29 Aralık 2007 CUMARTESİ
|
Resmî
Gazete
|
Sayı : 26741
|
ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
|
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından:
Esas Sayısı :
2005/32
Karar Sayısı :
2007/3
Karar Günü :
18.1.2007
İPTAL DAVASINI AÇANLAR:
1- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER (2005/27)
2- Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri Ali TOPUZ ve Haluk KOÇ
ile birlikte 116 milletvekili (2005/32)
İPTAL DAVASININ KONUSU: 22.2.2005
günlü, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun;
1) 3. maddesinin,
2) 6.
maddesinin
a- Birinci fıkrasının (a) bendinde yer
alan “Sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”, “bayındırlık ve iskân”, “toprağın
korunması”, “erozyonun önlenmesi”, “sosyal hizmet ve yardımlar”, “ile diğer”
ibarelerinin,
b-
Birinci fıkrasının (b)
bendinde yer alan “çevre”, “ kültür”, “turizm”
ve “gençlik ve spor” ibarelerinin,
3) 7. maddesinin,
4) 10. maddesinin,
5) 11. maddesinin,
6) 13. maddesinin,
7) 15. maddesinin,
8) 18. maddesinin,
9) 25. maddesinin,
10) 34. maddesinin,
11) 35. maddesinin,
12) 36. maddesinin,
a) Birinci fıkrasının ilk tümcesinin,
b) Altıncı fıkrasının son tümcesinde yer alan “… kadroları kaldırılmış veya kadrolarına
zorunlu sebeplerle atama yapılmış ise durumlarına uygun bir kadroya …” ibaresinin,
c) Son fıkrasının ilk tümcesinde yer alan “… başarı durumlarına göre toplam memur
sayısının %10’unu ve… “ ibaresinin,
13) 38. maddesinin,
a) Birinci fıkrasının ilk tümcesinin,
b) İkinci fıkrasının,
14) 45. maddesinin,
15) 47. maddesinin,
16) 48. maddesinin,
17) 51. maddesinin,
18) 52. maddesinin,
19) 54.
maddesinin ikinci fıkrasının,
Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 6., 7.,
8., 10., 11., 47., 123., 126., 127. ve 128. maddelerine aykırılığı
savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ
A- Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet SEZER tarafından verilen 04.03.2005 günlü dava dilekçesinin gerekçe
bölümü şöyledir:
“III- İPTAL
İSTEMİNİN GEREKÇESİ
İptal isteminin
gerekçelerine, iptali istenen her madde için ayrı ayrı
değil, topluca aşağıda yer verilmiştir. Bunun nedeni, Yasa Koyucu’nun kimi maddeleri dava konusu yapılan 5302 sayılı
Yasa ile yeni bir “il özel idaresi sistemi” yaratmayı amaçlamasıdır. Yeni
sistem ve bununla yaratılan modelin Anayasa’ya aykırılığı ancak, iptali
istenen maddelerin birlikte değerlendirilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz
bu gerekçeler, aynı zamanda, yeni sistemin oluşmasına katkıda bulunan dava
konusu her madde için de geçerlidir.
1- 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası’nın 3, 7, 10, 11, 13, 15, 18,
25, 35, 45, 47, 51 ve 52. maddelerinde;
- İl
özel yönetimlerine ilk kez idari ve mali özerklik getirilmekte; il özel
yönetimleri, merkezi yönetimin onayına bağlı olmadan,
- Gerçek ve tüzel kişilere izin ve ruhsat vermek,
-
Yasak koymak ve uygulamak,
Taşınır
ve taşınmaz malları almak, satmak, kiralamak, kiraya vermek, takas etmek,
bunlar üzerinde sınırlı ayni hak tesis etmek,
- İç ve dış borç almak,
- Özelleştirme yapmak,
- Yurt içi ve dışındaki yerel
yönetimler ve birlikleri ile işbirliği yapmak,
- Sermaye şirketleri kurmak,
-Bütçeyi
kabul etmek,
gibi
görev ve yetkilerle donatılmakta,
-
Valiliğin organlar içindeki yeri son sıraya düşürülüp, valilerin il
genel meclisi başkanlığı görevine son verilmekte; il genel meclisi tek karar
organı olarak düzenlenip, başkanını kendi üyeleri arasından seçmesi, meclis
gündemini başkanın belirlemesi, yılda iki kez yerine her ay toplanması
öngörülmekte; meclis kararlarının kesinleşmesi için vali “onay”ı zorunluluğu
kaldırılmakta; valinin hazırladığı yıllık etkinlik raporunun yetersiz
görülmesi durumunda yetersizlik kararının “gereği yapılmak üzere” İçişleri
Bakanlığı’na gönderileceği belirtilerek, özerklikten öte bağımsız niteliğe
kolayca dönüşebilecek yerel bir meclis oluşturulmakta,
- İl
özel yönetimi örgütlenmesinde genel sekreterlik oluşturulup, il özel yönetimi
hizmetlerinin genel sekreterce yürütüleceği, genel sekreterin valiye karşı
sorumlu olacağı, il encümenine valinin bulunmaması durumunda genel sekreterin
başkanlık yapacağı vurgulanarak, merkezi yönetimin diğer temsilcisi olan vali
yardımcılarının yerel organlardaki yetkisi kaldırılmakta,
-
Bütçenin ve kesinhesabın kabulünde ve
kesinleşmesinde il genel meclisi kararı yeterli görülmekte,
- İl
özel yönetimleri “genel yetkili” organlara dönüştürülmektedir.
İl özel yönetimlerinin
yapılanması ve işleyişine yönelik köklü değişiklikler getiren bu
düzenlemelerin anayasal kurallara uygun düşüp düşmediğinin değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Bunun için, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Yönetimi’nin yapılanmasında esas olan anayasal ilkeleri
ortaya koymak; ulus devletin düşünsel temellerine ve tekil devlet modelinde
örgütlenmeye egemen olan “merkeziyetçilik” ve “yerinden yönetim” ilkeleriyle
bunları tamamlayan “idarenin bütünlüğü” ve “idari vesayet” kavramları üzerinde
durmak gerekli görülmüştür.
2-
Anayasa’nın başlangıç bölümünde, Anayasa’nın Yüce Türk Devleti’nin bölünmez
bütünlüğünü belirlediği, hiçbir etkinliğin Türk ulusal çıkarları, Türk
varlığı, Devlet’i ve ülkesiyle bölünmezliği esası karşısında koruma göremeyeceği
belirtilmiş; 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan bir Devlet olduğu vurgulanmış; 5. maddesinde de, Türk
Ulusu’nun bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak
Devlet’in temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.
Bu kurallar, Anayasa’da
“tekil devlet” modelinin kabul edildiğini göstermektedir. Tekil devlet
modeli, merkeziyetçi yapıyı ve ancak onun denetim ve gözetiminde merkez dışı
örgütlenmeyi olanaklı kılmaktadır.
Anayasa’da, hem yasama,
yürütme ve yargı erki merkeze bağlanarak siyasal, hem de yönetim düzeneğinde
merkez esas alınarak yönetsel yönden merkeziyetçilik benimsenmiştir.
Anayasa’nın 123.
maddesinde, yönetimin,
-
Kuruluş ve görevleriyle bir “bütün” olduğu,
-
Merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı,
kuralına
yer verilmiştir.
Merkezi yönetim
Anayasa’nın 126., yerel yönetimler ise 127.
maddelerinde düzenlenmiştir.
126. maddeye göre,
-
Türkiye, merkezi yönetim kuruluşu yönünden coğrafya durumuna, ekonomik
koşullara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, iller de diğer
kademeli bölümlere ayrılmakta,
-
İllerin yönetimi “yetki genişliği” esasına dayanmaktadır.
127. maddeye göre de,
-
Yerel yönetimler, il, belediye ya da köy halkının yerel ortak
gereksinimlerini karşılamak üzere, kuruluş ilkeleri yasayla belirlenen,
yasada gösterilen karar organları seçmenlerce seçilerek oluşturulan kamu
tüzelkişileridir.
-
Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri “yerinden
yönetim” ilkesine uygun olarak yasayla düzenlenecektir.
-
Merkezi yönetim, yerel yönetimler üzerinde
- Yerel hizmetlerin yönetimin bütünlüğü ilkesine uygun
biçimde yürütülmesi,
- Kamu görevlerinde birliğin sağlanması,
- Toplum yararının korunması,
- Yerel gereksinimlerin gereği gibi karşılanması,
amacıyla,
yasada belirtilen esas ve usuller çerçevesinde “idari vesayet” yetkisine
sahiptir.
Görüldüğü gibi,
Anayasa’da, tekil devlet modelinin yönetsel örgütlenmedeki temel ilkeleri, “merkezden
yönetim”, “yerinden yönetim” ve bunları tamamlayan “idarenin bütünlüğü”
olarak belirlenmiştir.
Ayrıca, yönetsel
örgütlenme,
-
Merkez-taşra ilişkisi yönünden “yetki genişliği”,
-
Merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkisi yönünden “idari vesayet”,
ilkelerine
dayanmaktadır.
Merkezi yönetim ve
yerel yönetimler, Devlet iktidarının örgütlenmesinde hizmeti ve coğrafyayı
esas alarak iki temel parçayı oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının
yönetsel örgütlenmede farklı sonuçlara yol açmaması için, Anayasa’da,
yerinden yönetim, “devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği” ve “idarenin
bütünlüğü” ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
“İdarenin bütünlüğü”
ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu
ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
“bir bütün” oluşturduğunu anlatmaktadır.
Tekil devlet modelinde,
tek bir egemenlik vardır ve devlet tek yetkilidir. Devletin örgütsel yapısı
parçalı bir görünüm sergilese ve devlet yetkisini kullanan birçok kamu
tüzelkişisi olsa da, bunların arasındaki birlikteliği “idarenin bütünlüğü”
ilkesi sağlamaktadır.
Parçalı yapıda olan
yönetimde, “bütünlüğü” sağlamaya yönelik iki hukuksal araç, “yetki genişliği”
ve “idari vesayet”tir. Hiyerarşiyi de içeren “yetki genişliği” ilkesi, tek
tüzelkişilik içinde yer alan merkezi örgüt ve birimler, “idari vesayet” ise,
merkezi yönetim ile yerinden yönetim kuruluşları arasındaki “bütünleşmeyi”
sağlamakta, ayrışmayı, farklılaşmayı ve kopmayı önlemektedir.
“İdarenin bütünlüğü”
ilkesi, merkezin denetimi ve gözetimi ile yaşama geçirilmektedir. Genel
yönetimin taşra örgütlenmesi üzerindeki denetimi “hiyerarşik denetim”;
yerinden yönetimler üzerindeki denetimi ise “vesayet denetimi”dir.
Yerinden yönetimin en
önemli sakıncası, Devlet’in birliğini ve kamu hizmetlerinin tutarlılığını
bozabilmesidir. Bu sakıncayı önlemek için Devlet’e ve onu temsil eden merkezi
yönetime, yerinden yönetim kuruluşlarının eylem ve işlemlerini denetlemek ve
gerektiğinde bozabilmek yetkisi tanınmıştır. Bu yetki, “idari vesayet”
kavramı ile Anayasa’da yerini almıştır.
“İdari vesayet”i, kamu
düzenini ve ülke bütünlüğünü sağlamak için, kamu yaran amacıyla, yasaların
verdiği yetkiye dayanarak, merkezi yönetim örgütünün, yerel yönetim ile kamu
hizmeti yönetimi tüzelkişilerinin organları, işlemleri ve parasal kaynaklan
üzerindeki denetimi olarak tanımlamak olanaklıdır. Bu yönüyle idari vesayet
yetkisi, yerinden yönetim kuruluşlarına tanınan özerkliğin ayrıklığını
oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 127.
maddesine göre idari vesayet, hukuksallık denetimi yanında yerindelik
denetimini de içermektedir.
İdari vesayet yetkisi,
il özel yönetimlerinin tüm eylem, işlem ve etkinliklerinin merkezi yönetimin
denetiminde olmasını; bu bağlamda, yasada belirtilen il genel meclisi kararlarının
valinin onayına bağlı tutulmasını gerektirmektedir.
5302 sayılı Yasa’yla il
özel yönetimindeki yetkileri zayıflatılan vali, Devlet’in ve Hükümet’in
ildeki temsilcisi olmasına karşın gücünü ve etkisini yitirmektedir.
Ayrıca, Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nce bir kez daha görüşülmesi için geri gönderilen Kamu
Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa’da, merkezi
yönetimin il örgütlerinin çoğunun kaldırılması, kimilerinin de yerel
yönetimlere devredilmesi öngörülerek valinin il genel yönetimindeki
egemenliği ve yetkileri azaltılmaktadır.
Bu düzenlemeler,
Anayasa’da öngörülmeyen bir yönetim sistemine geçilmesine neden olabilecek
niteliktedir. Çünkü, 5302 sayılı Yasa’nın iptali
istenen maddeleriyle;
-
Tekil devlet modeli yerine, “idari vesayet” zayıflatılarak “yerel”
ağırlıklı devlet modeline geçilmesine olanak sağlanmakta,
-
Yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi yönetim yerine, görev
ayrılığına dayalı güçlü yerel yönetimlere yer verilmekte,
- İl
özel yönetimleri, mali ve idari özerkliğe kavuşturularak merkezi yönetimin
denetim ve gözetimi kaldırılmaktadır.
Bu içerikleriyle anılan
maddeler, Anayasa’da öngörülen “tekil devlet yapısı”na, “idarenin bütünlüğü”,
“yetki genişliği” ve “idari vesayet” ilkelerine aykırı düşmektedir.
3-
Her ne kadar, Demokratik Kitle Partisi’nin kapatılmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin
26.02.1999 günlü, E.1997/2 (SPK), K.1999/1 sayılı kararında, davalı Parti
programındaki yerel yönetimleri daha etkili duruma getirmeye dönük
anlatımların Siyasi Partiler Yasası’nın 80. maddesinde öngörülen “Devlet’in
tekliği” ilkesine aykırılık oluşturmadığı kabul edilmekte ise de; bu kararın,
bir siyasal partinin Anayasa değişikliğini de öngören programına dayanılarak
verildiği gözetildiğinde, uygulamayı doğrudan etkileyecek olan bir yasanın
Anayasa’ya uygunluk denetiminde örnek oluşturamayacağı açıktır.
IV- SONUÇ
1- Yukarıda yer verilen
gerekçelerle, 22.02.2005 günlü, 5302 sayılı “İl Özel İdaresi Kanunu”nun 3., 7., 10., 11., 13., 15., 18., 25., 35., 45., 47., 51. ve
52. maddelerinin, Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127.
maddelerine aykırı olmaları nedeniyle iptallerine,
2- Uygulanmaları
durumunda doğacak giderilmesi güç ya da olanaksız hukuksal sonuçlar göz
önünde bulundurularak, söz konusu maddelerin yürürlüklerinin durdurulmasına,
karar
verilmesini arzederim.”
B- Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Ali
TOPUZ Ve Haluk KOÇ ile birlikte 116 milletvekili tarafından verilen
01.04.2005 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
“III- GEREKÇE
A- GENEL GEREKÇE
22.02.2005 tarih ve
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 3, 7, 10, 11, 13, 15, 18, 25, 35, 45,
47, 51 ve 52 nci maddelerindeki iptalini ve iptal
kararı verilinceye kadar yürürlüğünün durdurulmasını talep ettiğimiz
hükümlerinde:
- İl
özel yönetimlerine ilk kez idari ve mali özerklik getirilmekte; il özel yönetimleri, merkezi yönetimin
onayına bağlı olmadan,
-
Gerçek ve tüzel kişilere izin ve ruhsat vermek,
-
Yasak koymak ve uygulamak,
- Taşınır ve taşınmaz malları almak, satmak, kiralamak, kiraya
vermek,
takas etmek, bunlar üzerinde sınırlı ayni hak tesis etmek,
- İç ve dış borç almak,
- Özelleştirme yapmak,
- Yurt içi ve dışındaki yerel yönetimler ve birlikleri ile
işbirliği yapmak,
- Sermaye şirketleri kurmak,
- Bütçeyi kabul etmek,
gibi görev ve yetkilerle donatılmakta,
-
Valiliğin organlar içindeki yeri son sıraya düşürülüp, valilerin il
genel meclisi başkanlığı görevine son verilmekte; il genel meclisinin
başkanını kendi üyeleri arasından seçmesi, meclis gündemini başkanın
belirlemesi öngörülmekte; meclis kararlarının kesinleşmesi için vali “onay” ı
zorunluluğu kaldırılmakta; valinin hazırladığı yıllık etkinlik raporunun
yetersiz görülmesi durumunda yetersizlik kararının “gereği yapılmak üzere”
İçişleri Bakanlığı’na gönderileceği belirtilerek, özerklikten öte bağımsız
niteliğe kolayca dönüşebilecek yerel bir meclis oluşturulmakta,
- İl
özel yönetimi örgütlenmesinde genel sekreterlik oluşturulup, il özel yönetimi
hizmetlerinin genel sekreterce yürütüleceği, genel sekreterin valiye karşı
sorumlu olacağı, il encümenine valinin bulunmaması durumunda genel sekreterin
başkanlık yapacağı vurgulanarak, merkezi yönetimin diğer temsilcisi olan vali
yardımcılarının yerel organlardaki yetkisi kaldırılmakta,
-
Bütçenin ve kesinhesabın kabulünde ve
kesinleşmesinde il genel meclisi kararı yeterli görülmekte,
- İl
özel yönetimleri “genel yetkili” organlara dönüştürülmektedir.
Bu düzenlemeler
Anayasamızın 3 üncü maddesinde belirtilen ve Anayasamızın 123, 126 ve 127 nci maddelerinde şekillendirilmiş olan tekil devlet
modeline aykırı düşmektedir.
Anayasamız, yönetsel
bakımdan merkeziyetçi bir yapıya sahip olan bir tekil devlet modelini
benimsemiş; merkez dışı yönetsel örgütlenmeyi ise merkezi idarenin denetim ve
gözetimi altına almıştır.
Anayasanın 123 üncü
maddesinde idarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu, merkezden ve
yerinden yönetim esaslarına dayandığı açıklanmış; 126 ncı
maddede merkezi yönetime, 127 nci maddede de yerel
yönetime ilişkin ilkelere yer verilmiştir. Anayasanın 126 ncı
maddesine göre:
-
Türkiye, merkezi yönetim kuruluşu yönünden coğrafya durumuna, ekonomik
koşullara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, iller de diğer
kademeli bölümlere ayrılmakta,
-
İllerin yönetimi “yetki genişliği” esasına dayanmaktadır.
Anayasanın 127 nci maddesine göre de:
-
Yerel yönetimler, il, belediye ya da köy halkının yerel ortak
gereksinimlerini karşılamak üzere, kuruluş ilkeleri yasayla belirlenen,
yasada gösterilen karar organları seçmenlerce seçilerek oluşturulan kamu
tüzelkişileridir.
-
Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri “yerinden
yönetim” ilkesine uygun olarak yasayla düzenlenecektir.
-
Merkezi yönetim, yerel yönetimler üzerinde,
-
Yerel hizmetlerin yönetimin bütünlüğü ilkesine uygun biçimde
yürütülmesi,
-
Kamu görevlerinde birliğin sağlanması,
-
Toplum yararının korunması,
-
Yerel gereksinimlerin gereği gibi karşılanması,
amacıyla,
yasada belirtilen esas ve usuller çerçevesinde “idari vesayet” yetkisine
sahiptir.
Görüldüğü gibi,
Anayasada, tekil devlet modelinin yönetsel örgütlenmedeki temel ilkeleri, “merkezden
yönetim”, “yerinden yönetim” ve bunları tamamlayan “idarenin bütünlüğü”
olarak belirlenmiştir.
Ayrıca yönetsel
örgütlenme,
-
Merkez - taşra ilişkisi yönünden “yetki genişliği”,
-
Merkezi yönetim - yerel yönetim ilişkisi yönünden “idari vesayet”,
ilkelerine
dayanmaktadır.
Merkezi yönetim ve
yerel yönetimler, Devlet iktidarının örgütlenmesinde hizmeti ve coğrafyayı
esas alarak iki temel parçayı oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının
yönetsel örgütlenmede farklı sonuçlara yol açmaması için, Anayasada yerinden
yönetim, “devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği” ve “idarenin bütünlüğü”
ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
“İdarenin bütünlüğü”
ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu
ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
“bir bütün” oluşturduğunu anlatmaktadır.
Tekil devlet modelinde,
tek bir egemenlik vardır ve devlet tek yetkilidir. Devletin örgütsel yapısı
parçalı bir görünüm sergilese ve devlet yetkisini kullanan birçok kamu
tüzelkişisi olsa da, bunların arasındaki birlikteliği “idarenin bütünlüğü”
ilkesi sağlamaktadır.
Parçalı yapıda olan
yönetimde, “bütünlüğü” sağlamaya yönelik iki hukuksal araç, “yetki genişliği”
ve “idari vesayet” tir. Hiyerarşiyi de içeren “yetki
genişliği” ilkesi, tek tüzelkişilik içinde yer alan merkezi örgüt ve
birimler, “idari vesayet” ise, merkezi yönetim ile yerinden yönetim
kuruluşları arasındaki “bütünleşmeyi” sağlamakta; ayrışmayı, farklılaşmayı ve
kopmayı önlemektedir.
“İdarenin bütünlüğü”
ilkesi, merkezin denetimi ve gözetimi ile yaşama geçirilmektedir. Genel
yönetimin taşra örgütlenmesi üzerindeki denetimi “hiyerarşik denetim”;
yerinden yönetimler üzerindeki denetimi ise “vesayet denetimi” dir.
Yerinden yönetimin en
önemli sakıncası, Devlet’in birliğini ve kamu hizmetlerinin tutarlılığını
bozabilmesidir. Bu sakıncayı önlemek için Devlet’e ve onu temsil eden merkezi
yönetime, yerinden yönetim kuruluşlarının eylem ve işlemlerini denetlemek ve
gereğinde bozabilmek yetkisi tanınmıştır. Bu yetki, “idari vesayet” kavramı
ile Anayasada yerini almıştır.
“İdari vesayet” i, kamu
düzenini ve ülke bütünlüğünü sağlamak için, kamu yararı amacıyla, yasaların
verdiği yetkiye dayanarak, merkezi yönetim örgütünün, yerel yönetim ile kamu
hizmeti yönetimi tüzelkişilerinin organları, işlemleri ve parasal kaynakları
üzerindeki denetimi olarak tanımlamak olanaklıdır. Bu yönüyle idari vesayet
yetkisi, yerinden yönetim kuruluşlarına tanınan özerkliğin ayrıklığını
oluşturmaktadır.
Anayasanın 127 nci maddesine göre idari vesayet, hukuksallık denetimi
yanında yerindelik denetimini de içermektedir.
İdari vesayet yetkisi,
il özel yönetimlerinin tüm eylem, işlem ve etkinliklerinin merkezi yönetimin
denetiminde olmasını; bu bağlamda, yasada belirtilen il genel meclisi kararlarının
valinin onayına bağlı tutulmasını gerektirmektedir.
5302 sayılı Kanunun 3,
7, 10, 11, 13, 15, 18, 25, 35, 45, 47, 51 ve 52 nci
maddelerindeki iptali istenen hükümler ile ise:
- “İdari
vesayet” zayıflatılarak, merkeziyetçi yapıdan, “yerel” ağırlıklı bir yönetsel
yapıya geçilmesine imkan verilmekte,
-
Yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi yönetim yerine, görev
ayrılığına dayalı güçlü yerel yönetimlere geçilmekte,
- İI
özel yönetimleri, tam mali ve idari özerkliğe kavuşturularak, merkezi yönetimin
denetim ve gözetimi kaldırılmakta,
-
Böylece Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerinde belirtilen “idarenin bütünlüğü”, “idari vesayet”, “yetki
genişliği” ilkelerine aykırı bir yapı ortaya konulmaktadır. Bu nedenle söz
konusu hükümlerin iptal edilmesi gerekmektedir.
B- MADDE GEREKÇELERİ
1) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 3 üncü Maddesinin (a) Bendinde Yer Alan
“idari ve mali özerkliğe sahip” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 3
üncü maddesinin (a) bendinde il özel idaresinin idari ve mali özerkliğe sahip
kamu tüzelkişiliği olduğu belirtilmiş; merkezi idarenin bu tüzelkişi üzerindeki
vesayet yetkisinden söz edilmeyerek, bu tüzelkişi vesayet denetimi dışında
bırakılmıştır.
Bu durum, Anayasamızın
126 ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Anayasamızın 126 ve 127
nci maddelerine göre merkezi yönetim ve yerel yönetimler,
Devlet iktidarının örgütlenmesinde hizmeti ve coğrafyayı esas alarak iki
temel parçayı oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının yönetsel örgütlenmede
farklı sonuçlara yol açmaması için, Anayasada “idarenin bütünlüğü” ilkesine
yer verilmiş ve yerinden yönetim, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği ve
yönetimin tümlüğü ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
“İdarenin bütünlüğü”
ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu
ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
“bir bütün” oluşturduğunu anlatmaktadır.
Tekil devlet modelinde,
tek bir egemenlik vardır. Devletin örgütsel yapısı parçalı bir görünüm
sergilese ve devlet yetkisini kullanan birçok kamu tüzelkişisi olsa da,
bunların arasındaki birlikteliği “idarenin bütünlüğü” ilkesi sağlamaktadır.
Bu ilkeyi yaşama geçirmeye yönelik hukuksal araçlar ise “hiyerarşi” ve idari
vesayet” tir.
Hiyerarşi, bir başka
deyişle “yetki genişliği” ilkesi, tek bir tüzelkişilik içinde yer alan
çeşitli örgüt ve birimler, “idari vesayet” ise merkezi yönetim ile yerinden
yönetim kuruluşları arasındaki bütünleşmeyi sağlamaktadır.
“İdarenin bütünlüğü”
ilkesi, merkezin denetimi ve gözetimi ile yaşama geçirilmektedir. Genel
yönetimin taşra örgütlenmesi üzerindeki denetimi “hiyerarşik denetim”; yerinden
yönetimler üzerindeki denetimi ise “vesayet denetimi” dir.
Yerinden yönetimin en
önemli sakıncası, Devlet’in birliğini ve kamu hizmetlerinin tutarlığını,
ayrılığını ve eşitliğini bozabilmesidir. Bu sakıncayı önlemek için Devlet’e
ve onu temsil eden merkezi yönetime, yerinden yönetim kuruluşlarının eylem ve
işlemlerini denetlemek ve gerektiğinde bozabilmek yetkisi tanınmıştır. Bu
yetki, “idari vesayet” kavramı ile Anayasada yerini almıştır.
“İdari vesayet” i, kamu
düzenini ve ülke bütünlüğünü sağlamak için, kamu yararı amacıyla, yasaların
verdiği yetkiye dayanarak, merkezi yönetim örgütünün, yerel yönetim ile kamu
hizmeti yönetimi tüzelkişilerinin organları, işlemleri ve parasal kaynakları
üzerindeki denetimi olarak tanımlamak olanaklıdır. Bu yönüyle idari vesayet
yetkisi, yerinden yönetim kuruluşlarına tanınan özerkliğin ayrıklığını
oluşturmaktadır.
Anayasanın 127 nci maddesine göre idari vesayet, hukuksallık denetimi
yanında yerindelik denetimini de içermektedir ve Anayasamızın 127 nci maddesi, il özel yönetimlerinin tüm eylem, işlem ve
etkinliklerinin merkezi yönetimin vesayet denetiminde olmasını gerektirmektedir.
3 üncü maddenin (a)
bendinde il özel idarelerine idari vesayet denetimi söz konusu olmaksızın
idari ve mali özerklik tanınması ise, bu gereğe uygun düşmemektedir.
Böylesi bir düzenleme
ile il özel idareleri üzerindeki vesayet denetiminin kaldırılması ve dolayısı
ile valinin yerel yönetimler üzerindeki yetkilerinin azaltılması, yasanın
tümündeki valinin yetkilerini azaltan, ortadan kaldıran veya yerel
yönetimlere devreden düzenlemeler ile birlikte değerlendirildiğinde, tekil
devlet ilkesi çerçevesinde Anayasada ortaya konulan yönetsel merkeziyetçi
modelden uzaklaşma anlamına gelmektedir. Bunun ise Anayasanın 123, 126 ve 127
nci maddeleri ile bağdaşmayacak bir durum olduğu
ortadadır.
Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenleme Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ve 11 inci maddesindeki Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkeleriyle de çelişir.
Bu nedenlerle, 5302
sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin (a) bendindeki, Anayasanın 2, 11, 123, 126
ve 127 nci maddelerine aykırı olan “idari ve mali
özerkliğe sahip” ibaresinin iptali gerekmektedir.
2) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 6 ncı
Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “sağlık”, “tarım”, “sanayi
ve ticaret”, “bayındırlık ve iskan”, “toprağın
korunması”, “erozyonun önlenmesi”, “sosyal hizmet ve yardımlar” “ile diğer”
İbareleri ile (b) Bendindeki “çevre”, “kültür”, “turizm” ve “gençlik ve spor”
İbarelerinin Anayasaya Aykırılığı
İl özel idaresinin
görevleri, 5302 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinde
belirlenmiştir. Kanunda, görevlerin bir bölümü belirgin ve sınırlı biçimde
tek tek sayılarak değil, sadece hizmet alanlarının
belirtilmesi suretiyle belirlenmiştir
5302 sayılı Kanunun 6 ncı maddesindeki düzenlemeyle il özel idaresi,
a)
Sağlık, tarım, sanayi ve ticaret; ilin çevre düzeni planı, bayındırlık ve
iskân, toprağın korunması, erozyonun önlenmesi, sosyal hizmet ve yardımlar,
yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları, ilk
ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binaların yapım, bakım ve onarımı
ile diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin hizmetleri il sınırları
içinde,
b) İmar, yol, su,
kanalizasyon, katı atık, çevre, acil yardım ve kurtarma, kültür, turizm,
gençlik ve spor; orman köylerinin desteklenmesi, ağaçlandırma, park ve bahçe
tesisine ilişkin hizmetleri belediye sınırları dışında,
yapmakla
görevli ve yetkili kılınmıştır.
İl özel idaresinin yapı
ve işleyişine yönelik köklü değişiklikler getiren 5302 sayılı Kanun, örneğin,
sağlık; tarım; sanayi ve ticaret; bayındırlık ve iskan;
toprağın korunması; erozyonun önlenmesi; çevre; kültür; turizm; gençlik ve
spor, sosyal hizmet ve yardımlar olarak sıralayabileceğimiz bazı hizmet
alanlarında il özel idarelerini genel yetkili organa dönüştürmektedir. 5302
sayılı Kanuna göre, il özel idaresi, sağlık; tarım; sanayi ve ticaret;
bayındırlık ve iskân, sosyal hizmet ve yardımlar ile ilgili görevler bakımından
il sınırları içinde, imar; çevre; kültür ve turizm; gençlik ve spor ile
ilgili görevler bakımından belediye sınırları dışında genel yetkili
kılınmıştır.
İl özel idarelerini,
yukarıda sayılan görevler bakımından genel yetkili kılan bu düzenlemeye karşılık,
aynı il özel idareleri, bazı görevler bakımından özel yetkili kılınmıştır. İl özel idarelerine verilen görevlerden, çevre düzeni planı;
yoksullara mikro kredi verilmesi; çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları, ilk
ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binaların yapım, bakım ve onarımı
ilişkin hizmetler; yol; su; kanalizasyon; katı atık; acil yardım ve kurtarma;
orman köylerinin desteklenmesi; ağaçlandırma; park ve bahçe tesisine ilişkin
görevler, il özel idarelerine özel yetkili idare olarak verilmiştir. Çünkü,
il özel idarelerini Anayasaya uygun biçimde özel yetkili kılan bu düzenlemede
görevler genel ve soyut olarak değil, tek tek
sayılarak, açık, sınırları belli ve somut bir şekilde, belirlenmiştir.
Öte yandan, il özel
idarelerine ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binaların yapım,
bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin hizmetleri
il sınırları içinde yapma görevi verilmiştir. İI özel idarelerine verilen “ilk
ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binaların yapım, bakım ve onarımı”
görevleri Anayasaya uygun biçimde bu idareleri özel yetkili kılan bir
görevlendirme olmakla birlikte “diğer ihtiyaçları” ibaresi, il özel
idarelerini ilk ve orta öğretim kurumlarının bütün ihtiyaçlarını
karşılayabilecek şekilde genel yetkili kılan bir ibaredir.
Sayın
Cumhurbaşkanı’nın 5197 sayılı “İI Özel İdaresi Kanunu’nu” geri gönderme
yazısında dile getirdiği gibi, “Anayasanın başlangıç bölümünde, bu Anayasanın
Yüce Türk Devleti’nin bölünmez bütünlüğünü belirlediği, hiçbir etkinliğin
Türk ulusal çıkarları, Türk varlığı, Devlet’i ve ülkesiyle bölünmezliği esası
karşısında koruma göremeyeceği belirtilmiş; 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan bir Devlet olduğu vurgulanmış; 5 inci maddesinde de, Türk Ulusu’nun
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak Devlet’in temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Bu kurallar, Anayasada “tekil
devlet” modelinin kabul edildiğini göstermektedir. Tekil devlet modeli, merkeziyetçi
yapıyı ve ancak onun denetim ve gözetiminde merkez dışı örgütlenmeyi olanaklı
kılmaktadır. Anayasada, hem yasama, yürütme ve yargı erki merkeze bağlanarak
siyasal, hem de yönetim düzeneğinde merkez esas alınarak yönetsel yönden
merkeziyetçilik benimsenmiştir. Anayasanın 123 üncü maddesinde, yönetimin,
kuruluş ve görevleriyle bir “bütün” olduğu, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayandığı, kuralına yer verilmiştir. Merkezi yönetim
Anayasanın 126 ncı, yerel yönetimler ise 127 nci maddelerinde düzenlenmiştir. 126 ncı
maddeye göre, Türkiye, merkezi yönetim kuruluşu yönünden coğrafya durumuna,
ekonomik koşullara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, iller de
diğer kademeli bölümlere ayrılmakta, illerin yönetimi “yetki genişliği”
esasına dayanmaktadır. 127 nci maddeye göre de,
yerel yönetimler; il, belediye ya da köy halkının yerel ortak
gereksinimlerini karşılamak üzere, kuruluş ilkeleri yasayla belirlenen,
yasada gösterilen karar organları seçmenlerce seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.
Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri “yerinden yönetim”
ilkesine uygun olarak yasayla düzenlenecektir. Merkezi yönetim, yerel
yönetimler üzerinde, yerel hizmetlerin yönetimin bütünlüğü ilkesine uygun
biçimde yürütülmesi, kamu birliğin sağlanması, toplum yararının korunması,
yerel gereksinimlerin gereği gibi karşılanması, amacıyla, yasada belirtilen
esas ve usuller çerçevesinde “idari vesayet” yetkisine sahiptir. Görüldüğü
gibi, Anayasada, tekil devlet modelinin yönetsel örgütlenmedeki temel
ilkeleri, “merkezden yönetim”, “yerinden yönetim” ve bunları tamamlayan “idarenin
bütünlüğü” olarak belirlenmiştir. Ayrıca, yönetsel örgütlenme, merkez - taşra
ilişkisi yönünden “yetki genişliği”, merkezi yönetim - yerel yönetim ilişkisi
yönünden “idari vesayet”, ilkelerine dayanmaktadır. Merkezi yönetim ve yerel
yönetimler, Devlet iktidarının örgütlenmesinde hizmeti ve coğrafyayı esas
alarak iki temel parçayı oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının yönetsel
örgütlenmede farklı sonuçlara yol açmaması için, Anayasada “idarenin
bütünlüğü” ilkesine yer verilmiş ve yerinden yönetim, devletin ülkesi ve
ulusuyla bölünmezliği ve yönetimin tümlüğü ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. “İdarenin
bütünlüğü” ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel
ilkedir. Bu ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik
kuruluşların “bir bütün” oluşturduğunu anlatmaktadır. Tekil devlet modelinde,
tek bir egemenlik vardır ve devlet tek yetkilidir. Devletin örgütsel yapısı
parçalı bir görünüm sergilese ve devlet yetkisini kullanan birçok kamu
tüzelkişisi olsa da, bunların arasındaki birlikteliği “idarenin bütünlüğü”
ilkesi sağlamaktadır. Parçalı yapıda olan yönetimde, “bütünlüğü” sağlamaya
yönelik iki hukuksal araç, “hiyerarşi” ve “idari vesayet” tir.
Hiyerarşi, başka bir deyişle “yetki genişliği” ilkesi, tek bir tüzelkişilik
içinde yer alan çeşitli örgüt ve birimler, idari vesayet ise, merkezi yönetim
ile yerinden yönetim kuruluşları arasındaki “bütünleşmeyi” sağlamaktadır. “İdarenin
bütünlüğü” ilkesi, merkezin denetimi ve gözetimi ile yaşama geçirilmektedir.
Genel yönetimin taşra örgütlenmesi üzerindeki denetimi “hiyerarşik denetim”;
yerinden yönetimler üzerindeki denetimi ise “vesayet denetimi” dir.
Anayasamız idari
örgütlenmede, merkezi yönetimi konu yönünden genel, yerel yönetimleri ise
özel görevli kılmıştır.
Anayasanın 126 ve 127 nci maddelerine göre, illerde, merkezi yönetimin uzantısı
olan ve “yetki genişliği” esasına göre oluşturulan il genel yönetimi ile, bir yerel yönetim örgütlenmesi olan ve “idari vesayet”
ilkesine göre oluşturulan il özel yönetimi bulunmaktadır. İI halkının ortak
yerel gereksinmelerinin karşılanması il özel idaresinin, il halkının ortak
yerel gereksinmeleri dışında kalanlar ile “il” in tüm hizmetlerinin
karşılanması da il genel yönetiminin görev alanına girmektedir. Anayasanın
yerel yönetimleri düzenleyen 127 nci maddesinde,
yerel yönetimlerin, “il ... halkının
mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere...” kurulacakları açık
biçimde belirtilmiştir. Anayasanın 126 ncı
maddesinde, merkezi yönetimin örgütlenmesine ilişkin ölçütler “coğrafya
durumu, ekonomik koşullar ve kamu hizmetlerinin gerekleri” olarak sayılmıştır.
