Anayasa
Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı :
2009/53
Karar Sayısı :
2011/19
Karar Günü :
20.1.2011
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
İTİRAZIN KONUSU: 18.6.1999 günlü, 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun
15. maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b)
bendine 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle
eklenen beşinci paragrafın sondan bir önceki cümlesinde yer alan “…
iyiniyet iddiasında bulunamazlar” ibaresinin üçüncü kişiler yönünden,
Anayasa’nın 2., 35., 36. ve 125. maddelerine
aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemidir.
I- OLAY
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na
devredilen Banka’nın sahibi olduğu Gruba ait Şirket hisselerinin Fon’un
yasal takiplerinden mal kaçırmak amacıyla üçüncü kişi konumundaki davacıya
devredildiğinden bahisle tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan
davada, Danıştay 13. Dairesi’nce verilen yürütmenin durdurulması isteminin
reddine ilişkin kararın
kaldırılması istemiyle yapılan başvuruda, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya
aykırı olduğu kanısına varan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, iptali
ve yürürlüğünün durdurulması için başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“İnterbank A.Ş. hakim
ortağının ve/veya yöneticilerinin Bankalar Kanunu’nda belirtilen şekilde
banka kaynağını kullanarak kendilerinin edindikleri ve/veya üçüncü kişilere
edindirdikleri banka kaynaklarının ve malvarlıklarının tahsilinin veya
Fonun bahse konu hakim ortaklardan olan alacaklarına karşılık Fon
mülkiyetine intikalinin sağlanmasına yönelik olarak; İnterbank A.Ş.’den
şirket merkezi olarak ‘Esentepe Mah. Kasap Sk. No: 13 Asma Kat Şişli’ adresinde
toplanmış bulunan ve herhangi bir aktif varlığı bulunmayan ‘tabela
şirketleri’ niteliğindeki Çağlar Grubunun denetim ve kontrolündeki
firmalarına 9.2.1998 tarihinde toplamda 2.849.566,72 YTL (aktarım tarihi
itibari ile 13.022.424 USD) tutarında kredi kullandırılarak bu kaynakların
muhtelif işlemlerle grubun hakim ortağı gerçek ve tüzel kişi hesaplarına
köprü/aracı hesap niteliğinde aktarıldığı ve bahse konu hesaplardan ‘hisse
devir bedeli’ açıklamasıyla aktarım yapılmak suretiyle Yasemin Turizm ve
Ticaret A.Ş.’nin hisselerinin banka kaynağı kullanılarak Cevahir Grubundan
satın alındığı ve akabinde Yasemin Turizm ve Ticaret A.Ş.’ye kaynak
aktarımlarına yukarıda belirtilen kredi kullandırımı ve muhtelif işlemler
dahilinde devam edilerek sonucunda 3.552.107,91 YTL (aktarım tarihleri ile
13.797.160 USD) tutarında ilave banka kaynağının da edindirilmiş olduğu,
bununla birlikte şirketin hisselerinin devralınması ile şirket ihtiyaçları
için edindirilmiş bulunan banka kaynaklarının halen tahsil edilememesi
üzerine; davalı idare, İnterbank A.Ş.’nin 7.1.1999 tarihinde Fona
intikalinden sonra Nergis Grubu firmalarından olan ve yukarıda belirtildiği
şekilde hisseleri ve işletme sermayesi önemli ölçüde banka kaynağından
edindirilmiş bulunan Yasemin Turizm ve Ticaret A.Ş.’deki hisselerin Fonun
yasal takiplerinden mal kaçırma amacıyla öncelikle Fona borçlu olmayan ve
hissedarları arasında hakim ortağın yer almadığı Cavit Çağlar’ın eşi ve
yakınları ile Leon Nihat Barha adlı şahsa devredildiğinin 16.2.1999 günlü
sermaye yapısından anlaşıldığı, akabinde yine aynı amaçla gerçekleştirilen
ve pek çok hakim ortak grubunun da Fondan mal kaçırmak amacına yönelik
olarak kullandığı bir yöntemle yapılan sermaye artırımlarına katılmamaları,
rüçhan haklarını kullanmamaları ve hisse satışları sonucunda Leon Nihat
Barha adlı şahsın hisse oranının 25.2.2002 günlü şirket olağanüstü genel
kurulunda %75 oranına yükseltilmesi sağlanarak Yasemin Turizm ve Ticaret
A.Ş.’nin Fonun icrai takibinden tamamen uzaklaştırıldığını kabul ederek,
dava konusu 21.2.2008 günlü 2008/51 sayılı işlem ile 5020 sayılı Kanunla
değişik 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15 inci maddesinin 7 nci fıkrasının
(b) bendi hükümleri uyarınca; Yasemin Turizm ve Ticaret Anonim Şirketinde
Leon Nihat Barha adına kayıtlı %75 oranındaki hisselerinin, nominal değerleri üzerinden Çağlar Grubunun borcuna
mahsuben Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu mülkiyetine intikal ettirilerek Fon
adına tescil ettirilmesine, bahse konu hisselerin bilahare satış bedeli ile
nominal değerleri arasındaki fark olması durumunda pozitif farkın aynı
hakim ortak grubunun borcundan düşülmesine, negatif farkın ise borcuna
ilave edilmesine; Yasemin Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi’ne aktarılan
hisse alış bedeli dışında aktarılan ve şirketin işletme ihtiyaçları için
kullanılmış olan 3.552.107,91 YTL tutarındaki banka kaynağının (aktarım
tarihleri itibari ile 13.797.160 USD) fon alacağı sayılmasına, bu tutarın
