik dilekçesinin yerini tutmayacağı
açıktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 317/3
maddesi Anayasa’nın 2, 10 ve 36. maddelerine aykırı olduğunun tespiti ile iptaline
karar verilmesi arz olunur. 10/10/2011”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa
Kuralı
12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun itiraz konusu kuralı da içeren 317. maddesi şöyledir:
“Dilekçelerin
Verilmesi
MADDE
317- (1) Dava açılması ve davaya
cevap verilmesi dilekçe ile olur.
(2) Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya
tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak mahkeme durum ve koşullara göre
cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız
olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, bir
defaya mahsus ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap
süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir.
(3) Taraflar
cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremezler.
(4) Dava ve cevap dilekçeleri yönetmelikte
belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir.”
B- Dayanılan Anayasa
Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 10. ve 36.
maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca
Haşim KILIÇ, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya
KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin
YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal
TERCAN’ın katılımıyla 30.11.2011 günü yapılan ilk inceleme toplantısında,
dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Anayasa Mahkemesi Raportörü Şebnem
NEBİOĞLU ÖNER tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz
konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile
diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, itiraz konusu kural gereğince
basit yargılama usulüne tabi davanın taraflarına cevaba cevap ve ikinci
cevap dilekçesi sunma imkânı verilmeyerek, bireylerin haklarını mahkeme
önünde savunma imkanından yoksun bırakıldıkları, basit yargılama usulünde
davalı tarafa cevap dilekçesinde davacının iddialarına karşı beyanda
bulunma imkânı tanınmaktayken, davacıya davalının iddialarına cevap verme
imkânı tanınmadığı, ayrıca yazılı yargılama usulüne tabi davalarda
tarafların ikişer dilekçe sunma imkânları bulunmaktayken basit yargılama
usulünde ikinci dilekçelere yer verilmediği, böylece yazılı yargılama
usulüne tabi davalar ile basit yargılama usulüne tabi davaların tarafları
arasında ve benzer şekilde basit yargılama usulüne tabi davaların tarafları
arasında eşitsizlik yaratıldığı, bu durumun doğru ve adil yargılanmayı da
etkilediği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kuralda, basit yargılama usulüne tabi
olan dava ve işler açısından, tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap
dilekçesi verme imkânının bulunmadığı belirtilmiştir. Bu düzenlemenin
gerekçesinde ise yazılı yargılama usulüne göre, basit yargılama usulüne
tabi davaların daha kısa sürede sonuçlanmasını sağlamak amacıyla,
dilekçelerin verilmesi aşamalarının kısaltıldığı, tarafların yalnızca dava
ve cevap dilekçeleri verebilecekleri, cevaba cevap ve ikinci cevap
dilekçelerini veremeyeceklerinin açıkça düzenlendiği ifade edilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem
ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Hukuk politikasının belirlenmesinde kanun koyucunun
takdir yetkisinin bulunduğu açıktır. Anayasa’nın 142. maddesinde
mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişleri ve yargılama
usullerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiş olup, itiraz konusu kural
yargılama usulleri kapsamında ele alınacak bir düzenlemedir. Bu nedenle
kanun koyucu anayasal sınırlar içinde kalmak koşuluyla yargılama usullerine
ilişkin hususlarda takdir yetkisi kapsamında birtakım düzenlemeler
yapabilecektir. Ancak, kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik
olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini
gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun
hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan bu takdir yetkisini anayasal
sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde
tutarak kullanması gerekir.
İtiraz konusu düzenleme ile kanun koyucunun,
nitelikleri veya acil hukuki korunma sağlanması ihtiyacı nedeniyle bazı
dava ve işleri tabi tuttuğu basit yargılama usulünde, cevaba cevap ve
ikinci cevap dilekçelerine yer verilmeyerek, bu tip uyuşmazlıklar açısından
yargılama faaliyetinin hızlandırılmasını amaçladığı anlaşılmaktadır.
