Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2008/77
Karar Sayısı : 2010/77
Karar Günü : 3.6.2010
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : İstanbul Bölge İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 4.12.1984 günlü,
3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi
Hakkında Kanun’un 13. maddesinin Anayasa’nın
2., 9., 36., 125. ve 138. maddelerine aykırılığı
savıyla iptali istemidir.
I- OLAY
Taşınmaz
mal zilyetliğine yapılan tecavüzün 3091 sayılı Yasa hükümleri uyarınca
önlenmesi yönündeki başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali ve
yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davanın, İdare Mahkemesi
tarafından reddi üzerine Bölge İdare Mahkemesi’ne yapılan itirazda, itiraz
konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için
başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe
bölümü şöyledir:
“Davacı vekili tarafından, taşınmaz mal
zilyetliğine yapılan tecavüzün 3091 sayılı Yasa hükümleri uyarınca men
edilmesi yönündeki başvurusunun reddine ilişkin Küçükçekmece Kaymakamlığının
31.03.2006 tarih ve 2006/04 sayılı kararının iptali istemiyle İstanbul 3.
İdare Mahkemesinde açılan davanın reddine ilişkin 04.10.2007 günlü,
E:2006/2334 K:2007/2288 sayılı kararın bozulması ve yürütmenin durdurulması
istemiyle İstanbul Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilmesi üzerine dosya
incelenerek gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun
“Temyiz veya İtiraz İstemlerinde Yürütmenin Durdurulması” başlıklı 52.
maddesinin 1. bendinde, “... davanın reddine
ilişkin kararların temyizi (itirazı) halinde, dava konusu işlem hakkında
yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi 27. maddede öngörülen şartın
varlığına bağlıdır.” hükmü getirilmiştir.
Anılan Yasanın 27. maddesinin 2. fıkrasında da,
“Danıştay veya idari mahkemeler, İdari işlemin uygulanması halinde telafisi
güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı
olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek
yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler.” kuralı öngörülmüştür.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 45/1-c
maddesinde, idare mahkemelerinin 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında
Kanunun uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili olarak
verdikleri nihai kararlara, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi,
mahkemelerin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine itiraz
edilebileceği hükmüne yer verilmiştir.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacı vekili tarafından,
3091 sayılı Kanunun uygulanmasından kaynaklanan işlemin iptali istemiyle
açılan davanın reddine ilişkin İstanbul 3. İdare Mahkemesinin 04.10.2007
gün ve E:2006/2334 K:2007/2288 sayılı kararının bozulması istemiyle yapılan
itirazın esası hakkında Bölge İdare Mahkemesince bir karar verilinceye
kadar yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi isteminde bulunulmuş ise
de, 3091 sayılı Kanunun 13. maddesinde; “bu Kanuna göre verilmiş kararlar
üzerine idarî yargıya başvurmalarda yürütmenin durdurulması kararı
verilmez.” hükmü karşısında, yürütmenin durdurulması isteminin
incelenmesine yasal olanak bulunmadığı anlaşılmaktadır.
3091 Yasa’ya göre tesis edilen idarî işlemler
hakkında yürütmenin durdurulmasına karar verilemeyeceğini öngören bu yasa
hükmü, Mahkememizce aşağıda belirtilen gerekçelerle Anayasanın ilgili maddelerine
aykırı görülmüş olup; bu yasa hükmünün iptali istemiyle, daha önce Edirne
İdare Mahkemesince Anayasa Mahkemesine yapılan itirazın reddine ilişkin
18.04.1996 günlü, E:1996/7, K:1996/11 sayılı Anayasa Mahkemesi kararının
18.08.1996 tarih ve 22731 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığı tarihten
itibaren on yıl geçmesi nedeniyle, Anayasanın 152. maddesinin son fıkrası
uyarınca tekrar Anayasaya aykırılık iddiasında bulunmak için anayasal bir
engel kalmadığından, sözkonusu Yasa hükmünün
iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması gerekli görülmüştür.
