Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas
Sayısı : 2006/20 Karar
Sayısı : 2006/25 Karar Günü :
22.2.2006 İTİRAZ
YOLUNA BAŞVURAN : Danıştay Onüçüncü Daire İTİRAZIN
KONUSU : 19.10.2005 günlü, 5411
sayılı Bankacılık Kanunu’nun 105. maddesinin üçüncü fıkrasının, Anayasa’nın
2., 36. ve 125. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir. I-
OLAY
Davacı vekilleri tarafından Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurulu kararının iptali ve yürütülmesinin durdurulması
istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu
kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II-
İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Murat Ulus vekili Av. Metin Günday
tarafından 21.12.1999 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen Egebank A.Ş. nezdinde bankalar
yeminli murakıplarınca yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen raporlar
üzerine, anılan bankanın eski genel müdür yardımcısı olan davacının T.C.
Ziraat Bankası yönetim kurulu üyesi görevini yaptığı sırada, 5411 sayılı
Bankacılık Kanunu’nun 26. maddesinin 2. fıkrası uyarınca imza yetkisinin
geçici olarak kaldırılmasına ilişkin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulu’nun (BDDK) 01.12.2005 tarih ve 1748 sayılı kararının kendisi ile
ilgili kısmının iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan dava
dosyası incelenerek gereği görüşüldü: 5411 sayılı
Bankacılık Kanunu’nun “Kurul kararlarına karşı yargı yolu” başlıklı 105.
maddesiyle, “Kurul kararlarına karşı açılacak idarî davalar ilk derece
mahkemesi olarak Danıştay’da görülür. Danıştay, Kurul kararlarına karşı
yapılan başvuruları acele işlerden sayar. İlişkili Bakanlık, Kurulun
düzenleyici nitelikteki kararlarına karşı iptal davası açabilir. Kurul
kararlarına karşı açılacak idarî davalarda yürütmenin durdurulması talepleri
için ayrıca duruşma yapılır. Bu halde 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü
Kanunu’nun 17 nci maddesinin (5) numaralı
fıkrasındaki otuz günlük süre uygulanmaz. Yürütmenin durdurulması talepleri,
Kurumun savunması alınmadan karara bağlanamaz. İlgili taraflar yürütmenin
durdurulması talebinin kendisine tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde
savunmasını vermek zorundadır. Aksi halde savunma beklenmeksizin karar
verilir.” kuralı getirilmiştir. Görüldüğü
gibi, Bankacılık Kanunu’nun sözü edilen maddesinde, BDDK kararlarına karşı
Danıştay’da açılan davalarda yürütmenin durdurulması istemleri için duruşma
yapılması usulü getirilmiş ve davalı idarenin savunması alınmadan yürütmenin
durdurulması kararı verilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın
125. maddesinin altıncı fıkrasında, “İdarî işlemin uygulanması halinde
telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka
aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe
gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.” kuralı yer
almıştır. Anayasa kuralına koşut olarak “Yürütmenin durdurulması” konusu,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) 27. maddesinde
düzenlenmiştir. Anayasanın
125. maddesine göre, sadece idari yargı yerince yürütmenin durdurulması
kararının verilebilmesini gerektiren koşullar belirlenmiş, ancak bu
koşulların takdiri yargı organına bırakılmıştır. Başka bir anlatımla, Anayasa
kuralı uyarınca, somut olayda yürütmenin durdurulması koşullarının bulunup
bulunmadığını, yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin gerekip
gerekmediğini, yargısal tedbirin uygulanması zamanı yargı organının takdir
yetkisi içinde bulunmaktadır. Bu bağlamda
Bankacılık Kanunu’nun sözü edilen hükmü incelendiğinde, bu kuralın
Danıştay’ın yürütmenin durdurulması kararı verme yetkisini tümüyle ortadan
kaldırmadığı ancak, Danıştay’ın davanın açıldığı tarihten başlayarak somut
olayın özelliklerini dikkate alarak yürütmenin durdurulması tedbirine
başvurmasını engellediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, somut olayın özellikleri
nedeniyle ilk aşamada Danıştay’ca yürütmenin durdurulması kararı verilmesini