Özellikle mahkemelerin iş yükü, hukuki uyuşmazlıkların karara bağlanmasında
geçen uzun sürelerin başka hak ihlallerine neden olması ve bu sorunun
yalnızca ülkemiz açısından geçerli olmayıp, birçok hukuk sistemi tarafından
ortak bir sorun olarak paylaşılması ve bu noktada yargılamayı hızlandıran
usul hükümlerinin gerekliliği gözetildiğinde, basit yargılama usulüne tabi
dava ve işler bakımından, yargılamayı basitleştirmek ve hızlandırmak
düşüncesiyle cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin verilemeyeceğine
ilişkin düzenleme kanun koyucunun takdir yetkisi içinde kalmaktadır.
Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen “kanun önünde eşitlik” ilkesi,
hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı
durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar
uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı
anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar
için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal
durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
İtiraz konusu kurala bakıldığında, basit yargılama usulüne
tabi dava ve işlere ait yargılama faaliyetinin bir an önce tamamlanması
amacıyla yazılı yargılama usulünde dilekçeler safhasının bir bölümü olan
cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin basit yargılama usulüne tabi
tüm davalar bakımından verilmeyeceğinin hüküm altına alındığı
görülmektedir. Kural uyarınca basit yargılama usulüne tabi davalarda
davacıya da davalıya da birer dilekçe ile iddia, savunma ve delillerini
belirtme imkânı verilmiştir. Bunun yanı sıra, cevaba cevap ve ikinci cevap
dilekçelerine yer verilen yazılı yargılama usulü ile basit yargılama usulü
farklı nitelikleri gereği eşitlik karşılaştırmasına elverişli değildir.
Anayasa'nın “hak
arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin gerekli araç ve
yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı ya da davalı olarak
iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Buna göre, hak
arama özgürlüğünün en önemli iki öğesini oluşturan iddia ve savunma
haklarının kısıtlanması, bu hakların noksansız kullanımının ve âdil
yargılanmanın engellenmesi Anayasa'nın 36. maddesine aykırılık oluşturur.
Adil yargılanma hakkının ulusal üstü düzeyde genel
kabul görmüş ölçütleri arasında önemli bir yer tutan “silahların eşitliği” ilkesi, davanın taraflarının yargılama
sırasında usul hükümleri yönünden eşit konumda bulunmasını, taraflardan
birine dezavantaj diğerine avantaj sağlayacak kurallara yer vermeme esasını
öngörmekte, diğer bir deyişle davanın tarafları arasında hakkaniyete uygun
bir dengenin varlığını gerekli kılmaktadır.
Bu kapsamda, hak sahibinin öğrendiği isnat ve
iddialara karşı yazılı veya sözlü şekilde açıklama yapabilmesi, karşı isnat
ve beyanlarda bulunabilmesi gerekmektedir. Ancak bu hak, davanın
taraflarına her konuda sınırsız konuşabilme veya açıklama yapabilme
hakkının tanındığı anlamına gelmemelidir. Zira hak arama hürriyetinin
mutlak ve sınırsız bir biçimde uygulanması mümkün değildir.
Anayasa’nın tüm maddeleri aynı etki ve değerde
olup, aralarında bir üstünlük sıralaması bulunmadığından, uygulamada
bunlardan birine öncelik tanımak olanaklı değildir. Bu nedenle, kimi zaman
zorunlu olarak birlikte uygulanan iki Anayasa kuralından biri, diğerinin
sınırını oluşturabilmektedir. Hak arama hürriyeti Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenmiş ve anılan maddede bunun için herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş ise de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini öngören Anayasa’nın 142. ve
davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını ifade eden Anayasa’nın
141. maddelerinin, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır.
İtiraz konusu kural ile basit yargılama usulüne
tabi dava ve işlerde, davacı ve davalıya birer dilekçe ile iddia, savunma
ve delillerini belirtme imkânı verilmiş olup, cevaba cevap ve ikinci cevap
dilekçesi sunma imkanı tanınmamış olmakla, basit yargılama usulüne tabi
davaların basit ve hızlı bir şekilde sonuçlanmasını sağlayarak adil yargılanma
hakkına ve bireyin menfaatine hizmet ettiği açıkça anlaşılan bu
sınırlandırmanın hakkın özüne dokunduğu ve hakkı anlamsız kılacak dereceye
vardığı söylenemez.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural,
Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin
reddi gerekir.