ANAYASAYA AYKIRILIK GEREKÇELERİ:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın
“Yargı Yolu” başlığını taşıyan 125. maddesinin 5. ve 6. fıkralarında;
“İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların
doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte
gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına
karar verilebilir.
Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim,
seferberlik ve savaş halinde ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel
sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini
sınırlayabilir.” hükümlerine yer verilmiştir.
Anılan anayasal hükümlerde, hangi şartlarda
yürütmenin durdurulmasına karar verileceği ve hangi durumlarda yürütmenin
durdurulmasına karar verilmesinin kanunla sınırlanabileceği açıkça ortaya
konulmuştur.
3091 sayılı Yasa’nın genel amacı; gerçek veya tüzel
kişilerin zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla kamu
idareleri, kamu kurumları ve kuruluşları veya bunlar tarafından idare
olunan veya Devlete ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
sahipsiz yerlere veya menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan
tecavüz veya müdahaleler nedeniyle kamu düzeninin bozulmasını önlemek,
güvenlik ve asayişi sağlamak olup, 3091 sayılı Kanun’un 13. maddesinde; “bu
Kanuna göre verilmiş kararlar üzerine idarî yargıya başvurmalarda
yürütmenin durdurulması kararı verilmez.” hükmü ile taşınmaz mal zilyedliğine yapılan tecavüzlerin önlenmesi hakkında
idari makamlarca verilmiş kararlara karşı açılan iptal davalarında, idari
yargı mercilerince yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesinin “kamu
düzeni” gerekçesiyle sınırlandırıldığı anlaşılmaktadır.
İdari yargı mercilerince yürütmenin durdurulması
kararı verilebilmesini ortadan kaldıran bu Yasa hükmünün, öncelikle
Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerindeki “hukuk
devleti, hak arama hürriyeti, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolunun açık olduğu hükümleriyle bağdaşmamaktadır. Anayasanın 2.
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin aynı zamanda bir “Hukuk Devleti”
olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, idarenin tüm işlem ve eylemlerinin
yargı denetimine tabi olduğu devlettir. Nitekim,
Anayasa’nın 125. maddesinde de “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolu açıktır” hükmüne yer verilerek, kişilerin idari yargıya
başvuru hakları anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.
İdari yargının en önemli araçlarından biri kuşkusuz
iptal davasıdır. İdari yargı alanında iptal davaları
birlikte en etkili kurum olan “yürütmenin durdurulması” müessesesine
Anayasanın 125. maddesinde yer verilmiş olup; idari işlemin uygulanması
halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin
açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda yürütmenin
durdurulmasına karar verilebileceği hükme bağlanarak, hukuk devleti
ilkesine uygun bir düzenleme yapılmıştır. Oysa, 3091 sayılı Yasa’ya
göre idari makamlarca tesis edilen işlemlere karşı idarî yargıya
başvurmalarda yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceğini öngören 13.
madde hükmü Anayasanın 2. ve 125. maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
Öte yandan, 3091 sayılı Yasa’nın 13. maddesi,
Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü”nü sınırlayan bir
hüküm içerdiği gibi, gayrimenkul zilyetliğine yapılan tecavüzler hakkında
tesis edilen idari kararlar açıkça hukuka aykırı olsa ve telafisi güç veya
imkânsız zararların meydana geleceği anlaşılsa bile, yargı organınca
yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin kamu düzenini bozabileceği
varsayımından hareket ederek, yürütmenin durdurulmasına karar
verilemeyeceğine dair yasal düzenleme idari makamlarca tesis edilen
kararları, yargı kararlarına yeğlendiğinden, böyle bir durumun “hukuk
devleti” ilkesiyle ve “hak arama özgürlüğü” ile bağdaşması mümkün değildir.
Aksine hukuka aykırı kararların
hukuk aleminde yürürlüklerinin sürmesine izin
vermenin kamu düzenini bozacağı açıktır.