aktarıldığı tarih itibarıyla, ‘Fon alacağı’nın ana parasını oluşturmasına,
mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15 inci maddesinin 7 nci fıkrasının
(b) bendinde belirtildiği üzere, söz konusu fon alacağının tahsiline
yönelik olarak, Yasemin Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi hakkında 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında ihtiyati
haciz de dahil olmak üzere, takip ve tahsil işlemlerine başlanmasına ve
alacağın doğmasına sebebiyet veren haksız işlemin yapıldığı tarihten
itibaren, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 51
inci maddesinde belirtilen oranda gecikme zammı uygulanmasına, 5411 sayılı
Bankacılık Kanunu’nun geçici 11 inci maddesinin verdiği yetkiye istinaden
5020 sayılı Kanun ile değişik mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15 inci
maddesinin 7 nci fıkrasının (a) bendi ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun
134 üncü maddesi gereğince, fon alacaklarının tahsilini teminen, Yasemin
Turizm ve Ticaret Anonim Şirketinin yönetim ve denetiminin Fon tarafından
devralınmasına ve mevcut yönetim ve denetim kurulu üyelerinin tamamının
görevden alınarak şirket ana sözleşmesi ve genel kurul kararlarına bağlı
kalınmaksızın şirketin yönetim ve denetim kurulu üyelerinin yeniden
belirlenmesine karar verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Davacının, üçüncü kişi konumunda olup, iyiniyetli
ve gerçek hisse devirleri ile kaynağı ispatlı bedellerle şirket payına
sahip olduğu; geçmişe yürür şekilde Yasa kuralları ile Anayasa’da yer bulan
mülkiyet hakkının ölçülülük ve orantılılık ilkelerine aykırı olarak hukuk
güvenliğini zedeler biçimde ihlal edildiği, işlemin dayanağı Yasa kuralının
Anayasa’ya aykırı olduğu iddialarıyla dava konusu işlemin iptali istemiyle
bu davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Yasa Kuralları
1.11.2005 günlü, 25983 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun Geçici 11. maddesinde: ‘Bu
Kanunun yayımı tarihinden önce, 26.12.2003 tarihine kadar temettü hariç
ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya
bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilişkili
Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon
eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar
hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları
tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı
Kanunun 14, 15, 15/a, 16, 17, 17/a ve 18’nci maddeleri, ek 1, 2, 3, 4, 5 ve
6’ncı maddeleri ile geçici 4’ncü maddesi hükümlerinin uygulanmasına devam
edilir.
Bu Kanunun yayımı tarihinden önce haklarında bu
Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanun gereği mal bildiriminde
bulunması gerekenlerin, bildirimde belirtmedikleri veya gerçeğe aykırı
olarak bildirdikleri her türlü taşınır ve taşınmaz mal, hak ve alacak ile
gelir ve harcamalar da haksız mal edinme hükümlerine tabidir. Haksız mal
edinmediğini ispat edene bu hüküm uygulanmaz.
Bu Kanunun yayımı tarihinden önce mülga 3182 sayılı
Bankalar Kanunu’nun 64 ve 65’inci maddeleri ile bu Kanunla yürürlükten
kaldırılan 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 14 üncü maddesi uyarınca işlem
yapılan bankalar ile tasfiyeye tabi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan
bankalar hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun
14’üncü maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları hükümlerinin uygulanmasına
devam edilir’ kuralı yer almıştır.
Mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu 23.6.1999 günlü,
23734 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olup, 15. maddesi “Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu”nu düzenlemiştir. Söz konusu 15. maddenin bazı
bölümleri 26.12.2003 günlü, 25328 sayılı Yasa ile değişikliğe uğramış veya
yeni paragraflar eklenmiştir.
Bu düzenleme sonucu 4389 sayılı Kanun’un 15.
maddesinin (7) numaralı bendinin (b) bölümü (5) paragrafında ‘Fon alacaklarından;
yönetim ve denetimi Fona geçen ve/veya bankacılık yapma ve mevduat kabul
etme izin ve yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından
kaldırılan bankalar ile tasfiyeye tabi tutulan veya tasfiye işlemi
başlatılan bankaların kaynağını kullanmış olmasından dolayı Fona borçlu
olması kaydıyla Fona intikal eden bir bankadan ilk kredinin ve/veya banka
kaynağının kullanılmasından sonra, bu bendin birinci cümlesinde belirtilen
gerçek ve tüzel kişilerin, edindikleri ve/veya bu suretle üçüncü kişilere
edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklarının banka kaynağı
kullanılmak suretiyle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilir ve bu
gerçek kişiler ile tüzel kişiler tarafından edinilen para, her türlü mal,
hak ve alacaklar hakkında bu fıkra hükümlerini uygulamaya Fon yetkilidir.