gerekli kılan bir durumda tedbir kararı verilememekte, Danıştayca
ancak dava dilekçesinin ve eklerinin davalıya tebliği ve Kanun’da belirtilen
kısaltılmış savunma süresinin ve duruşma yapılması için gerekli tebligat
sürelerinin geçmesinden sonra yürütmenin
durdurulması hakkında karar verilebilmektedir. Bu durum, uyuşmazlıkta gelinen
aşamada yürütmenin durdurulması kararı vermeyi etkisiz, gereksiz hatta
anlamsız kılabilir. Nitekim, Anayasa koyucu bu durumu da dikkate alarak,
yalnızca yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesinin koşullarını
belirtmiş ama bu tedbirin dava süreci içinde ne zaman uygulanacağını
mahkemenin takdirine bırakmıştır. Ayrıca
kanun koyucunun, bir yandan davacının yürütmenin durdurulması isteminin
karara bağlanmasını bir süre geciktirerek, diğer yandan davalı idarenin İYUK’da (md: 16/3) otuz gün olan savunma süresini
kısaltmakla, davacı ve davalının menfaatleri arasında bir denge kurmayı
amaçladığı düşünülebilir. Fakat, davacının hak arama, davalının savunma
haklarının en temel Anayasal haklardan olduğu dikkate alındığında, davacı ve
davalının menfaatleri arasındaki denkliğin Anayasal haklarda herhangi bir
kısıtlamaya gitmeksizin daha etkili bir şekilde sağlanacağı açıktır. Bu
değerlendirmeler sonucunda, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 105. maddesinin
üçüncü fıkrasında yer alan kuralların, Anayasa’nın 125. maddesinin altıncı
fıkrasına, 36. ve dolayısıyla 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı
bulunduğu kanısına varılmıştır. Açıklanan
nedenlerle, Anayasa’nın 152., 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, 5411
sayılı Bankacılık Kanunu’nun 105. maddesinin üçüncü fıkrasının iptali ve
yürürlüğünün durdurulması için, Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına
03.01.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.” III-
YASA METİNLERİ
A-
İtiraz Konusu Yasa Kuralı
Yasa’nın itiraz konusu üçüncü fıkrayı da içeren 105.
maddesi şöyledir:
“Kurul
kararlarına karşı açılacak idarî davalar ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür. Danıştay, Kurul kararlarına karşı
yapılan başvuruları acele işlerden sayar. İlişkili Bakanlık, Kurulun düzenleyici
nitelikteki kararlarına karşı iptal davası açabilir. Kurul
kararlarına karşı açılacak idari davalarda yürütmenin durdurulması talepleri
için ayrıca duruşma yapılır. Bu halde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
17 nci maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki otuz
günlük süre uygulanmaz. Yürütmenin durdurulması talepleri, Kurumun savunması
alınmadan karara bağlanamaz. İlgili taraflar yürütmenin durdurulması
talebinin kendisine tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde savunmasını
vermek zorundadır. Aksi halde savunma beklenmeksizin karar verilir.” B-
Dayanılan Anayasa Kuralları
İptal istemi, Anayasa’nın 2., 36. ve 125.
maddelerine dayandırılmıştır. IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi
uyarınca Tülay TUĞCU, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet
ERTEN, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket
APALAK, Serruh KALELİ ve Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün katılmalarıyla 22.2.2006 gününde yapılan
ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine, oybirliğiyle, karar verilmiştir. V- ESASIN
İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin
rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü : İtiraz başvurusunda, Bankacılık Kanunu’nun 105.
maddesinin üçüncü fıkrasının, Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı verme
yetkisini tümüyle ortadan kaldırmadığı, ancak
davanın açıldığı tarihten itibaren somut olayın özelliklerini dikkate
alarak yürütmenin durdurulması tedbirine başvurmasını engellediği,
ayrıca davacının yürütmenin
durdurulması isteminin karara bağlanmasının geciktirildiği gibi davalı
idarenin savunma süresinin de kısaltıldığı, böylece davacının hak arama, davalının
ise savunma haklarının kısıtlandığı bu nedenlerle kuralın Anayasa’nın 2., 36.
ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İtiraz konusu kuralla Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurulu kararlarına karşı açılacak idari davalarda yürütmenin
durdurulması talepleri için, İdari Yargılama Usulü Kanunu’ndan farklı hüküm
öngörülerek duruşma yapılması koşulu getirilmiş, yürütmeyi durdurma kararının
gecikmemesi için otuz gün olan genel savunma süresi yedi güne indirilerek bu
süre içerisinde savunma yapılmadığı takdirde savunma beklenmeden karar
verileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
“Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”,
maddenin gerekçesinde de “Maddenin
birinci fıkrasında hak arama hakkının ilk şartı olan yargı mercilerine davacı
ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve hürriyeti hüküm altına alınmış ve
bunun tabi sonucu olarak da kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma ve
adil ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
Yargılama usulü kanunu ve yargı organı, Anayasa emri olarak, adil ve
hakkaniyete uygun yargılamayı sağlayacak şekilde düzenlenecektir.” denilmiştir. Hak arama özgürlüğü, toplumsal barışı güçlendiren
dayanaklardan biri olmakla birlikte bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde
etme ve haksızlığı giderme uğraşının uygar yoludur. Uluslararası hukuk kaynaklarında
özgün yeri bulunan hak arama özgürlüğü, değişik alanlardaki özellikleriyle
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 6-12. maddelerinde de düzenlenmiştir.
İnsan varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup geliştirmek amacıyla
hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama, bu konuda tüm yollardan
yararlanma hakkını içeren hak arama özgürlüğü, hukuk devletinin başlıca
ölçütlerinden, çağdaş demokrasinin gereklerinden ve vazgeçilmez koşullarından
biridir. Anayasa’nın 142.
maddesi uyarınca mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usulleri yasayla düzenlenir. Mahkemelerin nihai karardan önce
ileride kendi kararlarının uygulanabilirliğini ve geçerliliğini sağlamak
üzere alacakları önlemler yargılama usulü kuralları arasındadır. Yürütmenin
durdurulması ile ilgili kurallar da diğer yargılama usulü kuralları gibi yasakoyucu tarafından serbestçe Anayasa’ya aykırı olmamak
koşuluyla düzenlenebilir. Anayasa’nın “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin
beşinci fıkrasında “İdarî işlemin
uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî
işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi
durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.”,
maddenin gerekçesinde de yürütmenin durdurulması ile ilgili olarak “...hangi hallerde yürütmenin durdurulması
kararı verilebileceği açıklıkla
belirtilmek yoluna gidilmiştir. Bu şekilde, yürütmenin durdurulması kararı
verilebilmesi için madde de gösterilen iki şartın bir arada bulunması ve
ayrıca gerekçe gösterilmesi gerekmektedir.” denilmiştir. Buna göre
yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için “idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararın
doğması” ve “İdari işlemin açıkça
hukuka aykırı olması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gereklidir.