Anayasa’nın 138. maddesinde “Hâkimler, görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre karar verirler” denilmektedir. Hak arama özgürlüğünün
güvencesi olan bu kuralla hâkimlere tanınan yargı yetkisinin
kullanılmasının ve idari yargı alanında iptal davaları ile birlikte en
etkili kurum olan “yürütmenin durdurulması” müessesesinin, 3091 sayılı
Yasanın 13. maddesiyle ortadan kaldırılması Anayasa’nın 138. maddesine de
aykırılık teşkil etmektedir.
Sonuç olarak, 3091 Yasa’ya göre tesis edilen idarî
işlemlerin diğer yasalara göre tesis edilen idari işlemlerden herhangi bir
ayrıcalığı da yoktur. Zira genellikle her idarî işlemin kamu düzeni ile
doğrudan veya dolaylı bir şekilde ilgisi vardır. Bu itibarla, idarî
işlemler aleyhine idari yargı mercilerinde açılacak iptal davalarında
yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde kamu düzeninin bozulacağı
gerekçesiyle yürütmenin durdurulması müessesesinin ortadan kaldırılması,
Anayasa’nın yukarıda anılan hükümlerine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında
Kanun’un 13. maddesi Anayasa’nın 2., 9., 36., 125.
ve 138. maddelerine aykırı bulunduğundan, bu konuda karar verilmek üzere
Anayasa’nın 152. maddesi ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesi gereğince Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı’na başvuruda bulunulmasına 02.07.2008 gününde
oybirliğiyle karar verildi.”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa
Kuralı
4.12.1984 günlü, 3091 sayılı Taşınmaz Mal
Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un itiraz konusu
13. maddesi şöyledir:
“Yürütmenin
durdurulması
Madde 13– Bu Kanuna göre verilmiş
kararlar üzerine idari yargıya başvurmalarda yürütmenin durdurulması kararı
verilmez.”
B- Dayanılan ve İlgili
Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru
kararında, Anayasa’nın 2., 9., 36., 125. ve 138.
maddelerine dayanılmış, 13. maddesi ise ilgili görülmüştür.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8.
maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Sacit ADALI, Mehmet ERTEN, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER, Ali GÜZEL, Fettah
OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla
PERKTAŞ’ın katılımlarıyla
11.9.2008 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru
kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile
diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
Başvuru
kararında, idari yargı mercilerince yürütmenin durdurulması kararı
verilebilmesini ortadan kaldıran itiraz konusu kuralın, hak arama
özgürlüğünü sınırladığı, kamu düzenini bozduğu, ayrıca hâkimlere tanınan
yargı yetkisinin kullanılmasını engellediği belirtilerek, Anayasa’nın 2., 9., 36., 125.
ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi
yasaların, kanun hükmünde kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğü’nün Anayasa’ya
aykırılığı konusunda ilgililer tarafından ileri sürülen gerekçelere
dayanmak zorunda değildir. İstemle bağlı kalmak koşuluyla başka gerekçe ile
de Anayasa’ya aykırılık kararı verilebilir. Bu nedenle, itiraz konusu kural, Anayasa’nın 13. maddesi yönünden
de incelenmiştir.
İtiraz
konusu kuralda, 3091 sayılı Yasa’ya göre verilmiş kararlar üzerine idari
yargıya başvurulması halinde, yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceği
öngörülmekte, gerekçesinde ise; “Uygulamada
5917 sayılı Kanuna göre verilmiş bulunan kararlar aleyhine Danıştay’da
açılan iptal davalarında, istek üzerine, yürütmenin durdurulması kararı da
verilmektedir. Bu durumda asıl davanın geç karara bağlanması nedeniyle
uygulamanın durdurulması, anlaşmazlığın devamına ve birçok olayların
çıkmasına neden olmaktadır. Esasen verilen men kararının infazı yapılıp,
yürütme işlemi tamamlandıktan sonra Danıştay’ca yürütmenin durdurulması
kararı verildiğinden, bu kararın infazı ile yapılmış bir işlemin aksine
yeniden bir işlem yapılması, başkaca hukuki anlaşmazlıklara da yol
açmaktadır. Bu sakıncaların giderilmesi için, idari yargı tarafından
yürütmenin durdurulması kararı verilmemesi ve anlaşmazlığın kesin kararla
çözümlenmesi zorunlu görülmüştür.” denilmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem
ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak yasayla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı
belirtilmiştir.