Bu suretle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilen para, her türlü
mal, hak ve alacaklar üzerinde ilk kredinin ve/veya banka kaynağının
kullanıldığı tarihten sonra üçüncü kişilere yapılan satış, devir ve temlik,
sınırlı ayni hak tesisi gibi işlemler ile üçüncü kişiler lehine tesis
edilen ayni ve şahsi tüm haklar Fona karşı hüküm ifade etmez. Bu hukuki işlemlere taraf olan tüm şahısların külli
ve cüzi halefleri dahi, yukarıda belirtilen işlemlerin gerçekleşmesinden
sonra edindikleri ve/veya edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve
alacaklar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır. Yukarıda belirtilen
işlemlere taraf olan üçüncü kişiler bankanın Fona devrinden sonraki
işlemler nedeniyle, bu fıkranın birinci paragrafında sayılan kişiler ise
bankanın Fona devrinden önceki ve/veya sonraki işlemler nedeniyle iyiniyet
iddiasında bulunamazlar. Bankanın Fona devrinden önce satış, kira, devir ve
temlik gibi işlemler ile ayni ve şahsi hak tesisine ilişkin işlemlere taraf
olan üçüncü kişiler iyiniyetli olduklarını kanıtlamak zorundadırlar’ hükmü
yer bulmuştur.
Yine 5020 sayılı Kanunla 4389 sayılı Kanuna eklenen
Geçici 3. maddesinde; “Bu Kanunla, 4208 sayılı Kanunun 2’nci maddesinin (a)
bendine (5) numaralı alt bentten sonra gelmek üzere eklenen (6) numaralı
alt bendi, 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 9’uncu
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendine eklenen paragraf, 15’inci
maddenin (7) numaralı fıkrasının (b) bendine eklenen paragraflar, (9)
numaralı fıkrasının (c) bendinde yapılan değişiklik, 15’inci maddeye
eklenen (10) numaralı fıkra, Bankalar Kanununa eklenen 15/a maddesi, 17/a
maddesi ve ek madde 2, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar temettü
hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya
bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri ilgili
Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon
eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar
hakkında uygulanır.” kuralı belirtilmiştir.
5020 sayılı Kanun ile 4389 sayılı Kanun’un 15.
maddesinin 7 numaralı fıkrasının (b) bendine eklenen paragrafın
gerekçesinde ‘Fona intikal eden banka kaynaklarını kullanan hakim ortaklardan Fon alacaklarının tahsiline geçmiş
dönemde yapılan muvazaalı işlemlerin ispatında mevzuat karşısında yetersiz
kalınması ve objektif delil tespitinin her zaman mümkün olması nedeniyle bu
muvazaalı işlemler Fona karşı geçersiz sayılmak ve aksinin ispatı karşı
tarafa yükletilmek suretiyle Fon alacağının tahsilinin hızlandırılması
amaçlanmıştır’ denilmiştir.
Değinilen düzenlemeler ile 5020 sayılı Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihe kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim
ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat
kabul etme izin yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul
tarafından kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon
tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında 4389 sayılı
Yasa’nın 15/7-(b) bendinde yer alan ve yukarıda belirtilen kuralın
uygulanacağı açıktır.
Buna göre, bankaların kaynağını kullanmış
olmasından dolayı Fona borçlu olması kaydıyla Fona intikal eden bir
bankadan ilk kredinin ve/veya banka kaynağının kullanılmasından sonra
gerçek ve tüzel kişilere yapılan satış, devir ve temlik, sınırlı ayni hak
tesisi gibi işlemler ile üçüncü kişiler lehine tesis edilen tüm haklar Fona
karşı hüküm ifade etmeyecek, bu işlemlere taraf olan üçüncü kişiler de
bankanın Fona devrinden önceki ve/veya sonraki işlemler nedeniyle iyiniyet iddiasında
bulunamayacaklardır.
Olayda da, İnterbank A.Ş.’nin Fona intikalinden
sonra Nergis Grubu firmalarından olan ve hisseleri ve işletme sermayesi
banka kaynağından edindirilmiş bulunduğu iddia edilen Yasemin Turizm ve
Ticaret A.Ş.’deki hisselerin Fonun yasal takiplerinden mal kaçırma amacıyla
davacıya devredildiğinden bahisle tesis edilen işleme karşı açılan bu
davada davacı 4389 sayılı Yasanın 15/7-b maddesinde yer alan “...işlemlere
taraf olan üçüncü kişiler bankanın Fona devrinden sonraki işlemler nedeniyle…
iyiniyet iddiasında
bulunamazlar” kuralı uyarınca mahkeme önünde iyiniyetli olduğunu iddia ve
ispat edememektedir. Dolayısıyla, 4389 sayılı Yasanın 15/7-b maddesinde yer
alan değinilen kural uyuşmazlığın çözümünde uygulanacak kural niteliğindedir.