Maddede, merkezi yönetimin görevlerini belirginleştiren ya da sınırlayan bir
düzenleme yapılmamıştır. Buna karşın, Anayasanın 127 nci
maddesinde, yerel yönetimlerin örgütlenmesi hem “coğrafya” hem de “konu”
yönünden sınırlandırılmıştır. Maddeye göre, yerel yönetimler, ancak yöresel
olarak örgütlenebilmekte ve yalnızca yerel ortak gereksinimlerin karşılanması
yönünden görevlendirilebilmektedir. Anayasaya göre merkezi yönetim, Devlet
iktidarını ve tüm kamu hizmetlerini ülke genelinde örgütlerken, yerel
yönetimler, sınırlı bir coğrafyada ortak yerel gereksinimlerin karşılanması
gibi sınırlı bir konuda örgütlenebilmektedir. Buna göre, yönetsel örgütlenmede,
merkezi yönetim konu yönünden genel, yerel yönetimler ise özel görevlidir.
Başka bir anlatımla, yasalarda merkezi yönetimin görevleri soyut ve genel,
yerel yönetimlerin görevleri somut ve belirgin biçimde düzenlenmelidir. İI
Özel İdaresi Kanununun 6 ncı maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinde sayılan hizmetlerin il sınırları içinde; (b) bendinde
sayılan hizmetlerin ise belediye sınırları dışında il özel yönetimince
yürütüleceği kurala bağlanarak, kimi görevler yönünden yetkinin sınırları,
konu yönünden değil, yalnızca yer yönünden çizilmektedir. Yapılan
düzenlemede, her ne kadar il özel idaresine verilen görevlerin “mahalli
müşterek nitelikte olması şartı” aranarak, konu yönünden sınır getirilmiş
izlenimi yaratılmaya çalışılmış ise de; bu düzenleme yine soyut olup, il özel
yönetimlerini “genel görevli” konumdan çıkarmaya yetmemektedir.
Düzenlemenin
soyutluktan çıkarılıp somut bir görünüme sokulabilmesi ve il özel
idarelerinin genel görevli konumundan çıkarılıp özel görevli konumuna
geçirilebilmesi için, görevlerinin her birinin, içeriğini ve kapsamını açıkça
ortaya koyacak biçimde ifade edilmesi gerekmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı,
5197 sayılı “İI Özel İdaresi Kanunu’nu” geri gönderme yazısında, il özel
idarelerinin genel yetkili kılındığını açıklığa kavuşturmak amacıyla “Kamu
Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun” daki kurallara da kısaca değinmiştir. Sayın
Cumhurbaşkanı, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanunun 7 nci maddesinde, merkezi
yönetimce yürütülecek görevlerin sayılarak sınırlandırıldığını; 8 inci
maddesinde ise, yerel ortak gereksinimlere ilişkin tüm görev, yetki ve
sorumlulukların yerel yönetimlerce yerine getirileceğinin belirtildiğini
hatırlatarak Madde gerekçelerinde de, merkezi yönetimler ile yerel
yönetimlerin görev, yetki ve sorumluluklarının, getirilen yeni kamu yönetimi
anlayışına uygun olarak ele alındığını; merkezi yönetimin görev ve
yetkilerinin sayılarak sınırlandırıldığı, bunlar dışında kalanların yerel
yönetimlerce yürütülmesinin öngörüldüğünü belirtmiştir.
Kamu Yönetiminin Temel
İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanunun 7 ve 8 inci maddeleri
ile İI Özel İdaresi Kanunu’nun 6 ncı maddesi
birlikte değerlendirildiğinde ise, yerel yönetimlerin, bu bağlamda il özel
idarelerinin, kamu hizmetlerinin görülmesinde genel görevli örgüt durumuna
getirildiği görülmektedir.
Öte
yandan, “İl özel idarelerinin görevli olduğu mahalli ve müşterek ihtiyaçların
kapsamı ve sınırı Bakanlar Kurulu’nca tespit olunur.” kuralının iptaline
ilişkin Anayasa Mahkemesinin E.1987118, K.1988123 sayılı kararında da
belirtildiği gibi, yerel yönetimlerin kuruluş esasları, karar organlarının
oluşumu, görev ve yetkilerinin belirlenmesi, merkezî yönetimle bağ ve
ilgileri, bunlar üzerinde uygulanacak idarî vesayet yetkisi, yasal bir
düzenlemeyi gerektirmekte, “yasallık” vazgeçilmez bir koşul olarak
aranmaktadır. Anayasanın 123 üncü ve 127 nci
maddeleri bu koşulu açık, seçik vurgulamaktadır. Anayasa Mahkemesinin konuya
ilişkin kararında, “yasa koyucu, genel kuralları koyarak yönetime, takdir
yetkisine göre düzenleyebileceği bir alan bırakırken, Anayasanın öngördüğü
yönetimin yargısal denetiminin etkinliğini engellemeyecek nesnel kurallara
bağlamalıdır” denilerek, yasallık ilkesi gereği, il özel yönetimlerinin
görevlerinin yasada sayılması gerektiği kabul edilmiştir. Yasama organının,
yerel düzeydeki hizmetleri yasada sayması gerekmektedir. Tersi durumda,
yurttaşlara standart bir kamu hizmeti sunmak olanaksızlaşacak, hizmetler
yönünden bölgesel ve yerel dengesizlikler artacaktır.
İl Özel İdaresi
Kanunu’nun 6 ncı maddesinde, il özel idarelerinin
iptali istenen ibarelerde belirtilen görevlerinin sınırlı ve belirgin değil,
genel ve soyut kavramlar kullanılarak düzenlendiği görülmektedir. Bu genel ve
soyut kavramların içeriğinin belirginleştirilmesinde il özel idarelerinin
yetkili organlarının etkili olması kaçınılmazdır. Bu durumda, Anayasa Mahkemesinin
yukarıda açıklanan kararıyla Bakanlar Kurulu yönünden Anayasaya uygun
görülmeyen bir yetkinin il özel idarelerine tanındığı sonucuna varılmaktadır
ki, bunun olanaksızlığı açıktır.
Yasanın 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) ve (b) bendinde yer
alan genel ve soyut kavramlarla, “sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”, “bayındırlık
ve iskan”, “toprağın korunması”, “erozyonun
önlenmesi”, “sosyal hizmet ve yardımlar”, “çevre”, “kültür”, “turizm”, “gençlik
ve spor” ibareleri ve “ile diğer” ibaresi yüzünden sağlık, tarım, sanayi ve
ticaret, bayındırlık ve iskan, toprağın korunması, erozyonun önlenmesi,
sosyal hizmet ve yardımlar, çevre, kültür, turizm, gençlik ve spora ilişkin
tüm hizmetlerin ve eğitime ilişkin bir takım hizmetlerin il özel
yönetimlerinin görevi içine alındığı ve il özel yönetimlerinin bu görevler
bakımından genel yetkili idare olarak belirlendiği görülmektedir.
Anayasanın çeşitli
maddelerinde yer alan düzenlemelerde, bazı görevler açıkça Devlet tüzel
kişiliğine verilmiştir. Örneğin:
Anayasanın 42 nci maddesine göre, eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri
ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre,
Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Anayasanın 41 inci
maddesine göre, Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve
çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını
sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.
Anayasanın 45 inci
maddesine göre, Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı
kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine
uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve
hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin
sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi
ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.
Anayasanın 56 ncı maddesine göre, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak;
insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini
gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Anayasanın 57 nci maddesine göre, Devlet, şehirlerin özelliklerini ve
çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını
karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.
Anayasanın 58 inci
maddesine göre, Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği
gençlerin müspet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç
edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Anayasanın 59 uncu maddesine göre Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının
beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere
yayılmasını teşvik eder. Devlet başarılı sporcuyu korur.
Anayasanın 63 üncü
maddesine göre, Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin
korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.
Anayasanın 167 nci maddesine göre, Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve
hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve
geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak
tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.
Anayasanın 168 inci
maddesine göre, tabiî servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu
hakkını belli bit süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi
tabiî servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin gerçek ve
tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle
yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin
uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve
esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.
Anayasanın 169 uncu
maddesine göre, Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için
gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni
orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.
Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir. Devlet ormanlarının mülkiyeti
devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir.
Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak
hakkına konu olamaz.
Bütün bu anayasal
kurallar, devlet tüzel kişiliğini temsil eden merkezi yönetime Anayasa ile
verilen görevleri göstermektedir.
Görevler, il özel
idarelerine 5302 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinde
olduğu gibi soyut ve genel ifadelerle verilince, nelerin mahalli müşterek
ihtiyaç olduğuna il özel idaresi karar verecektir. Bu genel ve soyut
kavramların içeriğinin belirlenmesinde il özel yönetimlerinin yetkili
organlarının etkili olması kaçınılmazdır. Böyle bir durum görevlerini
belirleme yetkisinin il özel idarelerine bırakılması anlamına gelmektedir.
Bunun ise bir asli düzenleme yetkisi olduğu kuşkusuzdur. Halbuki
yukarıda da değinildiği gibi, Anayasanın 8 inci ve 123 üncü maddelerine göre
yürütmenin ve idarenin Anayasada gösterilen ayrık halter dışında asli
düzenleme yetkisi yoktur. Bu yetki Anayasanın 7 nci
maddesine göre yasamanındır ve devredilemez. Devredildiği takdirde bu yetki,
kökenini Anayasadan almadığı için, Anayasanın 7 ve 8 inci maddelerinin yanı
sıra, 6 ncı maddesine de aykırı düşer.
Diğer
yandan Anayasanın 41, 42, 45, 56, 57, 58, 63, 167, 168 ve 169 uncu maddelerinde
merkezi idareye verilen ve en azından merkezden planlamayı, merkezden
belirlenecek önlem ve girişimleri gerektiren görevlerin kapsamına giren
alanlarda il özel idaresine genet ve soyut biçimde
görev verilmesi, bu görevlerin Anayasanın öngördüğü biçimde gerçekleşmesini
de engelleyecektir. Çünkü örneğin toprağın korunması konusunda, il
özel idarelerinin benimseyeceği birbirinden farklı bakış açıları, ölçüt ve
önlemler, toprağın illerde birbirinden farklı ölçülerde korunmasına yol
açacaktır. Halbuki Anayasanın öngördüğü, tüm yurtta
ve aynı ölçüde bir korumadır. Zaten Anayasada merkezi idarenin genel yetkili,
yerel yönetimlerin ise özel yetkili kılınmasının arkasındaki amaçlardan
birisi de tüm yurdu ilgilendiren konularda hizmette aynılığı ve eşitliği
sağlamaktır.
Bütün bu açıklamalar,
5302 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci
fıkrasının (a) ve (b) bentlerindeki iptali istenen ibarelerde yapılan
düzenlemelerin Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci,
126 ncı ve 127 nci
maddelerindeki kurallara açıkça aykırı olduğunu göstermektedir.
Anayasanın 6 ncı, maddesine göre, egemenlik, Anayasanın koyduğu
esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Anayasanın 7 nci, maddesine göre, egemenliğin kullanılması, hiçbir
surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasanın 126 ve
127 nci maddelerine göre, illerde, merkezi yönetimin uzantısı
olan ve yetki genişliği esasına göre oluşturulan il genel yönetimi ile, bir
yerel yönetim örgütlenmesi olan ve vesayet ilkesine göre oluşturulan il özel
yönetimleri bulunmaktadır. İI halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarının
karşılanması il özel idaresinin, il halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarının
dışında kalanlar ile ilin tüm hizmetlerinin karşılanması, il genel
yönetiminin görev alanına girmektedir. Ayrıca, Anayasanın 127 nci, maddesine göre ise mahallî idarelerin kuruluş ve
görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla
düzenlenmelidir.
Anayasanın
2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri
ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk
devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk
ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Anayasanın çeşitli
maddelerine aykırı olan bir düzenlemenin Anayasanı 11 inci maddesindeki
hukukun üstünlüğü ilkesine de aykırı olacağı açıktır.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle, 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanununun “İl özel idaresinin görev
ve sorumlukları” başlığını taşıyan 6 ncı maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “Sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”,
“bayındırlık ve iskan”, “toprağın
korunması”, “erozyonun önlenmesi”, “sosyal hizmet ve yardımlar” ile (b)
bendinde yer alan “çevre”, “kültür”, “turizm” ve “gençlik ve spor” ibareleri,
sayılan hizmetler bakımından merkezi yönetimi genel yetkili olmaktan çıkarıp
il özel idaresini genel yetkili hale getirdiği için ve (a) bendinde yer alan “ile
diğer” ibaresi, milli eğitimle ilgili görevler bakımından il özel idaresini
genel yetkili idare kıldığı için, Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesine; 6 ncı, 7 nci maddelerindeki kurallara; 8 ve 23 üncü maddesindeki
yürütmenin ve idarenin kanuniliği ilkesine; 11 inci maddesindeki hukukun
üstünlüğü ilkesine; 126 ve 127 nci maddelerindeki
merkezden yönetim ve yerinden yönetim ilkelerine aykırı olup, iptali gerekir.
3) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 7 nci
Maddesinin Kenar Başlığındaki “imtiyazları” İbaresi ile Birinci Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasında (a), (b), (c), (d), (e),
(f), (g) bentlerinde, il özel idaresinin yetkileri gösterilirken, bu
yetkilerin kullanımında idari vesayetin gerçekleşmesi ile ilgili herhangi bir
düzenleme yapılmamış; il özel idaresinin tamamen özerk biçimde bu yetkileri
kullanabilmesine imkan tanınmıştır.
Halbuki
Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddeleri, idarenin
bütünlüğü ilkesini gerçekleştirebilmek için merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu, merkeziyetçi bir tekil devlet
modeli şekillendirilmiştir.
Söz konusu 7 nci maddenin birinci fıkrasında bu modele ve dayandığı
ilkelere uyulmadan il özel idaresinin yetkilerinin sıralanması Anayasanın
123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenleme, Anayasanın 2 ve 11 inci
maddelerinde belirtilen hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkeleriyle de bağdaşmaz.
5302 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin yukarıda açıklanan nedenlerle Anayasaya
aykırı olan birinci fıkrasının iptal edilmesi gerekmektedir.
Diğer yandan Anayasanın
10 uncu maddesinde, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamayacağı ifade edilirken, 5302 sayılı Kanunun 7 nci
maddesinin kenar başlığında il özel idaresinin imtiyazlarından söz edilmesi,
Anayasaya açıkça aykırı düşen bir başka hususu oluşturmaktadır.
Anayasaya aykırı bir
hükmün Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ve 11 inci maddesindeki Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle
bağdaşmayacağı da ortadadır.
Bu nedenle 5302 sayılı
Kanunun 7 nci maddesinin kenar başlığında yer alan
ve Anayasanın 2, 10 ve 11 inci maddelerine aykırı olan “imtiyazları”
ibaresinin iptal edilmesi gerekmektedir.
4) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 10 uncu Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 10
uncu maddesinde, (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g), (h), (i), {j), (k), (l),
(m), (n) ve (o) bentlerinde il genel meclisinin görev ve yetkileri
düzenlenirken, bu yetkilerin kullanımında idari vesayetin nasıl
gerçekleşeceği belirtilmemiş; dolayısı ile bu yetkilerin idari vesayet
denetimi olmaksızın kullanılmasına imkan
tanınmıştır.
Halbuki
yerel yönetimler üzerinde merkezi yönetimin vesayet denetimi, Anayasanın 123,
126 ve 127 nci maddelerinin gereğidir.
5302 sayılı Kanunun 10
uncu maddesindeki bu gereğe uymayan düzenleme, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenleme Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerinde yer alan
hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle de bağdaşmaz.
Ayrıca 10 uncu maddenin
(n) bendinde yer alan hüküm, sıraladığımız bu genel nedenlerle Anayasanın 2,
11, 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı
düşerken, aynı zamanda Anayasanın 127 nci
maddesinin son fıkrası ile de çelişmektedir. Çünkü Anayasanın 127 nci maddesinin son fıkrasında mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin
görülmesi amacı ile, kendi aralarında Bakanlar Kurulu’nun izni ile birlik
kurmaları mümkün görülmüş ve bu hususla ilgili düzenlemenin kanunla
yapılacağı bildirilmiştir.
Söz konusu (n)
bendinde, Bakanlar Kurulu izninden hiç söz edilmeden il özel idarelerine
diğer mahalli idarelerle birlik kurulmasına, kurulmuş birliklere katılmaya
veya ayrılmaya karar verme yetkilerinin tanınması ise, bu yetkilerin Bakanlar
Kurulu izni olmaksızın, doğrudan doğruya il özel idareleri tarafından
kullanılacağını göstermektedir.
Böyle bir düzenlemenin
Anayasanın 127 nci maddesi ile bağdaşmayacağı
açıktır. Söz konusu (n) bendinin bu gerekçe ile de iptal edilmesi
gerekmektedir.
5) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 11 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının
Üçüncü Cümlesinde Yer Alan “meclis başkanını” İbaresinin; Üçüncü Fıkrasında
Yer Alan “meclis başkanlığı” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 11
inci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “meclis
başkanını” ibaresi ve üçüncü fıkrasında yer alan “meclis başkanlığı” ibaresi
ile il genel meclisinin başkanının il genel meclisi tarafından ve üyeleri
arasından seçilmesi esası getirilmekte ve valilerin il genel meclisi
başkanlığı görevine son verilmektedir.
Halbuki
valinin il genel meclisi başkanlığı, idarenin bütünlüğünü sağlamak, vesayet
denetimini gerçekleştirmek ve Anayasanın öngördüğü merkezi idarenin güçlü
olduğu tekil devlet modelini gerçekleştirmek amacına yönelik olup; Anayasanın
123, 126 ve 127 nci maddelerinin gereklerini
karşılamaktadır.
Valinin yetkilerinde bu
tür bir düzenleme ile daraltmaya gidilmesi, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerinde oluşturulan merkezi idarenin yerel yönetimler
üzerinde vesayet denetimi yetkisine sahip olduğu merkeziyetçi tekil devlet
modeline aykırı düşmektedir. 5302 sayılı Kanunun diğer maddelerinde valinin
yetkilerine getirilen kısıntılar birlikte düşünüldüğünde bu aykırılık daha
belirgin bir görünüme girmektedir.
Anayasanın herhangi bir
maddesine aykırı bir düzenlemenin Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti, 11 inci maddesindeki Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleri ile bağdaşması da düşünülemez.
5302 sayılı Kanunun 11
inci maddesinin Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci
maddelerine aykırı olan birinci fıkrasının üçüncü cümlesindeki “meclis
başkanını” ibaresi ile üçüncü fıkrasındaki “meclis başkanlığı” ibaresinin
iptal edilmesi gerekmektedir.
6) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 13 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanunun 13 üncü maddesinin birinci fıkrasında daha önce valiye ait
olan il genel meclisi gündemini belirleme yetkisi, seçimle göreve gelen
meclis başkanına verilmiştir. Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki
yetkilerinin azaltılması anlamına gelen böyle bir düzenleme, Anayasanın 123,
126 ve 127 nci maddelerinde şekillendirilmiş olan
idari vesayet ve idarenin bütünlüğü ilkelerine dayalı merkeziyetçi tekil
devlet modeline aykırıdır. Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir
düzenleme Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerinde belirtilen hukuk devleti,
üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle de bağdaşmaz. Bu nedenle, 5302 sayılı
Kanunun 13 üncü maddesinin Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı olan birinci fıkrasının iptal
edilmesi gerekmektedir.
7) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 15 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının
İkinci Cümlesi ile İkinci ve Üçüncü Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 3
üncü maddesinin (a) bendindeki “idari ve mali özerkliğe sahip” ibaresinin
Anayasaya aykırılık gerekçesinde belirtildiği gibi, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerinde merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde vesayet yetkisinin
bulunduğu, idarenin bütünlüğü esasına dayalı, merkeziyetçi bir tekil devlet
modeli ortaya konulmuştur. Söz konusu 15 inci maddenin birinci fıkrasının
ikinci cümlesi ile üçüncü ve dördüncü fıkralarında ise, il genel meclisi kararları
üzerinde valinin vesayet yetkisini etkisizleştiren bir düzenleme yapılmış ve
idari vesayet yetkisinin etkili bir biçimde kullanılması imkansız
hale getirilmiştir. İdari vesayet hem hukukilik hem de yerindelik açısından
kullanılabilecek bir denetim yetkisidir. Ancak 15 inci maddenin birinci
fıkrasının ikinci cümlesinde valiye sadece hukuki uygunluk açısından vesayet
denetimi yapmak imkanı tanınmış; yerindelik
açısından ise böyle bir denetim yetkisi tanınmayarak idari vesayet yetkisi,
Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı
bir biçimde daraltılmış ve etkisizleştirilmiştir.
Böyle bir düzenleme, il
genel meclisindeki siyasal çoğunluğun kamu yararını ikinci plana atarak
yönetimi siyasallaştırmaya ve siyasal çıkarları ön plana almaya yönelmesi halinde,
bunu engelleyecek kamu yararını koruyacak bir mekanizmanın ortadan
kaldırılması anlamını taşımaktadır. Bunun ise kamu yararının gerçekleşmesini
engelleyici bir durum olduğu ortadadır. Yasama erki ise bir hukuk devletinde
kamu yararını engelleyici ve ortadan kaldırıcı bir düzenleme yapmak için
kullanılamaz.
Söz konusu ikinci cümle
bu görünümüyle hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenleme, Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerindeki hukuk
devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle de çelişir.
5302 sayılı Kanunun 15
inci maddesinin birinci fıkrasının Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı olan ikinci cümlesinin iptal
edilmesi gerekmektedir.
15 inci maddenin ikinci
ve üçüncü fıkralarında yapılan düzenleme de vesayet yetkisinin hem yerindelik
denetimi bağlamında, hem de alınan kararın iptali doğrultusunda kullanımına imkan tanımamakta; valiye sadece meclisin ısrarı ile
kararın kesinleşmesi halinde, alınan karar aleyhine idari yargıya başvurma
yetkisi vermektedir.
Vesayet yetkisinde
böylesi bir daraltma ve etkisizleştirmenin yukarıda açıklandığı gibi hem
Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı olacağı; hem de kamu
yararının gerçekleşmesini engellediği için hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmayacağı açıktır.
Anayasanın herhangi bir
maddesine aykırı bir düzenlemenin Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti, 11 inci maddesindeki Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleriyle uyum halinde olacağı da söylenemez.
Yukarıdaki nedenlerle
Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci maddelerine
aykırı olan 15 inci maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile, ikinci ve üçüncü fıkralarının iptal edilmesi
gerekmektedir.
8) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 18 inci Maddesinin Dördüncü ve Beşinci
Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı kanunun 18
inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında yapılan düzenlemelerle,
Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddeleriyle
şekillendirilmiş bulunan merkeziyetçi tekil devlet modelinden uzaklaşılmış;
valinin düşürülmesine yönelik yetkileri bulunan ve böylece özerklikten öte
bağımsız bir yapıya dönüşebilecek bir yerel meclis oluşturulmuştur. Merkeziyetçi
yönetimden, yerel idare ağırlıklı yönetim biçimine dönüşümü somutlaştıran söz
konusu düzenlemeler, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerine aykırıdır.
Çünkü Anayasanın 123,
126 ve 127 nci maddelerinde, merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerinde idari vesayet yetkisi bulunan, idarenin bütünlüğü
ilkesine dayalı ve merkeziyetçi bir tekil devlet modeli oluşturulmuştur.
Valinin faaliyetlerinin
il genel meclisince denetlenip, yetersiz bulunması halinde gereği için
İçişleri Bakanlığına bildirilmesine imkan tanıyan bir düzenleme, yerel
yönetimin merkezi idare üzerinde ağırlık kazanmasına imkan vermekte;
Anayasanın oluşturduğu merkeziyetçi tekil devlet modelinden uzaklaşılmasına
ve bu modelin ,, anlamına ve amacına aykırı bir
yapının ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerindeki hukuk
devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle bağdaşmayacağı da
açıktır.
Bu nedenle 5302 sayılı
Kanunun Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci
maddelerine aykırı olan 18 inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarının
iptal edilmesi gerekmektedir.
9) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 25 inci Maddesinin İkinci Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 25
inci maddesinin ikinci fıkrasında valinin katılmadığı encümen toplantısına
genel sekreterin başkanlık edeceği hükmü yer almaktadır. Bu hükmün vali
yardımcılarının yerel organlardaki kimi yetkilerini ortadan kaldırdığı ve
mesleki - mali statü yönünden kaymakamların arkasında bir yere oturttuğu
açıktır.
Bu durumun merkezi
devletin il özel idaresindeki konumunu ve yetkilerini azalttığı; böyle bir
yetki daraltmasının Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerinde şekillendirilmiş bulunan idari vesayet ve idarenin bütünlüğü
ilkelerine dayalı, merkeziyetçi tekil devlet modeline aykırı düşeceği
açıktır. Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı bir düzenleme, Anayasanın 2
ve 11 inci maddelerinde ifade edilen hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleriyle de bağdaşmaz.
25 inci maddenin bu
nedenlerle Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci
maddelerine aykırı olan ikinci fıkrasının iptal edilmesi gerekmektedir.
10) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 34 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
İptali istenen 34 üncü
maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında; görevleriyle ilgili bir suç
nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan il özel idaresi
organlarının veya bu organların üyelerinin, geçici bir önlem olarak kesin
hükme kadar görevden uzaklaştırılabileceği hükme bağlanmış; görevden
uzaklaştırma eyleminin gözden geçirilmesi ve kaldırılmasına ilişkin hususlar
düzenlenmiştir.
Ancak birinci fıkrada
görevden uzaklaştırma; ikinci fıkrada görevden uzaklaştırma önlemini gözden
geçirme, devamında kamu yararı görülmeyen önlemi kaldırma; üçüncü fıkrada ise
belirtilen hallerde önlemi kaldırma yetkisinin hangi makama ait olduğu
gösterilmemiştir.
5302 sayılı Kanunun
TBMM’deki görüşülmelerinde, İI özel idaresi organlarının veya bu organların
üyelerinin görevden uzaklaştırılmalarının ilgili mevzuatına göre yerine getirileceğinden
bahisle görevden uzaklaştırma işlemini tesis edecek olan İçişleri Bakanı’nın
madde metinden çıkarıldığı anlaşılmaktadır (Bütçe ve Plan Komisyonu Raporu,
11.06.2004, E.No. 11767, K.No. 86). Ancak, Anayasanın 127 nci
maddesinin dördüncü fıkrasında söz konusu yetkinin İçişleri Bakanı’na ait
olduğu açık bir şekilde belirtilmiştir. Anayasanın bu hükmünün “idari vesayet”
anlayışının bir başka belirtisi olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle İçişleri
Bakanı’nın madde metninde belirtilmesi Anayasal bir zorunluluktur.
Bu, Anayasanın 8 inci
maddesinde belirtilen yürütmenin - idarenin kanuniliği ilkesinin de bir
gereğidir. Çünkü yürütme yetkisi ve görevi Anayasanın 8 inci maddesine göre
Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir. Kaldı ki,
Anayasanın 123 üncü maddesi idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün
olduğunu ve kanunla düzenleneceğini; 127 nci
maddesi de mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceğini ifade etmektedir.
Görevden uzaklaştırma yetkisinin kimin tarafından kullanılacağını, Anayasanın
127 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile uyumlu bir
biçimde kanunda gösterilmemesi Anayasanın 8, 123 ve 127 nci
maddelerine aykırı bir durumdur.
Diğer taraftan,
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği
sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik
gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin
görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir
zorunluluktur.
Bu durumda, iptali
istenen madde belirlilik, genellik, soyutluk ve öngörülebilirlik özellikleri
taşımaması nedeniyle hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmamaktadır. Açıklanan
nedenlerle söz konusu madde Anayasanın 2 nci
maddesine de aykırıdır.
Diğer taraftan, bir
yasa kuralının Anayasanın herhangi bir kuralına aykırılığının tespiti onun
kendiliğinden Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen hukuk devleti ve Anayasanın 11 inci maddesinde ifade edilen
anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine de aykırılığı sonucunu
doğuracaktır (Anayasa Mahkemesinin 03.06.1988 tarih ve E.1987128, K.1988116
sayılı kararı, AMKD., sa.24,
shf. 225).
Açıklanan nedenlerle
22.02.2005 tarih ve 5302 sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 34 üncü maddesi
Anayasanın 2 nci, 8 inci, 11 inci, 123 üncü ve 127 nci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
11) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 35 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının
Birinci Cümlesindeki “genel sekreterlik” İbaresinin, İkinci Fıkrasının ve
Üçüncü Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 35
inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde il özel idaresi
teşkilatının hangi birim ve görevlilerden oluşacağı gösterilirken, bunlar
arasında genel sekretere yer verilmiş ve 35 inci maddenin ikinci fıkrasında
genel sekreterin görev ve yetkileri sıralanmış ve üçüncü fıkrasında ise
sorumluluğu düzenlenmiştir.
Bütün bu düzenlemeler
daha önce vali yardımcılarına verilmiş olan birtakım yetki ve görevlerin,
genel sekreterlik ihdas edilerek, genel sekreterliğe verildiğini
gösterilmektedir. Böylece vali yardımcılarının yerel organlarındaki yetkileri
kaldırılmaktadır. Böyle bir durum, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerinde şekillendirilmiş bulunan idari vesayet
ve idarenin bütünlüğü ilkelerine dayalı, merkeziyetçi tekil devlet modeline
aykırıdır.
Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenleme Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerinde belirtilen
hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle de bağdaşmaz.
5302 sayılı Kanunun 35
inci maddesinin, yukarıdaki nedenlerle Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı olan birinci fıkrasının birinci
cümlesindeki “genel sekreterlik” ibaresinin, ikinci ve üçüncü fıkralarının
iptal edilmesi gerekmektedir.
12) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 36 ncı Maddesinin
Birinci Fıkrasının İlk Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
5302 Sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 36 ncı Maddesinin birinci
fıkrasının ilk cümlesinde, “Norm kadro ilke ve standartları İçişleri
Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı tarafından müştereken belirlenir”
hükmü vardır.
5302 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinde norm kadronun ilke ve standartları konusunda
hiçbir temel düzenleme yapılmadan İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığına yetki devrinde bulunulmuştur.
Anayasanın 8 inci
maddesine göre, yürütme yetkisi ve görevi Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir. Anayasanın 123 üncü maddesi de idarenin
kuruluş ve görevlerinin kanunla düzenleneceğini bildirmektedir. Bu hükümler
yürütmenin - idarenin Anayasada gösterilen ayrık halter dışında asli
düzenleme yetkisi olmadığını göstermektedir. Asli düzenleme yetkisi
Anayasanın 7 nci maddesine göre yasamanındır ve
devredilemez. Devredildiği taktirde bu yetki,
kökenini Anayasadan almayacağı için, Anayasanın 7 nci
ve 8 inci maddelerinin yanı sıra Anayasanın 6 ncı
maddesine de aykırı olur.
Anayasanın 7 nci maddesine göre, asli düzenleme yetkisinin sahibi olan
yasama organı, herhangi bir alanı anayasal sınırlar içinde düzenleyebilir.
Yasama organı temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık gerektiren teknik
ayrıntıların düzenlenmesi için yürütme organını görevlendirebilir. Bu gibi
durumlar yasama yetkisinin devri anlamına gelmez ve yürütme organının bu
şekilde görevlendirilmesi de yasama yetkisinin kullanılmasıdır.
Ancak Anayasa Mahkemesi
konuyla ilgili kararlarında, yasa koyucunun genel kuralları koyarak yönetime,
takdir yetkisine göre düzenleyebileceği bir alan bırakırken, Anayasanın
öngördüğü yönetimin yargısal denetiminin etkinliğini engellemeyecek nesnel
kurallara bağlaması gerektiğini vurgulamaktadır.
İptali istenen birinci
fıkrada ise konuyla ilgili genel kurallar düzenlenmeden, asli düzenleme
yetkisinin İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığına bırakıldığı
yani asli düzenleme yetkisinin Anayasanın 6, 7 ve 8 inci maddelerine aykırı
olarak yürütmeye devredildiği görülmektedir.
Diğer yandan Anayasanın
128 inci maddesinde devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görüleceği; memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve
ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği bildirilirken, il
özel idarelerinde görev alan kamu görevlilerinin kadrolarına ilişkin
hususların belirlenmesi yetkisinin kanunla, Anayasanın 128 inci maddesi göz
ardı edilerek, İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığına verilmiş
olması, kuşkusuz kanunla düzenleme gereğinin karşılanması anlamına gelmemektedir.
Bir hususun kanunla düzenlenmiş sayılabilmesi için, düzenlenen konunun en
azından temel ilkelerinin kanunda gösterilmiş olması gerekmektedir. Böyle bir
düzenleme kanunla yapılmadan yürütmeye verilecek bir düzenleme yetkisi, asli
düzenleme yetkisi niteliğini taşıyacak ve yukarıda açıklandığı gibi,
Anayasanın 6, 7 ve 8 inci maddelerine aykırı bir yetki devri görünümü
taşıyacaktır.
Anayasanın
2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık, yasaların üstünde yasa Koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri
ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk
devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya il, evrensel hukuk
ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Anayasanın çeşitli
maddelerine aykırı olan bir düzenlemenin hukuk devleti ilkesine ve Anayasanın
11 inci maddesindeki hukukun üstünlüğü ilkesine de aykırı olacağı açıktır.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, 5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 36 ncı maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde, “norm
kadro ilke ve standartları İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı
tarafından müştereken belirlenir” hükmü Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesine, 6 ncı
maddesindeki, hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir
Devlet yetkisi kullanamaz kuralına, 7 nci
maddesindeki yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesine, 8 ve 123 üncü
maddelerindeki yürütmenin ve idarenin kanuniliği ilkelerine, 11 inci
maddesindeki hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesine ve 128 inci
maddesindeki kurallara aykırı olup, iptali gerekmektedir.
13) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 36 ncı Maddesinin
Altıncı Fıkrasının Son Cümlesindeki “kadroları kaldırılmış veya kadrolarına
zorunlu sebeplerle atama yapılmış ise durumlarına uygun bir kadroya”
İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 36 ncı maddesinde yapılan
düzenlemeye göre, kamu kurum ve kuruluşlarında -istihdam edilen memurlar, il
özel idarelerinin birim müdürü ve üstü yönetici kadrolarında
görevlendirilebileceklerdir. İl özel idarelerinde bu şekilde istihdam
edilenler, kurumlarından izinli sayılacak, bu personelin görevlendirildikleri
kadroya ait her türlü mali hakları ile kurumları tarafından karşılanması
gereken sosyal güvenlik ve benzeri hakları il özel idaresi tarafından
ödenecektir. İzinli oldukları müddet, terfi ve emekliliklerinde hesaba katılacak
ve terfi haklarını kazananlar başkaca bir işleme lüzum kalmaksızın terfi
ettirilecektir. Bu şekilde görevlendirilenler, görevlendirme süresinin sona
ermesinden itibaren on beş gün içerisinde yazılı olarak kurumlarına
başvurmaları halinde en geç bir ay içinde kadrolarına, kadroları kaldırılmış
veya zorunlu sebeplerle kadrolarına atama yapılmış ise, durumlarına uygun
kadroya atanacaktır.
Anayasanın 128 inci
maddesinde, kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülmesi, memurların ve diğer kamu
görevlilerinin niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin,
haklarının ve yükümlülüklerinin, aylık, ödenek ve diğer özlük işlerinin
yasayla düzenlenmesi kurala bağlanmıştır.
Genel idare esaslarına
göre yürütülen kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerde
kadro esastır. 657 sayılı yasaya göre memur; mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın,
devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre
yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilendir.
Memurlar ve diğer kamu
görevlileri için bir kadroya atama işlemine gerek vardır. Atama, hukuki
açıdan şart işlemdir. İI Özel İdaresi Kanunundaki düzenlemede, il özel
idaresinde görevlendirilecek personelin izinli olduğu belirtilmiştir. Kadrosunda
izinli olan memurun, kadrosuna bir başkasının da atanabilmesi, bu durumda da,
kadroda izinli olmaya devam etmesi, aynı kadroda iki kişinin istihdam
edilebileceğini göstermektedir ki bu, Anayasanın 128 inci maddesinin
öngördüğü biçimde memur istihdamına, memurların güvenceli statüde
çalıştırılması ilkesine aykırıdır.
Diğer yandan,
kadrosunda izinli sayılan memurun kadrosuna o izinde iken bir başkasının
atanabilmesine imkan tanınması veya kadrosunun
kaldırılması, izinli memurun kadrosuna ilişkin kazanılmış haklarının ihlali
anlamına gelecektir. Böyle bir durum ise, hukuk devleti adı verilen yönetim
biçimi ile bağdaşmaz.
Anayasanın
2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti, bütün
işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu
sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu
geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa ve hukuk kurallarına bağlılığa özen
gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da
uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasanın bulunduğu bilinci
olan devlettir.
İptali istenen ibare
Anayasanın 128 inci maddesinin yanı sıra, kazanılmış hakların ihlaline yol
açacağı için hukuk devleti ilkesine ve bu ilkeyi ifade eden Anayasanın 2 nci maddesine de aykırıdır.
Anayasanın çeşitli
hükümlerine aykırı olan bir hükmün, Anayasanın 11 inci maddesinde yer alan
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile bağdaşmayacağı da açıktır.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, 5302 sayılı İI Özel İdaresi Kanununun “Norm kadro ve
personel istihdamı” başlıklı 36 ncı maddesinin
altıncı fıkrasının son cümlesindeki “kadroları kaldırılmış veya zorunlu
sebeplerle kadrolarına atama yapılmış ise, durumlarına uygun bir kadroya”
ibaresi, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine, 11 inci maddesindeki hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkesine ve 128 inci maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
14) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 36 ncı Maddesinin
Son Fıkrasının İlk Cümlesindeki “başarı durumlarına göre toplam memur
sayısının % 10’unu ve” İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
5302 Sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 36 ncı maddesinin son fıkrasında,
il özel idaresi memurlarına başarı durumlarına göre, toplam memur sayısının %
10’unu geçmemek üzere, encümen kararı ile yılda en fazla iki ikramiye
verilmesi öngörülmüştür.