Anayasa’da yürütmenin durdurulması ile ilgili olarak başka bir koşul
bulunmamaktadır. Buna karşılık itiraz konusu kurala göre “idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararın
doğması” durumu davanın ilk aşamasında belirlense bile yürütmenin
durdurulması kararı verilemeyecek ve süresi kısaltılsa da öncelikle Kurumun
savunması alınıp duruşma yapılacağından belli bir sürenin geçmesi
gerekecektir. Bu itibarla itiraz konusu kural her ne kadar yürütmenin
durdurulması koşullarını değiştirmemekte ise de, mahkemelerin bu konuda karar
vermesini geciktirerek kişilerin telafisi imkansız zararlarla
karşılaşmalarına yol açacak niteliktedir. İdari yargıda yürütmenin
durdurulması kararıyla güdülen amacın kişilerin hak arama özgürlüklerini daha
etkili biçimde kullanabilmelerini sağlamak olduğu gözetildiğinde, böyle bir
durumun Anayasa’nın 125. maddesinin beşinci fıkrasında öngörülen “idari işlemin uygulanması halinde
telafisi güç veya imkansız zararın doğması” koşulunu etkisiz kılarak
yürütmenin durdurulması kararlarıyla gerçekleştirilmek istenen hukuksal
yararı olumsuz yönde etkileyeceğinden bu yönden davacının, otuz günlük
savunma süresini yedi güne indirerek
davalının hak arama özgürlüğünü de zedeleyeceği açıktır. Belirtilen nedenlerle, 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu’nun 105. maddesinin üçüncü fıkrası, Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. VI- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
19.10.2005 günlü, 5411 sayılı “Bankacılık Kanunu”nun
105. maddesinin üçüncü fıkrasının uygulanmasından doğacak sonradan
giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal
kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne
kadar YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA, Haşim KILIÇ, Sacit ADALI, Ahmet AKYALÇIN, Serdar ÖZGÜLDÜR ile Serruh KALELİ’nin karşı oyları
ve OYÇOKLUĞUYLA, 22.2.2006 gününde karar verilmiştir. VII- SONUÇ
19.10.2005 günlü,
5411 sayılı “Bankacılık Kanunu”nun 105. maddesinin üçüncü fıkrasının
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Haşim
KILIÇ, Sacit ADALI, Ahmet AKYALÇIN, Serdar ÖZGÜLDÜR
ile Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 22.2.2006 gününde karar verildi.
KARŞIOY
GEREKÇESİ 1-
İptal istemine konu 19.10.2005 günlü, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 105.
maddesinin üçüncü fıkrası ile, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu
(BDDK) kararlarına karşı açılacak idari davalarda “yürütmenin durdurulması”
istemleri ile ilgili olarak, BDDK yönünden İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda
(İYUK) “duruşma” öngören ve ayrıca “savunma” süresini kısaltan (ilgili
taraflara yedi gün içinde savunma verme zorunluluğu öngören) bir düzenleme
yapılmıştır. Anayasa’nın
125. maddesinin altıncı fıkrasında “Kanun,
olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde, ayrıca milli
güvenlik, kamu düzeni, genel
sağlık nedenleri ile yürütmenin
durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.” denilmektedir. Yine
Anayasa Mahkemesi’nin 15.4.1975 tarih ve E.1973/19, K.1975/87 sayılı
kararında “... Mahkemelerin görev ve
yetkilerini belirleyen usul kuralları kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle...”
denilerek, yargılama usulünü düzenleyen yasal tasarrufların “kamu düzeninden” olduğu
vurgulanmıştır. Kamu düzeni
kavramına verilecek anlam ile ilgili bir başka Anayasa Mahkemesi kararında da
“...kamu düzeni deyiminin,
toplumun dirlik ve düzenliğinin sağlanmasını, Devletin ve Devlet
kuruluşlarının korunmasını hedef tutan her şeyi ifade ettiği, bir başka
deyimle, toplumun her sahadaki düzeninin temelini oluşturan bütün kuralları
kapsadığı kuşkusuzdur...” denilmektedir. (Anayasa Mahkemesi’nin 28.1.1964
tarih ve E.1963/128, K.1964/8 sayılı kararı) Nitekim,
3622 sayılı Yasa’nın 10. maddesi ile İYUK’nun
“yürütmenin durdurulması” başlıklı 27. maddesine eklenen 12 numaralı fıkra
ile idari yargılama usulünde Danıştay Dava Daireleri ile idare ve vergi
mahkemelerinin verecekleri yürütmenin durdurulması istemleri konusundaki
kararlara karşı “itiraz” yolunun
ihdası sonrası, bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı savıyla açılan iptal
davasında, iptal istemini reddeden Anayasa Mahkemesi, sözkonusu
düzenlemeyi Anayasa’nın 138. ve 125. maddelerine aykırı bulmamış ve şu
gerekçeyle sonuca ulaşmıştır: “...