Adil
yargılanma hakkını düzenleyen Anayasa’nın 36. maddesinde, “Herkes,
meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir. Maddeyle
güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya
zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir
uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin,
zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri
önünde dava hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava
hakkı tanınması adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur.
Anayasa’nın
125. maddesinin birinci fıkrasında, “idarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilerek
etkili bir yargı denetimi amaçlanmıştır. Çünkü
yargı denetimi hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Bu kural,
yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve
işlemlerini kapsamaktadır. Anayasa’nın 125.
maddesinin beşinci fıkrasında, idari işlemin uygulanması halinde telafisi
güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı
olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek
yürütmenin durdurulmasına karar verilebileceği, altıncı fıkrasında ise,
yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin olağanüstü hal, sıkıyönetim,
seferberlik ve savaş hali ile milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık
nedenlerine bağlı olarak yasayla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır.
Hak arama özgürlüğü bakımından kişilerin idareye karşı sahip
oldukları en etkili yargısal koruma mekanizması iptal davasıdır. İptal davasında, idari işlemin hukuk kurallarına
aykırılığının belirlenmesi halinde iptali yoluna gidilmekte ve bunun
sonucunda idarenin hukuka bağlılığı ve hukuk düzeninin korunması
sağlanmaktadır. Genel ilke, iptal kararlarının geriye yürümesi ve iptal
edilen işlemi başından itibaren ortadan kaldırması, bu işleme ve ona
dayanan sonuçlar hiç mevcut olmamış gibi kabul edilmesi olmakla birlikte,
bu ilke, idari işlemin iptal kararına kadar mevcudiyetine ve etki
doğurmasına engel değildir. Bu nedenle, kişileri iptal davası
sonuçlanıncaya kadar hukuka aykırı idari işlemin olumsuz etkilerinden
korumak, ileride giderilmesi veya düzeltilmesi imkânsız veya zor olan
durumları önlemek, idareyi de hem olası bir tazmin yükünden kurtarmak hem
de hukuk sınırları içine çekerek hukuk devletinin kesintiye uğramadan
devamını sağlamak amacıyla yürütmenin durdurulması kurumu öngörülmüştür.
Yürütmenin
durdurulması kurumu, yargının denetim etkinliğini artırıcı bir araç olarak
dava hakkının bir parçasını oluşturduğu gibi kamu yararı ve kamu düzenini
de sağlamaktadır. Yürütmenin durdurulması kararı ile dava konusu olan
işlemin yapıldığı andan önceki durumun geri gelmesi sağlanmakta ve kişiler
dava sonuçlanıncaya kadar bu işlemin olumsuz etkilerinden korunmaktadır.
3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan
Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun, gerçek veya tüzelkişilerin zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu
kurumları ve kuruluşları veya bunlar tarafından idare olunan veya Devlete
ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlere veya
menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya
müdahalelerin, idari makamlar tarafından önlenmesi suretiyle tasarrufa
ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlamak amacıyla çıkarılmıştır.
Yasanın
gerekçesinde, getirilen düzenlemenin kamu düzenini korumak amacına yönelik
olduğu açıklanmaktadır. Ancak, 3091 sayılı Yasa uyarınca
alınan kararların diğer idari işlemlerden farklı bir özelliğinin bulunmaması
ve Anayasa’nın 125. maddesinin beşinci fıkrası gereğince yürütmenin
durdurulması kararının idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması ve
uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması
şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda verilebilmesi göz önüne
alındığında, 3091 sayılı Yasa’ya göre verilmiş kararlara karşı idari
yargıda açılan davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilememesinin
kamu düzenini korumayacağı açıktır. Kamu düzeni, hukukun dışlandığı,
yargının etkisiz kaldığı yerde daha çok bozulur. Yürütmenin durdurulmasının
sınırlanması anayasal sınırlar içinde yasa koyucunun takdiri içerisinde ise
de, bu yetki sınırsız değildir. Yasa koyucu tarafından kamu düzeni
gerekçesine dayanılarak böyle bir düzenleme yapılabilmesi için önemli,
genel kabul görmüş, somut nedenlerin bulunması gerekir.