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
VI- SONUÇ
12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 317. maddesinin “Taraflar cevaba cevap ve ikinci
cevap dilekçesi veremezler.” biçimindeki (3) numaralı fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
Celal Mümtaz AKINCI’nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 22.3.2012 gününde karar verildi.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
|
|
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
|
|
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
|
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
|
|
|
|
MUHALEFET
ŞERHİ
İtiraz konusu kural basit yargılama
usulüne ilişkindir. HMK’nın altıncı kısmı (m.316-322), basit yargılama usulünü
düzenlemektedir. Hangi dava ve işlerde basit yargılama usulünün
uygulanacağı, HMK’nın 316. maddesinde sayılmıştır. Basit yargılama usulünde
dava, dava dilekçesiyle açılır ve davalı da iki hafta içinde dilekçeyle cevap verir. Taraflar, cevaba
cevap ve ikinci cevap
dilekçesi veremezler (HMK.m.317, 1-3). Taraflar dilekçelerinde delillerini de göstermek
zorundadırlar (HMK.m.318). Dava
değiştirme yasağı davanın açılmasıyla; savunmayı değiştirme yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye
verilmesiyle başlar (HMK.m.319). Hâkim, tarafların iddia ve savunmalarıyla
toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara
tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir. Mahkeme
tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı
gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara
tefhim eder (HMK. m.184).
Basit yargılama usulünün amacı
bazı çeşit davaların daha kısa, basit ve çabuk sonuçlanmasıdır.
İtiraz konusu kuralın Anayasa’ya
aykırı olduğu iddiası ile iptali için başvuran mahkeme, İş Kanunu’ndan kaynaklanan
her türlü ihtilafı halletmek ile görevli bir ihtisas mahkemesi olan iş
mahkemesidir. Diğer iş davalarına göre özellik arz eden hizmet akdinden
kaynaklanan davalar da dahil olmak üzere haftada üç gün ortalama 40’ar dava
dosyası ile duruşma yapan hâkimin, yazılı yargılama usulüne nazaran henüz
tahkikat safahatı tamamlanmamış bir dava dosyasında tarafların yazılı replik
ve düplik hakkını sözlü olarak tamamlatmak durumunda olması, kanun
koyucunun taraflara yazılı olarak cevaba cevap ve karşı cevap hakkı
vermemiş olması adil yargılama hakkını kısıtlar niteliktedir. Diğer yandan
adilane bir sonuca varabilmek tahkikatın iyi bir şekilde yapılmasına
bağlıdır. İtiraz konusu kural ile getirilen yasak, tahkikatın daha iyi
yapılmasına engel olduğundan daha adil bir sonucun da elde edilmesine
engeldir. Kaldı ki replik ve düplik safahatının ne kadar süre içerisinde
yapılabileceğini, basit yargılama usulünün genel mantığına uygun olarak
düzenlemek mümkündür. Diğer yandan sözlü olarak yapılan bir savunma veya
iddianın duruşma zaptına aynı ile geçirilemediği, hâkimin iddia ve
savunmayı kendi ifade ve anlayışına göre zapta derç ettirdiği de bir
gerçektir. Sözlü beyanın aynı ile dosya arasına alınmadığı, alınamamasının
bir gerçeklik olduğu yahut alınamamasının her zaman ihtimal dahilinde
olduğu bir zeminde yazılı olarak replik ve düplik hakkı verilmemesi hak
arama hürriyetini tahdittir.