İptali İstenilen Yasa Hükmü
4389 sayılı Bankalar Kanunu’na 5020 sayılı Kanun
ile eklenen 15. maddesinin (7) numaralı bendinin (b) bölümünün, 5.
paragrafında yer alan sondan bir önceki cümledeki (üçüncü kişiler yönünden)
‘...iyi niyet iddiasında bulunamazlar’ ibaresinin Anayasa’nın 2., 35., 36. ve 125. maddelerine aykırılığı iddiasıyla
başvurulmaktadır.
Anayasa’nın 2. ve 36. Maddeleri Yönünden Yasa
Hükmünün Anayasa’ya Aykırılığı
5020 sayılı Yasa’nın gerekçesinden, mevzuat
karşısında muvazaalı işlemlerin
ispatında yetersiz kalındığı görüşünden hareketle maddede sayılan bazı
işlemlerin muvazaalı olduğu kabul edilerek Fona karşı geçersiz sayıldığı;
ispat külfetinin karşı tarafa yüklendiği, bu düzenlemenin de Fon
tahsilâtının hızlandırılması amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bir yasa maddesinin hukuka uygun amaç taşımasının
yanısıra bu amacın gerçekleştirilmesini sağlayacak yol ve yöntemlerin de
hukuka uygun olması gerektiği kuşkusuzdur.
Anayasa Mahkemesi 4.5.2005 günlü, E.2004/4,
K.2005/25 sayılı kararında hukuk devletini, ‘İnsan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı tutum ve durumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde Anayasa’nın ve yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk
ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlet’ olarak tanımlamakta ve bu
bağlamda, hukuk devletinde yasakoyucunun, yasaların yalnız Anayasa’ya
değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlü
olduğunu belirtmektedir.
Anayasa’ya aykırılık iddiası ciddi görülen madde
metninin gerekçesinde iyiniyetin ispatının karşı tarafa yüklendiğinin
belirtilmesine karşın, madde metninde bu hususun ikiye ayrılarak
düzenlendiği görülmektedir. Buna göre, üçüncü kişiler bankanın Fona
devrinden sonraki işlemler nedeniyle iyi niyet iddiasında bulunamayacaklar;
Bankanın Fona devrinden önce satış, kira, devir ve temlik gibi işlemler ile
ayni ve şahsi hakkın tesisine ilişkin işlemlere taraf olan üçüncü kişiler
ise iyiniyetli olduklarını kanıtlamak zorunda kalacaklardır. Görüldüğü
üzere, Banka’nın Fona devrinden sonraki işlemler nedeniyle üçüncü kişilerin
iyiniyet iddiasında bulunmalarına yasal engel getirilmiştir.
Bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığının ortaya
konulabilmesi için iyiniyet ve muvazaa kavramlarının anlamı, hukukumuzdaki
yeri üzerinde durulmasına gerek görülmüştür. Her iki kavramda öncelikle özel
hukuka ilişkin kavramlar olup iyi niyet kuralları özel hukukun bütün
alanlarında uygulanacak bir kural niteliğindedir. Türk Medeni Kanunu’nun 3.
maddesinde ‘Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl
olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden
beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz’ hükmü yer almıştır. İyiniyet kuralı,
hakların kazanılmasında ve borçların yerine getirilmesinde temel ilke olma özelliğini
taşımaktadır. Öğretide yapılan açıklamalarda, bir hakkın doğmasına engel
olan bir nedeninin varlığını bilmeyen, bilmesi de gerekmeyen kişi iyi
niyetli olarak tanımlanmaktadır. Yine öğretide yapılan değerlendirmelerde
iyiniyetin aranmasında ve korunmasında kamunun çıkarı bulunmaktadır.
Yaptığı tüm işlemlerde güvence duymak zorunda olan bireylerin iyi niyetli
oldukları sürece lehlerine doğacak hukuki sonuçların korunmasının hukuk
devletinin bir gereği olduğu kuşkusuzdur. Burada üzerinde durulması gereken
diğer bir husus ise iyiniyetin hangi anda aranacağı sorunudur. Medeni
Kanun’daki düzenlemeden de anlaşıldığı üzere kural olarak iyiniyetin hukuki
sonucun doğduğu anda aranması gerekmektedir. Medeni Kanun kişide iyiniyetin
varlığını kabul etmekte olup buna ‘İyiniyet Karinesi’ denilmektedir.
Dolayısıyla kişinin iyiniyetli olmadığı karşı tarafça ispatlanmalıdır.
Medeni Kanun madde 3/2’ye göre iyiniyetin aksi de hakkı kazanan kişinin,
hakkı kazanırken gereken özeni göstermediğini kanıtlamakla ortaya konulacaktır.
İptali istenilen maddenin gerekçesinde, muvazaadan
da bahsedildiği için kısaca bu kavrama da değinilmesi zorunlu görülmüştür.
Muvazaa, irade ile beyan arasında yaratılan uyumsuzluk olarak
tanımlanabilir. Medeni Kanun’un 6. maddesine göre muvazaanın varlığını
iddia eden taraf bu iddiasını ispat etmek zorundadır.
Yukarıda yapılan açıklamaları özetlemek gerekirse
özel hukukta bir hakkın kazanılmasında iyiniyet asıl olup ‘İyiniyet
Karinesinin’ aksini iddia eden bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Aynı
şekilde muvazaa iddiasında bulunan taraf da bu iddiasını ispat etmelidir.