İtiraz
konusu kural uyarınca, yürütmenin durdurulması yetkisinin kullanılmasının
engellenmesi bu yetkinin sınırlanmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir
durum olduğu gibi, idari yargının en güçlü araçlarından birinin elinden
alınması suretiyle yargısal denetimin kısıtlanmasına da yol açmaktadır.
Ayrıca, idari yargıda yürütmenin durdurulması
kararıyla güdülen amacın kişilerin hak arama özgürlüklerini daha etkili
biçimde kullanabilmelerini sağlamak olduğuna göre, itiraz konusu kural,
Anayasa’nın 125. maddesinin beşinci fıkrasında öngörülen “İdari işlemin
uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari
işlemin açıkça hukuka aykırı olması” koşullarını etkisiz kılarak
yürütmenin durdurulması kararlarıyla gerçekleştirilmek istenen hukuksal
yararı ortadan kaldırmakta, 3091 sayılı Yasa’ya göre verilmiş kararlara
karşı idari yargıda açılacak davalarda, kişileri bu araçtan yoksun
bırakarak hak arama özgürlüğünü de sınırlandırmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,
13., 36. ve 125. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 9. ve 138. maddeleri ile
ilgisi görülmemiştir.
Haşim
KILIÇ, Ahmet AKYALÇIN, Serdar ÖZGÜLDÜR ve Nuri NECİPOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ
4.12.1984 günlü, 3091
sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin
Önlenmesi Hakkında Kanun’un 13. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, Haşim
KILIÇ, Ahmet AKYALÇIN, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Nuri NECİPOĞLU’nun
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 3.6.2010 gününde
karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket APALAK
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1- İptal istemine
konu 4.12.1984 günlü, 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan
Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un 13. maddesinde “Bu kanuna göre
verilmiş kararlar üzerine idari yargıya başvurmalarda yürütmenin
durdurulması kararı verilmez.” denilmektedir.
Anayasa’nın 125.
maddesinin altıncı fıkrasında “Kanun,
olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde, ayrıca
milli güvenlik, kamu düzeni, genel
sağlık nedenleri ile yürütmenin
durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.” denilmektedir. Anayasa’nın
bu maddesinin belirtilen fıkrasına ilişkin Gerekçe’de de “… idari işlemler için
verilecek yürütmenin durdurulması kararlarına istisnai olarak sınır
getirilebileceği de maddede düzenlenmiştir. Buna göre, olağanüstü hal,
sıkıyönetim ve savaş hallerinde veya milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık nedenleri ile idari
işlemler için yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceği kanunda öngörülebilecektir.”
denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin
15.4.1975 tarih ve E.1973/19, K.1975/87 sayılı kararında “…Mahkemelerin görev ve yetkilerini
belirleyen usûl kuralları kamu düzenine ilişkin
olmaları nedeniyle …” denilerek, yargılama usûlünü düzenleyen yasal
tasarrufların “kamu düzeninden” olduğu
vurgulanmıştır. Kamu düzeni kavramına
verilecek anlam ile ilgili bir başka Anayasa Mahkemesi kararında da “…kamu düzeni deyiminin, toplumun
dirlik ve düzenliğinin sağlanmasını, Devlet’in ve Devlet kuruluşlarının
korunmasını hedef tutan her şeyi ifade ettiği, bir başka deyimle, toplumun
her sahadaki düzeninin temelini oluşturan bütün kuralları kapsadığı
kuşkusuzdur…” denilmektedir. (Anayasa Mahkemesi’nin 28.1.1964 tarih ve
E.1963/128, K.1964/8 sayılı kararı)
Nitekim,
3622 sayılı Yasa’nın 10. maddesi ile İYUK’nun
“yürütmenin durdurulması” başlıklı 27. maddesine eklenen 12 numaralı fıkra
ile idare yargılama usulünde Danıştay Dava Daireleri ile idari ve vergi
mahkemelerinin verecekleri yürütmenin durdurulması istemleri konusundaki
kararlara karşı “itiraz” yolunun
ihdası sonrası, bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı savıyla açılan iptal
davasında, iptal istemini reddeden Anayasa Mahkemesi, sözkonusu
düzenlemeyi Anayasa’nın 138. ve 125. maddelerine aykırı bulmamış ve şu
gerekçeyle sonuca ulaşmıştır:
“…Yürütmeyi
durdurma ile ilgili kararlara karşı itiraz olanağını getiren yeni
düzenlemeler idari yargılama usulü ile ilgili kurallardır. Anayasa’nın 142.