Başarılı memur sayısı,
toplam memur sayısının % 10’undan fazla sayıda olabilir. 5302 sayılı Kanun
ile yapılan bu düzenleme yüzünden, aynı derecede başarılı olan memurların bir
kısmı yılda iki kez ikramiye alabilecek, bir kısmı ise, salt % 10 barajına
takıldıkları için aynı derecede başarılı olmalarına rağmen ikramiye
alamayacaklardır.
Durumları aynı olanlar
arasında farklı uygulamalar yapılması sonucunu doğuracak olan söz konusu
düzenleme, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır.
Anayasanın 10 uncu
maddesine göre, yasa önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar
için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin
yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım
yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
Eşitliğe aykırı
sonuçlar yaratabilecek böyle bir düzenleme, kuşkusuz Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesi ile de
bağdaşmayacaktır. Çünkü hukuk devletinin temel unsurlarından birisi
eşitliktir. Diğer taraftan söz konusu düzenleme “başarının” ölçütlerini
koymadığı için başarılı memuru belirlemeyi taktire
bırakmakta ve böylece keyfiliğe imkan hazırlamaktadır. Keyfilik ise hukuk
devleti ilkesi ile bağdaşmayacak olan bir başka durumdur.
Anayasanın herhangi bir
maddesine aykırı olan bir hüküm, Anayasanın 11 inci maddesindeki Anayasanın
bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesi ile de bağdaşmaz.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun “Norm kadro ve
personel istihdamı” başlıklı 36 ncı maddesinin son
fıkrasındaki “başarı durumlarına göre, toplam memur sayısının yüzde onunu ve”
ibaresi, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine, 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine ve 11 inci
maddesindeki hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesine aykırı olup, iptal
edilmesi gerekmektedir.
15) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 38 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının
İlk Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 38 inci maddesinde, denetimin kapsamı ve türleri
belirlenmiştir.
Bu maddenin birinci
fıkrasının ilk cümlesinde, “İl özel idarelerinde iç ve dış denetim yapılır”
denilmektedir.
5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 38 inci maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde; il
özel idarelerinde yapılacak denetim, iç ve dış denetim olarak belirtilmiş,
denetimin üçüncü unsuru olan “teftiş ve soruşturma” dan
hiç söz edilmemiştir.
Kanunun 38 inci
maddesinin tümüne bakıldığında, “teftiş ve soruşturma” nın,
iç ve dış denetime ek olarak denetimin üçüncü unsuru olarak ele alınmadığı ve
dışlandığı görülmektedir.
Ayrıca, Kanunun 38 inci
maddesinin ikinci fıkrasının atıfta bulunduğu 5018 sayılı Kanunda da, iç
denetim kapsamında teftiş ve soruşturma fonksiyonlarına yer verilmemiştir.
Kamu hizmetlerinin daha
iyi, daha etkin ve daha verimli kılınması için alınacak önlemlerin
araştırılmasına yönelik olarak yürütülen teftiş hizmeti, iç kontrollerin
denetimi amacıyla yürütülen iç denetimden farklıdır. Farklılık, özellikle
kamu hizmetlerinin sunumundaki usulsüzlüklerin ve yolsuzlukların ortaya
çıkarılması, soruşturulması, bunların önlenmesi işlevi ile belirginlik
kazanır.
5018 sayılı Kanunun 64
üncü maddesinde iç denetçilerin, denetim sırasında veya denetim sonuçlarına
göre soruşturma açılmasını gerektirecek bir duruma rastladıklarında ilgili
idarenin en üst amirine bildirecekleri yazılıdır. İç denetçilere verilen bu
görevin, herhangi bir yolsuzluk ve usulsüzlüğü doğrudan incelemek ve
soruşturmak yetkisi ile ilgili olmadığı açıktır.
Görüldüğü gibi 5302
sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 38 inci maddesindeki, “iç denetim”, “teftiş
ve soruşturma”yı içermemekte; 5018 sayılı Yasa’da tanımı yapılan iç denetim
de, teftiş ve soruşturma yetkisini kapsamamaktadır.
Gerek 5302 sayılı İl
Özel İdaresi Kanununda, gerekse 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol
Kanununda il özel idarelerindeki teftiş kurulları ile ilgili hiçbir düzenleme
yoktur. Teftiş kurulları ortadan kaldırılmış ama iç denetimi yapacak olan iç
denetçilere teftiş ve soruşturma yapma yetkisi verilmemiştir.
Oysa,
merkezi yönetim gibi yerel yönetimler de denetim elemanları aracılığı ile
yolsuzlukları ve usulsüzlükleri saptamak ve önlemlerini almakla yükümlüdür.
5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 38 inci maddesinde belirtilen dış denetim, 5018 sayılı
Kanunda Sayıştay tarafından yapılacak harcama sonrası denetim olarak
tanımlanmıştır. Sayıştay tarafından yapılacak dış denetiminin, teftiş
kurullarının ortadan kaldırılmasından doğan boşluğu doldurması mümkün
değildir. Çünkü, Sayıştay’a verilen hukuka uygunluk,
mali ve performans denetimi yetkisinin teftiş ve soruşturma yetkisi ile
uzaktan yakından ilgisi yoktur.
5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 38 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre İçişleri
Bakanlığı’nın, vali veya görevlendireceği memurların yapacağı denetim de
teftiş kurullarınca kullanılan teftiş ve soruşturma yetkisinden farklıdır.
Dikkat edilirse bu şekilde yapılan denetim, mali işlemler dışındaki işlerin,
idarenin bütünlüğüne ve kalkınma planı ve stratejilerine uygunluğu açısından
yapılan bir denetimdir.
5018 sayılı Kanunun 77 nci maddesinde İçişleri Bakanlığı’na verilen; mahalli idarelerin
mali yönetim ve kontrol sistemlerini, mali karar ve işlemlerini mevzuata
uygunluk açısından teftiş ettirme yetkisi, mali yönetim ve kontrol
sistemlerinin tümüyle zaafa uğradığı, belirgin yolsuzluk veya kamu zararına
yönelik emarelerin ortaya çıktığı durumda kullanılacak bir yetkidir. Oysa, yolsuzluk ve kamu zararı, mali yönetim ve kontrol
sisteminin güçlü olduğu veya hiçbir belirgin emarenin ortaya çıkmadığı
durumlarda da söz konusu olabilir.
Kaldı ki, 5018 sayılı
Kanunun 77 nci maddesindeki yetki, merkezi
yönetimin yerel yönetimler üzerinde idarenin bütünlüğü açısından zorunlu olan
vesayet yetkisi çerçevesinde gerçekleştirilen bir yetkidir. Bu yetki teftiş
ve soruşturma yetkisini tam olarak içermiş olsa idi bile, merkezi yönetimin
vesayet yetkisi çerçevesinde yerel yönetimler üzerinde gerçekleştirdiği bir
denetim olduğu için, yönetimin kendi kendini denetleme işlevi yerine geçen
bir denetim değildir.
Denetimle ilgili böyle
bir düzenlemenin nihai amacının kamu yararı olmayacağı ortadadır. Bu
düzenleme başka bir amaca, denetimi etkisizleştirmek amacına yöneliktir. Bir
hukuk devletinde, tüm yasama ve yürütme işlemlerinin nihai amacı, kamu
yararıdır.
Anayasa Mahkemesi
E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında “Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi,
hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek
... biçimde kullanılamaz” denilmektedir.
İptali istenen hükme
göre iç denetim, teftiş ve soruşturmayı içermediği gibi 5018 sayılı Yasa’da
iç denetçiler, gerekli olan mesleki güvenceyle de donatılmamışlardır. İç
denetçilerin güvenceye sahip olmamaları, görevin bağımsız bir şekilde her
türlü etkiden uzak yapılmasını dolayısı ile kamu yararının gerçekleşmesini de
engellemektedir.
5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 38 inci maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde yer
alan “İl özel idarelerinde iç ve dış denetim yapılır” hükmü, il özel
idarelerinde yapılması gereken teftiş ve soruşturmayı dışladığından, bu
düzenleme, hizmetin gereklerine uygun değildir ve bu nedenle de kamu yararını
ortadan kaldırmakta ve engellemektedir.
Kamu yararı amacına
yönelik olmayan, kamu yararını ortadan kaldıran ve engelleyen bir yasama
işlemi, hukuk devleti ilkesine aykırı düşer.
Çünkü,
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti,
bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik
koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu
geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa ve hukuk kurallarına bağlılığa özen
gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da
uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasanın bulunduğu bilinci
olan ve tüm işlemlerinde kamu yararı amacına yönelik bulunan devlettir.
Diğer yandan,
Anayasanın çeşitli hükümlerine aykırı olan bir hükmün, Anayasanın 11 inci
maddesinde yer alan Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile
bağdaşmayacağı da açıktır.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle, 5302 sayılı İI Özel İdaresi Kanununun “Denetimin kapsamı ve
türleri” başlıklı 38 inci maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ve 11
inci maddesindeki hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine aykırı olup,
iptali gerekmektedir.
16) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 38 inci Maddesinin İkinci Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
22.02.2005 tarih ve
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 38 inci maddesinin ikinci fıkrasında, “İç
ve dış denetim 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu hükümlerine
göre yapılır” hükmüne yer verilmiştir.
Bilindiği gibi, 5018
sayılı Kanun 10.12.2003 tarihinde kabul edilerek 24.12.2003 tarihinde Resmi
Gazete’de yayınlanmıştır. Bu Kanunun yürürlük maddesindeki hükümler, Kanunun
geçici maddeleri ile 30, 66, 67 ve 80 inci maddeleri hariç diğer maddelerinin
01.01.2005 tarihinde yürürlüğe girmesini öngörmüştür.
2005 Mali Yılı Bütçe
Kanununun “kısmen ve tamamen uygulanmayacak hükümler” başlıklı 37 nci maddesinin (j) bendindeki hükümler, 5018 sayılı
Kanunun “bütçe uygulamasına ilişkin hükümleri” nin
yürürlüğünü 01.01.2006 tarihine ertelemiştir.
Bütçe Kanunundaki bu
erteleme hükmü ile yetinilmeyerek, 2005 Mali Yılı Bütçe Kanununun 37 nci maddesinin (j) bendinin (4) nolu
alt bendindeki düzenleme ile; 5018 sayılı Kanunun
Geçici 9 uncu maddesindeki “diğer kanunlarla 1050 sayılı Kanuna yapılan
atıflar, bu Kanuna yapılmış sayılır” şeklindeki düzenlemenin, “diğer
kanunlarla 1050 sayılı Kanunun bütçe hazırlığına ilişkin hükümlerine yapılan
atıflar, bu Kanuna yapılmış sayılır” şeklinde uygulanması hükme bağlanmıştır.
Bütün
bunlar şu anlama gelmektedir: 2005 Mali Yılı Bütçe Kanununun “kısmen ve
tamamen uygulanmayacak hükümler” başlıklı 37 nci
maddesinin (j) bendindeki hükümlerle, 5018 sayılı Kanunun “bütçe uygulamasına
ilişkin hükümleri” nin yürürlüğü 01.01.2006
tarihine ertelenirken, 5018 sayılı Kanunun “bütçe hazırlığına ilişkin
hükümlerinin” 01.01.2005 tarihinden itibaren yürürlüğe sokulması
amaçlanmıştır.
Ancak, yapılan
düzenleme ile söz konusu amaca ulaşılamamış ve tam bir kargaşa yaratılmıştır.
Çünkü, Bütçe Kanununun 37 nci
maddesinin (j) bendinin (4) nolu alt bendindeki
düzenleme o kadar karışık ve hiçbir anlamı olmayan bir düzenlemedir ki, bu
hükmün 5018 sayılı Kanunun bütçenin hazırlığı ile ilgili hükümlerini
yürürlüğe soktuğunu söylemek de mümkün değildir.
Ayrıca, 5018 sayılı
Kanunun hangi hükümlerinin bütçenin hazırlığı ile ilgili, hangi hükümlerinin
bütçenin uygulanması ile ilgili olduğu açık ve net olarak belli değildir.
Örneğin, iç denetimin bazı hükümleri bütçenin hazırlığı ile,
bazı hükümleri bütçenin uygulanması ile ilgilidir. Bazı hükümleri ise,
harcama sonrası döneme ilişkindir. Sayıştay denetimi ise, ne bütçenin hazırlığı
ile ne de, bütçenin uygulanması ile ilgilidir.
Öte yandan, bütçe
görüşmeleri sırasında dile getirilen görüşler ve halihazırdaki
uygulamalar, 5018 sayılı Kanunun büyük bir bölümünün yürürlüğünün bütçe
kanunu ile ertelendiğini açıkça göstermektedir.
Özet olarak ifade etmek
gerekirse, 5272 sayılı Kanunun ikinci fıkrasında yer alan, “iç ve dış denetim
5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre yapılır”
hükmü, yürürlüğe girmeyen bir kanuna atıfta bulunan bir hükümdür.
Yürürlüğe girmemiş bir
düzenlemeye dayanılarak, il özel idarelerinde iç ve dış denetim yapacaklara
yetki ve görev vermek, bir başka deyişle denetim yapacakların yetki ve
görevlerini söz konusu hükümler yürürlüğe girene kadar yasal dayanaktan
yoksun bırakmak yasama tekniğine uygun düşmemektedir. Bu durum hukuk devleti
ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
Çünkü atıfta bulunulan
hükümler yürürlüğe girene kadar, yetki ve görevlerin yasal dayanağı
olmayacağı için iç ve dış denetim imkanı
kalmamaktadır. Denetim olanağını kaldıran bir düzenleme ile ise, denetimin
kanuna uygun bir şekilde yürütülmesinden, dolayısı ile hukuk devleti adı
verilen yönetim biçiminin gerçekleştirildiğinden söz edilemez. Çünkü Anayasanın 2 nci maddesinde yer
alan hukuk devleti, bütün işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu
başlıca geçerlik koşulu sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı
amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı
duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa ve hukuk
kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da uymak zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile
Anayasanın bulunduğu bilinci olan devlettir.
Diğer yandan,
Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı olan bir hükmün, Anayasanın 11 inci
maddesinde yer alan Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile
bağdaşmayacağı da açıktır.
Yukarıda açıklanan
nedenlerle, 22.02.2005 tarih ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun “Denetimin
kapsamı ve türleri” başlıklı 38 inci maddesinin ikinci fıkrası, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ve 11 inci maddesindeki
hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine aykırı olup, iptali
gerekmektedir.
17) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 45 inci Maddesinin İkinci Fıkrasının
Birinci Cümlesinin Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 45
inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde il genel meclisinin
bütçe tasarısını kabulü ile ilgili düzenleme yapılmış; ancak bütçenin kabulü
kararı üzerinde vesayet denetimi ile ilgili bir hükme yer verilmeyerek, il
genel meclisinin bütçe ile ilgili kararının üzerinde vesayet denetimi söz
konusu olmadan doğrudan geçerliği sağlanmıştır.
Yerel yönetimler
üzerinde merkezi idarenin vesayet denetimi, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerinde şekillendirilen idari vesayet ve
idarenin bütünlüğü ilkelerine dayalı, merkeziyetçi tekil devlet modelinin bir
gereğidir. Aksi takdirde idarenin bütünlüğü ilkesi yaşama geçirilemez.
Söz konusu düzenleme
ile bütçenin kabulü kararı ile ilgili bir vesayet denetimi uygulamasının
ortadan kaldırılmış olması, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerinde şekillendirilmiş olan idari vesayet ve idarenin bütünlüğü
ilkelerine dayalı, merkeziyetçi tekil devlet modeline aykırıdır.
Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenleme Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerinde ifade
edilmiş bulunan hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleriyle
de bağdaşmaz. Yukarıda belirtilen nedenlerle Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve
127 nci maddelerine aykırı olan 5302 sayılı Kanunun
45 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinin iptal edilmesi
gerekmektedir.
18) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 47 nci Maddesinin
Birinci Fıkrasının İkinci Cümlesi ile İkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde kesin
hesabın il genel meclisi tarafından karara bağlanacağı; ikinci fıkrasında
ise, kesin hesabın görüşülmesinde, bütçeye ilişkin hükümlerin uygulanacağı
bildirilmiştir. Bu düzenlemeler il genel meclisinin vesayet denetimi söz
konusu olmadan kesin hesabı görüşüp, kesin bir biçimde karara bağlayacağını
göstermektedir.
Yerel yönetimler
üzerinde idari vesayet, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerinin gereğidir. İdari vesayeti ortadan kaldıran, uygulamaya sokmayan
bir düzenleme, Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerinde şekillendirilmiş bulunan merkeziyetçi tekil devlet modeline, bu
modelin temel unsurlarından olan idarenin bütünlüğü ve idari vesayet
ilkelerine aykırıdır.
Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenleme, Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerinde
belirtilmiş olan hukuk devleti, Anayasanın ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle
de bağdaşmaz.
Bu nedenlerle 5302
sayılı Kanunun 47 nci maddesinin Anayasanın 2, 11,
123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı olan birinci
fıkrasının ikinci cümlesi ile ikinci fıkrasının iptal edilmesi gerekmektedir.
19) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanununun “Bütçe” Başlığını Taşıyan 48 inci
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
İl özel idaresi bütçesi
ile muhasebe işlemlerine ilişkin esas ve usullerin belirlenmesine ilişkin
ilkeler konusunda her hangi bir düzenleme maddede yer almamaktadır. Bu
nedenle, bu konudaki usul ve esasları belirleyen bir yönetmelik, asli
düzenleme yapmış olacaktır. Halbuki Anayasaya göre,
Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında, yürütmenin asli düzenleme yetkisi
yoktur; yürütme Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacak ve yerine
getirilecek bir yetki ve görevdir. Anayasanın 8 inci maddesinde ifade edilmiş
olan bu ilke, yürütmenin ancak kanun ile asli olarak düzenlenmiş bir alanda
düzenleme yetkisi kullanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Anayasanın 7 nci maddesine göre ise, asli düzenleme yetkisi,
TBMM’nindir ve devredilemez. Devredildiği takdirde, kökenini Anayasadan
almayan bir yetki olur ve Anayasanın 6 ncı maddesine
aykırı düşer.
Kanunda bir hususun
yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesi, o hususun kanunla düzenlenmiş
olduğu anlamına gelmez. Kanunla yapılmış bir düzenlemeden söz edilebilmesi
için, o hususun en azından temel ilkelerinin kanunda gösterilmesi gerekir.
İptali istenen 48 inci
madde, yukarıda belirtildiği üzere, yürütmenin kanuniliği ilkesine aykırı
olarak yürütmeye asli düzenleme yapmak imkanı
tanıdığı için Anayasanın 8 inci maddesine; yasamaya ait olan asli düzenleme
yetkisini yürütmeye devrettiği için Anayasanın 7 nci
maddesine; böyle bir yetki Anayasaya dayanmadığı için Anayasanın 6 ncı maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasaya aykırı bir
hükmün hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ve
dolayısıyla Anayasanın 2 ve 11 inci maddeleriyle bağdaşmayacağı da açıktır.
Açıklanan nedenlerle
22.02.2005 tarih ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 48 inci maddesi
Anayasanın 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı olup,
iptali gerekmektedir.
20) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı Kanunun 51 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
5302 sayılı Kanunun 51
inci maddesinin birinci fıkrasında, (a), (b), (c), (d), (e) ve (f) bentleri
çerçevesinde yapılan düzenlemelerle İI Özel İdaresinin borçlanma ve tahvil
ihracı yetkisine ilişkin esaslar gösterilmiş; ancak borçlanma ve tahvil
ihracı kararlarının üzerinde valinin onayı gibi bir uygulamadan yani vesayet
denetiminin gerçekleştirilmesinden söz edilmemiştir. Bu düzenleme biçimi, İI
Özel İdaresinin borçlanma ve tahvil çıkarmaya valinin onayı olmaksızın karar
verebileceğini göstermektedir. Böyle bir düzenlemenin merkezi idarenin
vesayet yetkilerini daraltacağı ve Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerinde şekillendirilmiş olan idarenin bütünlüğü
ve idari vesayet ilkelerine dayalı, merkeziyetçi tekil devlet modelinden
uzaklaşılmasına yol açacağı ortadadır.
Böyle bir durum ise
Anayasanın 123, 126 ve 127 nci maddelerine
aykırıdır. Anayasanın herhangi bir maddesine aykırı bir düzenleme Anayasanın
2 ve 11 inci maddelerinde belirtilen hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleriyle de bağdaşmaz. Bu nedenlerle 5302 sayılı Kanunun 51 nci maddesinin, Anayasaya aykırı biçimde il özel
idaresine borçlanma ve tahvil çıkartma yetkisini tanıyan ve yetkinin kullanım
esaslarını belirleyen (a), (s), (c), (d), (e), (f) bentlerinden oluşan
birinci fıkrasının iptal edilmesi gerekmektedir:
21) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun “Şirket kurulması” Başlığını Taşıyan 52
nci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
22.02.2005 tarih ve
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 52 nci
maddesinde, il özel idaresinin kendisine verilen görev ve hizmet alanlarında,
ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre sermaye şirketleri kurabilecekleri
düzenlenmiştir.
Bu düzenlemenin doğal
sonucu, il özel idaresinin bütün hizmetlerinin şirketler kurularak
verilebilir hale getirilmesidir. Bu düzenlemenin bir başka doğal sonucu,
herhangi bir sınırlama ve hizmetler arasında herhangi bir ayrım yapılmadan
yerel tüm kamu hizmetlerinin özel hukuk hükümlerine tabi şirketler aracılığı
ile yapılabilir hale gelmesidir. İl özel idaresinin “kamu gücü”, “kamu
otoritesi” kullanarak yürüttüğü asli ve sürekli kamu hizmetlerine ilişkin
görevlerin bütünüyle, hiçbir sınırlama olmadan şirketler eliyle yürütülmesi
veya bu kamu hizmetlerinin idari bir işlemle özel hukuk kişisine
devredilmesi, Anayasanın 127 nci maddesinde
belirtilen yerel yönetimlerin amacına ve varlık nedenine aykırıdır.
Ortak ve yerel
gereksinimleri karşılayacak kamu hizmetlerini görmek üzere oluşturulmuş yerel
yönetimlerin, üstlendikleri kamu hizmetlerini, özel hukuk hükümlerine tabi
şirketler kurmak suretiyle bu şirketlere yaptırmasına imkan
tanıyan bir düzenlemenin kamu yararı amacına yönelik olduğu da savunulamaz.
Çünkü böyle bir düzenleme kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine ve ticari
amaçlı bir hale gelmesine yol açarak, vatandaşa parasız sunulması asıl olan
bu hizmetlerin kar amaçlı sunulmasına neden olacaktır. Bunun sonucunda da tüm
vatandaşların yararlanmasına açık olması gereken hizmetler, ancak bedelini
ödeyenler tarafından ulaşılabilecek hizmetlere dönüşecektir. Böyle bir
durumun kamu yararına değil, ticari amaçlara yönelik olduğu ve kamu yararını
ortadan kaldırıcı veya engelleyici bir nitelik taşıdığı ortadadır.
Yasama erkinin nihai
amacı kamu yararı olmayan, kamu yararını ortadan kaldırıcı ve engelleyici
düzenlemeler yapmak için kullanılması, Anayasanın 2 nci
maddesinde ifade edilmiş olan hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Çünkü bir
hukuk devletinde tüm devlet erklerinin yönelmesi gereken nihai amaç, kamu
yararıdır.
Kamu hizmetlerinin bu
şekilde Belediyelerin oluşturacağı şirketlerce görülmesine imkan
tanıyan bir düzenleme, yukarıda da ifade edildiği gibi Anayasanın 127 nci maddede sözü edilen yerel yönetim ilkesi ile de
çelişir.
Diğer yandan Anayasanın
47 nci maddesinde devlet ve kamu tüzelkişileri
tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerin özelleştirilebilmesine imkan tanınırken, bunun ancak kanunla ve kanunda da hangi
hizmetlerin özelleştirilebileceğinin açıkça gösterilmesi yoluyla yapılabileceği
bildirilmiştir.
İptali istenen hükümde
olduğu gibi, hangi hizmetleri görmek üzere şirket kurulabileceği
belirtilmeden, genel bir yetkilendirme doğrultusunda Belediyelere hangi
hizmetleri kuracağı şirketler aracılığı ile yürüteceğini belirleme imkanını tanıyan bir düzenleme ise kuşkusuz, Anayasanın 47
nci maddesindeki özelleştirme ilkeleriyle uyum
halinde olamaz.
Anayasanın çeşitli
hükümlerine aykırı olan bir düzenlemenin, Anayasanın 11 inci maddesinde yer
alan Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile bağdaşmayacağı da
açıktır.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, 22.02.2005 tarih ve 5302 sayılı İI Özel İdaresi
Kanununun 52 nci maddesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ve 11 inci maddesindeki
hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine, Anayasanın 47 nci maddesindeki özelleştirme ilkesine, Anayasanın 127 nci maddesindeki yerel yönetim tanımı ve yerel yönetim
ilkesine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
22) 22.02.2005 Tarih ve
5302 Sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 54 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
İptali istenen 54 üncü
maddenin ikinci fıkrasında bu madde gereğince takas ve mahsup işlemlerine ilişkin
esas ve usullerin, İçişleri Bakanlığının olumlu görüşü alınarak, Maliye
Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle düzenleneceği
öngörülmüştür.
İl
özel idaresinin; 4749 sayılı Kanun kapsamındaki Hazine alacakları hariç olmak
üzere, genel bütçeli kuruluşlardan, sosyal güvenlik kuruluşlarından, mahalli
idarelerden ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarından olan özel hukuk ve kamu
hukukuna tâbi alacak ve borçlarının takas ve mahsup işlemlerine ilişkin esas
ve usulleri belirleyen ilkeler konusunda her hangi bir düzenleme, maddede yer
almamaktadır. Bu nedenle, bu konudaki usul ve esasları belirleyen bir
yönetmelik, asli düzenleme yapmış olacaktır. Halbuki
Anayasaya göre, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında, yürütmenin asli
düzenleme yetkisi yoktur; yürütme Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılacak ve yerine getirilecek bir yetki ve görevdir. Anayasanın 8 inci
maddesinde ifade edilmiş olan bu ilke, yürütmenin ancak kanun ile asli olarak
düzenlenmiş bir alanda düzenleme yetkisi kullanabileceğini açıkça ortaya koumaktadır.
Anayasanın 7 nci maddesine göre ise, asli düzenleme
yetkisi, TBMM’nindir ve devredilemez. Devredildiği takdirde, kökenini
Anayasadan almayan bir yetki olur ve Anayasanın 6 ncı
maddesine aykırı düşer.
Kanunda bir hususun yönetmelikle
düzenleneceğinin belirtilmesi, o hususun kanunla düzenlenmiş olduğu anlamına
gelmez. Kanunla yapılmış bir düzenlemeden söz edilebilmesi için, o hususun en
azından temel ilkelerinin kanunda gösterilmesi gerekir.
İptali istenen 54 üncü
maddenin ikinci fıkrası, yukarıda belirtildiği üzere, yürütmenin kanuniliği
ilkesine aykırı olarak, yürütmeye asli düzenleme yapmak imkanı
tanıdığı için Anayasanın 8 inci maddesine; yasamaya ait olan asli düzenleme
yetkisini yürütmeye devrettiği için Anayasanın 7 nci
maddesine; böyle bir yetki Anayasaya dayanmadığı için Anayasanın 6 ncı maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasaya aykırı bir
hükmün hukuk devleti, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ve
dolayısıyla Anayasanın 2 ve 11 inci maddeleriyle bağdaşmayacağı da açıktır.
Açıklanan nedenlerle
22.02.2005 tarih ve 5302 sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 54 üncü maddesinin
ikinci fıkrası Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci
maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA
İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1)
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 3 üncü maddesinin (a) fıkrasındaki
iptali istenen ibare; 7 nci maddenin kenar
başlığındaki iptali istenen ibare ile bu maddenin birinci fıkrası; 10 uncu
maddesi; 11 inci maddenin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi ile bu maddenin
üçüncü fıkrasında yer alan ve iptali istenen ibareler; 13 üncü maddesinin
birinci fıkrası; 15 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile bu
maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları; 18 inci maddenin dördüncü ve beşinci
fıkraları; 25 inci maddesinin ikinci fıkrası; 35 inci maddesinin birinci
fıkrasının birinci cümlesindeki iptali istenen ibare ile bu maddenin ikinci
ve üçüncü fıkraları; 47 nci maddenin birinci
fıkrasının ikinci cümlesi ile bu maddenin ikinci fıkrası; 51 inci maddenin
birinci fıkrası; Anayasanın 123, 126 ve 127 nci
maddelerinde oluşturulan ve merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde
vesayet yetkisinin bulunduğu idarenin bütünlüğü ilkesine dayalı, merkeziyetçi
tek yapılı devlet modeline aykırı düşmektedir.
Bu Anayasaya aykırı
hüküm ve ibarelerin uygulanması halinde giderilmesi olanaksız hukuki durum ve
zararlar doğacaktır.
2) 5302 sayılı İI özel
İdaresi Kanununun 6 ncı maddesinin ikinci
fıkrasının (a) ve (b) bendinde yer alan genel ve soyut kavramlarla, “sağlık”,
“tarım”, “sanayi ve ticaret”, “toprağın korunması”, “erozyonun önlenmesi”, “bayındırlık
ve iskan” “sosyal hizmet ve yardımlar”, “çevre”, “kültür”,
“turizm”, “gençlik ve spor” ibareleri ve “ile diğer” ibaresi yüzünden sağlık,
tarım, sanayi ve ticaret, bayındırlık ve iskan, sosyal hizmet ve yardımlar,
çevre, kültür, turizm, gençlik ve spora ve eğitime ilişkin tüm hizmetlerin il
özel yönetimlerinin görevi içine alındığı ve il özel yönetimlerinin bu
görevler bakımından genel yetkili idare olarak belirlendiği görülmektedir.
Görevler, il özel
idarelerine soyut ve genel ifadelerle verilince, nelerin mahalli müşterek
ihtiyaç olduğuna il özel idaresi karar verecektir. Bu genel ve soyut
kavramların içeriğinin belirlenmesinde il özel yönetimlerinin yetkili
organlarının etkili olması kaçınılmazdır. Bu durum, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci, 123 üncü, 126 ncı
ve 127 nci maddelerindeki kurallara açıkça
aykırıdır ve söz konusu maddenin uygulanması, sonradan giderilmesi olanaksız
zarar ve durumlara neden olacaktır.
3)
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 10 uncu maddesinin (n) bendi ile
yapılan düzenleme, belediye birlikleri kurma konusunda Bakanlar Kurulu izni
gereğine atıfta bulunmadan doğrudan doğruya Belediye Meclisine yetki verdiği
için açıkça Anayasanın 2 nci, 11 inci ve 127 nci maddelerine aykırıdır ve uygulanması halinde ileride
giderilmesi güç ya da olanaksız zararlar doğurabilecektir.
4) 5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 34 üncü maddesi hükmü ile,
görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma
açılan il özel idaresi organlarının veya bu organların üyelerinin, geçici bir
önlem olarak kesin kadar görevden uzaklaştırılabileceği hükme bağlanmış;
görevden uzaklaştırma kararının gözden geçirilmesi ve kaldırılması ile ilgili
hususlar belirtilmiş; ancak görevden uzaklaştırma, görevden uzaklaştırmanın
gözden geçirilmesi ve kaldırılması yetkilerinin hangi makama ait olduğu
gösterilmemiştir. Böyle bir düzenleme Anayasanın 8, 11 ve 127 nci maddesine açıkça aykırı olduğu gibi belirlilik,
genellik, soyutluk ve öngörülebilirlik özellikleri taşımaması nedeniyle hukuk
devleti ilkesi ile de bağdaşmadığından uygulanması halinde ileride
giderilmesi güç yada olanaksız zararlar doğabileceği
kuşkusuzdur.
5) 5302 Sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 36 ncı maddesinin birinci
fıkrasının ilk cümlesindeki, “Norm kadro ilke ve standartları İçişleri
Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı tarafından müştereken belirlenir”
hükmü ile, norm kadronun ilke ve standartları konusunda
hiçbir temel düzenleme yapılmadan İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığına yetki devrinde bulunulmuştur. Kadro ile ilgili konular, diğer
özlük işleri kapsamına girdiği için Anayasanın 128 inci maddesinin ikinci
fıkrası gereğince kanunla düzenlenmesi gereken bir konudur. Anayasada kanunla
düzenleneceği öngörülen konular, yasama organından başka bir organ tarafından
düzenlenemez. Anayasanın 2, 6, 7, 8, 11, 123 ve 128 inci maddelerine açıkça
aykırı olan bu hükmün uygulanması, sonradan giderilmesi olanaksız zarar ve
durumlara neden olacaktır.
6)
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun “Norm Kadro ve Personel İstihdamı”
başlıklı 36 ncı maddesinin altıncı fıkrasının son
cümlesindeki “kadroları kaldırılmış veya zorunlu sebeplerle kadrolarına atama
yapılmış ise, durumlarına uygun bir kadroya” ibaresi, kadrosunda izinli olan
memurun, kadrosunun kaldırılmasını veya kadrosuna bir başkasının da
atanabilmesini, yani aynı kadroda iki kişinin istihdam edilebilmesini
olanaklı kılmaktadır. Anayasanın 2, 11 ve 128 inci maddelerine açıkça
aykırı olan, kazanılmış hakları korumayan; Anayasanın öngördüğü biçimde memur
istihdamı ve memurların güvenceli statüde çalıştırılması ilkesiyle
bağdaşmayan bu hükmün uygulanması halinde, sonradan giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve durumların doğacağı kuşkusuzdur.
7) 5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanununun 36 ncı maddesinin son fıkrasında,
il özel idaresi memurlarına başarı durumlarına göre, toplam memur sayısının %
10’unu geçmemek üzere, encümen kararı ile yılda en fazla iki ikramiye
verilmesi öngörülmüştür. Aynı derecede başarılı olan memurların bir kısmı
yılda iki kez ikramiye alabilecek, bir kısmı ise, salt % 10 barajına
takıldıkları için aynı derecede başarılı olmalarına rağmen ikramiye
alamayacaklardır. Durumları aynı olanlar arasında farklı uygulamalar
yapılması sonucunu doğuracak ve başarılı sayılmanın ölçütlerini göstermeyen
ve Anayasanın 2, 10 ve 11 inci maddelerine açıkça aykırı bu düzenlemenin
uygulanması halinde, sonradan giderilmesi güç yada
olanaksız zarar ve durumların doğacağı açıktır.
8) 5302 sayılı İI Özel
İdaresi Kanununun 38 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, “il
özel idarelerinde iç ve dış denetim yapılır” denilmektedir. Teftiş ve soruşturma
yetkisini içermeyen yolsuzluk ve usulsüzlüklerle mücadeleyi etkisizleştiren,
hizmetin gereklerine, kamu yararına ve Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerine
uygun olmayan bu hükmün uygulanması halinde, sonradan giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve durumlar doğacaktır.
9) 5302 sayılı İI Özel
İdaresi Kanununun 38 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, “iç ve dış
denetim 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre
yapılır” hükmüyle, yürürlüğe girmemiş bir düzenlemeye dayanılarak, il özel
idarelerinde iç ve dış denetim yapacaklara yetki ve görev verildiğinden,
Anayasanın 2 ve 11 inci maddelerindeki hukuk devleti, Anayasanın ve hukukun
üstünlüğü ilkelerine açıkça aykırı bu hükmün uygulanması halinde, belli bir
sure için denetim imkansızlaşacağı için, sonradan
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumların doğacağı açıktır.
10) 5302 sayılı İI Özel
İdaresi Kanununun 48 inci maddesinde, İl özel idaresi bütçesi ile muhasebe
işlemlerine ilişkin esas ve usullerin belirlenmesine ilişkin ilkeler
konusunda her hangi bir düzenleme yapılmamıştır. Yönetmelikle yürütmeye
tanınan düzenleme yetkisi, yasada gerekli asli düzenlemeler yapılmadığı için
doğrudan bir asli düzenleme yetkisi görünümünde olup, yasama yetkisinin
Anayasaya aykırı biçimde yürütmeye devri anlamını taşıdığından, Anayasanın 2,
6, 7, 8 ve 11 inci maddelerine açıkça aykırı olan bu hükmün uygulanması
halinde, sonradan giderilmesi güç yada olanaksız
zarar ve durumların doğacağı şüphesizdir.
11) 5302 sayılı İI Özel
İdaresi Kanununun 52 nci maddesinde, il özel
idaresinin kendilerine verilen görev ve hizmet alanlarında, ilgili mevzuatta
belirtilen usullere göre sermaye şirketleri kurulabilecekleri düzenlenmiştir.
Anayasanın 2, 11, 47 ve 127 nci maddelerine açıkça
aykırı olan bu düzenlemenin doğal sonucu, herhangi bir sınırlama ve hizmetler
arasında herhangi bir ayrım yapılmadan yerel tüm kamu hizmetlerinin özel
hukuk hükümlerine tabi şirketler aracılığı ile yapılabilir hale gelmesidir.
Yasa ile il özel idarelerine verilen kamu hizmeti görevinin idari bir işlemle
ve Anayasaya açıkça aykırı olarak özel hukuk kişisine devredilmesi halinde,
sonradan giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve
durumların doğacağı şüphesizdir.