Söz konusu düzenleme ile iyiniyete ilişkin ispat
külfeti özel hukuk hükümlerinin aksine yer değiştirmiş bulunmaktadır. Söz
konusu alacağın Fon alacağı dolayısıyla kamu alacağı olması, Fona
devredilen bankalardaki işlemlerin niteliği, bankacılık işlemlerindeki
muvazaanın ispatındaki zorluk, kamu alacağının tahsilinin biran önce
yapılması gibi nedenlerin farklı düzenlemelere dayanak oluşturacak hukuken
haklı nedenler olduğu açıktır. Bu itibarla, ispat külfeti yönünden Medeni
Kanun’daki düzenlemelerden farklı düzenlemeler getirilmesi hukuken kabul
edilebilirse de bu düzenlemelerin hukuk güvenliğini ortadan kaldırmaması,
hukuk devleti gereklerine aykırı olmaması zorunludur.
Ayrıca, getirilen düzenlemelerle kişilerin yargı
önünde hukuken geçerli araç ve yollardan kendilerini savunabilme hakları
ellerinden alınmamalıdır. Bu hak Anayasanın 36. maddesiyle güvence altına
alınmıştır.
Anayasa Mahkemesi 4.5.2005 günlü, E.2004/4,
K.2005/25 sayılı kararında da ‘iptali istenilen kuralda, Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından bankacılık işlemleri yapma ve
mevduat kabul etme izni kaldırılan bankaların yurt içi kayıtlarına bu
tarihten geriye doğru bir ay içinde kıyı bankalarındaki hesapları Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu’nca sağlanan mevduat güvencesi kapsamına almak
amacıyla, muhabir bankaca karşılığı nakden veya bankacılık işlemleri yapma
veya mevduat kabul etme izni kaldırılan banka dışındaki bir başka banka aracılığıyla
ödenmeksizin aktarıldığı tespit edilen hesaplar için Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu’nca herhangi bir ödemenin yapılmayacağı belirtilmiştir’
diyerek düzenlemeyi ortaya koyduktan sonra iptal gerekçelerinin arasında
‘Kaldı ki muvazzalı olduğu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tesbit
edilen hesaplar için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nca herhangi bir ödeme
yapılmayacağı, bu konuda uyuşmazlık çıkması durumunda da konunun yargı
organlarınca karara bağlanacağı kuşkusuzdur’ demek suretiyle muvazaalı
işlemlerin kapsamının yasama organı tarafından değil yargı organınca
tespitinin asıl olduğunu kabul etmiştir.
Söz konusu düzenlemenin Bankaların Fona devrinden
sonraki işlemleri kapsadığı dolayısıyla düzenlemenin Anayasa’ya aykırı
olmadığı savı da kabul edilemez. Zira bu uyuşmazlıklarda sorumluluk için
Bankanın yönetim ve denetiminin Fona geçmesi yeterli olmamakta, bankanın
kaynağı kullanılmak suretiyle para, her türlü mal, hak ve alacakların edinildiği
ve/veya edindirildiğinin saptanması gerekmektedir. Bunun da Bankanın Fona devrinden
sonra yapılacak bir incelemeyi gerektireceği ve bu incelemenin de uzun bir
zaman alacağı kuşkusuzdur.
Bu itibarla iyiniyetin saptanmasında değişik
tarihlere göre farklı çözümlere ulaşılması mümkün olduğundan bankanın Fona devrinden
sonra taşınmaz edinen üçüncü kişilerin bu edinimde gerekli özeni
gösterdikleri hususunu gerek idari makamlar gerekse yargı mercileri önünde
ispatlayabilme olanağına sahip olmaları hukuk güvenliliğini esas alan hukuk
devletinin bir gereği olarak kabul edilmelidir.
Anayasa’nın 35. Maddesi Yönünden Yasa Hükmünün
Anayasa’ya Aykırılığı
Anayasa’nın Temel Hak ve Hürriyetlerin
sınırlanmasını düzenleyen ve 2001 yılında değişikliğe uğrayan 13.
maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın ‘Kişinin Hakları ve Ödevleri’ başlıklı
ikinci bölümünün 35. maddesinde ‘Herkes mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz’ kuralı yer almıştır.
Anayasa’nın 35. maddesinin gerekçesinde de
‘mülkiyetin korunması, hürriyeti de güvence altına alır’ denilmiştir.
Dolayısıyla, mülkiyet hakkının toplum yararı
uyarınca ve ancak yasayla yapılabilecek olan sınırlandırılmasının
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması
gerektiği açıktır.
Ölçülülük ilkesi gereği olarak kısıtlamada
başvurulan araç sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmalı, araçla
amaç ölçüsüz bir oran içinde bulunmamalıdır.
AHİM’nin uygulamasında da ölçülülük ilkesi, korunan
bir hakkın sınırlandırılmasında sınırlandırmanın amaçlarına ulaşmak için
gerekenden fazla bir sınırlandırmanın yapılmaması şeklinde anlaşılmaktadır.