Yürütmeyi durdurma ile ilgili kararlara karşı itiraz olanağını getiren yeni
düzenlemeler idari yargılama usulü ile ilgili kurallardır. Anayasa’nın 142.
maddesi uyarınca mahkemelerin kurulması, görev ve yetkileri, işleyişleri ve
yargılama usulleri yasayla düzenlenir. Mahkemelerin nihai karardan önce
alacakları yasal önlemler ile ileride kendi kararlarının uygulanabilirliğini
ve geçerliliğini sağlamak üzere alacakları önlemler yargılama usulü
kurallarıdır. Yürütmeyi durdurma ile
ilgili kurallar, Anayasa’nın 125. maddesi sınırları içinde kalmak ve
Anayasa’nın diğer temel kurallarına aykırı olmamak koşuluyla, diğer yargılama usulü kuralları gibi yasa
koyucu tarafından serbestçe düzenlenebilirler... Yargı organının kendi
içindeki çalışma yöntemleri ile uyguladığı yargısal tekniklerin oluşturduğu
yargılama yöntemiyle ilgili dava konusu kurallar, Anayasa’nın 138. maddesinin
amacına ve açık anlatımına herhangi bir aykırılık taşımamaktadır. Dava konusu düzenlemeler, yargısal
uygulamalarla ilgili yeni bir çözüm yoludur. Bu nedenle dava konusu yasa
ile konulan itiraz yolunun, Anayasa’nın yürütmeyi durdurmayı düzenleyen 125.
maddesinin beşinci fıkrasına ve mahkemelerin bağımsızlığını düzenleyen 138.
maddesine aykırı bir yönü yoktur. (Anayasa Mahkemesi’nin 21.6.1991 tarih ve
E.1990/20, K.1991/17 sayılı kararı) 4077
sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Bu kanunda düzenlenen her
türlü para cezası idari niteliktedir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden
itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz
edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz ve
zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede
sonuçlandırılır. İtiraz üzerine idare mahkemesince verilen kararlar
kesindir.” şeklindeki 26. maddesinin iptali istemiyle yapılan itiraz
başvurusunda da Anayasa Mahkemesi, sözkonusu düzenlemeyi
şu gerekçeyle Anayasa’ya aykırı bulmamıştır: “...
Bir karara karşı itirazda bulunmak veya kanun yoluna başvurmak, o konuda,
hakkın neden ibaret olduğunun tespitini başka bir yargı merciinden de
istemektir. Bunun nasıl yapılacağı ise
usul hükümleri ile gösterilir. Anayasa’da mahkemelerin kuruluşunun, görev
ve yetkilerinin, işleyişlerinin ve yargılama usullerinin yasa ile
düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna göre, usul yasalarının Anayasa’ya uygun
olmak koşuluyla düzenlenmesi yasama organına bırakılmıştır... İtiraz konusu
kuralla, yasama organı toplumsal düzeni bozan kimi hukuka aykırı durumları
yaptırıma bağlama yetkisini idareye vermiş, ancak kişinin haklarını korumak
amacıyla bu kararlara karşı idare mahkemelerine itiraz yolunu açmıştır. Yasama organı bu tür davaların
görülmesinde ve sonuçlandırılmasında basit fakat hızlı bir usul öngörerek
genel hükümlerden ayrılmakta kamu yararı görmüştür... İtiraz konusu kuralla,
kanun yoluna başvurulmasına olanak vermeyecek biçimde hak arama özgürlüğüne kamu yararı amacıyla getirilen sınırlamada,
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık bulunmamaktadır. Bu
nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa’nın 36. maddesine aykırı değildir...