12)
5302 sayılı İI Özel İdaresi Kanununun 54 üncü maddesinin ikinci fıkrasında il
özel idaresinin; 4749 sayılı Kanun kapsamındaki Hazine alacakları hariç olmak
üzere, genet bütçeli kuruluşlardan, sosyal güvenlik
kuruluşlarından, mahalli idarelerden ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarından
olan özel hukuk ve kamu hukukuna tâbi alacak ve borçlarının takas ve mahsup
işlemlerine ilişkin esas ve usulleri belirleyen ilkeler konusunda her hangi
bir düzenleme, maddede yer almamaktadır. Yönetmelikle yürütmeye
tanınan düzenleme yetkisi, yasada gerekli asli düzenlemeler yapılmadığı için
doğrudan bir asli düzenleme yetkisi görünümünde olup, yasama yetkisinin
yürütmeye devri anlamını taşıdığından, Anayasanın 2, 6, 7, 8 ve 11 inci
maddelerine açıkça aykırı olan bu hükmün uygulanması halinde, sonradan
giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve durumların
doğabilecektir
Açıkça
Anayasaya aykırı oldukları gerekçemizde etraflıca gösterilip yukarıda kısaca
yinelenen söz konusu hükümlerin uygulanması halinde ortaya çıkacak ve
giderilmesi olanaksız durum ve zararların önlenebilmesi, kazanılmış hakların,
hukukun ve Anayasanın üstünlüğünün korunabilmesi için ve Anayasal düzenin en
kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın
gereği olduğundan; yukarıda belirtilen hükümlerin iptali için yürürlüklerinin
iptal davası sonuçlanıncaya kadar durdurulması da istenerek Anayasa
Mahkemesine iptal davası açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan
gerekçelerle 22.02.2005 tarih ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun;
1) 3 üncü maddesinin
(a) bendindeki “idari ve mali özerkliğe sahip” ibaresinin, Anayasanın 2 nci, 11 inci, 123 üncü, 126 ncı
ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,
2) 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “Sağlık”,
“tarım”, “sanayi ve ticaret”, “bayındırlık ve iskan”,
“toprağın korunması”, “erozyonun önlenmesi” “sosyal hizmet ve yardımlar” ile
(b) bendinde yer alan “çevre”, “kültür”, “turizm” ve “gençlik ve spor”
ibarelerinin, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 nci, 123 üncü, 126 ncı ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,
3) 7 nci maddenin birinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 11 inci, 123 üncü, 126 ncı
ve 127 nci maddelerine ve bu maddenin kenar
başlığında yer alan “imtiyazları” ibaresinin de, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan,
4) 10 uncu maddesinin,
Anayasanın 2 nci, 11 inci, 123 üncü, 126 ncı ve 127 nci maddelerine
aykırı olduğundan,
5) 11 inci maddesinin
birinci fıkrasının üçüncü cümlesindeki “meclis başkanını” ibaresinin ve
üçüncü fıkrasındaki “meclis başkanlığı” ibaresinin Anayasanın 2 nci, 11 inci, 123 üncü, 126 ncı
ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,
6) 13 üncü maddesinin
birinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 11 inci, 123
üncü, 126 ncı ve 127 nci
maddelerine aykırı olduğundan,
7) 15 inci maddenin
birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile ikinci ve üçüncü fıkralarının, Anayasanın
2, 11, 123, 126 ve 127 nci maddelerine aykırı
olduğundan,
8) 18 inci maddesinin
dördüncü ve beşinci fıkralarının, Anayasanın 2 nci,
11 inci, 123 üncü, 126 ncı ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,
9) 25 inci maddenin
olan ikinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 11 inci,
123 üncü, 126 ncı ve 127 nci
maddelerine aykırı olduğundan,
10) 34 üncü maddesinin,
Anayasanın 2 nci, 8 inci, 11 inci ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,
11) 35 inci maddesinin
birinci fıkrasının birinci cümlesindeki “genel sekreterlik” ibaresi ile bu
maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarının, Anayasanın 2 nci,
11 inci, 123 üncü, 126 ncı ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,
12) 36 ncı maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinin,
Anayasanın 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci, 11 inci, 123 üncü ve 128 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
13) 36 ncı maddesinin altıncı fıkrasının son cümlesindeki “kadroları
kaldırılmış veya zorunlu sebeplerle kadrolarına atama yapılmış ise,
durumlarına uygun bir kadroya” ibaresinin, Anayasanın 2 nci,
11 inci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan,
14) 36 ncı maddesinin son fıkrasındaki “başarı durumlarına göre,
toplam memur sayısının % 10’unu ve” ibaresinin, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan,
15) 38 inci maddesinin
birinci fıkrasının ilk cümlesinin, Anayasanın 2 nci
ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan,
16) 38 inci maddesinin
ikinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 11 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
17) 45 inci maddesinin
ikinci fıkrasının birinci cümlesinin, Anayasanın 2 nci,
11 inci, 123 üncü, 126 ncı ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan,
18) 47 nci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinin ve
ikinci fıkrasının Anayasanın 2, 11, 123, 126 ve 127 nci
maddelerine aykırı olduğundan,
19) 48 inci maddesinin,
Anayasanın 2 nci, 6 ncı,
7 nci, 8 inci ve 11 inci maddelerine aykırı
olduğundan,
20) 51 inci maddesinin
birinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 11 inci, 123
üncü, 126 ncı ve 127 nci
maddelerine aykırı olduğundan,
21) 52 nci maddesinin, Anayasanın 2 nci,
11 inci, 47 nci ve 127 nci
maddelerine aykırı olduğundan,
22) 54 üncü maddesinin
ikinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci ve 11 inci
maddelerine aykırı olduğundan,
iptallerine ve uygulanmaları halinde sonradan
giderilmesi güç yada olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.”
II- YASA METİNLERİ
A - İptali İstenilen
Yasa Kuralları
22.2.2005 günlü, 5302 sayılı İl Özel
İdaresi Kanunu’nun iptali istenilen fıkra, bent, bölüm ve ibareleri de içeren
maddeleri şöyledir:
1- “MADDE 3- Bu Kanunun uygulanmasında;
a)
İl özel idaresi: İl halkının mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak
üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan,
idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisini,
b)
İl özel idaresinin organları: İl genel meclisini, il encümenini ve valiyi,
İfade
eder.”
2-
“MADDE 6- İl özel idaresi mahallî
müşterek nitelikte olmak şartıyla;
a) Sağlık, tarım, sanayi
ve ticaret; ilin çevre düzeni plânı, bayındırlık
ve iskân, toprağın korunması, erozyonun önlenmesi, sosyal hizmet ve yardımlar,
yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları; ilk
ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı
ile diğer ihtiyaçlarının
karşılanmasına ilişkin hizmetleri il sınırları içinde,
b)
İmar, yol, su, kanalizasyon, katı atık, çevre,
acil yardım ve kurtarma, kültür,
turizm, gençlik ve spor; orman köylerinin desteklenmesi, ağaçlandırma,
park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri belediye sınırları dışında,
Yapmakla
görevli ve yetkilidir.
İl
çevre düzeni plânı; valinin koordinasyonunda, büyükşehirlerde
büyükşehir belediyeleri, diğer illerde il
belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte yapılır. İl çevre düzeni plânı
belediye meclisi ile il genel meclisi tarafından onaylanır.
Hizmetlerin
yerine getirilmesinde öncelik sırası, il özel idaresinin malî durumu, hizmetin
ivediliği ve verildiği yerin gelişmişlik düzeyi dikkate alınarak belirlenir.
İl
özel idaresi hizmetleri, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun
yöntemlerle sunulur. Hizmet sunumunda özürlü, yaşlı, düşkün ve dar
gelirlilerin durumuna uygun yöntemler uygulanır.
Hizmetlerin
diğer mahallî idareler ve kamu kuruluşları arasında bütünlük ve uyum içinde
yürütülmesine yönelik koordinasyon o ilin valisi tarafından sağlanır.
4562
sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığına ve
organize sanayi bölgelerine tanınan yetki ve sorumluluklar bu Kanun kapsamı
dışındadır.”
3- “MADDE 7- İl özel
idaresinin yetkileri ve imtiyazları şunlardır:
a) Kanunlarla verilen görev ve hizmetleri yerine
getirebilmek için her türlü faaliyette bulunmak, gerçek ve tüzel kişilerin
faaliyetleri için kanunlarda belirtilen izin ve ruhsatları vermek ve
denetlemek.
b) Kanunların il özel idaresine verdiği yetki
çerçevesinde yönetmelik çıkarmak, emir vermek, yasak koymak ve uygulamak,
kanunlarda belirtilen cezaları vermek.
c) Hizmetlerin yürütülmesi amacıyla, taşınır ve taşınmaz
malları almak, satmak, kiralamak veya kiraya vermek, takas etmek, bunlar
üzerinde sınırlı aynî hak tesis etmek.
d) Borç almak ve bağış kabul etmek.
e) Vergi, resim ve harçlar dışında kalan ve miktarı yirmibeşmilyar Türk Lirasına kadar olan dava konusu
uyuşmazlıkların anlaşmayla tasfiyesine karar vermek.
f) Özel kanunları gereğince il özel idaresine ait vergi,
resim ve harçların tarh, tahakkuk ve tahsilini yapmak.
g) Belediye sınırları dışındaki gayri sıhhî müesseseler
ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerine ruhsat vermek ve denetlemek.
İl özel idaresi, hizmetleri ile ilgili olarak, halkın
görüş ve düşüncelerini belirlemek amacıyla kamuoyu yoklaması ve araştırması yapabilir.
İl özel idaresinin mallarına karşı suç işleyenler Devlet
malına karşı suç işlemiş sayılır.
İl özel idaresinin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde
edilen gelirleri, vergi, resim ve harçları, şartlı bağışlar ve kamu
hizmetlerinde fiilen kullanılan malları haczedilemez.
4 - “MADDE 10- İl genel meclisinin görev ve yetkileri şunlardır:
a) Stratejik
plân ile yatırım ve çalışma programlarını, il özel idaresi faaliyetlerini ve
personelinin performans ölçütlerini görüşmek ve karara bağlamak.
b) Bütçe ve kesinhesabı kabul etmek, bütçede kurumsal kodlama yapılan
birimler ile fonksiyonel sınıflandırmanın birinci düzeyleri arasında aktarma
yapmak.
c) İl çevre
düzeni plânı ile belediye sınırları dışındaki alanların imar plânlarını
görüşmek ve karara bağlamak.
d) Borçlanmaya
karar vermek.
e) Bütçe içi
işletmeler ile Türk Ticaret Kanununa tâbi ortaklıklar kurulmasına veya bu
ortaklıklardan ayrılmaya, sermaye artışına ve gayrimenkul yatırım ortaklığı
kurulmasına karar vermek.
f) Taşınmaz mal
alımına, satımına, trampa edilmesine, tahsisine, tahsis şeklinin
değiştirilmesine veya tahsisli bir taşınmazın akar haline getirilmesine izin;
üç yıldan fazla kiralanmasına ve süresi yirmibeş
yılı geçmemek kaydıyla bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesisine karar
vermek.
g) Şartlı
bağışları kabul etmek.
h) Vergi, resim
ve harç dışında kalan miktarı beşmilyardan yirmibeşmilyar Türk Lirasına kadar ihtilaf konusu olan
özel idare alacaklarının anlaşma ile tasfiyesine karar vermek.
i) İl özel
idaresi adına imtiyaz verilmesine ve il özel idaresi yatırımlarının yap-işlet
veya yap-işlet-devret modeli ile yapılmasına, il özel idaresine ait şirket,
işletme ve iştiraklerin özelleştirilmesine karar vermek.
j) Encümen
üyeleri ile ihtisas komisyonları üyelerini seçmek.
k) İl özel
idaresi tarafından çıkarılacak yönetmelikleri kabul etmek.
l) Norm kadro
çerçevesinde il özel idaresinin ve bağlı kuruluşlarının kadrolarının ihdas,
iptal ve değiştirilmesine karar vermek.
m) Yurt
içindeki ve yurt dışındaki mahallî idareler ve mahallî idare birlikleriyle
karşılıklı işbirliği yapılmasına karar vermek.
n) Diğer
mahallî idarelerle birlik kurulmasına, kurulmuş birliklere katılmaya veya
ayrılmaya karar vermek.
o) İl özel
idaresine kanunlarla verilen görev ve hizmetler dışında kalan ve ilgililerin
isteğine bağlı hizmetler için uygulanacak ücret tarifesini belirlemek.
5- “MADDE 11- İl genel meclisi, seçim sonuçlarının ilânını izleyen
beşinci gün kendiliğinden toplanır. Bu toplantıda meclise en yaşlı üye
başkanlık eder. Meclis, bu toplantıda, üyeleri arasından ve gizli oyla meclis
başkanını, meclis birinci ve ikinci başkan vekillerini, ikisi yedek olmak
üzere dört katip üyeyi ilk iki yıl için görev yapmak
üzere seçer. İlk iki yıldan sonra seçilecek başkanlık divanı, yapılacak ilk
mahallî idareler seçimlerine kadar görev yapar.
Meclis
başkanlık divanı seçimi üç gün içinde tamamlanır.
Meclis
başkanlığı ve başkanlık divanında boşalma olması durumunda, kalan süreyi
tamamlamak üzere, yenisi seçilir.
İl genel
meclisine meclis başkanı, bulunmaması durumunda meclis birinci başkan vekili,
onun da bulunmaması durumunda ikinci başkan vekili başkanlık eder.
Meclis başkanı,
meclis çalışmalarında düzeni sağlamakla yükümlüdür.
İl genel
meclisinin çalışmalarına ilişkin esas ve usuller İçişleri Bakanlığı tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
6- “MADDE 13- Gündem, meclis başkanı tarafından belirlenir ve üyelere en az üç
gün önceden bildirilir. Valinin önerdiği hususlar gündeme alınır. Gündem,
çeşitli yollarla da halka duyurulur.
İl genel
meclisi üyeleri de il özel idaresine ait işlerle ilgili konuların gündeme
alınmasını önerebilir. Öneri, toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kabul
edildiği takdirde gündeme alınır.”
7- “MADDE 15- İl genel meclisi
tarafından alınan kararların tam metni, en geç beş gün içinde valiye
gönderilir. Vali, hukuka aykırı gördüğü kararları, yedi gün içinde
gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere il genel meclisine iade
edebilir. Valiye gönderilmeyen meclis kararları yürürlüğe girmez.
Yeniden görüşülmesi istenilmeyen
kararlar ile yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam
sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar kesinleşir.
Vali, meclisin ısrarı ile kesinleşen
kararlar aleyhine on gün içinde idarî yargıya başvurabilir.
Kesinleşen il genel meclisi karar
özetleri toplantıyı izleyen en geç yedi gün içinde çeşitli yollarla halka
duyurulur.”
8- “MADDE 18- İl genel meclisi soru, genel görüşme ve faaliyet
raporunu değerlendirme yollarıyla bilgi edinme ve denetim yetkisini kullanır.
Meclis üyeleri,
meclis başkanlığına önerge vererek il özel idaresi işleriyle ilgili konularda
sözlü veya yazılı soru sorabilir. Soru, vali veya görevlendireceği kişi
tarafından sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılır.
İl genel
meclisi üyelerinin en az üçte biri, meclis başkanlığına istekte bulunarak il
özel idaresinin işleriyle ilgili bir konuda mecliste genel görüşme açılmasını
isteyebilir. Bu istek, meclis tarafından kabul edildiği takdirde gündeme
alınır.
Vali, mart ayı
toplantısında bir önceki yıla ait faaliyet raporunu meclise sunar.
Faaliyet
raporundaki açıklamalar, meclis üye tam sayısının dörtte üç çoğunluğuyla
yeterli görülmezse, yetersizlik kararıyla görüşmeleri kapsayan tutanak,
meclis başkanı tarafından gereği yapılmak üzere İçişleri Bakanlığına
gönderilir.”
9- “MADDE 25- İl encümeni
valinin başkanlığında, il genel meclisinin her yıl kendi üyeleri arasından
bir yıl için gizli oyla seçeceği beş üye ile biri malî hizmetler birim amiri
olmak üzere valinin her yıl birim amirleri arasından seçeceği beş üyeden
oluşur.
Valinin
katılamadığı encümen toplantısına genel sekreter başkanlık eder.
Encümen
toplantılarına gündemdeki konularla ilgili olarak, ilgili birim amirleri vali
tarafından oy hakkı olmaksızın görüşleri alınmak üzere çağrılabilir.”
10- “MADDE 34- Görevleriyle ilgili
bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan il özel
idaresi organları veya bu organların üyeleri, geçici bir önlem olarak kesin
hükme kadar görevden uzaklaştırılabilir.
Görevden uzaklaştırma önlemi iki
ayda bir gözden geçirilir. Devamında kamu yararı bakımından yarar görülmeyen
görevden uzaklaştırma önlemi kaldırılır.
Soruşturma veya
kovuşturma sebebiyle görevden uzaklaştırılan il özel idaresi organları veya
bu organların üyeleri hakkında; 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanuna göre soruşturma izni verilmemesi, takipsizlik,
kamu davasının düşmesi veya beraat kararı verilmesi, davanın genel af ile
ortadan kaldırılması veya görevden düşürülmeyi gerektirmeyen bir suçla mahkûm
olunması durumunda görevden uzaklaştırma önlemi kaldırılır.”
11 - “MADDE 35- İl özel idaresi teşkilatı; genel sekreterlik, malî
işler, sağlık, tarım, imar, insan kaynakları,
hukuk işleri birimlerinden oluşur.
İlin nüfusu,
fiziki ve coğrafi yapısı, ekonomik, sosyal, kültürel özellikleri ile gelişme
potansiyeli dikkate alınarak norm kadro sistemine ve ihtiyaca göre
oluşturulacak diğer birimlerin kurulması, kaldırılması veya birleştirilmesi
il genel meclisinin kararıyla olur. Bu birimler büyükşehir
belediyesi olan illerde daire başkanlığı ve müdürlük, diğer illerde müdürlük
şeklinde kurulur.
Genel sekreter,
il özel idaresi hizmetlerini vali adına ve onun emirleri yönünde, mevzuat
hükümlerine, il genel meclisi ve il encümeni kararlarına, il özel idaresinin
amaç ve politikalarına, stratejik plan ve yıllık çalışma programına göre
düzenler ve yürütür. Bu amaçla il özel idaresi kuruluşlarına gereken emirleri verir ve bunların
uygulanmasını gözetir ve sağlar.
Genel
sekreter yukarıda belirtilen hizmetlerin yürütülmesinden valiye karşı sorumludur.
Toplam nüfusu
3.000.000’a kadar olan illerde, ihtiyaca göre en fazla iki, nüfusu bunun
üzerinde olan illerde en fazla dört genel sekreter yardımcılığı kadrosu ihdas
edilebilir.
İlçelerde, özel
idare işlerini yürütmek amacıyla kaymakama bağlı ilçe özel idare teşkilâtı
oluşturulabilir.”
12 - “MADDE 36- Norm
kadro ilke ve standartları İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı
tarafından müştereken belirlenir. Bu
ilke ve standartlar çerçevesinde norm kadro çalışmasını il özel idaresi yapar
veya yaptırır.
İl
özel idaresi personeli, vali tarafından atanır ve ilk toplantıda il genel
meclisinin bilgisine sunulur.
İl
özel idareleri, norm kadro unvan ve sayıları dahilinde
olmak kaydıyla, çevre, sağlık, veterinerlik, teknik, hukuk, sosyal ve
ekonomi, kültür ve sanat, bilişim ve iletişim, plânlama, araştırma ve
geliştirme, eğitim ve danışmanlık alanlarında; tabip, uzman tabip, veteriner,
avukat, mühendis, çözümleyici ve programcı, mimar, ebe, hemşire, teknisyen ve
tekniker gibi ihtiyaç duydukları uzman ve teknik personeli, sözleşme ile
çalıştırabilir. Bu şekilde sözleşmeli olarak çalıştırılacakların,
yürütecekleri hizmete ilişkin nitelikleri taşımaları şarttır. Sözleşmeli
personel eliyle yürütülen hizmetlere ilişkin boş kadrolara ayrıca atama
yapılamaz.
Üçüncü
fıkra hükmü uyarınca istihdam edileceklerin ücret miktarları, yılları Bütçe
Kanununda belirlenecek ücret tavanını aşmamak üzere Bakanlar Kurulu
tarafından belirlenen sınırlar içerisinde il genel meclisi tarafından
belirlenir. Bu şekilde çalıştırılacaklara her ne ad altında olursa olsun
sözleşme ücreti dışında herhangi bir ödeme yapılamaz ve ücret mahiyetinde
aynî ya da nakdî menfaat temin edilemez. Söz konusu personel hakkında bu
Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda vize hariç 14.7.1965 tarihli ve 657
sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (B) fıkrasına göre
istihdam edilenler hakkındaki hükümler uygulanır.
Genel
Sekreterlik kadrosuna atananlar, büyükşehir
belediyesi bulunan illerde genel idare hizmetleri sınıfına dahil
bakanlık genel müdürü, diğer illerde ise genel idare hizmetleri sınıfına
dahil müstakil daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm haklardan
aynen yararlanırlar; bunlar valinin teklifi ve İçişleri Bakanlığının onayı
ile atanır.
Kamu
kurum ve kuruluşlarında istihdam edilmekte olan memurlar, valinin talebi,
kendilerinin isteği ve kurumlarının muvafakatiyle il özel idarelerinin birim
müdürü ve üstü yönetici kadrolarında görevlendirilebilirler. Bu şekilde
görevlendirmelerde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 68 inci maddesinin
(B) bendinde öngörülen şartlar dikkate alınır. İl özel idarelerinde bu
şekilde istihdam edilen kamu kurum ve kuruluşları personeli kurumlarından
izinli sayılırlar. Bu personelin görevlendirildikleri süre zarfındaki,
görevlendirildikleri kadroya ait her türlü malî hakları ile kurumları
tarafından karşılanması gereken sosyal güvenlik ve benzeri diğer hakları il
özel idaresi tarafından ödenir. İzinli oldukları müddet, terfi ve
emekliliklerinde hesaba katılır ve terfi haklarını kazananlar başkaca bir
işleme lüzum kalmaksızın terfi ettirilirler. Bu şekilde görevlendirilenler,
görevlendirme süresinin sona ermesinden itibaren onbeş
gün içerisinde yazılı olarak eski kurumlarına başvurmaları halinde en geç bir
ay içerisinde kadrolarına, kadroları
kaldırılmış veya kadrolarına zorunlu sebeplerle atama yapılmış ise
durumlarına uygun bir kadroya atanırlar.
Genel
sekreter olarak atanan mülki idare amirlerinin bu görevde geçen süreleri
meslekî kıdemlerinde geçmiş sayılır. Bu şekilde atananlar genel sekreterlik
görevinin sona ermesinden itibaren bir ay içerisinde İçişleri Bakanlığı
tarafından meslekî kıdemlerine uygun görevlere atanırlar.
Sözleşmeli
ve işçi statüsünde çalışanlar hariç olmak üzere il özel idaresi memurlarına, başarı durumlarına göre toplam memur
sayısının %10’unu ve Devlet memurlarına uygulanan aylık katsayısının
20000 gösterge rakamı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarı geçmemek üzere,
çalıştıkları sürelerle (hastalık ve yıllık izinleri dahil)
orantılı olarak, encümen kararı ile yılda en fazla iki kez ikramiye
ödenebilir. Büyükşehir belediyelerinin olduğu yerlerde bu rakam 30000 olarak
uygulanır.”
13 - “MADDE 38- İl özel
idarelerinde iç ve dış denetim yapılır. Denetim, iş ve işlemlerin hukuka
uygunluk, malî ve performans denetimini kapsar.
İç ve dış denetim 5018 sayılı Kamu
Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre yapılır.
Ayrıca,
il özel idaresinin malî işlemler dışında kalan diğer idarî işlemleri,
idarenin bütünlüğüne ve kalkınma plânı ve stratejilerine uygunluğu açısından
İçişleri Bakanlığı, vali veya görevlendireceği elemanlar tarafından da
denetlenir.
İl
özel idarelerine bağlı kuruluş ve işletmeleri yukarıdaki esaslara göre
denetlenir.
Denetime
ilişkin sonuçlar kamuoyuna açıklanır ve meclisin bilgisine sunulur.”
14 - “MADDE 45- Vali tarafından hazırlanan bütçe tasarısı eylül ayı
başında il encümenine sunulur. Encümen, bütçeyi inceleyerek görüşüyle
birlikte kasım ayının birinci gününden önce il genel meclisine sunar.
İl genel
meclisi bütçe tasarısını yıl başından önce aynen
veya değiştirerek kabul eder. Ancak, meclis bütçe denkliğini bozacak biçimde
gider artırıcı ve gelir azaltıcı değişiklikler yapamaz.”
15 - “MADDE 47-
Her yıl bütçesinin kesin hesabı, vali tarafından hesap döneminin bitiminden
sonra gelen mart ayı içinde encümene sunulur. Kesin hesap il genel meclisinin
mayıs ayı toplantısında görüşülerek karara bağlanır.
Kesin hesabın
görüşülmesi ve kesinleşmesinde, bütçeye ilişkin hükümler uygulanır.”
16 - “MADDE 48-
İl özel idaresi bütçesi ile muhasebe işlemlerine ilişkin esas ve
usuller Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığı tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
17 - “MADDE 51- İl özel idaresi, görev ve hizmetlerinin gerektirdiği
giderleri karşılamak amacıyla aşağıda belirtilen usul ve esaslara göre
borçlanma yapabilir ve tahvil ihraç edebilir:
a) Dış
borçlanma, 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi
Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde ve sadece il özel idaresinin yatırım
programında yer alan projelerin finansmanı amacıyla yapılabilir.
b) İller
Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredi kullanan il özel idaresi, ödeme
plânını bu bankaya sunmak zorundadır. İller Bankası hazırlanan geri ödeme
plânını yeterli görmediği il özel idaresinin kredi isteklerini reddeder.
c) Tahvil
ihracı, yatırım programında yer alan projelerin finansmanı için ve ilgili
mevzuat hükümleri uyarınca yapılır.
d) İl özel
idaresi ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin %50’sinden fazlasına
sahip oldukları şirketlerin faiz dahil iç ve dış
borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213 sayılı
Vergi Usul Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarını
aşamaz. Bu miktar büyükşehir belediyesi bulunan
illerin özel idareleri için bir buçuk kat olarak uygulanır.
e) İl özel idaresi ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin
%50’sinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, en son kesinleşen bütçe gelirlerinin,
213 sayılı Vergi Usul Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranıyla
artırılan miktarının yılı içinde toplam %10’unu geçmeyen iç borçlanmayı il
genel meclisinin kararı; %10’u geçen miktarlar için meclis üye tam sayısının
salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığının onayı ile yapabilir.
f) İl özel
idarelerinin ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt
yapı yatırımlarında Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine
Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmalar (d)
bendindeki miktarın hesaplanmasında dikkate alınmaz. Dış kaynak gerektiren
projelerde Hazine Müsteşarlığının görüşü alınır.
Yukarıda
belirtilen usul ve esaslara aykırı olarak borçlanan il özel idaresi sorumluları
hakkında, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda Türk Ceza
Kanununun 240 ıncı maddesi hükümleri uygulanır.
İl özel
idaresi, varlık ve yükümlülüklerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı malî
tablolarını üçer aylık dönemler halinde İçişleri ve Maliye bakanlıkları ile
Devlet Plânlama Teşkilatı ve Hazine müsteşarlıklarına gönderir.”
18 - “MADDE 52- İl özel idaresi kendisine verilen görev ve hizmet
alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre sermaye şirketleri
kurabilir.”
19 - “MADDE 54-
4749 sayılı Kanun kapsamındaki
Hazine alacakları hariç olmak üzere, il özel idaresinin, genel bütçeli
kuruluşlardan, sosyal güvenlik kuruluşlarından, mahalli idarelerden ve diğer
kamu kurum ve kuruluşlarından olan özel hukuk ve kamu hukukuna tâbi alacak ve
borçları takas ve mahsup edilir. Bu kurum ve kuruluşların bütçelerine yeterli
ve gerekli ödenek konulur.
Bu madde gereğince takas ve mahsup
işlemlerine ilişkin esas ve usuller, İçişleri Bakanlığının olumlu görüşü
alınarak, Maliye Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle
düzenlenir.”
B- Dayanılan Anayasa
Kuralları
Dava dilekçelerinde,
Anayasa’nın başlangıç hükümleri ile 2., 5., 6., 7.,
8., 10., 11., 47., 123., 126., 127. ve 128. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, 17.3.2005 ve 7.4.2005 tarihlerinde yapılan
ilk inceleme toplantılarında, dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin bu konudaki raporun
hazırlanmasından sonra karara bağlanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV- BİRLEŞTİRME
KARARI
16.01.2007 günlü esas
inceleme toplantısında, 22.2.2005
günlü, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun; 3.,
7., 10., 11., 13., 15., 18., 25., 35., 45., 47., 51. ve 52. maddelerinin
iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemiyle
açılan 2005/27 Esas sayılı davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle,
2005/32 Esas sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasının kapatılmasına, esas
incelemenin 2005/32 Esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçeleri ve
ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen Yasa kuralları,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A– GENEL AÇIKLAMA
22.02.2005
günlü, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun bazı kurallarının iptali
istemiyle açılan davada ileri sürülen savlar, Anayasa’nın öngördüğü üniter devlet yapısına, idarenin yasallığı ve bütünlüğü
ile yerinden yönetim ilkelerine ve idari vesayet yetkisine dayandırılmaktadır.
Anayasa’nın
“BAŞLANGIÇ” kısmında, “… Hiçbir
faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle
bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk
milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve
medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin
gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya
kesinlikle karıştırılamayacağı…”; 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk Devletidir.”; 3.
maddesinde, “Türkiye Devleti, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür. …”; 4. maddesinde, “ Anayasanın … 3 üncü maddesi hükümleri
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” hükmü yer almış; 5. maddesinde de, Türk Milleti’nin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumanın, Devlet'in
temel amaç ve görevlerinden olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın
3. maddesinde devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu
belirtilerek onun üniter bir yapıda olduğu
vurgulanmıştır.
Anayasa’nın 123. maddesinde, idarenin kuruluş ve görevleriyle bir
bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği öngörüldükten sonra, idarenin kuruluş
ve görevlerinin, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı
hükme bağlanmış, kamu tüzelkişiliğinin, ancak kanunla veya kanunun açıkça
verdiği yetkiye dayanılarak kurulacağı belirtilmiş ve idari yapı içinde yer
alan kurumların bir bütünlük içerisinde çalışması öngörülmüştür. Bu
kurumların, idarenin bütünlüğü ilkesinin gereği olarak denetlenmeleri hiyerarşik
denetim ve idari vesayet yoluyla gerçekleşebilmekte ve burada geçen “İdare”
kavramı da, sadece merkezi idareyi ve onun taşradaki uzantılarını değil,
yerel yönetimleri ve kamu tüzel kişiliğine sahip çeşitli kamu kurumlarını ve
bütün bu teşkilatın personelini de kapsamaktadır.
İdarenin
bütünlüğü, tekil devlet modelinin yönetim alanındaki temel ilkesidir. Bu
ilke, idari işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
bir bütün oluşturduğunu anlatmaktadır. İdarenin bütünlüğü, merkezin denetimi
ve gözetimi ile hayata geçirilmekte ve yönetimde bütünlüğü sağlamak için
başlıca üç hukuksal araç, hiyerarşi, yetki genişliği ve idari vesayet
kullanılmaktadır.
Bunlardan
hiyerarşi, merkezî yönetim içinde yer alan örgütler ve bunlara bağlı birimler
arasındaki, idari vesayet ise merkezi yönetim ile yerinden yönetim
kuruluşları arasındaki bütünleşmeyi sağlamakta, ayrışmayı, farklılaşmayı ve
kopmayı önlemektedir. Hiyerarşi ve idari vesayete ek olarak, idarenin
bütünlüğünün gerçekleşmesini sağlayan üçüncü hukuksal araç da, merkezi
idarenin taşra teşkilatının başındaki amirlerin, merkezden emir ve talimat
beklemeksizin, kendi başlarına merkez adına karar alabilme yetkilerini ifade
eden ve illerin yönetimini düzenleyen yetki genişliği ilkesidir.
Anayasa’nın “Merkezi idare” başlıklı 126. maddesinde,
Türkiye’nin, merkezi idare kuruluşu bakımından, coğrafi durumuna, ekonomik
şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, illerin de diğer
kademeli bölümlere ayrılacağı, illerin idaresinin yetki genişliği esasına
dayanacağı, kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla,
birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatının kurulabileceği, bu
teşkilatın görev ve yetkilerinin kanunla düzenleneceği öngörülmüştür.
Buna
göre, merkezi idarenin ülke genelinde temsili, il yönetimleriyle sağlanmaktadır.
İllerin yönetimi de, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nda öngörülen esaslara
göre yürütülmektedir. Bu Kanun, temel olarak illerin ve ilçelerin
yönetimindeki temel işleyiş kurallarını ve bu alandaki idari işlevlerin
yerine getiriliş biçimini düzenlemiştir.
Anayasa’nın “Mahalli idareler” başlıklı 127. maddesinde ise,
mahalli idarelerin; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar
organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan kamu tüzelkişileri oldukları, kuruluş ve görevleri ile
yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği,
seçimlerinin, Anayasa’nın 67. maddesindeki esaslara göre beş yılda bir
yapılacağı, kanunun, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri
getirebileceği, seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına
ilişkin itirazların çözümünün ve kaybetmeleri konusundaki denetimin yargı
yolu ile olacağı, ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında
soruşturma veya kovuşturma açılan mahallî idare organları veya bu organların
üyelerini, İçişleri Bakanının, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar
uzaklaştırabileceği, merkezî idarenin, mahallî idareler üzerinde, mahallî
hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu
görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî
ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve
usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu belirtilmiş, mahalli
idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile kendi aralarında
Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmalarının, görevleri, yetkileri, maliye
ve kolluk işleri ve merkezî idare ile karşılıklı bağ ve ilgilerinin kanunla
düzenleneceği, bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları
sağlanacağı öngörülmüştür.
127.
maddenin birinci fıkrasında karar
organlarının seçim
yoluyla işbaşına gelmeleri öngörülerek, kamu tüzel kişileri olan bu
kuruluşların idari özerklik
kazanmaları sağlanmaktadır. Aynı maddenin beşinci fıkrasında ise, merkezi
idareye, yerel yönetimler üzerinde idari
vesayet yetkisi tanınarak özerkliğin mutlak ve sınırsız olmadığı
öngörülmektedir.
Yerel
yönetimlere idari ve mali özerklik tanınmış olmasına karşın, 1924 yılından
itibaren Anayasalarımızda, merkezi yönetime, yerinden yönetim kuruluşlarını
denetleme yetkisi verilmiş ve bu yetki Anayasa’da idari vesayet olarak
somutlaştırılmıştır.
Anayasa’nın
127. maddesinin 5. fıkrasında yer alan hükme göre idari vesayet; merkezî
idarenin, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü
ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması,
toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması
amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde sahip olduğu
yetkidir.
Anılan
fıkrada, merkezi yönetim yerel yönetimler üzerinde idari vesayet “ … yetkisine sahiptir.”
denilerek, merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde vesayet yetkisini
kullanıp kullanmayacağı yasakoyucunun takdirine
bırakılmamış, bu zorunlu kılınmıştır. Ayrıca anılan fıkrada, idari
vesayet yetkisinin, hukuka uygunluk denetiminin yanında yerindelik denetimini
içerir şekilde düzenlenebileceği de öngörülmüştür.
Vesayet
makamınca, işlemler üzerinde iptal, onama, erteleme, izin, tekrar görüşülmesini
isteme, düzeltme gibi çeşitli denetim
usulleri uygulanmaktadır.
Anayasa’nın
127. maddesinde, yerel yönetimlerin çalışacakları alan belli bir coğrafya ile, görecekleri hizmetler de mahalli müşterek ihtiyaçlarla sınırlandırılırken, mahalli müşterek
ihtiyacın ne anlama geldiğine ve bu ihtiyaçları belirlemede kullanılabilecek
nesnel bir ölçüte yer verilmemiştir.
Ancak
Anayasa Mahkemesi’nin 22.06.1988 günlü ve E:1987/ 18; K:1988/23 sayılı
kararında, mahalli müşterek ihtiyaç “… Bu kavram, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde
yaşayan kişi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede
birlikte yaşamaktan doğan eylemli durumların yarattığı, yoğunlaştırdığı ve
güncelleştirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı
ortak beklentileri ifade etmektedir.” şeklinde
tanımlanmış; 16.7.1990 günlü,
E:1990/1; K:1990/21 sayılı kararında ise, “Anayasa, il,
belediye ya da köy halkının yerel ortak ihtiyaçlarının, neler olduğunu
belirlememiş, bunun saptanmasını yasaya bırakmıştır. Bu durumda yasa
kamu yararını gözeterek Anayasa sınırları içinde merkezi yönetimle yerel
yönetim arasındaki görev sınırlarını belirleyebilir.” denilerek, mahalli
müşterek ihtiyaçların neler olduğunun yasama organınca belirleneceği ifade
edilmiştir.
B-
ANAYASA’YA AYKIRILIK SORUNU
1- 3. Maddenin İncelenmesi
Dava dilekçelerinde,
maddede yapılan tanımda merkezi idarenin il özel idareleri üzerindeki vesayet
yetkisinden söz edilmeyerek, bu tüzelkişiliğin merkezi idarenin vesayet
yetkisi dışında bırakıldığı, oysa kamu düzenini ve ülke bütünlüğünü sağlamak
için, kamu yararı amacıyla, merkezi yönetim örgütünün, yerel yönetim ile kamu
hizmeti yönetimi tüzelkişilerinin organları, işlemleri ve parasal kaynakları
üzerinde vesayet denetiminin mutlaka gerekli olduğu, il özel idarelerine,
idari vesayet yetkisi söz konusu olmaksızın idari ve mali özerklik
tanınmasının, devletin tekliğine ve idarenin bütünlüğüne uygun düşmediği,
dolayısıyla 3. maddenin Anayasanın başlangıcı ile 2.,
5., 11., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
a– Maddenin
(a) Bendi
3.
maddenin (a) bendinde, il özel idareleri, il halkının mahalli müşterek
nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler
tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel
kişisi olarak tanımlanmıştır.