Ölçülülük ilkesi ile temel hak ve özgürlükler
güvence altına alınmakta, sınırlandırılan hak ve özgürlükler arasında denge
kurulması ve mümkün olduğunca sınırlanan hak ve özgürlüğe az zarar
verilmesi amaçlanmaktadır. Yani önlem elverişli ve zorunlu olmalı, amaca
göre dengeli bir orantı içinde kalmalıdır.
Bu durumda, bankanın Fona devrinden sonra üçüncü
kişilerin mülkiyet hakkına ancak ölçülülük ilkesi çerçevesinde toplum
yararına uygun olarak yasayla müdahale edilebileceği açıktır.
İptali istenilen Yasa kuralı ise ölçülülük ilkesi
kapsamını aşar biçimde Fona üçüncü kişilerin iyiniyetli olup olmadıklarına
dahi bakılmaksızın, mülkiyet hakkına müdahale edebilme yetkisi vermekte
olup, kural bu haliyle Anayasa’nın 35. maddesine de aykırı görülmüştür.
Anayasa’nın 125. Maddesi Yönünden Yasa Hükmünün
Anayasa’ya Aykırılığı
Anayasa’nın 125. maddesinde idarenin her türlü
eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, yargı yetkisi
kullanılırken hukuka uygunluk denetiminin yapılacağı hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca
iptal davalarında idari işlemlerin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden hukuka uygunluğu denetlenmektedir.
AHİM kararlarında da belirtildiği üzere yargılama
sürecinde taraflar iddialarını ‘silahların eşitliği’ ilkesi çerçevesinde
yargı mercilerine sunabilmelidirler. Ayrıca tarafların iddialarıyla bağlı
kalmaksızın idari yargıç re’sen araştırma ilkesi uyarınca inceleme ve araştırma
yapmak suretiyle idari işlemin hukuka uygun olup olmadığını saptayabilmelidir.
İdari eylem ve işlemlere karşı yargı yolunun açık olmasına
ilişkin Anayasanın 125. maddesi idari işlemin yargısal denetiminin işlemin
tüm unsurları (yetki, şekil, sebep, konu ve maksat) üzerinde kısıtlamaya
tabi olmadan etkin biçimde yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlığın çözümü esas olarak
davacının “iyi niyetli” olup, olmadığının saptanmasına bağlı bulunmaktadır.
Ancak, iptali istenilen kural uyarınca kişiler
iyiniyetli olduklarını iddia ve ispat edemeyeceklerinden idari yargı
mercileri işlemin esas yönünden hukuka uygunluğunu denetleyemeyecekler veya
bu denetim çok sınırlı olarak yapılabilecektir. Bu itibarla yasa kuralının
idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğunu
hükme bağlayan Anayasanın 125. maddesine aykırı olduğu sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, bir davaya bakmakta olan
mahkemenin, o dava sebebiyle uygulanacak bir Yasanın Anayasa’ya aykırı
olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulması gerektiğini düzenleyen 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesinin ikinci fıkrası
gereğince 4389 sayılı Bankalar Kanun’a 5020 sayılı Yasa ile eklenen 15.
maddesinin (7) numaralı bendinin (b) bölümünün 5. paragrafında yer alan
sondan bir önceki cümledeki (üçüncü kişiler yönünden) ‘...iyiniyet
iddiasında bulunamazlar’ ibaresinin Anayasa’nın 2.,
35., 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle
Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, bu kuralın Anayasa’ya aykırılığı ve
uygulanması durumunda giderilmesi güç ve olanaksız zararlar doğabileceği
gözetilerek esas hakkında bir karar verilinceye kadar yürürlüğünün
durdurulmasının istenilmesine dosyada bulunan belgelerin onaylı bir
örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine, 4.6.2009 gününde
oyçokluğu ile verildi”.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
18.6.1999 günlü, 4389 sayılı Bankalar
Kanunu’nun 15. maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendine 12.12.2003
günlü, 5020 sayılı Yasa’nın 20. maddesiyle eklenen ve itiraz konusu kuralı
da içeren beşinci paragrafı şöyledir:
“Fon alacaklarından; yönetim ve
denetimi Fona geçen ve/veya bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izin ve
yetkileri ilgili Bakan, Bakanlar Kurulu veya Kurul tarafından kaldırılan
bankalar ile tasfiyeye tabi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan
bankaların kaynağını kullanmış olmasından dolayı Fona borçlu olması
kaydıyla Fona intikal eden bir bankadan ilk kredinin ve/veya banka
kaynağının kullanılmasından sonra, bu bendin birinci cümlesinde belirtilen
gerçek ve tüzel kişilerin, edindikleri ve/veya bu suretle üçüncü kişilere
edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklarının banka kaynağı
kullanılmak suretiyle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilir ve bu
gerçek kişiler ile tüzel kişiler tarafından edinilen para, her türlü mal,
hak ve alacaklar hakkında bu fıkra hükümlerini uygulamaya Fon yetkilidir.