maddesi uyarınca mahkemelerin kurulması, görev ve yetkileri, işleyişleri ve
yargılama usulleri yasayla düzenlenir. Mahkemelerin nihai karardan önce
alacakları yasal önlemler ile ileride kendi kararlarının
uygulanabilirliğini ve geçerliliğini sağlamak üzere alacakları önlemler
yargılama usulü kurallarıdır. Yürütmeyi
durdurma ile ilgili kurallar, Anayasa’nın 125. maddesi sınırları içinde
kalmak ve Anayasa’nın diğer temel kurallarına aykırı olmamak koşuluyla, diğer yargılama usulü kuralları gibi yasakoyucu tarafından serbetçe
düzenlenebilirler… Yargı organının kendi içindeki çalışma yöntemleri
ile uyguladığı yargısal tekniklerin oluşturduğu yargılama yöntemiyle ilgili
dava konusu kurallar, Anayasa’nın 138. maddesinin amacına ve açık anlatımına
herhangi bir aykırılık taşımamaktadır. Dava
konusu düzenlemeler, yargısal uygulamalarla ilgili yeni bir çözüm yoludur. Bu
nedenle dava konusu yasa ile konulan itiraz yolunun, Anayasa’nın yürütmeyi
durdurmayı düzenleyen 125. maddesinin beşinci fıkrasına ve mahkemelerin
bağımsızlığını düzenleyen 138. maddesine aykırı bir yönü yoktur. (Anayasa
Mahkemesi’nin 21.6.1991 tarih ve E.1990/20, K.1991/17 sayılı kararı)
4077 sayılı
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Bu kanunda düzenlenen her türlü
para cezası idari niteliktedir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden
itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idari mahkemesine itiraz
edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz
ve zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa
sürede sonuçlandırılır. İtiraz üzerine idari mahkemesince verilen kararlar
kesindir.” şeklindeki 26. maddesinin iptali istemiyle yapılan itiraz
başvurusunda da Anayasa Mahkemesi, sözkonusu
düzenlemeyi şu gerekçeyle Anayasa’ya aykırı bulmamıştır:
“… Bir karara karşı
itirazda bulunmak veya kanun yoluna başvurmak, o konuda, hakkın neden
ibaret olduğunun tespitini başka bir yargı merciinden de istemektir. Bunun nasıl yapılacağı ise usul
hükümleri ile gösterilir. Anayasa’da mahkemelerin kuruluşunun, görev ve
yetkilerinin, işleyişlerinin ve yargılama usullerinin yasa ile düzenlenmesi
öngörülmüştür. Buna göre, usul yasalarının Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla
düzenlenmesi yasama organına bırakılmıştır… İtiraz konusu kuralla, yasama
organı toplumsal düzeni bozan kimi hukuka aykırı durumları yaptırıma
bağlama yetkisini idareye vermiş, ancak kişinin haklarını korumak amacıyla
bu kararlara karşı idare mahkemelerine itiraz yolunu açmıştır. Yasama organı bu tür davaların
görülmesinde ve sonuçlandırılmasında basit fakat hızlı bir usul öngörerek
genel hükümlerden ayrılmakta kamu yararı görmüştür… İtiraz konusu kuralla, kanun
yoluna başvurulmasına olanak vermeyecek biçimde hak arama özgürlüğüne kamu yararı amacıyla getirilen sınırlamada, demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırılık bulunmamaktadır. Bu nedenlerle
itiraz konusu kural Anayasa’nın 36. maddesine aykırı değildir… İdarenin
toplumsal düzenini bozan davranışlar için bireylere uyguladığı para