Anayasa’nın
127. maddesinde de, il özel idarelerinin il halkının mahallî müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar
organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan kamu tüzelkişileri oldukları belirtilmiştir.
Anayasa’da merkezi idare – yerel yönetim ayrımının
yapılması, yerel yönetimlerin organlarının seçimle
göreve gelmesinin öngörülmesi, seçimlerinin süreli olması, kararlarını kendi
organları eliyle alması ve uygulatması, kendilerine özgü bütçelerinin olması
gibi yetki ve ayrıcalıklar tanınmış olması, bu idarelerin özerkliklerinin
somutlaşmış halidir. Nitekim,
Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarında da, Anayasa’nın 127. maddesi
uyarınca yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliklerinin bulunduğu
vurgulanmıştır.
Tanımlar
başlıklı 3. maddede vesayet yetkisinden söz edilmemekle birlikte, Yasa’nın
ilgili diğer maddelerinde buna ilişkin kuralların bulunması nedeniyle, söz
konusu denetimin yapılmayacağı gibi bir anlam çıkarılamaz. Nitekim
maddeye ilişkin gerekçede, il özel idaresinin
tanımında geçen idari ve mali özerklik kavramının sınırsız bir özerkliği
kapsamadığı, bu özerkliğin, Anayasanın 123. maddesinde düzenlenen idarenin
bütünlüğü ilkesini ortadan kaldıracak veya zayıflatacak şekilde
yorumlanamayacağı, anılan kavramın il özel idarelerinin, mahalli müşterek
ihtiyaçları karşılamak amacıyla yetkili organlarının kararı ile kanunlara
uygun olarak serbestçe karar alma, teşkilatlanma, personel istihdamı,
borçlanma ve benzeri alanlardaki yetkilerini ifade ettiği belirtilmiştir.
Açıklanan
nedenlerle 3. maddenin (a) bendi, Anayasa'nın başlangıcı ile 2., 5., 123., 126.
ve 127. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşlere katılmamıştır.
b- Maddenin
(b) Bendi
Bentte
il özel idarelerinin organlarının, il genel meclisi, il encümeni ve vali olduğu
belirtilmektedir.
Anayasa’nın 127. maddesinde, mahalli idareler; il, belediye veya
köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları
kanunla belirtilen ve karar organları, yine kanunda gösterilen, seçmenler
tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri olarak tanımlanmış,
bunların kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine
uygun olarak kanunla düzenleneceği öngörülmüş, hangi organlara sahip
olacakları konusunda bir saptama ve sınırlama yapılmamış, bu konular Yasakoyucu’nun takdirine bırakılmıştır.
Bu
nedenle il özel idaresinin organlarının il genel meclisi, il encümeni ve vali
olarak öngörülmüş olmasında Anayasa’nın
başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127.
maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
Tülay
TUĞCU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşlere
katılmamışlardır.
2- 6. Maddenin İptali İstenilen
İbareleri
Maddenin
birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan
“Sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”, “bayındırlık ve iskân”, “toprağın
korunması”, “erozyonun önlenmesi”, “sosyal hizmet ve yardımlar”, “ile diğer”
sözcüklerinin ve (b) bendinde yer alan “çevre”, “kültür”, “turizm”, “gençlik
ve spor” sözcüklerinin iptali istenilmiştir.
İptal
davasının açılmasından sonra, 13.7.2005 günlü 25874 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 85. maddesinin (e) bendi ile 6.
maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “kültür, turizm, gençlik ve
spor” sözcükleri bent metninden çıkarılmıştır.
Bu durumda, maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde
iptali istenilen “kültür, turizm, gençlik ve spor;” sözcüklerinin iptali istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA karar
verilmesi gerekmektedir.
Davacılar,
anayasaya aykırılık savını, maddede sayılan hizmetler bakımından merkezi
yönetimin genel yetkili olmaktan çıkarılıp il özel idaresinin genel yetkili
hale getirildiğine, yerel yönetimlerin görevlerinin somut ve belirgin biçimde
düzenlenmesi gerektiğine, oysa yapılan düzenlemede il özel idaresine verilen
görevlerin “mahalli müşterek nitelikte olması şartı” aranarak, konu yönünden
sınır getirildiği izlenimi yaratılmaya çalışılmış ise de, bu düzenlemenin il
özel yönetimlerini “genel görevli” konumundan çıkarmaya yetmediğine, zira bu
düzenlemelerin de soyut nitelikte olduğuna ve (a) bendinde yer alan “ile
diğer” ibaresiyle de, milli eğitimle ilgili görevler bakımından il özel
idaresinin genel yetkili idare kılındığına dayandırmış, bunun da Anayasanın 2., 6., 7., 8., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırı
olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Maddede,
il özel idarelerinin bazı görevleri somut olarak sayılırken, bazı görevlerin
ilişkin oldukları hizmet alanları belirtilerek, sayılan alanlardaki mahalli
müşterek nitelikli her türlü görev ve hizmetin özel idarelerce
yürütüleceği öngörülmüştür. Bununla
birlikte il özel idaresinin hangi hizmet alanlarında bütün il genelinde,
hangi hizmet alanlarında ise belediye hudutları dışında yetkili olacağı
maddede ayrıca belirtilmiş bulunmaktadır.
Anayasa’nın 123. maddesinde, idarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu,
kanunla düzenleneceği, kuruluş ve görevlerinin, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayandığı; 127. maddesinin ikinci fıkrasında, mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile
yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği
öngörülmüştür.
Buna
göre Yasakoyucu, Anayasal ilkeler çerçevesinde kendi takdiri ile mahalli
müşterek ihtiyaç olarak nitelediği bir hizmetin görülmesini yerel yönetimlere
verebilir. Yasakoyucu’nun koyduğu yasada, yerel
yönetime yüklediği görevin mahalli müşterek niteliğini vurgulamış olması
yeterlidir. Genel bir kamu hizmetinin mahalli müşterek ihtiyaç niteliği
taşıyan bölümü, Anayasa’da yerel yönetimlerin görev alanı olarak belirlenen
coğrafyayla sınırlıdır. Bu nedenle iptali istenilen maddede sayılan her bir
kamu hizmeti bakımından mahalli müşterek nitelikte olanların tek tek sayılmasında Anayasal bir zorunluluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 6. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan
“Sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”, “bayındırlık ve iskân”, “toprağın
korunması”, “erozyonun önlenmesi”, “sosyal hizmet ve yardımlar” sözcükleri
ile (b) bendinde yer alan “çevre” sözcüğünde, Anayasa’nın 2.,
6., 7., 8., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. İptali
isteminin reddi gerekir.
İl
Özel idarelerinin, ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binalarının
yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına
ilişkin görevlerini belirleyen tümcenin “ile
diğer” sözcüğüne ilişkin iptal istemine gelince:
Maddenin
birinci fıkrasının (a) bendinde, il özel idarelerinin, ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa
temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının
karşılanmasına ilişkin hizmetleri il içinde yapmakla görevli oldukları da
belirtilmiştir.
Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 56. maddesinde, eğitim ve öğretim
hizmetinin, bu kanun hükümlerine göre Devlet adına yürütülmesinden, gözetim
ve denetiminden Millî Eğitim Bakanlığının sorumlu olduğu, 58. maddesinde,
Türkiye’de, ilkokul, ortaokul, lise veya dengi okulların, Millî Eğitim
Bakanlığının izni olmaksızın açılamayacağı, 55. maddesinde, ilköğretim ve
ortaöğretim kurumlarında okutulacak ders kitaplarının Millî Eğitim
Bakanlığınca belirleneceği, 51. maddesinde, her derece ve türdeki eğitim
kurumlarına ait bina ve tesislerin, çevrenin ihtiyaçlarına ve uygulanacak
programların özelliklerine göre Millî Eğitim Bakanlığınca planlanıp yaptırılacağı,
45. maddesinde, öğretmenlerin, öğretmen yetiştiren yükseköğretim
kurumlarından ve bunlara denkliği kabul edilen yurtdışı yükseköğretim
kurumlarından mezun olanlar arasından, Millî Eğitim Bakanlığınca seçileceği
belirtilmiştir.
Buna
göre, ilk ve orta öğretim kurumlarının
tüm ihtiyaçlarının giderilmesinde ve bunların eğitim öğretim plan ve
programlarının hazırlanıp yürütülmesinde genel görevli kurum Milli Eğitim
Bakanlığıdır. İptali istenilen “ile
diğer” sözcüğünün, anılan konularda il özel idarelerini genel görevli
kıldığından söz etmek olanaksızdır. Bu sözcükle il özel idarelerine
yüklenilen görev, Milli Eğitim Bakanlığının gözetim ve denetiminde ilk ve
orta öğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı
dışında, bahçe düzenlemesi, bahçeye ihata duvarı eklenmesi, spor alanları
yapılması gibi diğer ihtiyaçlarının giderilmesi görevidir.
Kuralda
Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 123., 126. ve 127.
maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. İptali isteminin reddi gerekir.
Bu
görüşlere, “Sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”, “bayındırlık ve iskân”, “sosyal
hizmet ve yardımlar” ve “çevre” sözcükleri yönünden Tülay TUĞCU, Fulya
KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER ve Şevket APALAK; “toprağın korunması”,
“erozyonun önlenmesi” ve “ile diğer” sözcükleri yönünden de Fulya
KANTARCIOĞLU katılmamıştır.
3- 7. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, maddenin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g)
bentlerinde, il özel idaresinin yetkileri gösterilirken, bu yetkilerin
kullanımında idari vesayetin gerçekleşmesi ile ilgili herhangi bir düzenleme
yapılmayıp, il özel idaresinin bu yetkileri tamamen özerk biçimde kullanabilmesine olanak sağlandığı ve il
özel idarelerine bir takım imtiyazlar tanındığı, bunun da Anayasada öngörülen
merkeziyetçi tekil devlet sistemine ve hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamayacağına ilişkin Anayasal ilkeye, bu nedenlerle de
Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 10., 11., 123.,
126. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
a- Maddenin
Kenar Başlığındaki “İmtiyazları” Sözcüğü
Anayasanın
127. maddesinin ikinci fıkrasında, mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri
ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir
denilmektedir. Buna göre, yerel yönetimler ancak Anayasa ve kanunların
kendilerine bıraktığı alanlarda faaliyet gösterebileceklerdir.
Anayasa’nın
10. maddesinde de, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz denilmektedir. Maddede
hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa tanınamayacağı ifade edilen
imtiyaz; insanlar arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yapılmasına neden olabilecek
imtiyazdır.
Oysa, maddenin kenar başlığında yer alan ve iptali
istenilmiş olan kelimenin ifade ettiği imtiyaz, kamu tüzel kişiliğine sahip
yerel yönetim kuruluşu olan il özel idarelerine, kamu gücü kullanmayı da
içeren, yasayla verilmiş bir yetkidir. Bu nedenle Anayasa’nın 10. maddesinde
belirtilen imtiyazla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Öte
yandan, il özel idarelerine verilen yetkilerin kullanılması aşamasında,
vesayet yetkisinin nasıl yerine getirileceği yasanın ilgili maddelerinde
belirtildiğinden, bunlar üzerinde denetimsizlikten de söz etmek olanaklı
değildir.
Bu
nedenle maddenin kenar başlığındaki “imtiyazları” sözcüğünde, Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 10., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
b- Maddenin
Fıkra ve Bentleri
5302
sayılı Yasa’nın 7. maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f)
ve (g) bentleri ile il özel idarelerine verilen görev ve yetkilerin sınırı
ile bunların hangi organlarca yerine getirileceği ve kullanılacağı, 5302
sayılı Yasa’da ve diğer yasalarda belirlenmiş olduğundan, herhangi bir
belirsizlikten söz edilemez. Ayrıca, merkezi idarenin vesayet yetkisine
ilişkin kurallara da aynı yasalarda yer verilmiş bulunduğundan, söz konusu
görev ve yetkilerin denetimsiz kaldığı sonucuna da varılamaz. Bu nedenle,
birinci fıkranın belirtilen bentlerinin Anayasa’ya aykırı olduğu söylenemez.
Öte
yandan il özel idarelerine, yerine getirmekle yükümlü oldukları hizmetlerle ilgili
olarak, halkın görüş ve düşüncelerini belirlemeleri için verilen kamuoyu
yoklaması ve araştırması yapma yetkisi, mahalli müşterek nitelikteki
ihtiyaçların daha iyi görülmesi amacıyla verildiğinden, maddenin ikinci
fıkrasında da Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır.
Ayrıca, geniş anlamdaki devlet kavramı içerisinde yer almaları
nedeniyle, bu idarelerin mallarına karşı suç işleyenlerin, Devlet malına
karşı suç işlemiş sayılacağının öngörülmesi suretiyle mallarına bir koruma
sağlanmasında ve yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin
yürütülebilmesi için gerekli olan kaynaklarının korunması amacına yönelik
olarak, proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettikleri gelirleri ile vergi,
resim ve harç gelirlerinin, şartlı bağış gelirlerinin ve kamu hizmetlerinde
fiilen kullanılan mallarının haczedilemeyeceğinin öngörülmesinde de
Anayasa’ya aykırılık yoktur.
Açıklanan nedenlerle, 5302 sayılı
Yasa’nın 7. maddesinde Anayasa’nın başlangıcı
ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
Birinci
fıkranın (b) bendi ile (d) bendinde yer alan “Borç almak …” ibaresi yönünden
belirtilen düşüncelere Osman Alifeyyaz PAKSÜT
katılmamıştır.
4- 10. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, il genel meclisinin görev ve yetkileri düzenlenirken, bu yetkilerin
kullanımında idari vesayetin gerçekleşmesi ile ilgili herhangi bir düzenleme
yapılmayıp, il özel idaresinin bu yetkileri tamamen özerk biçimde kullanabilmesine olanak sağlandığı, bunun
da Anayasada öngörülen merkeziyetçi tekil devlet sistemine ilişkin Anayasal
ilkeye açık aykırılık oluşturduğu; ayrıca maddenin (n) bendinde yer alan
düzenlemede il özel idarelerine, Bakanlar Kurulu izni aranılmaksızın, diğer
yerel yönetimlerle birlik kurma, kurulmuş birliklere katılma veya ayrılmaya
karar verme yetkilerinin tanınmasının Anayasa’nın 127. maddesi hükmü ile bağdaşmadığı,
dolayısıyla 10. maddenin Anayasa’nın başlangıcı ile 2.,
5., 11., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
5302
sayılı Yasa’nın 10. maddesinde, aynı Yasa’nın 9. maddesinde il özel idarelerinin
karar organı olduğu belirtilen il genel meclislerine yüklenilen görevler ve
bu görevlerin ifası için ihtiyaç duyduğu yetkiler onbeş
bent halinde sayılmaktadır.
a– Maddenin (a), (b), (c), (d), (e), (f),
(g), (i), (j), (k), (l), (o) Bentleri
5302 sayılı Yasa bir bütün halinde incelendiğinde, il özel
idarelerinin seçilmiş karar organı olan il genel meclislerine verilen görev
ve yetkilerin sınırının, merkezi idarenin vesayet yetkisini içerir şekilde
çizildiği, verilen görevlerin yerine getirilmesi ve yetkilerin kullanılması
aşamasında, vesayet yetkisinin nasıl kullanılacağının ilgili maddelerde
belirtildiği anlaşılmış bulunduğundan, bunlar üzerinde denetimsizlikten söz
etmek olanaklı değildir.
Bu
nedenle, maddenin (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g), (i), (j), (k), (l), (o)
bentlerinde, Anayasa’nın başlangıcı
ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
Bu
düşüncelere, (d) bendi yönünden Osman Alifeyyaz
PAKSÜT katılmamıştır.
b– Maddenin
(h) Bendi
5302 sayılı Yasa’nın, il özel idarelerinin görev ve yetkilerinin
düzenlendiği 7. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde, il özel
idarelerinin, vergi, resim ve harçlar dışında kalan ve miktarı yirmibeşmilyar Türk Lirasına kadar olan dava konusu
uyuşmazlıkların anlaşmayla tasfiyesine karar vermekle görevli ve yetkili
oldukları hükme bağlanırken, 10. maddenin iptali istenilen (h) bendinde, il
özel idareleri adına karar verecek olan il genel meclislerine, dava konusu
olma sınırlaması yapılmaksızın, aynı miktarda olmak koşuluyla, ihtilaflı
durumdaki tüm özel idare alacaklarının anlaşma ile tasfiyesine karar
verebilme yetkisi verilmektedir.
Anayasa’nın
123. maddesinde, idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve yasayla
düzenleneceği belirtilmiştir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının
görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde, açık bir
biçimde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. İdarenin tüzel kişiliğine
verilmemiş bir görev veya yetkinin, bu kuruluşun organlarınca kullanılması
idarenin yasallığı ilkesiyle bağdaşmaz.
İhtilaf,
yargı yerine taşınmış ya da taşınmamış bir konuda, konunun tarafları arasında
anlaşmazlık, görüş ayrılığı bulunması halini ifade ederken, dava konusu
uyuşmazlık, söz konusu anlaşmazlıklardan, çözüme kavuşturulması için ilgili yargı
yerine taşınmış olanlarını anlatmaktadır. İhtilaf, dava konusu uyuşmazlık
kavramına göre, onları da kapsayacak şekilde daha geniş bir anlama
gelmektedir.
Buna göre, il genel meclislerinin görev ve yetkilerinin
düzenlendiği 10. maddenin iptali istenilen (h) bendinde, il özel idarelerinin
karar organı olan il genel meclislerine il özel idaresi kamu tüzel kişiliğine
verilmemiş bir yetki verilmiş olmakta, böylece il genel meclislerinin hangi
tür uyuşmazlıkların anlaşmayla tasfiyesine karar verebilecekleri konusunda
belirsizliğe neden olunmaktadır. Bu durum, hukuk devleti ve idarenin
kanuniliği ilkelerine aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, 10. maddenin (h) bendi Anayasa’nın 2. ve 123. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir. Sacit ADALI ve A. Necmi ÖZLER bu görüşe katılmamıştır.
c– Maddenin (m) ve (n) Bentleri
Maddenin
(m) bendi hükmü ile il genel meclislerine, il özel idarelerinin, yurt içinde
ve dışındaki mahalli idareler ve mahalli idare birlikleriyle karşılıklı
işbirliği yapmasına karar verme yetkisi verilmektedir.
Bentte,
yetkinin konusunu oluşturan işbirliğinin kapsamı belirlenmemiş ise de, her
türlü onay ve izinden bağışık tutulmuş bir yetki olarak kabul edilmesi ve
nitelendirilmesi mümkün olmayıp, 5302 sayılı Yasa’nın 62. maddesinde
belirtilen teşekkül ve organizasyonlarla yapılacak olan karşılıklı işbirliği
için öngörülen esas ve usullere göre kullanılabilecek bir yetkidir. Bentte
söz edilen faaliyetlerin, dış politikaya ve uluslararası anlaşmalara uygun
olarak yürütülmesi ve bu konuda önceden İçişleri Bakanlığı’nın izninin
alınması zorunludur.
Maddenin
(n) bendinde, il özel idarelerinin diğer mahalli idarelerle birlik kurulmasına,
kurulmuş birliklere katılmasına veya bu birliklerden ayrılmasına ilişkin
kararlarının, il genel meclislerince alınacağı belirtilmekte, bu konularda il
genel meclislerine yetki verilmektedir.
Anayasa’nın
127. maddesinin son fıkrasında, mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin
görülmesi amacı ile kendi aralarında birlik kurabilmelerinin, Bakanlar
Kurulu’nun izni ile mümkün olabileceği ve konunun kanunla düzenleneceği
öngörülmüştür.
Buna
göre, diğer mahalli idarelerle birlik kurulması konusunda il genel meclislerine
verilen yetkinin işlerlik kazanabilmesi için, Bakanlar Kurulu’nun izninin
zorunlu olması nedeniyle, salt bu yetkinin verilmesinde Anayasa’ya aykırılık
görülmemiştir. Nitekim, bu konuyu düzenleyen 5355
sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu da, 11.06.2005 günlü, 25842 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanmış bulunmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, maddenin (m) ve (n) bentlerinde, Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5.,
123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık görülmemiştir. İptal isteminin reddi
gerekir.
5- 11. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, 11. maddede yer alan kurallarla, valilerin il genel meclisi
başkanlığı görevlerinin sona erdirildiği ve il genel meclisi başkanının,
meclis üyeleri arasından meclis tarafından seçilmesinin öngörüldüğü, böylece
Anayasa’da öngörülen tekil devlet ilkesine aykırılığın yanında, valinin
vesayet yetkisini kullanmasının da engellendiği, bunun da Anayasanın
başlangıcı ile 2., 5., 11., 123., 126. ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Maddenin
1. fıkrasında, il genel meclisinin, seçim sonuçlarının ilanını izleyen beşinci
gün kendiliğinden toplanacağı, bu toplantıda meclise en yaşlı üyenin
başkanlık edeceği, meclisin, bu toplantıda, üyeleri arasından ve gizli oyla
meclis başkanını, meclis birinci ve ikinci başkan vekillerini, ikisi yedek
olmak üzere dört katip üyeyi ilk iki yıl için görev yapmak
üzere seçeceği, ilk iki yıldan sonra seçilecek başkanlık divanının, yapılacak
ilk mahalli idareler seçimlerine kadar görev yapacağı belirtilmektedir.
Anayasa’nın
127. maddesinin birinci fıkrasında yerel yönetimler; il, belediye veya köy
halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları
kanunla belirtilen ve karar organları yine kanunda gösterilen seçmenler
tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri olarak tanımlanmıştır.
Buna
göre, yerel yönetimlerin karar organlarının seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulması gerektiğinden ve 5302 sayılı Yasa’nın 9. maddesinde de, il
genel meclisinin, il özel idaresinin karar organı olduğu hükme
bağlandığından, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan il
genel meclisinin başkanının kendi üyeleri arasından seçilmesinde, Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır.
Öte
yandan, 5302 sayılı Yasa’nın ilgili maddelerinde, merkezi yönetimin il özel
idareleri üzerindeki vesayet yetkisine ilişkin düzenlemelerin bulunması
nedeniyle, il genel meclisine valinin başkanlık etmesinin engellenmesi
suretiyle vesayet yetkisinin ortadan kaldırıldığı biçimindeki iddiada da
isabet görülmemiştir.
Maddenin
kalan bölümlerinde de, il genel meclisi başkanlık divanının seçim usulleri
ile il genel meclisi ve meclis başkanlık divanının çalışma esas ve usulleri,
çerçevesi çizilerek belirtildiğinden ve il genel meclisinin çalışma usulüne
ilişkin ayrıntıların İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenmesi öngörüldüğünden Anayasa’ya
aykırılık görülmemiştir.
Belirtilen nedenlerle, 11. maddede
Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
Bu
görüşlere, birinci fıkranın üçüncü tümcesinde yer alan “ … meclis başkanını,
…” sözcükleri ile üçüncü fıkrada yer alan “ Meclis başkanlığı …” sözcükleri
yönünden Serdar ÖZGÜLDÜR katılmamıştır.
6 - 13. Maddenin
İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, daha önce valiye ait olan il genel meclisinin gündemini belirleme
yetkisinin, seçimle göreve gelen meclis başkanına verilmesinin, merkezi
yönetimin yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisinin azaltılması anlamına
geldiği, bunun da Anayasanın başlangıcı ile 2., 5.,
11., 123, 126, 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Maddede,
il genel meclisi gündeminin meclis başkanı tarafından hazırlanacağı, ancak
valinin önerdiği hususların da gündeme alınacağı ve gündemin, en az üç gün
önceden meclis üyelerine bildirileceği, çeşitli yollarla da halka
duyurulacağı belirtilmektedir. Ayrıca, il genel meclisi üyelerinin de
gündemin belirlenmesi konusunda öneride bulunarak söz sahibi olmaları
sağlanmaktadır.
11.
madde için belirtilen gerekçeler bu madde için de aynen geçerlidir.
Bu
nedenle, maddede Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
7 - 15. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile üçüncü ve dördüncü
fıkralarında il genel meclisi kararları üzerinde valinin vesayet yetkisini
etkisizleştirmek suretiyle, idari vesayet yetkisinin etkili bir biçimde
kullanılmasının imkansız hale getirildiği, Anayasa’ya göre idari vesayet
yetkisinin, hem hukukilik hem de yerindelik açısından kullanılması gereken bir
yetki olduğu, oysa iptali istenilen kuralda valiye, sadece hukuka uygunluk
açısından vesayet yetkisi kullanma imkanı tanındığı, yerindelik açısından ise
böyle bir denetim yetkisi tanınmadığı; bu düzenlemenin, il genel meclisindeki
siyasal çoğunluğun kamu yararını ikinci plana atarak yönetimi
siyasallaştırmasına ve siyasal çıkarlarını ön plana almaya yönelmesine neden
olabileceği, bunun da Anayasa’nın,
idarenin bütünlüğüne, idari vesayet yetkisine, hukuk devletine ilişkin
ilkelerine ve dolayısıyla başlangıcı ile 2, 5., 11,
123, 126 ve 127. maddelerine açık aykırılık oluşturacağı ileri sürülmüştür.
Maddede,
il genel meclisi kararlarının kesinleşme ve yürürlüğe girme yöntemi
gösterilmekte olup, meclis kararlarının kesinleşmesi için 3360 sayılı İl Özel
İdaresi Kanunu’nda öngörülen onay sistemine son verilmektedir.
a- Maddenin
Birinci Fıkrası
Maddenin
birinci fıkrasında, il genel meclisi
tarafından alınan kararların tam metninin, en geç beş gün içinde valiye
gönderileceği, valinin, hukuka aykırı gördüğü kararları, yedi gün içinde
gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere il genel meclisine iade
edebileceği, valiye gönderilmeyen meclis kararlarının yürürlüğe girmeyeceği
belirtilmektedir.
Yapılan
düzenleme, idari vesayet kurumuna ilişkin Anayasa’nın 127. maddesinin beşinci
fıkrasındaki kurallarla uyum halindedir. Zira merkezi yönetim adına vali
tarafından, il özel idaresinin karar organı olan il genel meclisinin
kararları üzerinde bir vesayet yetkisi kullanılmasını öngörmektedir ve yasa
koyucunun takdir alanına girmektedir.
Fıkra
hükmünde Anayasa’nın başlangıcı
ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal
isteminin reddi gerekir.
b– Maddenin
İkinci ve Üçüncü Fıkraları
Fıkralarda,
yeniden görüşülmesi istenilmeyen kararlar ile yeniden görüşülmesi istenip de
il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararların
kesinleşeceği, valinin, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine on
gün içinde idari yargıya başvurabileceği öngörülmektedir.
aa -
İkinci Fıkranın “Yeniden görüşülmesi
istenilmeyen kararlar … kesinleşir.”
İbaresi
Valiye
gönderilip de vali tarafından yeniden görüşülmesi istenilmeyen il genel
meclisi kararlarının kesinleşmesini öngören
“Yeniden görüşülmesi
istenilmeyen kararlar … kesinleşir.”
biçimindeki ibare, idari vesayet kurumuna ilişkin Anayasa’nın 127.
maddesinin beşinci fıkrasındaki kurallarla uyum halindedir.
Bu
nedenle, ikinci fıkranın anılan ibaresinde Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5.,
123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır.
İptal
isteminin reddi gerekir.
ab - Üçüncü Fıkrada Yer Alan “on gün içinde”
İbaresi
İptal
davalarının açılmasından sonra, 3. fıkrada yer alan “on gün içinde” ibaresi,
13.7.2005 tarih ve 25874 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 3.7.2005 tarih ve
5393 sayılı Kanunun 85. maddesinin (e) bendi hükmü ile madde metninden
çıkarılmış bulunmaktadır.
Bu
nedenle 3. fıkraya ilişkin iptal isteminin “on gün içinde” ibaresine yönelik
kısmı hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA karar verilmesi
gerekmektedir.
ac- İkinci
ve Üçüncü Fıkraların Diğer Kuralları
İki ve üçüncü fıkraların kalan bölümlerinde, vali tarafından
hukuka aykırı görülerek yeniden görüşülmek üzere il genel meclisine iade
edilen kararların, söz konusu hukuka aykırılıklar giderilmemiş bile olsa, il
genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilmesi halinde
kesinleşeceği, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine vali
tarafından idari yargıya başvurulabileceği belirtilmektedir.
Anayasa’nın 123. maddesinde, idarenin, kuruluş ve görevleriyle
bir bütün olduğu, kuruluş ve görevlerinin, merkezden yönetim ve yerinden
yönetim esaslarına dayandığı; 127. maddesinin 5. fıkrasında da, merkezî
idarenin, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü
ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması,
toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması
amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet
yetkisine sahip olduğu hükmü yer almıştır.
Maddenin
ikinci fıkrasında yer alan, “ … yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam
sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar kesinleşir.” biçimindeki
kuralla, merkezi idarece Anayasa’nın 127. maddesinde çizilen çerçeve içinde
kullanılması gereken vesayet yetkisinin zayıflatıldığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, 15. maddenin ikinci fıkrasının “…ile yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam
sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar …” ibaresi ile üçüncü
fıkrasının “Vali, meclisin ısrarı ile kesinleşen
kararlar aleyhine idarî yargıya başvurabilir.” ibaresi, Anayasa’nın 123
ve 127. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Haşim
KILIÇ, Sacit
ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER ile Serruh KALELİ bu görüşe katılmamışlar; Serdar ÖZGÜLDÜR
ile Şevket APALAK ise ek gerekçe ile katılmışlardır.
c- Maddenin
Dördüncü Fıkrası
Fıkrada,
kesinleşen il genel meclisi karar özetlerinin, toplantıyı izleyen en geç yedi
gün içinde çeşitli yollarla halka duyurulacağı belirtilmektedir. Kuralda kamu
yararı bulunmakta olup, Anayasa’nın başlangıcı
ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal
isteminin reddi gerekir.
8- 18. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, valinin faaliyetlerinin il genel meclisince denetlenmesine ve
bu denetim sonunda yetersiz bulunması halinde gereği için İçişleri
Bakanlığına bildirilmesine olanak tanıyan söz konusu düzenlemenin, il özel
idarelerinin merkezi idare üzerinde ağırlık kazanmasına, dolayısıyla da
Anayasa’nın oluşturduğu merkeziyetçi tekil devlet modelinden uzaklaşılmasına
ve bu modelin anlam ve amacına aykırı bir yapının ortaya çıkmasına yol
açacağı, bunun da Anayasa’nın başlangıcı ile 2, 5.,
11, 123, 126 ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Maddenin birinci fıkrasında, il genel meclisinin, soru, genel
görüşme ve faaliyet raporunu değerlendirme yollarıyla bilgi edinme ve denetim
yetkisini kullanacağı, ikinci fıkrasında, meclis üyelerinin, meclis
başkanlığına önerge vererek il özel idaresi işleriyle ilgili konularda sözlü
veya yazılı soru sorabilecekleri, sorunun, vali veya görevlendireceği kişi
tarafından sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılacağı, üçüncü fıkrasında, il
genel meclisi üyelerinin en az üçte birinin, meclis başkanlığına istekte
bulunarak il özel idaresinin işleriyle ilgili bir konuda mecliste genel
görüşme açılmasını isteyebileceği, bu isteğin, meclis tarafından kabul
edilmesi halinde gündeme alınacağı, dördüncü fıkrasında, valinin, mart ayı toplantısında
bir önceki yıla ait faaliyet raporunu meclise sunacağı, beşinci fıkrasında
faaliyet raporundaki açıklamaların, meclis üye tam sayısının dörtte üç
çoğunluğuyla yeterli görülmemesi halinde, yetersizlik kararıyla görüşmeleri
kapsayan tutanağın, meclis başkanı tarafından gereği yapılmak üzere İçişleri
Bakanlığına gönderileceği belirtilmiştir.
Buna
göre, maddenin ilk üç fıkrasında, il özel idaresinin işleri ile ilgili
konularda bilgi edinme usul ve yolları belirtilerek, meclis üyelerinin özel
idarenin çalışmaları hakkında bilgi edinmelerine olanak sağlanmaktadır. Dört
ve beşinci fıkralarında ise, il özel idaresinin faaliyetlerine ilişkin olarak
vali tarafından sunulan raporun, meclis üyelerinin nitelikli çoğunluğunca
yetersiz olduğu sonucuna varılması halinde, herhangi bir işlem yapılmaksızın
İçişleri Bakanlığı’na bildirilmesi öngörülmektedir.
Hiçbir
işlem yapılmaksızın, valinin faaliyet raporuyla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı’na
yapılan bu duyurunun ve meclis üyelerinin özel idarenin çalışmaları hakkında
bilgi edinmelerine olanak sağlanmasının, merkeziyetçi tekil devlet modeline
bir müdahale olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Açıklanan
nedenle, 18. maddede Anayasa’nın başlangıcı
ile 2., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal
isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe, ikinci fıkranın ikinci tümcesi yönünden Tülay TUĞCU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT; beşinci fıkra yönünden de Serdar
ÖZGÜLDÜR ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT
katılmamışlardır.
9- 25. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, valinin katılmadığı encümen toplantısına genel sekreterin
başkanlık edeceğinin öngörülmesinin, vali yardımcılarının yerel organlardaki
kimi yetkilerini ortadan kaldırdığı ve mesleki - mali statü yönünden
kaymakamların arkasında bir yere oturttuğu, bu durumun merkezi devletin il
özel idaresindeki konumunu ve yetkilerini azalttığı, bunun da Anayasanın 123,
126 ve 127. maddelerinde düzenlenmiş olan idari vesayet ve idarenin bütünlüğü
ilkelerine dayalı, merkeziyetçi tekil devlet modeline ve hukuk devleti,
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Maddenin birinci
fıkrasında il encümeninin, valinin başkanlığında, il genel meclisinin her yıl
kendi üyeleri arasından, bir yıl için gizli oyla seçeceği beş üye ile biri
mali hizmetler birim amiri olmak üzere valinin her yıl birim amirleri
arasından seçeceği beş üyeden oluşacağı, ikinci fıkrasında valinin katılamadığı encümen
toplantısına Yasa’nın 35. maddesi hükmü ile kurulan Genel Sekreterlik
makamındaki genel sekreterin başkanlık edeceği, üçüncü fıkrasında da il özel
idaresinin ilgili birim amirlerinin, gündemdeki konularla ilgili olarak, oy
hakları olmaksızın görüşleri alınmak üzere vali tarafından encümen
toplantılarına çağrılabilecekleri belirtilmektedir.
Anayasa’nın 127.
maddesinde il özel idareleri, il halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını
karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları yine
kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu
tüzelkişileri olarak tanımlanmış, 5302 sayılı Yasa’nın genel gerekçesinde, il
encümeninin karar organı değil, yürütme organı olmasının öngörüldüğü
belirtilmiş; 25. maddenin gerekçesinde de, bu düzenleme ile il
encümeninin, idari bir organ olarak düzenlendiği belirtilmiştir.
Buna göre, il encümeninin karar
organı değil, il genel meclisince alınan kararların uygulayıcısı olduğu
gözetildiğinde, il encümeninin oluşum ve çalışma esaslarının belirlenmesine
ilişkin olarak, maddenin birinci ve üçüncü fıkralarında yer alan düzenlemelerin,
Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, 5302
sayılı Yasa’nın 35. maddesinde, il özel idaresi hizmetlerini vali adına ve
onun emirleri yönünde, mevzuat hükümlerine, il genel meclisi ve il encümeni
kararlarına, il özel idaresinin amaç ve politikalarına, stratejik plan ve
yıllık çalışma programına göre düzenleyip yürüteceği, bu amaçla il özel
idaresi kuruluşlarına gereken emirleri vereceği ve bunların
uygulanmasını gözetip sağlayacağı öngörülen ve 36. maddesinde valinin teklifi,
İçişleri Bakanı’nın onayı ile atanacağı hükme bağlanan genel
sekreterin, kendisine yüklenilen hizmetleri vali adına yürütmesinin ve
bunlardan valiye karşı sorumlu tutulmasının, tekil devlet ile idarenin bütünlüğü
ilkelerine aykırı olduğu da ileri sürülemez.
Açıklanan nedenlerle,
25. maddede Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal
isteminin reddi gerekir
Bu görüşlere, birinci
ve üçüncü fıkralar yönünden Tülay TUĞCU; ikinci fıkra yönünden ise Tülay TUĞCU, A. Necmi
ÖZLER ve Şevket APALAK katılmamıştır.
10- 34. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, görevden uzaklaştırma, görevden uzaklaştırma önlemini gözden
geçirme ve devamında kamu yararı görülmeyen önlemi kaldırma yetkisinin hangi
makama ait olduğunun maddede
gösterilmediği, oysa hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkesi ile Anayasa’nın
127. maddesinin 4. fıkrasının bir gereği olarak, bu yetkinin İçişleri
Bakanına ait olduğunun Yasa’da açıkça gösterilmesi gerektiği, bu nedenle
maddenin Anayasanın 2., 8., 11., 123. ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa’nın 127. maddesinde, mahalli
idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin
itirazların çözümü ve kaybetmeleri, konusundaki denetimin yargı yolu ile
olacağı, ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma
veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerinin,
İçişleri Bakanınca, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar görevlerinden
uzaklaştırabilecekleri öngörülmüştür.
İl
özel idare organlarının ve bu organların üyelerinin hangi hallerde ve ne
şekilde görevlerinden uzaklaştırılabileceklerine ilişkin hususlar
düzenlenirken, bu yetkiyi kimin kullanacağı iptali istenilen kuralda
belirtilmemiş ise de, Anayasa’da açıkça İçişleri
Bakanı tarafından kullanılacağı öngörülen bu yetkinin, herhangi bir şekilde
başka bir organ tarafından kullanılması olanaklı değildir.