Bu suretle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilen para, her türlü
mal, hak ve alacaklar üzerinde ilk kredinin ve/veya banka kaynağının
kullanıldığı tarihten sonra üçüncü kişilere yapılan satış, devir ve temlik,
sınırlı ayni hak tesisi gibi işlemler ile üçüncü kişiler lehine tesis
edilen ayni ve şahsi tüm haklar Fona karşı hüküm ifade etmez. Bu hukuki işlemlere taraf olan tüm şahısların külli
ve cüzi halefleri dahil, yukarıda belirtilen
işlemlerin gerçekleşmesinden sonra edindikleri ve/veya edindirdikleri para,
her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır.
Yukarıda belirtilen işlemlere taraf olan üçüncü kişiler bankanın Fona
devrinden sonraki işlemler nedeniyle, bu fıkranın birinci paragrafında
sayılan kişiler ise bankanın Fona devrinden önceki ve/veya sonraki işlemler
nedeniyle iyiniyet iddiasında
bulunamazlar. Bankanın Fona devrinden önce satış, kira, devir ve temlik
gibi işlemler ile ayni ve şahsi hak tesisine ilişkin işlemlere taraf olan
üçüncü kişiler iyiniyetli olduklarını kanıtlamak zorundadırlar”.
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 2., 35., 36. ve 125.
maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER,
Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ’ın
katılımlarıyla 9.9.2009 gününde yapılan
ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik
bulunmadığından, 18.6.1999 günlü, 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15.
maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendine 12.12.2003 günlü, 5020
sayılı Yasa’nın 20. maddesi ile eklenen beşinci paragrafında yer alan
sondan bir önceki tümcedeki “… iyiniyet iddiasında bulunamazlar”
ibaresinin üçüncü kişiler yönünden esasının incelenmesine; yürürlüğü
durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına
oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına
ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve
bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kuralın Anlam ve Kapsamı
4389 sayılı
Bankalar Kanunu’nun 15. maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b) bendine 5020
sayılı Yasa’yla eklenen beşinci paragrafında, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu alacaklarından yönetim ve denetimi Fona geçen
ve/veya bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri kaldırılan
bankalar ile tasfiyeye tabi tutulan veya tasfiye işlemi başlatılan
bankaların kaynağını kullanmış olmasından dolayı Fona borçlu olması
kaydıyla Fona intikal eden bir bankadan ilk kredinin ve/veya banka
kaynağının kullanılmasından sonra, bankanın yönetim ve denetimini doğrudan
veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının
veya yöneticilerinin edindikleri ve/veya bu suretle üçüncü kişilere
edindirdikleri para, her türlü mal, hak ve alacaklarının banka kaynağı
kullanılmak suretiyle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilmiştir. Söz konusu gerçek ve tüzel kişiler
tarafından edinilen para, her türlü mal, hak ve alacaklar hakkında (7)
numaralı fıkra hükümlerini uygulamaya Fon yetkili kılınmıştır. Bu suretle edinildiği ve/veya edindirildiği kabul edilen para,
her türlü mal, hak ve alacaklar üzerinde ilk kredinin ve/veya banka kaynağının
kullanıldığı tarihten sonra üçüncü kişilere yapılan satış, devir ve temlik,
sınırlı ayni hak tesisi gibi işlemler ile üçüncü kişiler lehine tesis
edilen ayni ve şahsi tüm hakların Fona karşı hüküm ifade etmeyeceği
öngörülmüştür. Bu hukuki işlemlere taraf olan tüm şahısların külli
ve cüzi halefleri dahil, belirtilen işlemlerin
gerçekleşmesinden sonra edindikleri ve/veya edindirdikleri para, her türlü
mal, hak ve alacaklar hakkında da bu fıkra hükümlerinin uygulanacağı
belirtilmiştir.
Aynı paragrafın
itiraz konusu kuralın da yer aldığı tümcesinde, yukarıda belirtilen
işlemlere taraf olan üçüncü kişilerin bankanın Fona devrinden sonraki
işlemler nedeniyle, Fona intikal eden bankanın tüzelkişi ortakları,
yönetim ve denetimine sahip iştirakleri, gerçek ve tüzelkişi ortaklarının
yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak elinde bulundurdukları
şirketlerin ortaklarının ise bankanın Fona devrinden önceki ve/veya sonraki
işlemler nedeniyle iyiniyet iddiasında bulunamayacakları kuralı
getirilmiştir.
4389 sayılı Bankalar Kanunu, bunun ek ve
değişiklikleriyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na, alacakların daha emin,
hızlı ve istikrarlı takibinin sağlanması amacıyla geniş yetkiler tanınmış,
alacakların tedbir, tahsil ve takibi konusunda kimi muafiyet, istisna ve
kolaylıklar ile ayrıcalıklara yer verilmiştir. İptali
istenilen kural da, Fon’a bu amaçla tanınan yetkiler arasında olup, bankanın
Fona devrinden sonraki satış, kira, devir ve temlik gibi işlemler ile
sınırlı ayni hak tesisine ilişkin işlemlere taraf olan üçüncü kişilerin
iyiniyet iddiasında bulunmaları engellenmiştir.