İdarenin toplumsal düzeni bozan davranışlar için bireylere uyguladığı para
yaptırımlarına karşı ‘itiraz’ üzerine verilen kararların kesin olması işin
niteliğine aykırı değildir. Yasa
koyucunun, suç olarak düzenlemediği ve genel mahkemelerin görev ve
yetkisinden çıkararak idarenin ceza yaptırımına bağladığı bu yasadaki
eylemler için, para değerinin değişkenliğini gözönünde
tutarak hızlı yargılama sağlayan bu
yöntemi kabul etmesinde kamu yararını gözettiği açıktır. Bu nedenlerle, itiraz konusu kuralla getirilen kanun
yolu sınırlaması idarenin yargısal
denetimini etkisiz duruma getirmediğinden Anayasa’nın 125. maddesine
aykırılık yoktur... Anayasa’nın Danıştay’ı idare mahkemelerince verilen
kararların son inceleme mercii olarak tanımlayan 155. maddesinde, tüm
kararların mutlak olarak Danıştay incelemesinden geçirileceği konusunda bir
kural yer almamaktadır. Mahkemelerin
kuruluş, görev, işleyiş ve yargılama usullerini Anayasa çerçevesinde düzenlemekle görevli
olan yasakoyucunun basit gördüğü kimi davalarda üst
yargı yolunu kapayabileceği açıktır. Bu nedenle, itiraz konusu kural
Anayasa’nın 155. maddesine de aykırı değildir...” (Anayasa Mahkemesi’nin
23.5.2001 tarih ve E.2001/232, K.2001/89 sayılı kararı; AMKD., Sayı: 37, 1.
Cilt, s.541-550) Yapılan
açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yargılama usulünü
düzenleyen yasal tasarrufların “kamu düzeni”ne ilişkin olduğu, iptal istemine
konu kuralla BDDK kararlarına karşı açılan davalarda yürütmenin durdurulması
talepleri için duruşma açılması zorunluluğu, İYUK’nun
17. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki otuz günlük sürenin uygulanmayacağı,
yürütmenin durdurulması taleplerinin BDDK’nın
savunması alınmadan karara bağlanamayacağı, ilgili tarafların yürütmenin
durdurulması talebinin kendisine tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde
savunmasını yapmak zorunda olduğu, aksi halde savunma beklenmeksizin karar
verileceği yolunda yapılan düzenlemelerin de, idari yargılama usulünde BDDK
işlemleri yönünden istisna öngören bir yasal tasarruf mahiyetini taşıdığı,
aşağıda işaret edileceği üzere, ülke ekonomisini sarsabilecek düzeyde
sonuçlara varma ihtimali bulunan BDDK işlemlerinin özellik ve mahiyeti
gözetilerek, yasakoyucu tarafından salt bu işlemler
yönünden özel bir usul yöntemi öngörülmesinde “kamu yararı” dışında başkaca
bir amaç gözetilmediği, bu yolla idarenin yargısal denetiminin etkisiz hale
getirilmiş olmasının da sözkonusu bulunmadığı,
Anayasa’nın 125. maddesinin altıncı fıkrasına göre “kamu düzeni” nedeniyle
yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin dahi kanunla sınırlanmasının
imkân dahilinde olduğu, oysa davanın somutunda yürütmenin durdurulması kararı
verilmesinin sınırlanmasının sözkonusu olmadığı ve
yalnızca “özellikli” görülen BDDK işlemlerine karşı açılacak davalarda,
yürütmenin durdurulması istemleri konusunda açıklanan düzenlemeyle, basit ve
hızlı bir yargılama usulünün öngörülerek, genel hükümlerden (2577 sayılı İYUK’un yürütmeyi durdurma ile ilgili düzenlemelerinden) ayrılındığı, böylelikle iptali istenen kuralın, yasa koyucunun
bu konuda sahip olduğu takdir hakkı çerçevesinde kamu yararını gözeterek
yargısal uygulamaya yönelik olarak bulduğu ve hakkın özünü zedelemeyen yeni
bir çözüm yolundan ibaret bulunduğu, kaldı ki Anayasa’nın sözü edilen 125.