Bu
nedenle kural, Anayasa’nın 2., 8., 123. ve 127.
maddelerine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
11- 35. Maddenin İncelenmesi
Dava dilekçelerinde, il özel idaresi teşkilatının hangi birim ve
görevlilerden oluşacağı gösterilirken, daha önce vali yardımcılarına verilmiş
olan birtakım yetki ve görevlerin, yeni ihdas edilen genel sekreterliğe
verildiği, böylece vali yardımcılarının yerel organlarındaki yetkilerinin
kaldırıldığı, ayrıca 5302 sayılı Yasa’nın hiçbir yerinde, illerde merkezi
idarenin temsilcisi konumunda bulunan vali yardımcılarına yer verilmediği bu
durumun, Anayasanın 2 ve 11. maddelerinde belirtilen hukuk devleti,
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine ve 123, 126 ve 127.
maddelerinde açıklanmış bulunan idarenin bütünlüğüne ve merkezi idarenin
idari vesayet yetkisine ilişkin ilkelere aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Maddenin birinci fıkrasında, il özel idaresi
teşkilatının; genel sekreterlik, malî işler, sağlık, tarım, imar, insan
kaynakları, hukuk işleri birimlerinden
oluşacağı, ilin
nüfusu, fiziki ve coğrafi yapısı, ekonomik, sosyal, kültürel özellikleri
ile gelişme potansiyelinin dikkate alınması suretiyle norm kadro sistemine ve
ihtiyaca göre oluşturulacak diğer birimlerin kurulmasının, kaldırılmasının
veya birleştirilmesinin il genel meclisinin kararıyla olacağı, bu birimlerin,
büyükşehir belediyesi olan illerde daire başkanlığı
ve müdürlük, diğer illerde müdürlük şeklinde kurulacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 123. maddesinin birinci
fıkrasında, idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla
düzenleneceği, maddenin gerekçesinde de, idarenin kuruluş ve görevlerinin
kanunla düzenleneceği ilkesinin bir sonucu olarak, kamu tüzel kişilerinin de
ancak kanunla veya kanunun açıkça yetki vermesi halinde idari işlemle
kurulabileceği belirtilmektedir.
İl özel idareleri, idarenin bütünlüğü
içerisinde yer alan birer kamu idaresi olduklarından, idarenin kanunla
düzenleneceğine ilişkin Anayasal kural uyarınca hangi hizmet birimlerinden
oluşacağının ve bu birimlerin hangi unvanla kurulacaklarının yasa ile
belirlenmesinde ve il özel idaresi teşkilatında “Genel Sekreterlik” biriminin
öngörülmesinde herhangi bir Anayasal sorun bulunmamaktadır.
Öte yandan
fıkranın, ilin nüfusu, fiziki ve coğrafi yapısı, ekonomik, sosyal, kültürel
özellikleri ile gelişme potansiyelinin dikkate alınması suretiyle norm kadro
sistemine ve ihtiyaca göre oluşturulacak diğer birimlerin kurulmasının,
kaldırılmasının veya birleştirilmesinin il genel meclisinin kararıyla
olacağına ilişkin hükmü uyarınca, her il özel
idaresi öncelikle hem yasada belirtilen hizmet birimlerini kuracak, hem de
norm kadro çalışmasını yapacak, daha sonra fıkrada söz edilen koşulların
varlığına bağlı olarak, İçişleri Bakanlığı ile Devlet Personel Başkanlığı’nca
saptanan norm kadro ilke ve standartları çerçevesinde ihtiyaç duyduğu
birimleri, anılan ilke ve standartların ekinde gösterilen cetvellerde
belirtilen birim isimlerini kullanarak il genel meclisi kararı ile
kurabilecektir.
Burada, il özel
idarelerinin özerklikleri kapsamında, kamu yararı ve kamu hizmetinin gereği
olarak, il özel idarelerinin standart hale getirilmiş kadrolarına bağlı
kalınmak koşuluyla, yasaya göre kurulması zorunlu olanların dışında, ihtiyaç
duyulan diğer birimlerin il genel meclisinin kararı ile kurulmasına, bu
şekilde kurulmuş birimlerin kaldırılmasına veya başka bir birim ile
birleştirilmesine ilişkin olarak il genel meclislerine verilen yetkide, bir
belirsizlikten ve sınırsızlıktan söz edilemez.
Maddenin ikinci fıkrasında, genel sekreterin, il özel idaresi hizmetlerini vali
adına ve onun emirleri yönünde, mevzuat hükümlerine, il genel meclisi ve il
encümeni kararlarına, il özel idaresinin amaç ve politikalarına, stratejik
plan ve yıllık çalışma programına göre düzenleyip yürüteceği, bu amaçla il
özel idaresi kuruluşlarına gereken emirleri vereceği ve bunların uygulanmasını
gözetip sağlayacağı; üçüncü fıkrasında da belirtilen
hizmetlerin yürütülmesinden valiye karşı sorumlu olacağı
belirtilmiştir.
Valinin
teklifi, İçişleri Bakanı’nın onayı ile atanacağı hükme bağlanan genel
sekreterin, kendisine yüklenilen hizmetleri vali adına yürütmesinin ve
bunlardan valiye karşı sorumlu tutulmasının, tekil devlet ile idarenin
bütünlüğü ilkelerine aykırı olduğu ileri sürülemez.
Öte
yandan, toplam nüfusu 3.000.000’a kadar olan
illerde, ihtiyaca göre en fazla iki, nüfusu bunun üzerinde olan illerde en
fazla dört genel sekreter yardımcılığı kadrosu ihdas edilebilmesine ve
ilçelerde, özel idare işlerini yürütmek amacıyla kaymakama bağlı ilçe özel
idare teşkilatı oluşturulabilmesine izin verilmesi kamu hizmetinin gereği
olup kanunla düzenleme yapıldığından, maddenin dört ve beşinci fıkralarında
da anayasaya aykırılıktan söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle 35. maddede,
Anayasa’nın başlangıcı
ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal
isteminin reddi gerekir.
Bu görüşlere, birinci
fıkrada yer alan “… genel sekreterlik, …” sözcükleri
ile ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralar yönünden Tülay TUĞCU
katılmamıştır.
12-
36. Maddenin İncelenmesi
36. maddenin, birinci fıkrasının (Norm kadro ilke ve standartları İçişleri
Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı tarafından müştereken belirlenir.)
şeklindeki ilk tümcesi ile altıncı fıkrasının son tümcesinde yer alan “...kadroları kaldırılmış veya
kadrolarına zorunlu sebeplerle atama yapılmış ise durumlarına uygun bir
kadroya ...” ibaresinin ve son fıkrasının ilk tümcesinde yer alan “... başarı
durumlarına göre toplam memur sayısının % 10’ unu ve ...” ibaresinin iptali
istenilmiştir.
a– Maddenin Birinci Fıkrasının İlk Tümcesi
Dava
dilekçesinde, maddenin birinci fıkrasının “Norm
kadro ilke ve standartları İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı
tarafından müştereken belirlenir.” biçimindeki birinci tümcesi ile norm
kadronun ilke ve standartları konusunda hiçbir temel düzenleme yapılmadan, İçişleri
Bakanlığı ile Devlet Personel Başkanlığına yetki devrinde bulunulduğu, Anayasa’nın
8. ve 123. maddeleri uyarınca, hem Anayasa’da gösterilen ayrıksı haller
dışında idarenin asli düzenleme yetkisinin bulunmadığı, hem de norm kadro
ilke ve standartları il özel idare memurlarının özlük haklarına ilişkin bir
konu olduğundan, mutlaka kanunla düzenlenmesi gerektiği, bu nedenle kuralın
Anayasa’nın 2., 7., 8., 11., 123. ve 128.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa’nın
7. maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ait olduğu
ve bu yetkinin devredilemeyeceği öngörülmüştür.
Buna
göre, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin
verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı
ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasa'da öngörülen ayrık durumlar
dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda, yasa ile yürütmeye genel
nitelikte kural koyma yetkisi verilemez. Yürütme organına düzenleme yetkisi
veren bir yasa kuralının Anayasa'nın 7. maddesine uygun olabilmesi için,
temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir
alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Temel kuralları koymadan,
ölçüsünü belirlemeden ve sınırı çizmeden yürütmeye düzenleme yetkisi veren
kural, Anayasa'nın 7. maddesine aykırı düşer.
İptali
istenilen kuralda, “Norm kadro ilke ve
standartları İçişleri Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı tarafından
müştereken belirlenir” denilmektedir.
Buna göre, il özel idarelerince yapılacak veya yaptırılacak olan norm kadro
çalışmasında esas alınacak olan ilke ve standartlar, İçişleri Bakanlığı ile
Devlet Personel Başkanlığı’nca müştereken hazırlanacaktır.
Burada
merkezi idare kurumlarına verilen görev ve yetki, il özel idarelerinin görevlerini
yerine getirebilmeleri için ihtiyaç duydukları kadroların ihdas edilmesine
ilişkin olmayıp, bu kadroların, il özel idarelerince nitelik ve nicelik
olarak tespitinde hangi ölçütlerin esas alınacağının belirlenmesine
ilişkindir. Norm kadro ilke ve standartlarının belirlenmesi de, ülke
düzeyinde uygulama birliğinin ve uyumunun sağlanmasına yöneliktir.
Bu
durum, yasada düzenlenmesi mümkün olmayan teknik bir zorunluluktan kaynaklandığından,
merkezi idareye yetki verilmesinde Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır.
b- Maddenin Altıncı
Fıkrasının Son Tümcesinde Yer Alan “...kadroları
kaldırılmış veya kadrolarına zorunlu sebeplerle atama yapılmış ise
durumlarına uygun bir kadroya ...” İbaresi
Dava dilekçesinde, maddenin altıncı fıkrasının son tümcesinde, il
özel idaresinde görevlendirilecek personelin kadrosunda izinli sayılacağının
ve izinli sayılan memurun kadrosuna, o izinde iken bir başkasının
atanabileceğinin veya kadrosunun kaldırılabileceğinin öngörüldüğü, bu durumun
izinli memurun kadrosuna ilişkin kazanılmış haklarının ihlali anlamına
geleceği, bu nedenle altıncı fıkranın son tümcesinde yer alan “...kadroları kaldırılmış veya kadrolarına
zorunlu sebeplerle atama yapılmış ise durumlarına uygun bir kadroya ...” biçimindeki ibarenin, hem hukuk devleti
ilkesine, hem de Anayasa’nın 11 ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Anayasa’nın
128. maddesinin ikinci fıkrasında, memurların ve diğer kamu görevlilerinin
niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin, haklarının ve
yükümlülüklerinin, aylık ve ödeneklerinin ve diğer özlük işlerinin kanunla
düzenleneceği öngörülmüştür.
Buna göre, bir kamu kurum veya kuruluşundaki kadronun kaldırılıp
kaldırılmayacağına, yani kadronun varlığını sürdürmesinde kamu yararının
bulunup bulunmadığına, bu konuda kamu hizmetinin gereğinin ne olduğunun
tespitine karar verme yetkisi, kamu görevlileri açısından özlük haklarının
gözetilmesi koşuluyla, kadronun ait olduğu kamu kurum veya kuruluşunun
hukuksal niteliğine bağlı olarak, ya bu kuruluşların yetkili organlarına ya
da Yasakoyucuya aittir.
Diğer kamu kurum ve
kuruluşlarında istihdam edilen memurların, kendilerinin isteği ve
kurumlarının muvafakatiyle, buradaki kadrolarında izinli sayılarak il özel
idarelerinde görevlendirilmeleri bazen çok uzun bir süreyi kapsayacağından,
bu süre içinde söz konusu kadrolara, kamu hizmetinin gerekleri ile kamu
yararının zorunlu kıldığı durumlarda atama yapılmış olması Anayasa’ya
aykırılık oluşturmaz.
Öte
yandan, iptali istenilen kuraldaki “durumlarına
uygun” ifadesi ile kadroları kaldırılan devlet memurlarının eski
sınıflarındaki derecelerine uygun, diğer bir deyimle buna eşit veya daha üst
derecedeki yeni bir kadroya atanmalarının zorunlu kılındığı anlaşıldığından
bir hak kaybı söz konusu değildir.
Belirtilen
nedenlerle, iptali istenilen kurallarda Anayasa’nın 2. ve 128. maddelerine
aykırılık görülmemiştir. İptal isteminin reddi gerekir.
c- Maddenin
Son Fıkrasının İlk Tümcesinde Yer Alan “...
başarı durumlarına göre toplam memur sayısının % 10’ unu ve ...” İbaresi
Dava
dilekçesinde, maddenin son fıkrası hükmü ile il özel idaresi memurlarına,
başarı durumlarına göre, toplam memur sayısının % 10'unu geçmemek üzere,
yılda en fazla iki ikramiye verilmesinin öngörüldüğü, oysa başarılı memur sayısının,
toplam memur sayısının % 10'undan fazla sayıda olabileceği, böyle bir durumda
aynı derecede başarılı olan memurların bir kısmı yılda iki kez ikramiye
alabilirken, bir kısmının salt % 10 barajı nedeniyle, aynı derecede başarılı
olmalarına rağmen ikramiye alamayacakları, bunun da, durumları aynı olanlar
arasında farklı uygulamalar yapılması sonucunu doğurarak, Anayasa’nın 2., 10. ve 11. maddelerine aykırılık oluşturacağı, bu
nedenle maddenin son fıkrasının ilk tümcesinde yer alan ve “... başarı durumlarına
göre toplam memur sayısının % 10’
unu ve ...” biçimindeki ibarenin iptali gerektiği ileri sürülmüştür.
Anayasanın
10 uncu maddesinde yer alan yasa önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları
aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin
yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım
yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
İptali
istenilen ibarenin de içinde yer aldığı fıkrada, sözleşmeli ve işçi
statüsünde çalışanlar hariç olmak üzere, il özel idaresi memurlarına, başarı
durumlarına göre toplam memur sayısının %10'unu ve Devlet memurlarına
uygulanan aylık katsayısının 20000 gösterge rakamı ile çarpımı sonucu bulunacak
miktarı geçmemek üzere, çalıştıkları sürelerle (hastalık ve yıllık izinleri dahil) orantılı olarak, encümen kararı ile yılda en fazla
iki kez ikramiye ödenebileceği, Büyükşehir belediyelerinin olduğu yerlerde
gösterge rakamının 30000 olarak uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Kuralla,
il özel idarelerinde çalışan personelin niteliklerini ve buna bağlı olarak iş
başarılarını artırmalarının teşvik edilmek istendiği anlaşılmaktadır.
Buna
göre, görevlerinde olağanüstü gayret ve çalışmalarıyla başarılı olan memurların
tespiti, il özel idare memurlarını da kapsamına alan 657 sayılı Yasa’da
gösterilmiş olan usule göre yapılacağından, bu tespitte keyfilikten söz
edilemez. Ayrıca, ikramiye verilecek olanların toplam memur sayısının %10’u
ile sınırlandırılması da Yasa koyucunun takdir alanı içindedir.
Öte
yandan, bu tespitle yapılan sıralama sonucunda %10 grubuna giren memurlarla,
%10’a giremeyen memurların başarı durumları gözetildiğinde, kuralda
Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine de aykırılık yoktur.
Belirtilen
nedenlerle, iptali istenilen ibarede Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır.
İptal isteminin reddi gerekir.
13- 38. Maddenin İncelenmesi
Maddenin
birinci fıkrasının ilk tümcesi ile ikinci fıkrasının iptali istenilmiştir. Dava dilekçesinde, birinci fıkranın ilk tümcesinde öngörülen
denetimde “teftiş ve soruşturma”nın dışlandığı, ayrıca burada göndermede
bulunulan 5018 sayılı Kanunda da iç denetim kapsamında teftiş ve soruşturma
fonksiyonlarına yer verilmediği, teftiş hizmetinin iç denetimden farklı olduğu,
farklılığın, özellikle kamu hizmetlerinin sunumundaki usulsüzlüklerin ve
yolsuzlukların ortaya çıkarılması, soruşturulması, bunların önlenmesi işlevi
ile belirginlik kazandığı, gerek 5302 sayılı Yasa’nın 38. maddesinde ve
gerekse 5018 sayılı Kanunda teftiş ve soruşturmadan hiç söz edilmediği, ne iç
denetimin ne de dış denetimin teftiş ve soruşturma yetki ve görevini kapsamadığı,
denetimle ilgili böyle bir düzenlemenin nihai amacının kamu yararı olmayacağının
ortada olduğu, bu düzenlemenin denetimi etkisizleştirmek amacına yönelik
olduğu, bunun da hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği; ikinci fıkra ile de
kimi hükümleri henüz yürürlüğe girmemiş olan bir kanuna atıfta bulunulduğu,
yürürlüğe girmemiş bir düzenlemeye dayanılarak, il özel idarelerinde iç ve
dış denetim yapacaklara yetki ve görev vermenin yasama tekniğine uygun
düşmediği, bu durumun da hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı, bu nedenle
Anayasa’nın 2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Bazı
hükümlerinin iptali istenilen 38. maddede, il özel idarelerinin iş ve
işlemleri üzerinde hukuka uygunluk ile mali ve performans yönünden, iç ve dış
denetim olarak adlandırılan iki tür denetim yapılması ve bu denetimlerin, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu hükümlerine göre yerine getirilmesi öngörülmektedir.
Kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler
doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde
edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak
üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin
hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini,
raporlanmasını ve malî kontrolünü düzenleyen 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanunu’nun, 63 ila 69. maddelerinde düzenlenen iç ve dış denetim,
soruşturma ve tam anlamıyla teftiş fonksiyonlarını içermemekte ise de; 64.
maddede, denetim sırasında veya denetim sonuçlarına göre soruşturma
açılmasını gerektirecek bir duruma rastlandığında, bunu ilgili idarenin en
üst amirine bildirmek iç denetçinin görevleri arasında sayıldığından ve aynı
Yasa’nın 77. maddesinde, malî yönetim ve kontrol sisteminin tümüyle zaafa
uğradığı, belirgin yolsuzluk veya kamu zararına yönelik emarelerin ortaya
çıktığı durumlarda; il özel idareleri için ilgili valinin talep etmesi veya
doğrudan Başbakanın onayı üzerine İçişleri Bakanının, yetkili denetim
elemanlarına, ilgili mahallî idarelerin tüm malî yönetim ve kontrol
sistemlerini, malî karar ve işlemlerini mevzuata uygunluk yönünden teftiş
ettireceği, bu teftişler sonucunda düzenlenecek raporların bir örneğinin İç
Denetim Koordinasyon Kuruluna, bir örneğinin de gerekli işlemlerin yapılması
için ilgili valiye gönderileceği öngörüldüğünden, il özel idarelerinin mali
iş ve işlemleri üzerinde teftiş ve soruşturma yapılamayacağı gibi bir sonucun
çıkarılması mümkün değildir.
Öte yandan 5302 sayılı Yasa’nın 38. maddesinde ayrıca, il özel
idarelerinin mali işlemleri dışında kalan diğer idari işlemlerinin, idarenin
bütünlüğüne ve kalkınma plânı ve stratejilerine uygunluğu açısından İçişleri
Bakanlığı, vali veya görevlendireceği elemanlar tarafından da denetleneceği,
41. maddesinde de, denetimin yapılması ve faaliyet raporunun hazırlanması hususunda
bu Kanunda hüküm bulunmayan durumlarda, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu ile diğer kanunların ilgili hükümlerinin uygulanacağı hükme
bağlanmış, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat Ve Görevleri Hakkında
Kanun’un 15. maddesinde de, mahalli
idarelerin seçilmiş veya tayin edilmiş organları ve bunların üyeleriyle diğer
kamu görevlileri hakkında inceleme, araştırma ve soruşturma yapmak İçişleri
Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın görevleri arasında sayılmıştır.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 81.
maddesinde, diğer Kanunların bu Kanuna aykırı hükümlerinin yürürlükten
kaldırıldığı belirtilmiş ise de, 5018 sayılı Kanunun yürürlükten kaldırdığı
hükümler, kapsamına aldığı kuruluşların malî yönetiminin yapısına ve işleyişine,
bütçelerinin hazırlanmasına ve uygulanmasına, tüm malî işlemlerinin muhasebeleştirilmesine,
raporlanmasına ve malî kontrolünün düzenlenmesine ilişkin konulardaki bu
Kanuna aykırı hükümler olduğundan, İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu
Başkanlığı’nın il özel idarelerinin mali işlemleri dışında kalan diğer idari
işlemleri ile seçilmiş veya tayin edilmiş organları ve bunların üyeleriyle
diğer kamu görevlileri hakkında inceleme, araştırma ve soruşturma yapma görev
ve yetkileri varlığını sürdürmektedir.
Buna
göre, iptali istenilen kurallarla, il özel idarelerinin mali işlemleri
dışındaki idari işlemleri ile organ ve personeli üzerindeki teftiş ve
soruşturma fonksiyonlarının ortadan kaldırıldığı sonucunun çıkarılması da
mümkün değildir.
Açıklanan
nedenlerle, 38. maddenin 1. fıkrasının “İl özel idarelerinde iç ve dış denetim
yapılır.” tümcesi ile “İç ve dış denetim 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Kanunu hükümlerine göre yapılır.” tümcesinden oluşan 2. fıkrasında
Anayasa’nın 2. ve 11. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır.
İptal
isteminin reddi gerekir.
14- 45. Maddenin
İncelenmesi
Dava dilekçelerinde, maddede, bütçenin kabulüne ilişkin il genel meclisi
kararı üzerinde merkezi idarenin vesayet yetkisi ile ilgili herhangi bir
hükme yer verilmeyerek, doğrudan geçerliğinin sağlandığı, bunun da idari
vesayet ve idarenin bütünlüğü ilkeleriyle uyuşmadığı, dolayısıyla Anayasanın
başlangıcı ile 2., 5., 11., 123., 126. ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Maddenin
birinci fıkrasında, bütçe tasarısının vali
tarafından hazırlanıp, eylül ayı başında il encümenine sunulacağı, encümenin,
bütçeyi inceleyerek görüşüyle birlikte kasım ayının birinci gününden önce il
genel meclisine sunacağı, ikinci fıkrasında da il genel meclisinin,
bütçe tasarısını yıl başından önce aynen veya
değiştirerek kabul edeceği, ancak bütçe denkliğini bozacak biçimde gider
artırıcı ve gelir azaltıcı değişiklikleri yapamayacağı belirtilmektedir.
İl özel idaresi bütçesi, mali yıl içindeki gelir ve gider
tahminlerini gösteren, gelirlerin toplanmasına ve harcamaların yapılmasına
izin veren bir il genel meclisi kararıdır. Nitekim 5302
sayılı Yasa’nın “İl özel idaresi bütçesi” başlıklı 44. maddesine ilişkin
gerekçede, bütçe; stratejik planlar ile orta
ve uzun vadeli hedeflere uygun olarak hazırlanan ve özel idare hizmetleri
için gerekli ödeneklerin tahsis edildiği yerleri gösteren önemli bir belge
olarak; 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 3. maddesinin
(f) bendinde de, belirli bir dönemdeki
gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları
gösteren ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belge olarak tanımlanmıştır.
İptali istenilen maddede, bütçenin hazırlanması ve kabul
edilmesi konuları düzenlenmiş, bütçenin kesinleşmesine ve yürürlüğe girmesine
ilişkin olarak bir düzenleme yer almamıştır. Bunun nedeni, bütçenin bir il
genel meclisi kararı olması nedeniyle il genel meclisinin diğer kararlarının
kesinleşip yürürlüğe girmesi için öngörülen kuralların, bütçe için de geçerli
olmasıdır.
Nitekim, 5018
Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 49.,
5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 48., 5393 Sayılı Belediye Kanununun
65. ve 5355 Sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu’nun 18 ve 22. maddelerine
dayanılarak hazırlanan Mahalli İdareler Bütçe ve Muhasebe Yönetmeliği’nin 32.
maddesinde de, bütçenin kesinleşmesi ve yürürlüğe girmesi konuları
düzenlenmiş ve bütçenin, il genel meclisinin diğer kararları gibi kesinleşip
yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. İl genel meclisi kararlarının kesinleşmesine ilişkin kurallar
da, Yasa’nın 15. maddesinde düzenlenmiştir.
15. maddede merkezi idarenin vesayet yetkisinin
kullanılmasına ilişkin olarak öngörülen usulün, 45. madde için de geçerli
olacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle bütçe konusunda vesayet yetkisinin
kullanılmayacağından söz edilemez.
Belirtilen nedenle, 45. maddede Anayasanın başlangıcı ile 2.,
5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
görülmemiştir. İptal isteminin reddi gerekir.
Bu
görüşe, birinci fıkra yönünden Tülay TUĞCU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT; ikinci fıkra
yönünde ise Tülay TUĞCU, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK ve Osman Alifeyyaz
PAKSÜT katılmamıştır.
15- 47. Maddenin İncelenmesi
Dava dilekçelerinde, maddede, kesin hesabın kabulüne ilişkin il genel
meclisi kararı üzerinde merkezi idarenin vesayet yetkisi ile ilgili herhangi
bir hükme yer verilmeyerek doğrudan geçerliğinin sağlandığı, bunun da idari
vesayet ve idarenin bütünlüğü ilkeleriyle uyuşmadığı, dolayısıyla Anayasanın
başlangıcı ile 2., 5., 11., 123., 126. ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
45.
madde için belirtilen gerekçe bu madde için de aynen geçerlidir.
Bu
nedenle, maddede Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
Bu
görüşe, birinci fıkra yönünden Tülay TUĞCU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT; ikinci fıkra
yönünden ise Tülay TUĞCU, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK ve Osman Alifeyyaz
PAKSÜT katılmamıştır.
16- 48. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, il özel idaresi bütçesi ile muhasebe işlemlerine ilişkin esas
ve usullerin belirlenmesine ilişkin ilkeler konusunda genel kurallar
düzenlenmeden, asli düzenleme yetkisinin yönetmeliğe bırakıldığı, oysa
Anayasa’nın 8. ve 123. maddeleri uyarınca, Anayasa’da gösterilen ayrıksı
haller dışında idarenin asli düzenleme yetkisinin bulunmadığı, bu durumun
Anayasa’nın 2., 6., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Maddede,
il özel idaresi bütçesi ile muhasebe işlemlerine ilişkin esas ve usullerin, Maliye
Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak
yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
İl
özel idare bütçelerinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolünde uyulması gereken
ilkeler, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 13. maddesi ile
5302 sayılı Yasa’nın ilgili maddelerinde belirtilerek, bu konuya ilişkin
gerekli çerçeve ve sınırlar çizilmiş bulunmaktadır.
İptali
istenilen maddede İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenmesi
öngörülen konular, bütçenin hazırlanmasından kabulüne kadar geçen evredeki,
biçim ve süre koşulları gibi yönteme ve bütçe tekniğine ilişkindir.
Dolayısıyla, maddede İçişleri Bakanlığı’na verilen yetkinin, tamamen teknik
nitelikteki muhasebe sistemine ilişkin olarak öngörülen konuları içereceği
açıktır.
Bu
nedenle, kuralda Anayasa’nın 2., 6., 7. ve 8.
maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi gerekir.
17- 51. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, maddede, il özel idarelerinin borçlanma ve tahvil ihracı kararları
üzerinde valinin onayı gibi bir uygulamadan, yani vesayet yetkisinin
kullanımından söz edilmediği, bunun da idari vesayet ve idarenin bütünlüğü
ilkeleriyle uyuşmadığı, dolayısıyla Anayasanın başlangıcı ile 2., 5., 11., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
Maddenin
birinci fıkrası hükmüyle, il özel idaresi ile bağlı kuruluşlarına, görev ve
hizmetlerinin gerektirdiği giderleri karşılamak amacıyla, ilgili diğer
mevzuatta öngörülen koşullarla iç ve dış borçlanma yapabilme, bu kapsamda
tahvil ihraç edebilme yetkisi verilmektedir. Verilen yetki, sınırsız bir
borçlanma yetkisi olmayıp, bazı koşullara bağlanmış, çeşitli aşamalarında,
çeşitli şekillerde merkezi yönetimin denetimine tabi tutulmuş, sınırlı bir borçlanma
yetkisidir.
Fıkrada,
il özel idarelerinin dış borçlanması ve tahvil ihraçları sadece yatırım
programında yer alan projelerle sınırlandırılmış, dış borçlanmanın 4749
sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun
hükümleri çerçevesinde, tahvil ihracının da iç ve dış piyasa ayırımı
yapılmadan, ilgili mevzuat hükümleri uyarınca yapılacağı öngörülmüş; iç
borçlanmaya karar verme yetkisi bütçe gelirine bağlanarak, bütçe gelirinin %
10’una kadar olan iç borçlanmaların meclis kararı, % 10’un üzerindeki
borçlanmaların ise meclisin üçte iki çoğunlukla vereceği kararın İçişleri
Bakanlığınca onayı ile yapılması mümkün kılınmış; il özel idaresi ve bağlı
kuruluşlarının iç ve dış borç stokunun ana para ve
faiz tutarının, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının Vergi Usul
Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranında artırımı sonucu bulunacak
miktarın iki katına ulaşması durumunda yeni borçlanmaya izin verilmemiştir.
Fıkranın
(a) bendine göre, il özel idareleri, dış borca, sadece yatırım programında
yer alan projelerin finansmanı amacıyla ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve
Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde başvurabilecektir.
Dış borçlanma özü itibarıyla bir kamu finansmanı konusudur. Bu konuda il özel
idarelerinin uymaları gereken ilkeler, 5302 sayılı Yasa ile 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda yer almıştır.
İl
özel idarelerinin, tahvil ihraçları da dahil olmak
üzere, hangi türden olursa olsun, yapacakları tüm dış borçlanmalar, söz
konusu yasa ve yönetmeliklerde öngörülen usule tabi olacaktır.
Fıkranın
(b) bendinde, İller Bankasından yatırım kredisi ve nakit kredi kullanan il
özel idaresinin, ödeme plânını bu bankaya sunmak zorunda olduğu, İller
Bankasının, hazırlanan geri ödeme plânını yeterli görmemesi halinde il özel
idaresinin kredi isteklerini reddedeceği belirtilmektedir. İl özel
idarelerinin İller Bankasından kullanacakları krediler, bir iç borçlanma olduğundan,
bu borçlanma türüne ilişkin koşullara tabi olacaktır.
Fıkranın
(c) bendinde, yukarıda da değinildiği üzere, tahvil ihracının, iç ve dış piyasa
ayırımı yapılmadan, ilgili mevzuat hükümleri uyarınca ve sadece yatırım
programında yer alan projelerin finansmanı için yapılacağı öngörülmüştür. 4749
sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile
konuya ilişkin diğer kanunlardaki hükümlerin burada da uygulanacağı açıktır.
Fıkranın
(d) bendinde, il özel idarelerinin iç ve dış toplam borç stoklarının en fazla
ne kadar olabileceği belirtilmektedir. Buna göre, İl
özel idaresi ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin %50’sinden
fazlasına sahip oldukları şirketlerin faiz dahil iç
ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının 213
sayılı Vergi Usul Kanununda belirlenen yeniden değerleme oranıyla artırılan
miktarını aşamayacaktır. Bu miktar büyükşehir
belediyesi bulunan illerin özel idareleri için bir buçuk kat olarak
uygulanacaktır.
Fıkranın (e) bendinde, İl özel idaresi ve bağlı kuruluşları ile
bunların sermayesinin %50’sinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin, en
son kesinleşen bütçe gelirlerinin, 213 sayılı Vergi Usul Kanununda belirlenen
yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarının yılı içinde toplam %10’unu
geçmeyen iç borçlanmayı il genel meclisinin kararı; %10’u geçen miktarlar
için meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri
Bakanlığının onayı ile yapabileceği öngörülmüştür.
Fıkranın
(f) bendinde, il özel idarelerinin
ileri teknoloji ve büyük tutarda maddi kaynak gerektiren alt yapı
yatırımlarında Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığının teklifi üzerine
Bakanlar Kurulunca kabul edilen projeleri için yapılacak borçlanmaların, borç
stoku miktarının hesaplanmasında dikkate alınmayacağı; ayrıca dış kaynak
gerektiren projelerde Hazine Müsteşarlığının görüşünün alınacağı
öngörülmüştür.
Buna
göre, il özel idaresi ve bağlı kuruluşları ile bunların sermayesinin
%50'sinden fazlasına sahip oldukları şirketlerin borçlanmasına ilişkin
incelenen fıkrada, 5302 sayılı Yasa’nın öngördüğü vesayet yetkisinin
kullanılmasının yanı sıra, merkezi yönetimin de denetim veya katılımının
öngörülmesi nedeniyle, vesayet yetkisinin kullanılmasının öngörülmediğinden
söz edilemez.
Maddenin ikinci
fıkrasında, birinci fıkrada belirtilen usul ve
esaslara aykırı olarak borçlanan il özel idaresi yetkilileri hakkında,
fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda Türk Ceza Kanunu’nun
240. maddesi hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
29. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi, yasaların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğü’nün Anayasa’ya aykırılığı konusunda ilgililer
tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir. İstemle bağlı
kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de Anayasa’ya aykırılık kararı verebilir.
Dava
dilekçesinde, itiraz konusu kuralın, Anayasanın başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüş ise de, kuralın ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 38. maddesi yönünden de
incelenmesi uygun görülmüştür.
Anayasa’nın
38. maddesinde, kimsenin işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamayacağı, kimseye suçu işlediği
zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir cezanın
verilemeyeceği ve ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin ancak
kanunla konulacağı belirtilmektedir.
Yasakoyucu, belirtilen ilkeler ile ceza hukukunun genel
ilkelerini ve kamu yararını gözeterek hangi eylemlerin suç sayılacağını, bu
suçlara ne miktar ve ne çeşit ceza verileceğini, hangi cezaların nasıl
uygulanacağını saptayabilir.
Buna
göre, il özel idare yetkililerinin de kamu görevlisi olmaları nedeniyle, borçlanma
ilkelerine aykırı hareketleri için, haklarında Türk Ceza Kanunu’nun 240.
maddesinin uygulanacağının öngörülmesinin Anayasa’ya aykırılığından söz
edilemez.
Maddenin son fıkrasında, il özel idarelerinin varlık ve
yükümlülüklerinin ayrıntılı bir şekilde yer aldığı malî tablolarının, üçer
aylık dönemler halinde İçişleri ve Maliye bakanlıkları ile Devlet Plânlama
Teşkilatı ve Hazine müsteşarlıklarına gönderilmesinin öngörülmesi, vesayet
yetkisinin kullanılmasına olanak sağladığından, kuralın tekil devlet ve
idarenin bütünlüğü ilkelerine aykırı olduğu söylenemez.
Belirtilen
nedenlerle, 5302 sayılı Yasa’nın 51. maddesinde Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 5., 38.,
123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. İptal isteminin
reddi gerekir.
Bu
görüşlere, maddenin birinci fıkrası yönünden Osman Alifeyyaz
PAKSÜT katılmamıştır.
18- 52. Maddenin İncelenmesi
Dava
dilekçelerinde, 52. maddede yer alan düzenleme ile il özel idarelerine yüklenilen
tüm hizmetlerin şirketler kurularak, görülmesine olanak sağlandığı, bunun
anlamının herhangi bir sınırlama ve hizmetler arasında herhangi bir ayrım
yapılmadan, yerel nitelikteki tüm kamu hizmetlerinin özel hukuk hükümlerine
tabi şirketler aracılığı ile yapılabilir hale gelmesi olduğu, il özel
idaresinin “kamu gücü” ve “kamu otoritesi” kullanarak yürüttüğü asli ve
sürekli kamu hizmetlerine ilişkin görevlerin bütünüyle, hiçbir sınırlama
olmadan şirketler eliyle yürütülmesinin veya bu kamu hizmetlerinin idari bir
işlemle özel hukuk kişisine devredilmesinin, yerel yönetimlerin amacına ve
varlık nedenine aykırı olduğu, ayrıca hangi hizmetleri görmek üzere şirket
kurulabileceğinin belirtilmemesinin özelleştirme ilkeleriyle de çelişeceği,
bu nedenle maddenin, Anayasa’nın başlangıcı ile 2.,
5., 11., 47., 123., 126. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Maddede,
il özel idarelerine, kendilerine yüklenilmiş olan görev ve hizmet alanlarında
ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre sermaye şirketi kurabilme olanağı
verilmektedir.
Anayasa’nın
devletleştirme ve özelleştirmeye ilişkin 47. maddesinin son fıkrası, Devlet,
kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen
yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya
tüzelkişilere yaptırılabileceğinin veya devredilebileceğinin kanunla
belirleneceğini öngörmektedir.
İptali istenilen kural, il özel
idarelerinin kendilerince yürütülen veya yürütülmesi öngörülen hizmetlerden
hangilerini özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırabileceklerini
veya devredebileceklerini değil, kendi görev ve hizmet alanlarında, il genel
meclislerince alınan kararlarla ve bazı idari koşulları yerine getirerek, “özel
hukuk tüzel kişisi” biçiminde, etkinlikleri tamamen özel hukuk kurallarına
göre gerçekleştirilen, özel hukuk kişileri gibi yönetilen sermaye şirketi
kurabileceklerini öngörmektedir.
Bu nedenle kuralın Anayasa’nın 47. maddesi ile ilgisi
görülmemiştir.
Öte
yandan, Anayasa’nın 128. maddesinin birinci fıkrası hükmü, Devletin, kamu
iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve
sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülmesini
zorunlu kılmaktadır.
Buna
göre, iptali istenilen kuralda il özel idarelerince kurulabileceği öngörülen
sermaye şirketlerinin çalışma konularının, il özel idarelerinin genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları asli ve sürekli görevleri
dışında kalan alanlarda, sermaye şirketleri aracılığıyla yürütülmeye uygun
nitelikteki (piyasa şartlarının gözetileceği) görev ve hizmetler olacağında
kuşku bulunmamaktadır.
Bu
nedenle, il özel idarelerinin Anayasa’nın 127. maddesinde belirtilen mahalli
müşterek ihtiyaçlardan Anayasa’nın 128. maddesi kapsamı dışında kalanlarını sermaye şirketleri aracılığıyla
yürütülebileceği sonucuna varıldığından, 52. madde hükmü Anayasa’nın
başlangıcı ile 2., 5., 123., 126. ve 127.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Tülay
TUĞCU, Fulya KANTARCIOĞLU ve Şevket APALAK bu görüşe katılmamışlardır.