İyiniyet, hakların kazanılması ve sonuçlarını meydana getirmesinde
temel ilkelerden biri olup, Türk Medeni Kanunu’nun 3. maddesine göre, “Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç
bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak, durumun
gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında
bulunamaz”. Türk Medeni Kanunu dışında çeşitli yasa hükümlerinde, bazı
hukuki sonuçlar sadece iyiniyetin varlığı veya yokluğuna bağlanmıştır.
B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
Başvuru kararında, bankaların Fona devrinden
sonraki işlemler nedeniyle üçüncü kişilerin iyiniyet iddiasında
bulunmalarına yasal engel getirildiği, iyiniyetin, hakların kazanılmasında
ve borçların yerine getirilmesinde temel ilke olduğu, hukuk devletinde
kişiler iyi niyetli oldukları sürece lehlerine doğacak hukuki sonuçların korunması
gerektiği, yasayla kişilerin yargı önünde hukuken geçerli araç ve yollardan
kendilerini savunabilme haklarının ellerinden alınamayacağı, muvazaalı
işlemlerin kapsamının yasama organı tarafından değil yargı organınca
tespitinin asıl olduğu, mülkiyet hakkının toplum yararı uyarınca ve ancak
yasayla sınırlanabileceği, iyiniyetin iddia ve ispat edilememesinin yargı
denetimini sınırlandırdığı, bu nedenlerle kuralın Anayasa’nın 2., 35., 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İtiraz konusu kuralda, bankaların Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu’na devrinden sonra üçüncü kişilere yapılan satış, devir ve
temlik, sınırlı ayni hak tesisi gibi işlemler nedeniyle, söz konusu
işlemlere taraf olan üçüncü kişilerin iyiniyet iddiasında bulunamayacakları
belirtilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, temel hak ve özgürlüklere dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda eşitliği gözeten, adaletli bir hukuk düzeni kurup
sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan, hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran
devlettir. Anayasa’da, Türkiye
Cumhuriyeti’nin demokratik hukuk devleti niteliği vurgulanırken, devletin
tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır.
Yargı denetimi, hukuk devletinin “olmazsa olmaz” koşuludur. Hukuk devletinde
yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa’ya değil evrensel hukuk ilkelerine de
uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Anayasa’nın 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir
mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz”
denilmektedir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü,
kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisini oluşturmaktadır.
Kişinin, kendisini savunabilmesinin ya da maruz
kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde
hakkını arayabilmesi ve davada ileri sürülen iddiaların ve delillerin,
karşı tarafın iddia ve delilleriyle eşit imkânlarda araştırılması ve eşit
değerlemeye tabi tutulmasıdır.
Dava konusu kuralla, Fon’un işlem ya da
eylemleri yargı denetimi dışında tutulmamış, üçüncü kişilerin iyiniyet
iddiasında bulunmaları engellenmiştir. İyiniyet kuralı genel bir hukuk
kuralı olmakla birlikte, karşılaşılan her uyuşmazlığın, ilgili yasa
hükümleri yok sayılarak, sadece iyiniyet kuralı ile çözüleceği anlamına
gelmez. Bir
yasa kuralının hukuka uygun amaç taşımasıyla birlikte, bu amacın
gerçekleşmesini sağlayacak yöntemlerin de hukuka uygun olması gerekir. Tarafın iyiniyetinin olup olmadığı kararının, mahkeme
tarafından yapılan inceleme ve araştırma sonucu ortaya çıkacağı kuşkusuzdur.
“Kamu alacağının
tahsilinin hızlandırılması” gibi soyut bir gerekçe, iyiniyete ilişkin ispat
kuralının uygulanmamasının nedeni olamaz. Kuralda geçen tüm üçüncü
kişilerin işlemleri muvazaalı kabul edilerek, iyiniyetli üçüncü kişilerin
dava açma haklarının özü zedelenmekte, mahkemeye etkili erişim ve savunma
hakları engellenmekte, korunmasında kamu yararı bulunan iyiniyetli
kimsenin, idare ve mahkeme önünde iyiniyetli olduğunu iddia ve ispat etme
hakkı elinden alınmaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu
kural, üçüncü kişiler yönünden Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
Kural iptal edilmiş olduğundan, Anayasa’nın 35. ve
125. maddeleri yönünden ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
VI-
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
18.6.1999 günlü, 4389
sayılı Bankalar Kanunu’nun 15. maddesinin (7) numaralı fıkrasının (b)
bendine 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle eklenen
beşinci paragrafında yer alan sondan bir önceki cümledeki “… iyiniyet
iddiasında bulunamazlar” ibaresinin üçüncü kişiler yönünden yürürlüğünün
durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE, 20.1.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
VII- SONUÇ
1- 7.5.2010
günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili
gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına
ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir
engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra
Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı
dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2-
18.6.1999 günlü, 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15. maddesinin (7)
numaralı fıkrasının (b) bendine 12.12.2003 günlü, 5020 sayılı
Kanun’un 20. maddesiyle eklenen beşinci paragrafında yer alan sondan
bir önceki cümledeki “… iyiniyet iddiasında bulunamazlar” ibaresinin üçüncü
kişiler yönünden, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
20.1.2011 gününde
karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Fettah OTO
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Alparslan ALTAN
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
|