maddesinin altıncı fıkrasındaki “sınırlayabilir”
sözcüğünün, aynı zamanda yürütmenin durdurulması konusundaki usul
kurallarının daraltılması halini de ihtiva ettiği, bu bakımdan itiraz konusu
kuralın, belirtilen yönü itibariyle de anılan Anayasa hükmünün sözüne ve
özüne aykırı düşmediği açıktır. 2-
Bankacılık sistemi, ülkenin “hazine”sinin ve finans politikasının ayrılmaz
bir parçasını teşkil etmektedir. Özellikle son on yılda yaşanan banka
krizleri sonucu birçok bankaya devlet tarafından elkonulmasıyla
ekonomi büyük çöküntüye uğradığı gibi, yüzbinlerce
kişinin de bu nedenle mağdur olduğu maddi bir vakadır. Bankacılık sistemi
kaynaklı sözkonusu ekonomik krizlerin, daha geniş
toplum katmanlarına yayılması, yasa koyucuyu bu konuda etkin ve köklü
tedbirler almaya itmiş ve bankacılık sistemini kontrol altında tutan BDDK
kurumu ihdas edilmiş, bu kuruma idari
ve mali özerklik tanınmış; nihayet 19.10.2005 günlü, 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu ile BDDK’nın daha etkin, verimli, şeffaf ve
hesap verebilir şekilde çalışmasını öngören hükümler getirilmiş, kurumun
düzenleme ve denetleme fonksiyonunun kapsamı finansal
holding şirketlerini, finansal kiralama
şirketlerini, faktoring şirketlerini ve finansman
şirketlerini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Gelişen
süreç içerisinde, bankacılık sisteminde bu denli etkin bir konuma gelen BDDK’nın bankalar ve bankacılık işlemleri konusunda tesis
edeceği idari işlemlerin ülke çapındaki olası tesirleri ve önemi dikkate
alınarak, bu “özellikli” işlemlere karşı açılacak idari davaların Danıştay’da
görülmesi esası benimsenmiş ve yukarıda işaret edilen itiraz konusu kuralla
da, sözkonusu işlemler yönünden bazı istisnai usul
hükümleri öngörülmüştür. Hazine işlemlerinin, bu meyanda
bankacılık sistemi ile bu sistemi kontrol altında tutarak denetleyen BDDK’nın faaliyetlerinin “kamu düzeni”nden olduğu
tartışmasız olduğundan; kamu yararını da gözeterek yasa koyucunun BDDK
işlemleri yönünden, genel idari usul kurallarına istisna teşkil eden kurallar
öngörmesi Anayasa’ya aykırı değildir. 3-
BDDK işlemlerine karşı açılacak davalarda yürütmeyi durdurma taleplerinin
duruşma yapılmadan ele alınamayacağı, bu taleplerin davalı BDDK’nın savunması alınmadan karara bağlanamayacağı, her
iki tarafın yedi gün içinde savunma yapmak zorunda oldukları yolundaki
düzenlemelerin, yürütmenin durdurulması kararının verilmesini zorlaştırdığı
iddiası doğru olmadığı gibi; basit, hızlı ve usul prosedürü kısaltılmış bir
yöntemin yasa koyucu tarafından tercih
edilmesinde, olsa olsa bu yöndeki taleplerin daha
titiz, daha özenli, daha ciddi bir şekilde ele alınması suretiyle bankacılık
sisteminin en üst yetkili mercii olan BDDK’nın,
birinci elden görüşlerini idari yargı organına (Danıştay’a) en kısa sürede
açıklaması düşüncesiyle, bu yöndeki kamu yararının etken olduğu çok açıktır. Diğer bir
deyişle, itiraz konusu kuralla hak arama özgürlüğü kesinlikle
sınırlandırılmamış (daraltılmamış), sav ve savunma hakkı zedelenmemiş,
davanın her iki yanına da eşit usul kuralları öngörülerek (yedişer günlük savunma sürelerinin
tanınması) “silahların eşitliği” ilkesine riayet edilmiş, “demokratik toplum
düzeninin gerekleri”ne aykırı bir yöntem getirilmemiş ve hukuk devleti
ilkesine aykırı davranılmamıştır. 4-
Açıklanan nedenlerle, itiraz istemine konu kuralın Anayasa’nın 2., 36. ve
125. maddelerine aykırı olmadığı ve iptal isteminin reddi gerektiği kanaatine
vardığımızdan; kuralın iptaline yönelik çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne
katılamıyoruz.
|