19- 54. Maddenin İkinci Fıkrasının
İncelenmesi
Dava
dilekçesinde, iptali istenilen kuralla yürütmeye asli düzenleme yapma yetkisi
tanındığı, söz konusu yetki devrinin Anayasa’nın 2.,
6., 7. ve 8. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
54. maddenin iptali istenilmemiş olan birinci fıkrasında, 4749
sayılı Kanun kapsamındaki Hazine alacakları hariç olmak üzere, il özel
idaresinin, genel bütçeli kuruluşlardan, sosyal güvenlik kuruluşlarından,
mahalli idarelerden ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarından olan özel hukuk ve
kamu hukukuna tabi alacak ve borçlarının takas ve mahsup edileceği, iptali
istenilen ikinci fıkrasında da bu madde gereğince yapılacak takas ve mahsup
işlemlerine ilişkin esas ve usullerin, İçişleri Bakanlığının olumlu görüşü alınarak,
Maliye Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle düzenleneceği hükme
bağlanmıştır.
Anayasa’nın 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisince kullanılacağı ve bu yetkinin
devredilemeyeceği öngörülmektedir.
Buna göre, yürütme
organına, Anayasa'da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda, genel,
sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilemez. Yürütme organına, ancak, temel kurallar konulup, çerçeve
çizildikten sonra, uygulamaya dönük ayrıntılar ile uzmanlık ve yönetim
tekniğine ilişkin konuların düzenlenmesi bırakılabilir.
54.
maddenin iptali istenilmeyen birinci fıkrasında, takas ve mahsup
işlemlerinin, hangi kamu kurum ve kuruluşları arasında, hangi alacak ve
borçlar için yapılacağı belirtilmiş bulunduğundan, iptali istenilen ikinci
fıkrada, söz konusu takas ve mahsup işlemlerinin uygulanmasına dönük
ayrıntıların yönetmeliğe bırakılmasında Anayasa’nın 2.,
6., 7. ve 8. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. İptal isteminin reddi
gerekir.
VI-
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
22.2.2005 günlü, 5302
sayılı “İl Özel İdaresi Kanunu”nun:
A) 1- 10.
maddesinin (h) bendine,
2-
15. maddesinin;
a- İkinci
fıkrasının “ ... ile yeniden görüşülmesi istenip de
il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar …”
bölümüne,
b- Üçüncü
fıkrasının “ … on gün içinde …” sözcükleri dışında
kalan bölümüne,
ilişkin
iptal hükümlerinin yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle bu bend ve bölümlerin yürürlüğünün durdurulması isteminin
REDDİNE,
B- 1- 3. maddesine,
2- 6.
maddesinin birinci fıkrasının;
a- (a)
bendinde yer alan “Sağlık”, “tarım”, “sanayi
ve ticaret”, “bayındırlık ve iskân”, “toprağın korunması”, “erozyonun
önlenmesi”, “sosyal hizmet ve yardımlar”, “ile diğer” sözcüklerine,
b- (b)
bendinde yer alan “çevre” sözcüğüne,
3- 7. maddesine ve bu maddenin
başlığındaki “imtiyazları” sözcüğüne,
4- 10. maddesinin (h) bendi dışında
kalan bölümüne,
5- 11. maddesine,
6-
13. maddesine,
7-
15. maddesinin;
a- Birinci
fıkrasına,
b- İkinci fıkrasının “ ... ile
yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt
çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar …” bölümü dışında kalan bölümüne,
c- Dördüncü fıkrasına,
8-
18. maddesine,
9-
25. maddesine,
10-
34. maddesine,
11-
35. maddesine,
12-
36. maddesinin,
a- Birinci fıkrasının ilk tümcesine,
b- Altıncı
fıkrasının son tümcesinin “...kadroları kaldırılmış veya kadrolarına zorunlu
sebeplerle atama yapılmış ise durumlarına uygun bir kadroya ...” bölümüne,
c- Son fıkrasının ilk tümcesinin “... başarı durumlarına göre toplam memur sayısının % 10’ unu ve ...” bölümüne,
13-
38. maddesinin birinci fıkrasının ilk tümcesi ile ikinci fıkrasına,
14-
45. maddesine,
15-
47. maddesine,
16-
48. maddesine,
17-
51. maddesine,
18-
52. maddesine,
19- 54. maddesinin ikinci fıkrasına,
yönelik
iptal istemleri, 18.1.2007 günlü, E. 2005/32, K. 2007/3 sayılı kararla reddedildiğinden,
bu madde, fıkra, bend, bölüm ve sözcüklere ilişkin
YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE,
C- 1- 6. maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendinde yer alan “kültür”, “turizm”, “gençlik ve spor” sözcükleri,
2-
15. maddesinin üçüncü fıkrasının “… on gün
içinde …” sözcükleri, hakkında 18.1.2007 günlü, E. 2005/32, K. 2007/3 sayılı
kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu sözcüklere
ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA,
18.1.2007
gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
VII- İPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kanun,
kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün
yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî
Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez” denilmektedir.
2949 sayılı Yasa’nın 53. maddesinin dördüncü fıkrasında da bu kural
tekrarlanmakta, maddenin beşinci fıkrasında ise, Anayasa Mahkemesi’nin, iptal
sonucunda meydana gelecek hukuksal boşluğu, kamu düzenini tehdit veya kamu
yararını ihlal edici mahiyette görmesi halinde, dördüncü fıkradaki hükmü uygulayacağı
belirtilmektedir.
5302
sayılı İl Özel İdaresi Kanununun, 10. maddesinin (h) bendi ile 15. maddesinin
ikinci fıkrasının, “ ... ile yeniden
görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla
ısrar edilen kararlar …” ibaresinin ve üçüncü fıkrasının “Vali, meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine idarî
yargıya başvurabilir.” hükmünün iptali
nedeniyle doğan hukuksal boşluk, kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal
edici nitelikte görüldüğünden, iptal kararının, kararın Resmî Gazete’de
yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VIII- SONUÇ
22.2.2005 günlü, 5302 sayılı “İl Özel
İdaresi Kanunu”nun:
A- 3. maddesinin;
1-
(a) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2-
(b) bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Tülay TUĞCU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B-
6. maddesinin birinci fıkrasının;
1- (a) bendinde yer alan;
a- “Sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”,
“bayındırlık ve iskân”, “sosyal hizmet ve yardımlar”, sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU, Fulya KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER ile Şevket APALAK’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- “toprağın korunması”, “erozyonun
önlenmesi”, “ile diğer” sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- (b) bendinde yer alan;
a- “kültür”,
“turizm”, “gençlik ve spor” sözcükleri, 3.7.2005 günlü, 5393 sayılı Belediye
Kanunu’nun 85. maddesinin (e) bendi
ile bent metninden çıkarıldığından, bu sözcükler hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
b- “çevre”
sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay
TUĞCU, Fulya KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER ile
Şevket APALAK’ın karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
C-
7. maddesinin;
1-
Başlığındaki “imtiyazları” sözcüğünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Birinci fıkrasının;
a- (b) bendinin ve
(d) bendinde yer alan “Borç almak …” ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3-
İkinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D-
10. maddesinin;
1- (d) bendinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2- (h)
bendinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Sacit ADALI, A. Necmi ÖZLER’in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
3- Diğer bentlerinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 11. maddesinin;
1-
Birinci fıkrasının;
a- Üçüncü
tümcesinde yer alan “… meclis başkanını, …”
sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Serdar
ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Kalan bölümünün
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2-
İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3- Üçüncü fıkrasının;
a- “ Meclis başkanlığı …” sözcüklerinin
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
4- Dördüncü, beşinci ve altıncı
fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
F- 13. maddesinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G-
15. maddesinin;
1- Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2-
İkinci fıkrasının;
a- “ ... ile
yeniden görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt
çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar …” bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya
KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER ile Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Kalan bölümünün
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3-
Üçüncü fıkrasının;
a- “… on gün içinde
…” sözcükleri, 3.7.2005 günlü, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 85. maddesinin
(e) bendi ile fıkra metninden
çıkarıldığından, bu sözcükler hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
b- Kalan bölümünün
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Haşim KILIÇ, Sacit
ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, A. Necmi ÖZLER ile Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- Dördüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
H-
18. maddesinin;
1- Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- İkinci fıkrasının;
a- Birinci
tümcesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
b- İkinci
tümcesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay
TUĞCU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Üçüncü ve dördüncü fıkralarının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
4- Beşinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
I-
25. maddesinin;
1-
Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Tülay TUĞCU’nun karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci fıkrasının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU, A. Necmi ÖZLER ile Şevket APALAK’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
J-
34. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
K- 35. maddesinin;
1- Birinci fıkrasının;
a- “ … genel sekreterlik, …” sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- İkinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkralarının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU’nun karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
L-
36. maddesinin;
1-
Birinci fıkrasının ilk tümcesinin,
2- Altıncı fıkrasının son tümcesinin
“...kadroları kaldırılmış veya kadrolarına zorunlu sebeplerle atama yapılmış
ise durumlarına uygun bir kadroya ...” bölümünün,
3-
Son fıkrasının ilk tümcesinin “... başarı
durumlarına göre toplam memur sayısının % 10’ unu ve ...” bölümünün,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
M-
38. maddesinin birinci fıkrasının ilk tümcesi ile ikinci fıkrasının
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
N-
45. maddesinin,
1- Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU ile Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Şevket APALAK
ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
O-
47. maddesinin;
1- Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU ile Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Tülay TUĞCU, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket
APALAK ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
Ö-
48. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
P-
51. maddesinin;
1- Birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- İkinci ve üçüncü fıkralarının Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
R-
52. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, Tülay TUĞCU,
Fulya KANTARCIOĞLU ile Şevket
APALAK’ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
S- 54. maddesinin ikinci fıkrasının
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
Ş- İptal edilen fıkra, bent ve bölümün
doğuracağı hukuksal boşluk kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici
nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949
sayılı Yasa’nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince İPTAL
HÜKÜMLERİNİN, KARARIN RESMİ GAZETEDE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL
SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
18.1.2007 gününde karar verildi.
Başkan
Tülay TUĞCU
|
Başkanvekili
Haşim KILIÇ
|
Üye
Sacit ADALI
|
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
|
Üye
Ahmet AKYALÇIN
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
A. Necmi ÖZLER
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Şevket APALAK
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY YAZISI
22.2.2005
günlü, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali
istemiyle Cumhurbaşkanı ve 116 milletvekili tarafından açılan davalar
birleştirilerek incelenmiştir.
1913 tarihli
İdare-i Umumiyei Vilayet Kanunu ile bu Kanun’da
bazı değişiklikler öngören 1987 tarihli 3369 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’ndan
sonra, 1982 Anayasası’nın 127. maddesinde öngörülen ilkeler çerçevesinde ve
kamu yönetimi reformu anlayışı ile düzenlendiği anlaşılan 5302 sayılı Yasa’nın,
genel sistematiğiyle birlikte dava konusu maddeleri incelendiğinde önceki
yasalardaki düzenlemelere büyük ölçüde bağlı kalınarak merkezi yönetimle
yerel yönetim ilkelerinin karışık ve karmaşık bir biçimde uygulandığı, bu nedenle
Anayasa’nın öngördüğü merkezi yönetim ve yerinden yönetim ilkeleri ile idari vesayet
denetiminin çerçevelerinin belirlenemediği anlaşılmaktadır. Şöyle ki;
Anayasa’nın 123. maddesinde idarenin
kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu belirtilirken bu kuruluş ve
görevlerin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanacağı
öngörülmüştür. Bu esaslara dayalı olarak Anayasa’nın 126. maddesinde merkezden
yönetim, 127. maddesinde yerinde yönetim ilkeleri belirlenmiştir.
Anayasa’nın Mahalli İdareler başlıklı
127. maddesinde tanımlanan mahalli idareler, il, belediye veya köy halkının
mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere,kuruluş
esasları kanunla belirtilen ve karar organları seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan kamu tüzelkişileridir. Bu bağlamda yerel yönetimlere idari ve
mali özerlik verilmesine karşın, idarenin bütünlüğü ilkesinin gereği olarak
127. maddenin beşinci fıkrası ile merkezi idareye kamu yararının korunması,
kamu görevlerinde birliğin sağlanması, yerel ihtiyaçların gereği gibi
karşılanması amacıyla yerel yönetimler üzerinde idari vesayet yetkisi tanınmıştır.
İl İdaresi Kanunu’nun 9. maddesine
göre ilde merkezi idarenin temsilcisi valilerdir ve bu nitelikleri itibariyle
merkezi idare adına il özel idarelerinin vesayet yoluyla denetlenmesi görevi
de onlara aittir.
Buna karşın 5302 sayılı Yasa’nın 3.
maddesinin (b) bendinde il özel idaresinin organları sayılırken merkezi
idarenin temsilcisi olan il valisi özel idarenin icra organı olarak gösterilmiş,
18. maddesinin ikinci fıkrasının
ikinci tümcesinde, meclis üyelerinin il özel idaresi işleriyle ilgili
konularda sözlü ve yazılı soru sormasına ve sorunun vali veya görevlendireceği
kişi tarafından cevaplandırılacağına ilişkin düzenleme yapılmış,
25. maddesinde, il valisine, encümen
başkanlığı görevi verilerek il genel meclisi emirlerini uygulayan bir icra
organı durumuna getirilmiş ve bu nedenle ilgili birim amirlerinden görüş
almasına olanak sağlanmış,
35. maddesinde, il özel idaresi
teşkilatında genel sekreterliğin bulunacağına ve vali adına, onun emirleri
yönünde hizmetler yürüteceğine, ilin nüfus durumuna göre genel sekreter
yardımcılığı kadrosu ihdas edileceğine ilişkin ve ilçelerde yine merkezi
idare temsilcisi olan kaymakama bağlı ilçe özel idare teşkilatı
oluşturabileceğine olanak sağlayan, düzenlemeler getirilmiş,
45. maddesinde, vali tarafından
hazırlanacak bütçenin il genel meclisi tarafından aynen veya değiştirilerek
kabul edileceği öngörülmüş,
47. maddesinde, kesinhesabın
vali tarafından encümene sunulacağı hükme bağlanmıştır.
Bütün bu
düzenlemeler ile il valisinin yasal statüsü, konumu ve görevleri birbirine
karıştırılmış valinin, bir taraftan merkezi idarenin temsilcisi olarak
Anayasa’nın 127. maddesinin gereği idarenin bütünlüğü ilkesine uygun, kamu
görevlerinde birliğin sağlanması amacına yönelik biçimde vesayet denetimi
yetkisini kullanması istenirken, diğer taraftan aynı vali il özel idaresinin
icra organı olarak kabul edilerek denetlemek durumunda olduğu il genel
meclisinin aldığı kararları uygulamak zorunda bırakılmıştır. Nitekim,
gerektiğinde meclisin sorularına cevap vermek, bütçeyi yapmak gibi icra
görevleri verilmek suretiyle vesayet denetimi yapması beklenilen valinin,
özel idarenin memuru haline getirilmiş olması bu anlayışın sonucudur.
Belirtilen düzenlemeler, Anayasa’da
öngörülmeyen bir idari yapı oluşturduğundan, bu düzenlemelerin Anayasa’nın
123. maddesindeki “idare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür” ilkesini
valilerin etkin bir vesayet denetimi ile gerçekleştirmesi mümkün
görülmediğinden Anayasa’ya uygun olduğu düşünülemez.
5302 sayılı Özel İdare Kanunu’nun 3.
maddesinin (b) bendinin, 18. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinin,
25. maddesinin tamamının, 35. maddesinin tamamının, 45. maddesinin birinci
fıkrasının, 47. maddesinin birinci fıkrasının yukarıda belirttiğim gerekçelerle
Anayasa’nın 123. ve 127. maddelerine aykırı olduğu, iptali gerektiği
düşüncesi ile kararın bu maddelere ilişkin kısmına katılmıyorum.
Başkan
Tülay
TUĞCU
KARŞIOY
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 15. maddesi ile ilgili A.Necmi ÖZLER’in karşıoyundaki 3 nolu bölüme
aynen katılıyorum.
Başkanvekili Haşim
KILIÇ
KARŞIOY
E.2005/32, K.2007/3 sayılı dosyayla ilgili iptal dâvâsında 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 10.
maddesinin (h) bendinde öngörülen il genel meclislerine vergi, resim ve harç
dışında kalan ve miktarı beş milyardan yirmibeş
milyar liraya kadar ihtilâf konusu olan özel idare alacaklarının anlaşma ile
tasfiyesine karar verme yetkisi, aynı Kanunu’nun 7. maddesindeki il özel
idaresine tanınandan daha geniş olduğu ve yasallık ilkesini zedelediği
gerekçesiyle iptal edilmiş bulunmaktadır.
Kanunun
7. maddesiyle il özel idaresine genel hatları çizilmiş yetki ve imtiyazlar
verilmiştir. (e) bendinde yer alan “dava konusu uyuşmazlıklar” tabirinin 10.
maddenin (h) bendinde “ihtilâf” konusuna dönüşmüş olmasında, Kanunun genel
maksadı açısından bakıldığında bir tezat görülmemektedir. Gaye,
anlaşmazlıkları sulhen çözmek ve tasfiye etmektir. Mevzûatta yer alan bu dostâne çözüm tarzı elbette ki uzun
süreli yargı işlemlerinden daha az maliyetlidir. Bir işden
maksat ne ise hükmün de ona göre olacağı genel hukuk kurallarındandır.
(e)
ve (h) bentleri aynı amaca yöneliktir, 7. maddede verilen yetki 10. madde ile
genişletilmiş değildir; ihtilâfı, meseleyi, anlaşmazlığı, derdi, dâvâyı,
sorunu bir an önce pratik olarak çözmeye yöneliktir, hantal bürokrasinin, belirlenen
miktarlar arasında inisiyatif kullanarak, esnek,
kıvrak, dinâmik hâle getirilmesidir. Meselâ 7. maddenin (d) bendinde il özel
idaresine verilen “borç almak ve bağış kabul etmek” yetkisi il genel
meclisine 10. maddenin (d) bendinde “borçlanmaya karar vermek” ile (g)
bendinde “şartlı bağışları kabul etmek” şeklinde iki ayrı yerde, farklı tarzda
ve farklı tabirlerle belirlenmiştir. Aynen burada olduğu gibi, öyle anlaşılmaktadır
ki, bu fark 7. maddedeki il özel idaresine tanınan yetki ve imtiyazlarla 10.
maddede il genel meclisine verilen görev ve yetkilerin kelimesi kelimesine
aynı şekilde olmasından kaçınma gibi bir yazım üslûbundan kaynaklanmaktadır.
İl genel meclisi kendisine kanunla verilen bir yetkiyi kullandığından kuralın
iptal edilmemesi gerekir.
Öte
yandan, 15. maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki kuralların iptal edilmemesine
ilişkin dört üyenin belirttiği karşıoy
gerekçelerine de uyuyor ve çoğunluğun iptal kararına katılmıyorum.
Üye
Sacit ADALI
KARŞIOY GEREKÇESİ
I-
5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6. maddesinin birinci fıkrasının (a)
ve (b) bentlerinde il özel idaresinin mahalli müşterek nitelikte olmak
koşuluyla il sınırları içinde ve dışında yapmakla görevli ve yetkili
kılındığı hizmet alanlarının bir bölümü somut olarak gösterilmesine karşın,
bir bölümü soyut biçimde sadece hizmetin konusundan söz edilerek belirlenmiştir.
Anayasa’nın 127.
maddesine göre, mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri
yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir. Bu kural uyarınca,
bir yerel yönetim kuruluşu olan il özel idaresinin görev ve yetkilerinin de
yasayla düzenleneceği açıktır. Anayasa’nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi
Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki
devredilemez.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında belirtildiği
gibi, Anayasa’da yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda, yasa’da temel
ilkelerin konulması, çerçevenin çizilmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir
alanın yönetimin düzenlemesine bırakılmaması gerekir. Yürütme organına, kimi
zaman yasama organının iradesinin aşılabilmesine olanak verecek kadar geniş
bir alan bırakılması, yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden
Anayasa’nın 7. maddesine aykırılık oluşturur. Yürütmenin düzenleme yetkisi,
sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetki olduğundan Anayasa’da öngörülen
ayrık durumlar dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda yasa ile yürütmeye
genel nitelikte yetki verilemez. Bu durum, yürütmenin yasallığı ilkesinin de
gereğidir.
Yasa’nın
6. maddesinde il özel idaresinin görev ve yetkileri sayılırken il sınırları
içinde sağlık, tarım, sanayi ve ticaret, bayındırlık ve iskân, toprağın
korunması, erozyonun önlenmesi, sosyal hizmet ve yardım konuları ile ilk ve
orta öğretim kurumlarının ihtiyaçları yönünden “ile diğer” sözcüklerinin il
sınırları dışında ise “çevre” konusundan söz edilerek bu alanlardaki
hizmetlerin, mahalli müşterek ihtiyaç olması koşuluyla yerel yönetimlerce
yerine getirileceğinin öngörülmesi, o hizmetin mahalli müşterek ihtiyaç
olarak belirlendiği anlamına gelmez. Aynı hizmet alanlarında, merkezi
idareye de verilen görevler bulunduğundan mahalli müşterek ihtiyaç sınırının
somut olarak belirlenmesi gerekir. Bunun yapılmaması halinde yasayla
düzenleme ilkesinin gereği yerine getirilmiş olmayacağı gibi yerel
yönetimlerle merkezi idare arasında yetki aşımlarına da yol açılabilecektir.
Bu nedenlerle
Yasa’nın 6. maddesinde yer alan dava konusu bölümler Anayasa’nın 7 ve 127.
maddelerine aykırıdır.
II-
5302 Sayılı Yasa’nın 15. maddesinin ilk fıkrasında, il genel meclisi
tarafından alınan kararların tam metninin en geç beş gün içinde valiye
gönderileceği; valinin, hukuka aykırı gördüğü kararları yedi gün içinde
gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere il genel meclisine iade
edebileceği; valiye gönderilmeyen meclis kararlarının yürürlüğe girmeyeceği;
ikinci fıkrasında, yeniden görüşülmesi istenilmeyen kararlar ile yeniden
görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar
edilen kararların kesinleşeceği; üçüncü fıkrasında, valinin, meclisin ısrarı
ile kesinleşen kararlar aleyhine idari yargıya başvurabileceği
belirtilmektedir. Böylece valiye il genel meclisi kararları üzerinde
idari vesayet yetkisi; bununla birlikte davada menfaat ilişkisi gibi bir ön
koşul da aranmaksızın genel hükümlere göre yargıya başvurma olanağı
tanınmaktadır.
Yerel yönetimlerin
kendileri dışında başka idari makamlar tarafından kanunların öngördüğü yetki
ve kapsam içinde denetlenmeleri yetkisini içeren idari vesayet, Anayasa’nın
127.maddesinin beşinci fıkrasında düzenlenmektedir. Buna göre, merkezi idare,
mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine
uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum
yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması
amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet
yetkisine sahiptir. Bu yetkinin anayasada belirtilen amaç ve çerçeve içinde
kalmak koşuluyla kapsam ve sınırının belirlenmesi yasakoyucunun
takdiri içinde bulunduğundan yerel yönetimlerin tüm işlemlerinin idari
vesayete bağlı tutulmasının anayasal bir gereklilik olduğu ileri sürülemez.
Yerel yönetimlerin özerkliği asıl olup Anayasa ile güvence altına
alındığından bu özerkliği ortadan kaldıracak veya etkisiz kılacak
düzenlemeler Anayasa’ya aykırılık oluşturur.
Dava
konusu 15. madde ile il genel meclisi kararlarının beş gün içinde valiye
gönderilmesi zorunluluğu getirilmesi, valiye hukuka aykırı gördüğü kararları
yedi gün içinde geri çevirme yetkisi tanınması, valiye gönderilmeyen
kararların yürürlüğe giremeyeceğinin öngörülmesi ayrıca vali tarafından geri
çevrilen kararların olağan karar yeter sayısından farklı olarak ancak üye tam
sayısının salt çoğunluğu ile kesinleşeceğinin kabul edilmesi, valinin il
genel meclisi üzerinde bu idarelerin özerkliklerini etkisizleştirmeyecek
ölçüde vesayet yetkisine sahip olduğunu göstermektedir. Valinin, genel
hükümlere göre yargıya başvurması olanaklı iken, Madde’de, meclisin ısrarı
ile kesinleşen kararlar aleyhine idari yargıya başvurabileceği özellikle
vurgulanarak dava ehliyetinin araştırılmasına da gerek bırakmayacak biçimde
yargısal denetim yolunun gösterilmesi de dikkate alındığında, valinin il
genel meclis kararları üzerinde, koşulları oluştuğunda yargısal denetimle de
sonuçlanabilecek etkili bir vesayet yetkisi bulunduğunu kabul etmek
gerekmektedir.
Bu nedenlerle 15.
madde ile yeterli bir idari denetim sağlanamadığı yolundaki görüşlere
katılmak olanaklı değildir.
III- 5302 Sayılı
Yasa’nın dava konusu 52. maddesinde “il özel idaresi kendisine verilen görev
ve hizmet alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre sermaye
şirketleri kurabilir” denilmektedir.
Anayasa’nın 6.
maddesine göre hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir
devlet yetkisi kullanamayacağından il özel idarelerinin de sermaye şirketi
kurabilmelerine izin verilebilmesi için, bunun anayasal dayanağının bulunması
gerektiği açıktır.
Anayasa’nın
127. maddesinde, Mahalli İdarelerin; il belediye veya köy halkının mahalli
müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen
ve karar oganları, gene kanunda gösterilen,
seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri olduğu, 128.
maddesinde de “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görüleceği belirtilmektedir.
İl özel idarelerinin
özel hukuk hükümlerine göre sermaye şirketi kurarak ticaretle uğraşmalarının,
mahalli müşterek ihtiyaçların karşılanması kapsamında bulunmadığı, bunların
genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle yürütülmesi gerektiği açıktır. Bu durumda, il özel idarelerinin
Anayasa’nın 128. maddesi bağlamında üstlendikleri kamu hizmetlerinin, özel
hukuk tüzel kişileri olan sermaye şirketleri tarafından yürütülmesi olanaklı
değildir.
Anayasa’nın
47. maddesi ile devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerin özel hukuk
sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabilmesine veya
devredilebilmesine, bunların hangileri olduğunun kanunla belirlenmesi
koşuluyla olanak tanınmakta ise de söz konusu kamu tüzelkişilerinin,
kuracakları sermaye şirketleri ile bu hizmetleri doğrudan yürütmelerine izin
verilmemektedir. Buna göre, il özel idarelerinin kendilerine verilen
görev ve hizmet alanlarında sermaye şirketi kurmalarının anayasal dayanağı
bulunmadığı gibi bu konuda anayasal boşluktan söz etme olanağı da yoktur.
Anayasa, bir alanı düzenlemiş, usul ve esaslarını belirlemişse bu konuda ayrıca
bir yasak konulmasına gerek bulunmamaktadır.
Öte
yandan, dava konusu 52. maddede, il özel idarelerinin kendilerine verilen
görev ve hizmetlerden genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü
oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri özel
hukuk hükümlerine göre kuracakları şirketler aracılığıyla yürütmelerine engel
bulunmamasına karşın, çoğunluk gerekçesinde bir ayırım getirilerek il özel
idarelerinin ancak söz konusu görev ve hizmetler dışındaki alanlarda şirket
kurabileceklerinin kabulü bu konuda hiçbir sınır getirmeyen madde içeriği ile
bağdaşmamaktadır. Yorum ancak var olan bir kural için
yapılabileceğinden Madde’ye, yorum yolu ile içeriğinde olmayan bir anlamın
yüklenmesi olanaklı değildir. Bu yola başvurulması da, Kural’ın Anayasa’ya
aykırı olduğunu göstermektedir.
Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 47, 127 ve 128. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılan
Yasa’nın 52. maddesinin iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
KARŞIOY
YAZISI
1.
Yasanın 6. maddesinde, il özel idaresi “mahalli müşterek nitelikte” olmak
şartıyla “sağlık, tarım, sanayi ve ticaret…bayındırlık
ve iskan…sosyal hizmet ve yardımlar…” konusundaki hizmetleri il sınırları
içinde, “çevre” konusundaki hizmetleri ise belediye sınırları dışında
yapmakla görevli ve yetkili kılınmıştır.
Anayasanın
127.maddesinde mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli
müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen
ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan kamu tüzel kişileri olarak tanımlanmıştır. Bu duruma göre,
mahalli idarelerin görev ve yetki alanının sınırını “mahalli müşterek
ihtiyaç” ölçütü oluşturmaktadır. Ancak, Anayasada bu kavram tanımlanmamış,
il, belediye ve köy halkının yerel ortak ihtiyaçlarının neler olduğunun
belirlenmesi yasakoyucuya bırakılmıştır. Yasakoyucunun da yerel yönetimlerin bu görevlerini somut
olarak belirlemesi gerekir. Yasada yalnız “mahalli müşterek ihtiyaç olmak
şartıyla” denilmesi, maddede belirtilen görevlerin mahalli müşterek ihtiyaç
olarak belirlenmiş olduğu anlamına gelmez. Toprağın korunması ve erozyonun önlenmesi,
yerel yönetimlerin görev alanı olarak belirlenen coğrafya esas alınarak
somutlaştırılabilir ise de, yukarıda sayılan konulardaki görevlerin niteliği
bu hizmetlerin merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin görev alanları
ayrıştırılarak yasada belirtilmesini gerektirmektedir. Bu nedenle, yukarıda
sayılan hizmetlerle ilgili düzenleme Anayasanın 127. maddesine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
2. 5302
sayılı Yasanın il özel idaresinin genel olarak yetkilerinin düzenlendiği 7.
maddesinin (e) bendinde bu idareye “Vergi, resim ve harçlar dışında kalan ve
miktarı yirmibeşmilyar Türk Lirasına kadar olan
dava konusu uyuşmazlıkların anlaşmayla tasfiyesine karar vermek” yetkisi
tanındığı halde, il özel idaresi organlarının yetkilerinin düzenlendiği 10. ve
26. maddelerinde “ihtilaf konusu alacak” ibaresi kullanılmıştır. İhtilaf
kavramı, dava kavramına göre daha geniş anlama geldiğinden bu hükümlerin 7.
madde ile çelişkili olduğu açıktır. Ancak 26. madde dava konusu edilmemiştir.
İl
genel meclisinin görev ve yetkilerini düzenleyen 10. maddenin (h) bendi, Kanunla
(7. madde ile) il özel idarelerine verilmeyen bir yetki olması nedeniyle
iptal edilmiş ise de; mevzuatımıza göre, davaya veya icraya intikal etmiş
olsun veya olmasın ihtilafların sulh yoluyla hallinde menfaat bulunduğu
takdirde, yasa ile yetkili kılınan makamların yine yasada
belirlenen ölçütler çerçevesinde bu
yöntemi uygulamalarında Anayasal bir sorun bulunmamaktadır. Bu nedenle, İl
genel meclisine yasa ile, beşmilyardan
yirmibeş milyar Türk Lirasına kadar ihtilaf konusu
olan özel idare alacaklarının tasfiyesine karar vermek yetkisi tanınmasında
da anayasaya aykırılık yoktur. Zira, il genel
meclisi kendisine yasa ile tanınan bir yetkiyi kullanacaktır. Bu hükmün
yasanın diğer bir maddesi ile çelişmesi, il özel idaresine yasa ile
verilmeyen bir yetki olarak kabul edilemez.
Bu çelişki, yasakoyucunun gerçek iradesi ne
ise o doğrultuda yapacağı yasal değişiklikle giderilebilecek bir sorundur.
Ayrıca, bentteki düzenleme çok açık olduğundan bir belirsizlikten de söz
edilemez.
3. İl genel meclisi kararlarının kesinleşmesini düzenleyen 15.
maddede, bu kararların tamamının tam metin halinde beş gün içinde valiye
gönderileceği, valiye gönderilmeyen kararların yürürlüğe girmeyeceği, valinin hukuka aykırı gördüğü kararları,
yedi gün içinde gerekçesini de belirterek yeniden görüşülmek üzere il genel
meclisine iade edebileceği, bu kararlarda il genel meclisi üye tam sayısının
salt çoğunluğuyla ısrar edilmesi halinde kararın kesinleşeceği, valinin
meclisin ısrarı ile kesinleşen kararlar aleyhine idari yargıya
başvurabileceği öngörülmüştür.
Anayasanın
127. maddesinin beşinci fıkrasında, merkezi idarenin mahalli idareler
üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde
yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının
korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda
belirtilen esas ve usuller dahilinde idari vesayet
yetkisine sahip olduğu belirtilmiştir. Bu durumda merkezi idarenin, anılan maddede sayılan amaçları gerçekleştirmeyi
sağlayacak biçimde yerel yönetimlerin hangi iş ve işlemleri ile organları
üzerinde ne kadar vesayet denetimi yapacağını belirlemenin yasakoyucunun takdirine bırakıldığı anlaşılmaktadır.
İl genel meclisi kararlarının valiye gönderilmeden yürürlüğe
girmemesi, valinin hukuka aykırı gördüğü kararların tekrar görüşülmesini
istemesi durumunda meclisin üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar kararı
verebilmesi şeklinde oluşturulan idari vesayetin ve bu karara karşı da Valiye
menfaat koşulu aranmaksızın yargı yoluna başvurma yetkisinin tanınmasının
yeterli olmadığının kabulü yerindelik denetimi anlamına gelecektir. Bu
nedenle, düzenleme Anayasaya aykırı değildir.
4.
Yasanın 25. maddesinde il encümeninin başkanının vali olduğu, valinin katılamadığı
encümen toplantısına genel sekreterin başkanlık edeceği hükme bağlanmıştır.
5302
sayılı yasanın oluşturduğu il özel idaresi sisteminde vali yardımcılarına hiçbir görev verilmemiş iken, zaman
içerisinde bunun isabetli olmadığı anlaşılmış ve 5391 sayılı yasa ile anılan
yasanın 32. ve 63. maddelerinde
yapılan değişiklikle vali yardımcıları da sisteme dahil edilmiştir. Bu
suretle valinin, özel idareye ilişkin
görevleriyle ilgili olarak vali yardımcılarına yetki devri yapmasına olanak
sağlanmıştır.
5442
sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 9. maddesine göre Vali, ilde Devletin ve Hükümetin
temsilcisi ve ayrı ayrı her bakanın mümessili ve
bunların idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır. Bu sıfatı nedeniyle, ildeki
bütün yerel yönetimler üzerinde merkezi idare adına idari vesayet yetkisini
kullanmaktadır. Anılan Kanunun 5. maddesinde de “İllerde valilerin tayin ve
tespit ettiği işlerde yardımcılığını ve valinin bulunmadığı zamanlarda
vekilliğini yapmak üzere vali muavinleri bulunur.” denilmiş ve vali
muavinlerinin atanmalarında özel nitelik aranmıştır.
5302
sayılı yasada, valilere il özel idaresinin karar organı olan il genel
meclisinde yer verilmemiş ise de, Anayasanın 123. maddesindeki idarenin
bütünlüğü ilkesi gözetilerek il özel idaresinin organları arasında valilerin
de sayıldığı, il özel idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi
olduğunun belirtildiği ve il encümenine başkanlık etmekle görevlendirildiği
anlaşılmaktadır.
Genel
sekreter ise, il özel idaresinin kadrolu personeli olup merkezi idare ile
olan ilişkilerinde atanmışlığı gözetildiğinde bir vali gibi aynı sorumluluk
ve aynı hukuki statüde değerlendirilmesi mümkün olamayacağından, vali yerine
il encümenine başkanlık etmesi halinde merkezi idarenin otoritesini temsil edemez.
Dolayısıyla onun valinin bulunmadığı zamanlarda il encümenine başkanlık
etmesi idarenin bütünlüğü ilkesini zedeler. Bu nedenle, 25. maddenin ikinci
fıkrası Anayasanın 123. maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
Üye
A.