yaptırımlarına karşı ‘itiraz’ üzerine verilen kararların kesin olması işin
niteliğine aykırı değildir. Yasakoyucunun, suç
olarak düzenlemediği ve genel mahkemelerin görev ve yetkisinden çıkararak
idarenin ceza yaptırımına bağladığı bu yasadaki eylemler için, para
değerinin değişkenliğini göz önünde tutarak hızlı yargılama sağlayan bu yöntemi kabul etmesinde kamu yararını
gözettiği açıktır. Bu nedenlerle, itiraz
konusu kuralla getirilen kanun yolu sınırlaması idarenin yargısal
denetimini etkisiz duruma getirmediğinden Anayasa’nın 125. maddesine
aykırılık yoktur… Anayasa’nın Danıştay’ı idare mahkemelerince verilen
kararların son inceleme
mercii olarak tanımlanan 125. maddesinde, tüm kararların
mutlak olarak Danıştay incelemesinden geçirileceği konusunda bir kural yer
almamaktadır. Mahkemelerin kuruluş,
görev, işleyiş ve yargılama usullerini Anayasa çerçevesinde düzenlemekle
görevli olan yasakoyucunun basit gördüğü kimi
davalarda üst yargı yolunu kapayabileceği açıktır. Bu nedenle, itiraz
konusu kural Anayasa’nın 155. maddesine de aykırı değildir…” (Anayasa
Mahkemesi’nin 23.5.2001 tarih ve E.2001/232, K.2001/89 sayılı kararı; AMKD., Sayı:37, 1. Cilt, s. 541-550)
Anayasa Mahkemesi’nin
21.6.1979 tarih ve E.1979/1, K.1979/30 sayılı kararında da “yürütmenin
durdurulması” müessesesinin mahiyeti üzerinde durulmuş ve aşağıdaki
değerlendirme ve gerekçeyle 2172 sayılı Devletçe İşletilecek Madenler
Hakkında Kanun’un 16. maddesiyle öngörülen “yürütmenin durdurulması kararı
verilemez” yolundaki kuralın iptali istemi reddedilmiştir:
“…İptal davasını
güvence altına almakta bulunan yürütmenin durdurulması müessesesinin yönetsel
yapıdaki önem ve etkisi yadsınamaz. Özellikle, iptal davalarında davalı
yerindeki Devletin karşısında zayıf durumda olan davacının haklarının etkin
biçimde güvence altına alınmasında, yürütmenin durdurulması kararlarının
büyük rolü bulunmaktadır. Ancak, yürütmenin durdurulması müessesesinin
yönetsel yargıdaki bu önemli rolü, onun yargı yetkisinin ayrılmaz bir
parçası sayılmasını gerektirmez… Yürütmenin
durdurulmasını isteme hakkı, yargılama yönteminin öteki müesseseleri
gibi, gerekliliğini yasakoyucunun takdir edeceği, dava hakkına göre ikinci
nitelikte bir haktır… Yasa’nın özel yapısından ve dayandığı kamu yararı
düşüncesinden kaynaklandığı anlaşılan iptal konusu hükmün bu yasaya özgü ve
yargılama yöntemine ilişkin bir kural olarak, Anayasanın yargı yetkisi, hak
arama özgürlüğü, yargı yolu ve mahkemelerin bağımsızlığı konularını
düzenleyen 7., 31., 114. ve 132. maddelerine
aykırı bir yönü bulunmadığı gibi, konunun yukarıda belirtilen özelliği
nedeniyle, yasakoyucunun burada genel kuraldan ayrılmasını, Anayasanın
2. maddesindeki hukuk devleti ve 12. maddesinde yer alan eşitlik ilkelerine
aykırı görmeye de olanak yoktur. Belirtilen bu durumun doğal sonucu olarak,
kamu yararı düşüncesi ile getirildiği anlaşılan iptal konusu hükmün,
Anayasa’nın çalışma ve sözleşme özgürlüğü konusundaki 40. maddesine aykırı
bir yönü bulunduğu da düşünülemez…” (RG 14.1.1980, Sayı: 16869)
2- İtiraz konusu
kuralın denetimi evvelce Anayasa Mahkemesi’nin 18.4.1996 tarih ve E.1996/7,