Çabuk yargılama yapma bahasına hak
arama hürriyetinin etkinliği ortadan kaldırılamaz. Çabukluk ihtiyacı, etkin
hak arama özgürlüğünü takviye etmek için ortaya çıkmıştır. Hakkını etkin
olarak arayamayabileceğinden endişe eden şahsa, uyuşmazlıkların hızla
çözüme bağlanmasının sağlayabileceği bir yarar yoktur. Asıl olan hak arama
hürriyetidir. Basit yargılama usulü hak arama hürriyetini etkin bir şekilde
temine elverişli bir vasıta olmalıdır. Yargılama hukukunun şekli gerçeği
aramasına tutunarak, adaleti, asıl olanı,
usule ve şekle feda etmek doğru olamaz. Replik ve düplik safahatının
yazılı olarak da kullanılabilmesi basit yargılama usulünde dahi neticeye
müessir olacaktır.
Yasakçı bir anlayışla adalete erişmek
mümkün değildir. Hukuk Devleti, adalete ulaşmayı zorlaştırmayan, kolaylaştıran
devlettir.
Nitekim, Anayasanın 2. maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun
huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." hükmü,
36. maddesinde, "Herkes, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz" hükmü yer almaktadır.
Hukukunun amacı, toplumsal
ilişkileri yaşanabilir kılıp ilerleme yolunu açık tutmak sureti ile
toplumun medeniyete erişmesini sağlamaktır. Hukukun amacının
gerçekleşebilmesinin esaslı umdelerden biri olan hak arama hürriyeti,
bireyin hakkı olanı elde etme ve haksızlığa karşı mücadele etme gayretinin
en medeni usulüdür. İnsan varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup geliştirmek
amacıyla hukuki bütün imkânlardan faydalanma hakkını havi hak arama
hürriyeti, hem hukuk devleti olma idesinin
başlıca ölçüsü, hem de
çağdaş demokrasinin gereklerinden ve vazgeçilmez
şartlarındandır. Kanun koyucuya
düşen görev, hukuki himaye
kapsamında hak arama hürriyetini etkin olarak kullanmayı sağlayacak tüm
imkânları temin etmektir.
Hak arama özgürlüğü ilkesine göre
kişilerin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil yargılanma hakkına
sahip olduğu güvence altına alınmış ve bu hürriyete mahsus özel sınırlama
nedeni öngörülmemiştir. İtiraz konusu kural, cevaba cevap ve ikinci cevap
dilekçesi verme hakkını yasaklayarak hak arama hürriyetine sınırlama
getirmektedir. Kişinin karşılaştığı bir suçlamaya karşı kendisini
savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem veya işleme karşı
haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili yolu, yargı mercileri
önünde dava hakkını kullanabilmek ve bu davada haklılığını ortaya koyabilme
imkânına sahip olabilmekle mümkündür.
Hak arama özgürlüğü, yalnız
toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil, aynı zamanda bireyin
adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da
aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince
kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren,
güçleştiren engeller kaldırılmalıdır. Adalete ulaşma hakkı, hak arama
hürriyeti ilkesi temelinde, bireylerin kendilerini yargı organları önünde
tam olarak ifade edebilme ve savunabilmesini gerektirir.
İtiraz konusu HMK’nın 317. maddesinin,
“Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi veremezler.” şeklindeki
(3) numaralı fıkrası ile öngörülen amaç davaların
daha kısa sürede sonuçlanmasını sağlamaktır. Bir kez daha vurgulamak
gerekir ise, yargılamanın amacı adil bir yargılama sonucunda adaletli karar vermektir. Bazen
sade, kısa usul yargılaması ile de adil bir sonuca ulaşmak mümkün ise de,
itiraz konusu yasaklayıcı kuralın doğurduğu sakıncalar, davaların sadece
çabuk bitmesi neticesini verebilmek faydasından daha fazladır.
Basit yargılama usulünde de hak
arama hürriyetinin gereği olarak cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri safahatının
olması mümkündür. İtiraz konusu kural ile yasaklanan söz konusu hakkın, ne
şekilde hangi süreler içerisinde kullanılabileceğine ilişkin olarak kanun
koyucu tarafından yasal düzenlemeler yapılabilir.
Sonuç olarak, yukarıda açıkladığım
gerekçelerle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı
olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle, çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
|