Necmi ÖZLER
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1- Anayasa’nın “Başlangıç”
bölümünde, hiçbir faaliyetin Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle
bölünmezliği esası karşısında korunma göremeyeceği belirtilmiş; 2.
maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan bir Devlet olduğu vurgulanmış; 5. maddesinde de, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumanın Devlet’in
temel amaç ve görevleri arasında olduğu ifade edilmiştir. İşaret
edilen bu kurallar, Anayasa’nın “tekil devlet” modelini kabul ettiğini, bu
modelin merkeziyetçi yapıyı ve ancak onun denetim ve gözetiminde merkez dışı
örgütlenmeyi olanaklı kıldığını ortaya koymaktadır. Yine, Anayasa’nın 123., 126. ve 127. maddelerinin birlikte
değerlendirilmesinden, idarenin kuruluş ve görevleriyle bir “bütün” olduğu,
merkezi idare ve mahalli idareler olmak üzere hizmeti ve coğrafyayı esas alan
iki parçalı yapının idari örgütlenmede farklı sonuçlara yol açmaması için,
yerinden yönetimin “devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği” ve “idarenin
bütünlüğü” ilkeleriyle sınırlandırıldığı, bu bütünlüğün sağlanmasının
hukuksal araçlarının ise “yetki genişliği” ve “idari vesayet” olduğu, yerel
yönetimlerin “özerkliği” ile “idari vesayet” arasındaki hassas dengenin,
işaret edilen Anayasal kurallarının öngördüğü devlet yapısını koruyucu bir
işleve sahip bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin 13.1.1985
tarih ve E.1984/129, K.1985/6 sayılı kararında da belirtildiği üzere “...Yerinden
yönetim idare ve kurumları üzerinde yapılan denetim -yani idari vesayet-
idarenin bütünlüğünün gerçekleştirilmesine hizmet eden vazgeçilmez bir
araçtır...” (AMKD., Sayı:21, S.99-153) Merkezi
idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisinin genel çerçevesi Anayasa’nın
127. maddesinin beşinci fıkrasında çizilmiştir. Bu fıkrayı yorumlayan bir Anayasa
Mahkemesi kararında da “...Anayasanın 127. maddesinin beşinci fıkrasının öngördüğü
idari vesayet, merkezden yönetimin yerel yönetimler üzerinde yapabileceği ve
yasa ile düzenlenmesi gereken bir denetim yetkisidir. Ancak bu yetki,
sınırsız ve taktire bağlı olmayıp ‘...mahalli
hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu
görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli
ihtiyaçların gereği gibi karşılanması...’ amaçlarına yöneliktir. Ayrıca,
idari vesayet yetkisi, merkezden yönetimin elinde sadece salt ve biçimsel bir
denetim ve otorite aracı olarak düşünülemez. Bu yetki, aynı zamanda
demokratikleşme sürecinde yerel plânda katılımcı yönetimi sosyal hukuk
devleti anlayışı doğrultusunda geliştirici, toplumsal dayanışmayı
güçlendirici, Anayasa’nın öngördüğü temel hak ve özgürlüklere saygı bilincini
yüceltici, çağdaş ve uygar bir eğitim yöntemi olarak da
değerlendirilmelidir...” denilmektedir. (Any. Mah.nin 22.6.1988 tarih ve E. 1987/18, K. 1988/23
sayılı kararı; AMKD., Sayı:24, S.334-335.) Aynı
maddeyi yorumlayan bir başka Anayasa Mahkemesi kararında da “...Burada yerel
yönetimlerin özerkliği ile yönetimin bütünlüğü ilkesi çerçevesinde idari
vesayet yoluyla bir denge kurulduğu gözlenmektedir... beşinci fıkra
hükmü, merkezi yönetimin yetkilerini ayrıntıya varan bir titizlikle
düzenlerken, merkezi - yerel yönetim ilişkisinde dengenin iki yönetimden
herhangi birinin lehine bozulmasını önlemek istemiştir. Böylece yerel yönetim-merkezi yönetim
ilişkisinde bir dengeyi zorunlu gören Anayasa koyucu, yerel
yönetimlere özerklik tanırken merkezi yönetime de onlar üzerinde bir denetim
yetkisi vermiştir...” şeklinde bir değerlendirme yapılmaktadır. (Any. Mah.nin 26.9.1991 tarih ve
E.1990/38, K.1991/32 sayılı kararı; AMKD., Sayı:27,
Cilt:2, S. 550.)
Anayasa Mahkemesi’nin bir başka kararında da “...
içerik yönünden yapılan yargısal denetimde, yasanın
aykırı olduğu ileri sürülen Anayasa maddelerinin ve bu maddelerle ilişkisi
bulunan Anayasa ilkelerinin de geniş bir yorumlama süzgecinden geçirilmesi
zorunludur. Özellikle yasanın, Anayasanın ruhuna aykırı olduğu ileri
sürülüyorsa, bu kez sayıları sınırlı birkaç Anayasa madde ve ilkesinin
değil, Anayasanın tümümün yorumlanması gerekir...” denilmektedir. (Any. Mah.nin 17.7.1990 tarih ve
E.1990/1, K. 1990/21 sayılı kararı; AMKD., Sayı: 26,
S.324.)
Belirtilen Anayasa
hükümleri ve Anayasa Mahkemesi kararları dikkate alındığında; 5302 sayılı
Kanunla öngörülen yeni İl Özel İdaresi sisteminde, tekil devlet modeli
yerine, kamu düzenini ve ülke bütünlüğünü sağlamak amacıyla Anayasa’da öngörülen
“idari vesayet”in zayıflatılarak, yerel ağırlıklı devlet modelinin
benimsendiği ve yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi idare yerine, görev
ayrılığına dayalı, güçlü bir il özel idaresinin esas alındığı, bu meyanda
anılan Kanunun 11. maddesinin birinci fıkrasının 3. cümlesinde yer alan “meclis
başkanını” ibaresi ve üçüncü fıkrasında yer alan “meclis başkanlığı” ibaresi
ile İl Genel Meclisinin başkanının İl Genel Meclisi tarafından ve kendi
üyeleri arasından seçilmesi esasının getirilerek, Valilerin İl Genel Meclisi
başkanlığı görevine son verildiği görülmektedir. Oysa Valinin İl Genel
Meclisi Başkanlığı, yukarıda işaret edildiği üzere, idarenin bütünlüğünü
sağlamak, vesayet denetimini gerçekleştirmek ve merkezi idarenin güçlü olduğu
tekil devlet modelini gerçekleştirmek amacına yönelik olup, önceki bu
düzenleme esasen Anayasa’nın 123., 126. ve 127.
maddelerinin doğal bir gereğidir. 5302 sayılı Kanunun 11.
maddesindeki iptali istenen sözkonusu ibarelerle
merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkisinde Anayasa’ca öngörülen denge yerel
yönetimler lehine bozulmuş, Anayasa’nın 127. maddesinin beşinci fıkrasının
ruhuna aykırı bir düzenlemeyle Vali, aynı Kanunun 29. ve 30. maddeleriyle
başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olduğu İl Özel İdaresinin en önemli
organı olan İl Genel Meclisi üzerinde Anayasa’nın öngördüğü vesayet denetimini
etkin ve gereği biçimde yerine getirme yetkisinden yoksun bırakılmıştır. Osmanlı
İmparatorluğu döneminden itibaren yürürlükte olan ve Cumhuriyet’in de
benimseyerek sürdürdüğü, uygulamada da esaslı bir şikayet
ya da eleştiriye tâbi tutulmayan Anayasal dayanağa sahip bir sistemin bu
şekilde değiştirilmesiyle, yetki genişliği gereği illerde Devlet’i temsil
eden valilerin İl Özel İdareleri karşısındaki konumları onulmaz biçimde zarar
görebilecektir.
Öte yandan, Anayasa’nın
127. maddesinin beşinci fıkrasının ruhu, işaret edilen diğer Anayasal
ilkelerle birlikte yorumlandığında da, 127. maddenin birinci fıkrasındaki “...karar
organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan kamu tüzelkişileridir.” hükmünün, mahalli idareler içinde “özel”
bir konuma sahip İl Özel İdaresinin organlarından olan İl Genel Meclisinin
seçimle gelen üyelerden oluşması anlamında olduğu, yoksa sözkonusu
düzenlemenin bu organa seçilmemiş bir kişi olan valinin başkanlık yapmasına
engel teşkil etmeyeceği, esasen Anayasa’nın öngördüğü “tekil devlet”, “idarenin
bütünlüğü” ve “idari vesayet” ilkelerinin de, aksine bir yoruma elverişli
olmadığı kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle, 5302 sayılı Kanunun 11.
maddesinin birinci fıkrasının 3. tümcesinde yer alan “...meclis başkanını...”
sözcükleri ile üçüncü fıkrasında yer alan “Meclis başkanlığı” sözcüklerinin
Anayasa’ya aykırı olmaları nedeniyle iptali gerektiği değerlendirmesiyle;
iptal isteminin reddi yolundaki sayın çoğunluk kararına katılmıyorum.
2- 5302 sayılı Kanunun 15. maddesinin üçüncü
fıkrasının iptali yoluna gidilmişse de; iptal kararına aşağıdaki ek gerekçe
ile katılmaktayım: 15. maddenin üçüncü fıkrası “Vali, meclisin ısrarı ile
kesinleşen kararlar aleyhine on gün içinde idari yargıya başvurabilir.”
hükmünü öngörmektedir. 5302 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan 13 Mart
1329 tarihli İl Özel İdaresi Kanunu’nun aynı konuyu düzenleyen 135.
maddesinde ise “Meclisi umumii vilayetçe ittihaz
olunan mukarrerat valinin tastikiyle kesbi kat’iyet eder. Vali mukarreratı müttehaza
aleyhinde zabıtname
tarihinden itibaren yirmi gün zarfında hakkı itiraza maliktir.
İtiraz vukuunda mesele Şûrayı Devlette tetkik olunur. Şûrayı Devlet evrakın
tarihi tevdiinden itibaren iki ay zarfında bir karar itasına mecburdur” hükmü
yer almaktaydı. Her iki yasal kuralın incelenmesinden de açıkça görüleceği
üzere, önceki (mülga) İl Özel İdaresi Kanununda Valiye İl Genel Meclisi
kararlarına karşı Danıştay nezdinde itiraz (dava değil) hakkı tanınmışken;
5302 sayılı Kanunda Vali, İl Genel Meclisi’nin ısraren
verdiği kararlara karşı idari yargıda iptal davası açma yetkisiyle
donatılmıştır. (Aynı yetki 5302 sayılı Kanunun 27. maddesinin altıncı fıkrası
ile Encümen kararları bakımından da tanınmaktadır.) 5302 sayılı Kanunun
15. maddesinin üçüncü fıkrası ile,
aynı Kanunun 29. maddesi uyarınca İl Özel İdaresinin ve tüzel kişiliğinin
başı olan Vali’ye temsil ettiği mahalli idarenin bir organının (İl Genel
Meclisinin) kararlarına karşı idari yargıda iptal davası açma yolunun
öngörülmesi, her şeyden önce Anayasa’nın 123., 126.
ve 127. maddelerinde öngörülen idarenin bütünlüğü ve “idari vesayet” ilkeleriyle
bağdaşmamaktadır. Bu şekilde İl Özel İdaresini oluşturan organlar, idarenin
bütünlüğü ilkesi gereğince birbiriyle uyum içinde ve düzenli biçimde çalışmak
yerine, çekişme ve davacı-davalı olarak idari yargı organı önünde hesaplaşma
gibi Anayasa’nın asla öngörmediği bir durumla karşı karşıya kalacaklardır.
Bunun ise kamunun saygınlığını zedeleyebilecek bir olgu olduğu kuşkusuzdur.
Anılan düzenlemeyle Vali’nin İl Genel Meclisi üzerindeki vesayet denetimi
olabildiğince asgari düzeye çekilmiş; yargısallık denetimi biçimine
dönüştürülerek, Vali’nin başı ve temsilcisi olduğu İl Özel İdaresi’nin
organları karşısındaki konumu zayıflatılmıştır. Ayrıca, araya idari yargı
denetiminin konmasıyla, Anayasa’ya göre merkezi idarenin yetkisinde olan
idari vesayet denetiminin yargı organına devredilmesi de Anayasa’nın anılan
hükümlerine aykırıkla sakatlanmıştır.
Öte yandan, sözkonusu
kuralla valinin İl Genel Meclisi kararlarına karşı sadece “hukuka aykırılık”
iddiasıyla dava açma yetkisinin tanınmasıyla, sözkonusu
kararların isabet ve yerindeliği üzerinde evvelce var olan vesayet denetimi
yetkisi de bu şekilde ortadan kaldırılmıştır.
Açıklanan neden ve ek gerekçelerle 15.
maddenin üçüncü fıkrasının iptali yolundaki sayın çoğunluk kararına
katılıyorum.
3- 5302 sayılı Kanunun 18. maddesinin beşinci
fıkrasında, “Faaliyet raporundaki açıklamalar, meclis üye tam
sayısının dörtte üçü
çoğunluğuyla yeterli görülmezse, yetersizlik kararıyla
görüşmeleri kapsayan tutanak,
meclis başkanı tarafından
gereği yapılmak üzere İçişleri Bakanlığına gönderilir.” denilmektedir. Bu hükme benzer bir düzenleme 13 Mart 1329
tarihli Kanunun 128. maddesinde de yer almaktaydı.
Sözkonusu kural, 1.
ve 2. başlıklar altında incelenen genel Anayasal ilke ve kurallarla uyum
halinde değildir. Kural, idarenin bütünlüğü ilkesi ile bağdaşmadığı gibi,
yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi yönetim yerine, görev ayrılığına
dayalı güçlü yerel yönetim ilkesinin yaşama geçirildiği bir düzenleme olması
itibariyle, Anayasa’da öngörülen merkezi yönetim - yerel yönetim dengesini
bozucu ve “tersine idari vesayet” ilkesini benimseyen bir görünüm arzetmektedir. Anılan kuralla, İl Özel İdaresinin bir
organı olan İl Genel Meclisi, İl Özel İdaresinin başı ve temsilcisi olan,
aynı zamanda da merkezi yönetimin ildeki en yetkili ajanı bulunan Valiyi
denetim ve baskı altına alabilecektir. Bu durum ise Anayasa’nın benimsediği
sistematikle uyumlu olmayan bir düzenleme mahiyetindedir.
Öte yandan, İl Genel Meclisinin bu konudaki
kararı üzerine İçişleri Bakanlığınca “gereğinin” ne şekilde ve nasıl
yapılacağı da kuralda belirtilmemiştir. Bu nedenle kural, aynı zamanda hukuki
güvenlik ve yasallık ilkelerine de aykırı bir görünümdedir.
Açıklanan nedenlerle, 18. maddenin beşinci
fıkrasının iptali gerektiği kanısına vardığımdan; sayın çoğunluğun aksi
yöndeki kararına katılamıyorum.
4-
5302 sayılı Kanunun 45. maddesinin ikinci fıkrası ile İl Genel Meclisi’nin
bütçe tasarısını yılbaşından önce aynen veya değiştirerek kabul edeceği
öngörülmektedir. Anılan fıkrada vesayet denetimine ilişkin herhangi bir kural
bulunmadığından, İl Özel İdare bütçesinin İl Genel Meclisi kararıyla
kesinleşeceği anlaşılmaktadır.
Merkezi İdarenin İl Özel İdareleri üzerinde
öteden beri sahip olduğu ve esasen Anayasa’nın öngördüğü, kimi yönlerden
yerindeliği de içeren vesayet denetimi yetkisi, İl Özel İdarelerinin mali
özerkliklerinin sınırlarının belirlenmesi bakımından da gerekli ve
zorunludur. Valinin ya da herhangi bir merkezi idare makamının onayını
aramayan, bu yönü itibariyle de idari vesayet ve idarenin bütünlüğü
ilkeleriyle de bağdaşmayan ikinci fıkra hükmü, Anayasa’nın işaret edilen ilke
ve kurallarıyla bağdaşmamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de, 13 Mart 1329
tarihli İl Özel İdaresi Kanununun, İl Genel Meclisince görüşülüp kabul edilen
Bütçenin İçişleri Bakanlığınca onaylanması hükmünü öngören 86. maddenin iptal
istemini, Anayasa’nın 127. maddesinin beşinci fıkrasındaki idari vesayet
ilkesine aykırı bulmayarak reddetmiştir. (Any. Mah.nin 21.6.1988 tarih ve E.1987/18, K. 1988/23
sayılı kararı)
Açıklanan nedenlerle, İl Özel İdaresinin bir
organı olan İl Genel Meclisi’ne tam anlamıyla bir “mali özerklik” veren ve merkezi
idarenin idari vesayet yetkisini bütçe bakımından tamamen ortadan kaldıran
45. maddesinin ikinci fıkrası hükmünün Anayasa’ya aykırı düşmesi nedeniyle
iptali gerektiği kanısına vardığımdan; sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına
katılamıyorum.
5- 5302 sayılı Kanunun 47. maddesinin ikinci
fıkrası “Kesin hesabın görüşülmesi ve kesinleşmesinde, bütçeye ilişkin
hükümler uygulanır” hükmünü taşıdığından; bir üst numara altında incelenen
neden ve gerekçelerle anılan fıkra hükmünün de Anayasa’ya aykırı olduğu
değerlendirmesiyle iptali gerektiğini düşündüğümden; aksi yöndeki sayın
çoğunluk kararına katılamıyorum.
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
AZLIK OYU
5302
sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun,
6.
maddesinin birinci fıkrasının, (a) ve (b) bentleri:
Anayasa 123. maddesiyle idarenin
görevlerini merkezden yönetim ve yerinden yönetim olarak ayrıştırmakta, 8.
maddesinde Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirileceğini
vurguladığı yürütme görevinde idareye özel vurgu yaparak merkezi idarenin
genel görevli oluşunu, yerel yönetimlerin o yöreyle ilgili ortak
gereksinimlerle sınırlı görevli kılınmış olduğunu açığa çıkarmaktadır.
Bakanlar Kurulundan başlıyarak merkezi idare taşra
örgütlerin sıralı bir denetim ve yerel yönetimler üzerinde merkezi yönetimin
vesayet denetimi idarenin bütünlüğü ilkesinin gerçekleştirilmesi olarak bu
çıkarımı desteklemektedir.
Buna göre,
yürütmenin yetki ve görev olarak ana bir üstlenme olarak aldığı görevlerin
benzerleri yerel yönetimlere yansıtılırken, merkezi idarenin etkinliğini
kırmamak için somut ve belirgin bir aktarımı gerektirir. Yerellik ve ortak
gereksinim ilkesi ve merkezi idarenin vesayet denetimine alacağı hizmetlerin
özelliği bunun kaçınılmaz gerekleridir. Başka bir aktarımla, merkezi idareden
alınıp yerel yönetimlere dağıtılan görevlerin hangileri olduğu açıkça ve tek tek sayılmalıdır. Böylece duraksamaların ve yetki
çelişkilerinin de önüne geçilecektir.
Açıklanan nedenlerle, Anayasal öngörülerle
çelişen ve merkezi idarenin görevlerini yerel yönetimlere bırakan bentlerin
“sağlık”, “tarım”, “sanayi ve ticaret”, “bayındırlık ve iskân”, “sosyal
hizmet ve yardımlar” ve “çevre” sözcüklerinin iptali gerekeceği oyuyla
kararın bu bölümüne karşıyım.
25. maddesinin ikinci fıkrası
Yerinden yönetim ilkesine göre kurulan ve
yönetilen İl Özel İdaresinin organları arasında Vali ve İl encümeni de
bulunmaktadır. İl Encümenin başkanı Validir. Organ
olma niteliği nedeniyle, Yerinden yönetim, özerklik ve demokratik yapı ilkeleri
ışığında Vali’nin bulunmadığı zamanlarda, onun gibi merkezi idarenin
görevlisi olan ve statü olarak yakın konumdaki birinin yerini alması,
öngörülen yerel yönetim yapısının kaçınılmaz ve anayasal vesayet yetkisinin
doğal yansımasıdır.
Bu nedenle Anayasa’nın 127. maddesinin
yerinden yönetim ve vesayet yetkisi ile ilgili öngörülerine aykırı olan
fıkranın iptali gerekeceği oyuyla kararın bu bölümüne karşıyım.
45. ve 47. maddelerinin ikinci
fıkraları
Anayasa 127. maddesinde İdari vesayet
yetkisini yerel yönetimler için vazgeçilemez bir kural olarak öngörmüştür. İl
Özel İdari işlemlerine karşı gelişecek vesayet yetkisi bütçeyle ilgili
kararlar yönünden farklı kurallara gereksinim duyar. Yasa’nın 15.
maddesindeki vesayet yetkisiyle ilgili süreç ve yargılama evresinin, bütçeyle
ilgili kararlar yönünden de geçerli olması sakıncalar doğurur ve güçlükler
içerir. Çünkü bütçe kararları yılbaşından önce yürürlüğe girmelidir. Böylece
izleyen yıl gelir toplanabilir, gider yapılabilir. Bütçe kararlarının sözü
edilen nitelikleri ve kesinleşme evreleri ayrı ve etkin bir vesayet
yetkisinin gerekçeleridir. Bütçelerin kurallarına bağlı tutulan kesin hesapla
ilgili fıkralar içinde aynı gerekçeler geçerlidir.
Bu nedenle fıkralarda vesayete ilişkin bir
ilke bulunmaması kuralları Anayasa aykırı duruma getirir ve iptalini zorunlu
kılar.
Bu nedenle tersine yönelik karara
karşıyım.
52. maddesi
Anayasa’nın;
123.
maddesinde, idarenin bir bütün olduğu, kuruluş ve görevlerinin merkezden ve
yerinden yönetim esasların dayandığı;
127.
maddesinde, Kamu tüzelkişisi olan yerel yönetimlerin yerinden yönetim
ilkesine uygun olarak yasayla düzenleneceği, merkezi idarenin yerel
yönetimler üzerinde vesayet yetkisine sahip olduğu;
128.
maddesinde Devletin ve diğer kamu tüzelkişilerinin Kamu hizmetlerini genel
idare esaslarına göre asli ve sürekli görevlerini memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle göreceklerini kurala bağlamıştır.
Bu
kurallar ve Anayasa’nın genel dizgesi içinde Devlet yapımızın önde gelen
özelliği Devlet ve kamu kurumlarınca yürütülen veya yürütülmesi zorunlu olan kamu
hizmetlerinin memurlar ve diğer kamu görevlilerince yerine
getirilmesidir. Ayrıca Devlet ve kamu
tüzelkişiliği olgusunun anayasal ilkeleri, bu oluşlar içinde kamusal nitelik içermiyen tüzelkişiliklere olanak vermemektedir.
Kamu
tüzelkişisinin şirket kurmasıyla, yerel gereksinimler kamu tüzelkişileri
dışında gördürülmekte ve böylece idarenin yapılanma biçimi ve
yerinden yönetim ilkesiyle çelişilmekte,
etkin vesayet denetimi ve dolayısıyla yargısal denetim nitelik değiştirmekte,
asli ve sürekli görevlerin memur ve
kamu görevlileri dışındaki kişilere yaptırılması söz konusu olmaktadır.
Bu
nedenlerle Anayasa’nın içerikleri yukarıda aktarılan maddelerine aykırı kuralların
iptali gerekmektedir.
Açıklanan
görüşlerle kararın bu kısımlarına karşıyım.
Öte
yandan, anılan Yasa’nın 15. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarıyla ilgili
bölümüne gelince;
Vali’nin
idari yargıya başvurabileceği biçimindeki anlatım; encümen kararlarına
itirazla ilgili 27. maddedeki idari yargı mercilerini ve Danıştay’ı
vurgulayan ifade de dikkate alındığında, idari yargı yerinin açıklıkla
belirtilmediği, idare mahkemelerini ve idari daireleriyle Danıştay’ı da
içerecek bir yorumlamaya elverişli olduğundan ortaya çıkan belirsizlik Anayasa’nın 2. maddesine yönelik
aykırılığa da neden olacaktır.
Kararın
bu bölümüne ek gerekçeyle katılıyorum.
Üye
Şevket
APALAK
KARŞI OY
5302
sayılı Yasa’nın 15. maddesinin iptali istenen ikinci ve üçüncü fıkraları ile
ilgili olarak tamamı olmasa bile kimi il genel meclisi kararları üzerinde hem
yerindelik hem de hukukilik denetimi yapmasına olanak sağlayacak düzenlemenin
bulunması gerektiği, bu nedenle iptali istenen kuralda vali tarafından geri
gönderilen kararlarda, kararın kesinleşmesi için yalnızca il genel meclisi
üye tam sayısı salt çoğunluğu aranması ve vali yada merkezi idare yada yargı
mercii onayının aranılmamış olmasını ve de ancak karara karşı idari yargıya
vali tarafından başvuru hakkının varlığını ise vesayet denetimi kapsamında
görmeme şeklindeki iptale yönelik çoğunluk gerekçesine katılmak mümkün
olmamıştır.
Düzenlenen
Kural’ın tarihsel oluşum ve toplumsal ihtiyaca yönelik seyrine anayasal yorum
için bakmak gerekmiştir. Yerel yönetimlerin şekillenmesine
öncülük eden 1921 Anayasası Devlet gereksinimlerine cevap veremediği için
toplumu yönlendirecek 1924 Anayasası idari yapılanmada yerel yönetimleri,
merkezi yönetimin yönetim ve denetimine almış, İl Özel idarelerinin
varlıklarının sürdürülme nedeni olan 1913 tarihli Muvakkat Vilayet Kanunu
1923’de Vilayet İdaresi Kanunu ile kaldırılmış, sonrasında il özel idaresi
yönelimleri için uzun süre yeni bir yasa çıkarılamamıştır.
Ancak,
İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik, siyasal, toplumsal alandaki çok boyutlu
değişim etkileri, merkezi yönetimde olduğu gibi yerel yönetimlerde de
hizmetlerin içeriklerine yeni boyutlar kazandırmıştır. Akılcı,
uyumlu, dengeli, çağdaş ve üretken birer yerel yönetim yapısı oluşturma
gereksinimleri yerel ve merkeziyetçi anlayış çekinmeleri ile özgürlükçü
anlayış ile yola çıkan 1961 Anayasası birçok kurumu Devlet yapısı içine
katarken, idarenin kuruluş ve görevlerini de merkezden ve yerinden yönetim
esasların dayandırmış, yerel yönetim çeşitlerini belirlemiş ancak il özel
yönetimlerini yeniden yapılandıracak yasal düzenlemeler yapılamamıştır.
Hak
ve özgürlükleri genişleten 1961 Anayasası merkezi yönetimin yerel üzerindeki
denetimini nispi olarak azaltmış, merkezi mali denetim getirmiş ve gelir
kaynağı sağlamayı devlete ödev olarak vermiştir. Dönemin ekonomik sıkıntıları
ile ödevin yerine gelememesi ile kurumlar işlevsiz kalmış fakat idarenin
kuruluş ve görevleri ile bir bütün olduğu ilkesi gereği Merkez ile yerel
arası ilişkideki bağın kanuni olacağını söyleyerek kurduğu bağ ile oluşan
vesayet yolu ile merkez yerel yönetimi denetleyebilmiştir.
1982
Anayasası ile bir yenilik olarak yerinden yönetim ilkesi getirilmiş, idari
vesayet yetkisinin öğelerini sayıp, sınırını çizmiştir. Yerelde yoğunlaşan
beklentileri karşılamak için 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu çıkmış ve
yerel yönetimlere ilişkin yapılandırma çalışmaları gereğince de iptali
istenen düzenlemenin yer aldığı, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası çıkarılmıştır.
İl
özel idareleri; il halkının mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını
karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi olmuştur. Bu
tanımla, merkezi idareden bağımsız niteliği hükme bağlanmış, karar organının
tek olduğu, öncesi yerel düzenlemeye göre teke indirildiği, Devletten katılan
olmadığı vurgulanmıştır. Öncesinde tadadi
usul ile sayılan il özel idareleri görevleri yeni yasa ile mahalli ve
müşterek ihtiyaç için nispeten genel görevli hale gelmiş ve hatta görev
yönünden daralma ile eğitim görevi hizmetleri arasından çıkmış ve yerel ortak
nitelikteki ihtiyaçlar konusunda yetkisi çerçevesinde, yönetmelik çıkarmak,
emir vermek, yasak koymak, uygulamak yerel özel idarenin yetki ve
imtiyazlarından sayılmıştır.
İl
Genel Meclisi’nin, Özel İdarenin karar organı ve seçmence seçilmiş üyelerden
oluşması kabul edilerek valinin il genel meclisi başkanı olma sıfatı sona
ermiştir. İl genel meclisi kararınında valinin
onayından geçme zorunluluğu kaldırılarak Özel İdarenin özerkliği yönünde
amaca uygun önemli bir değişiklik yapılmıştır.
İptali
istenen kuralda davacıların itirazı da, burada kaldırıldığı ileri sürülen vesayet
uygulamasına son verilmiş olması nedeniyledir.
Kurumsal
kimliğini, kamu tüzel kişisi niteliği itibarı ile Anayasa’dan alan İl Özel
İdaresi, idari ve mali özerk bir kuruluşdur.
Özerklik seviyesi Avrupa yerel yönetimleri özerklik şartında belirtildiği
gibi karar serbestisi, kararlarının uygulanma
kabiliyeti ve başka kurum ve kuruluşlar ile ilişki kurabilme özgürlüğü
yönünden değerlendirilmektedir. Kurumun kendi görev alanı ile ilgili konuda
kendi organları ile karar alabilmesi, bunun üst makam onayına gerek duymadan
yürütülebilir nitelikte karar alabilme kabiliyeti özerkliğinin önemli bir
bölümüdür.
Bu
noktada öncesi uygulamaya göre il özel idaresi üzerinde, iptali istenen 15.
madde yönünden idari vesayetin nitelik değiştirdiği veya kaldırıldığı
söylenebilir.
Merkezi
idareden ayrı kimi mahalli hizmetleri yerine getiren, yerel yönetimlerin
kuruluşların görevlerini yerine getirirken kamu yararını tehlikeye
düşürmekten sakınmak ve kaçınmalarını temin ve kamu hizmetlerinde uyum ve
birliğin devamlılığı yönünde merkezce denetimi kaçınılmazdır. Merkezi
idarenin yerel yönetimler üzeri idari denetimi tüm hukuk sistemlerinde
mevcuttur. Yerel yönetimin yapacağı eylem ve işleme karşı toplumun bireyi
koruması vesayetin amacıdır.
Ancak,
özerkliğin kural olduğu yerde idari vesayet istisnadır. Vesayet çeşitleri
arasında, uygulama öncesi izin, görevi yerine geçerek yerine getirme, iptal,
onama, erteleme, tekrar görüşülmesini isteme, düzeltme şekillerinde olup,
yerel yönetim özerkliği açısından en uygunu, yorum şekline göre yerel yönetim
işlem ve kararlarının yargı tarafından kanun ve nizamlara uygunluğunun tespit
edilmesidir. Tabii ki teftiş ile de fiili durumun hukuki duruma uygunluğu
tespiti de denetim sayılacaktır.
“Anayasa,
127/5. maddesi ile Merkezi yönetim, Yerel yönetimler üzerinde idari vesayet
yetkisine sahiptir. Buna göre merkezi idarenin yerel yönetimleri üzeri
vesayet yetkisi mutlak ve kaçınılmazdır. Vesayet tüm karar ve işlemler
üzerinde hem yerindelik hem de hukukilik içerecek şekilde düzenlenecektir.
Aksi hal Anayasanın dengesini bozar” anlayışına uygun şekilde kurala bakan
Anayasa Mahkemesi’nin “yerindelik olmadan sadece hukukilik denetimi” vesayet
sayılmaz, çoğunluk görüşü karşısında aranan vesayetin, Anayasa ve yasa koyucu
tarafından zaten yerel yönetime verilen görevin sınırını çizen toplum yararı,
yerel ihtiyaçların karşılanması ifadelerinde YERİNDELİK olarak kendisini
bulduğunu, sistematik ve amaçsal yorum metodolojisi
nedeniyle söylemek zor olmayacaktır.
Ayrıca,
Merkezi idarenin yerel yönetimlerin tüm işlemleri üzerinde mutlaka bir
denetim yetkisi kullanması gerektiği de söylenemeyecektir. Nitekim çoğunluk
kararında “tamamı olmasa da önem derecesine göre kimi kararlarda” diyerek
vesayet yumuşatılıp, sınırlandırılmış, neye, kime göre önemli olduğu sınıflanamayacak
özerk yönetim kararlarında, özerklikde kuramsal
olarak dışlanamadığı için hiç olmaz ise bazı kararların denetimine razı olmuş
olmayı gerekçe yapıldığı görülmektedir. Halbuki
Anayasa idarenin bütünlüğünden ilke olarak vesayetin mutlak olması gerektiği
anlaşılıyorsa kimi kararda vesayet olması, kiminde olmaması kabul edilemez.
Anayasa
Mahkemesi’ne göre idari vesayet, merkezden yönetimin yerel yönetimler
üzerinde yapabileceği ve yasa ile düzenlenmesi gereken bir denetim
yetkisidir. Ancak bu yetki sınırsız ve taktire bağlı
olmayıp mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde
yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının
korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanmasına yöneliktir. Bu halde merkezi idarenin
yerel yönetimin hangi işlem ve kararı üzerinde ne ölçüde vesayet yetkisi
kullanacağı kanunda belirtilecek esas ve usuller dairesinde olacaktır.
Merkezi
idareye tanınacak bu vesayet kapsamı idarenin bütünlüğünün sağlanması ile
sınırlı taktir yetkisi olup Anayasa idari vesayetin
asgaride tutulmasını engellememektedir. Geniş kapsamlı vesayet yetkileri
tanımak Anayasal zorunluluk değildir, yoğunluğunun ölçüsü yasa koyucunun taktirindedir.
İdarenin
bütünlüğünün getirdiği asgari sınır yerel yönetim olan il özel idaresine ait
il genel meclisinin aldığı kararda, kararın kendisine gönderilmesi zorunlu
olan merkezi idare otoritesi vali tarafından tespit edilecek hukuka
aykırılıklar yönünden yeniden görüşülmek üzere geri göndermekle icrasının
önüne geçmek yönüyle yerine getirilmektedir. İçeriğinde yerindelik ve hukukilik
denetimi kapsayan bu vesayet sonrasında kurumsal kimliğe uygun özerk yapının
çoğunluk ile alacağı yeni kararda vesayet denetiminin devamı ve kararın
kesinleşmesinin önlenmesi için idari yargı mercii önüne götürülmeye açıktır
ve yetki idari otorite olan valinindir. Kaldı ki, Özerk yerel yönetimlerde
hukuka uygunluk denetimi yapmak yerindelik denetimi yaparak seçmen iradesi
yerine geçmekten çok daha demokratik ve hukukidir.
Çoğunluk
görüşünce beklenen denetim aracı olan mutlak vesayet, merkezi idarenin yerel
yönetim üzerinde egemenlik aracı olarak kullanılırsa yerel yönetim
özerkliğine katlanamama, İl özel idarelerinin işlevini ortadan kaldırma,
düzenleyici işlemler yapmasını engelleme içerik ve düşüncesi taşır ki bunun
da demokratik yapılaşma, onu benimseme anlayışı ile ters düşeceği açıktır.
Açıklanan
bu nedenler ile iptali istenen 15. maddenin ikinci fıkrasının “...ile yeniden
görüşülmesi istenip de il genel meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla
ısrar edilen kararlar...” bölümü ile,
üçüncü fıkrasının “...vali meclisin
ısrarı ile kesinleşen
kararlar aleyhine ... idari
yargıya başvurabilir...” bölümlerinde Anayasa’ya aykırılık tespit
edilemediğinden çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Üye
Serruh
KALELİ
KARŞIOY
YAZISI
1-
İl Özel İdaresi Kanunu’nun 3.maddesinin (a) bendi:
İl özel idaresinin
tanımı yapılan bu bendin, Anayasanın 127. maddesinde belirtilen mahalli idare
ilkelerine paralel biçimde düzenlenmesi ve idari ve mali özerkliğin yanısıra merkezi idarenin vesayet yetkisine de yer
verecek şekilde yazılması gerekirdi. Kuralda ise böyle yapılmayarak, sadece
özerklikten bahsedilmiş olması, Anayasada öngörülen mahalli idare modelinden
farklı bir mahalli idare modeli yaratıldığı izlenimini vermektedir. Her ne
kadar kuraldaki yazımın amacının bu olmadığı, yasama gerekçesine ve Yasanın
diğer maddelerine bakılarak ileri sürülebilirse de, bir hukuk devletinde tüm
yasa kurallarının açık, çelişkisiz, uygulayıcılarda tereddüt yaratmayacak
şekilde düzenlenmesi ve başlı başına Anayasanın sözüne uygun olması
zorunludur. Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti gereklerine
aykırı biçimde yapılmış bulunan il özel idaresi tanımının Anayasaya uygun
biçimde yeniden düzenlenmesi gerektiği düşüncesiyle, red
yönünde verilen karara katılmıyorum.
2-
Kanunun 3. maddesinin (b) bendi; 18. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesi
ve beşinci fıkrası; 45. maddesinin birinci fıkrası ve 47. maddesinin birinci
fıkrası:
Kurallarda, merkezi idare
teşkilatının ildeki en üst hiyerarşik amiri olan valiye, aynı zamanda il özel
idaresinde çeşitli biçimlerde görev ve sorumluluklar verilmiş, seçilmiş organların
yetki ve sorumluluğuna bırakılması gereken konularda vali, karar ve işlemlere
ortak edilmiştir. Bu durum, idari ve mali özerliğe sahip il özel idaresinin
organlarından biri olan ve kendisine, il özel idare teşkilatının en üst amiri
olarak hareket etme görev ve yetkisi verilen valinin, merkezi idarenin
vesayet yetkilerinin kullanılmasına ilişkin sorumlulukları ile çelişmekte,
sonuç olarak idari vesayet ilkesi zayıflatılmaktadır. Bu nedenle kuralların,
Anayasanın 123., 126. ve 127. maddelerine aykırılık
içerdiği kanısındayım.
3-
Kanunun 7. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi:
Madde, il özel idaresinin
yetki ve imtiyazlarını belirtmektedir. Kuralda, “Kanunların … verdiği yetki çerçevesinde
… cezaları vermek” ibaresi kullanılmış
olup, buna göre, ceza vermenin adeta bir imtiyaz olduğu izlenimi
yaratılmaktadır. Amaç bu olmasa bile, Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk
devleti ilkesine aykırı biçimde, yasa diline uymayan farklı anlamları
çağrıştıran kuralın iptal edilerek, yasa koyucu tarafından yeniden
düzenlenmesi gerekir.
4-
Kanunun 7. maddesinin (d) bendi; 10. maddesinin (d) bendi ve 51. maddesinin
birinci fıkrası:
İl özel idaresinin borç
almasına ilişkin düzenlemeleri içeren kurallarda, kamu maliyesi esaslarına
aykırı biçimde, borçlanmanın kararlaştırılması, takibi ve denetimi çok sayıda
farklı kurum ve makama bırakılarak vesayet yetkilerinin kullanılması
güçleştirilmiş, vesayetin yerinde ve zamanında kullanılması halinde muhtemel
bir kamu zararı önlenebilecekken, buna olanak vermeyen, aksi yönde
düzenlemeler yapılmıştır. 51. maddede belirtilen usul ve esasların da yeterli
vesayet denetimi sağlamadığı açıktır. Bu durum, maddenin ikinci fıkrasında, “Yukarıda belirtilen usul ve esaslara
aykırı olarak borçlanan il özel idaresi sorumluları hakkında
… Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesi
hükümleri uygulanır” denilerek, ceza yaptırımı getirilmek suretiyle
borçlanmanın denetim altına alınmaya çalışılmasından da anlaşılmaktadır.
Anayasanın 126. ve 127.maddeleri, iptali istenen kurallarda yer alan türde
bir mali özerkliğe olanak vermemektedir. Kuralların bu nedenle iptali
gerektiği görüşündeyim.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|