K.1996/11 sayılı kararıyla yapılmış ve şu gerekçeyle kuralın iptali
isteminin reddi yoluna gidilmiştir:
“…3091 sayılı Yasa’nın
13. maddesinde yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceğinin öngörülmüş
olması, kamu düzeninin korunması
gereğinden kaynaklanmaktadır. Kamu
düzeninin korunması amacıyla idarenin yetkili organlarınca alınan
tedbir niteliğindeki kimi kararlar, başka bir işleme gerek duyulmaksızın
yerine getirilir. Bu kararlardan zarar görenlere, kararın iptalini istemek
konusunda dava hakkı tanınmış olması nedeniyle yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin engellenmesi idarenin
bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimi dışında bırakılamayacağı
ilkesini etkilemez. Tersi durumda, idarenin görevlerini eksiksiz olarak
yerine getirmesi, kamu düzeninin sağlanması ve kamu hizmetlerinin düzenli ve
aralıksız olarak yürütülmesi olanaksız kalır. Yasakoyucu,
gerekli durumlarda kimi yönetsel kararlara
karşı anayasal sınırları gözeterek bu yolu açık ya da kapalı tutabilir… Anayasa’nın
125. maddesinin altıncı fıkrasında da, kamu
düzeni ile ilgili hususlarda yasakoyucunun
yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabileceği
anlaşılmaktadır… 3091 sayılı Yasa’nın genel amacı, taşınmaz mal
zilyetliğine yapılan tecavüz ya da müdahale nedeniyle kamu düzeninin bozulmasını önlemek, güvenlik ve asayişi sağlamaktır.
Nitekim Yasa’nın amaç ve kapsamının belirlendiği 1. maddesinde de ‘…taşınmaz
mallara yapılan tecavüz ve müdahalelerin, idari makamlar tarafından
önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlar.’
denilerek bu özellik vurgulanmıştır. Sonuç olarak, 13. maddede kamu düzeni nedeniyle getirilen sınırlamanın Anayasa’nın
125. maddesine aykırı bir yönü yoktur. İptal isteminin reddi gerekir…” (RG,
10.1.2007, Sayı: 26399)
3- Yapılan
açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yargılama usulünü
düzenleyen yasal tasarrufların “kamu
düzenine” ilişkin olduğu, ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda
belirtilen 18.4.2006 tarih ve E.1996/7, K.1996/11 sayılı kararında işaret
edildiği üzere taşınmaz mal zilyetliğine yapılan tecavüz ve müdahale
konusunda alınacak tedbir ve verilecek kararların kamu düzenini
ilgilendirdiği, iptali istenen kuralın dava hakkının özünü ortadan
kaldırmasının sözkonusu olamayacağı, böylelikle
iptali istenen kuralın, yasakoyucunun bu konuda
sahip olduğu takdir hakkı çerçevesinde, kamu düzenini de gözeterek konulmuş
bir hüküm mahiyetinde bulunduğu, Anayasa’nın 125. maddesinin altıncı
fıkrasının verdiği açık yetkiye dayanılarak öngörülen sözkonusu
“usuli”
düzenlemenin, belirtilen yönü itibariyle anılan Anayasa hükmünün özüne ve
sözüne aykırı düşmediği, sonuç itibariyle de itiraz istemine konu kuralın
Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı
olmadığı ve iptal isteminin yukarıda tek tek
açıklanan Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda reddi gerektiği
kanaatine vardığımızdan; kuralın iptaline yönelik çoğunluğun aksi yöndeki
kararına katılmıyoruz.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
|